| Konu: | (10/96, 234, 409, 501, 698, 1743, 1747, 1912, 2187, 2203, 2303, 2353, 2389, 2477, 2673, 2675, 2697, 2830, 2976, 2979, 3019, 3109, 3206, 3430, 3476, 3479, 3482, 3484, 3485, 3493, 3504, 3505, 3508, 3510, 3685, 3723, 3918 3919, 3920, 3921, 3922, 3923, 3924) No.lu Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 09.03.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aziz milletimizi ve Genel Kurulumuzu saygıyla selamlarım.
Tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım.
1985 senesinde Nairobi'de gerçekleştirilen III. Dünya Kadın Konferansı'nda ortaya konulan geleceğe yönelik stratejiler kapsamında kadına yönelik şiddet ilk kez resmen ele alındı. Sonrasında gittikçe önem kazanan kadına yönelik şiddet konusu, 2011 yılında taraf devletlere özel yükümlülükler getiren Avrupa çapında bir sözleşmeyi ortaya çıkardı. 2011 yılı Mayıs ayında imzaya açılan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ilk önce Türkiye tarafından İstanbul'da imzalanarak "İstanbul Sözleşmesi" adını aldı. Sözleşme, kadına yönelik şiddetin insan hakkı ihlali olarak sayılması ve şiddetle mücadele için kurumsal mekanizma öngörmesi bakımından önem arz ediyor. Bu kapsamda Türkiye, 20 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'la önemli bir yasa çıkardı. Bu kanunda İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere bağlılık vurgulanıyor. Ayrıca, şiddete uğrayan, şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amaçlanıyor. Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte kadına yönelik şiddete karşı resmî bir mücadele başlatıldı. Bu mücadeleye kadın sivil toplum kuruluşları da kadınları bilinçlendirmek, farkındalık geliştirmek, mağdurları desteklemek suretiyle ortak olmaktalar. Ancak, atılan tüm olumlu yasal adımlara rağmen şiddet Türkiye'nin gündemini işgal ediyor, şiddet artarak devam ediyor maalesef.
Değerli milletvekilleri, kadına yönelik şiddetin tek bir coğrafyaya, topluma, sınıfa ait bir olgu olmadığı bilimsel raporlarda ifade ediliyor. Şiddet, her eğitim seviyesinde ve her toplumsal grupta ortaya çıkan, tüm dünyada var olan evrensel bir problem. Bu yönüyle de hem ulusal hem de uluslararası mücadeleyi gerektiriyor. Mücadelede sivil topluma, devlete ve bireylere önemli görevler düşüyor.
Şiddetin kaynağına inildiğinde, aynı zamanda öğrenilen bir davranış olarak ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bireyin aile hayatında gördüğü, toplumsal yaşamda tecrübe ettiği veya bizzat maruz kaldığı şiddet, normal bir davranışmış gibi algılanabiliyor. Sosyal yapı içinde genelde erkek çocuğuna verilen rolde; kendini fazla önemseme, kadını küçümseme, kadına sert davranma, evde tek hâkim olma, kadına şiddet kullanma bilinçaltına yerleştiriliyor. Şiddeti garipsemeyen kimseler, ileriki zamanlarda kendisine davranış tarzı olarak şiddeti tercih edebiliyorlar. Toplumda ahlaki, manevi değerlerin yozlaştırılmasına, adaletten uzak figürlerin gittikçe yaygınlaşmasına üzülerek tanık oluyoruz. Maalesef bu olumsuz davranışların yerleşmesinde, benimsenmesinde, yıllardır denetimsiz bırakılan, göz yumulan şiddet içerikli yayınların, televizyon dizilerinin de büyük payı var.
Olmayan töreleri, olmayan feodal kuralları varmış gibi gösteren, millî kültürümüzde, gelenek ve göreneklerimizde olmayan kavramları kitle iletişim araçlarında sanatmış gibi gösteren bu tür yapımlara hepimiz tepki göstermeliyiz. Kadına şiddeti örnekleyen, "aile" kavramını anlamsızlaştıran televizyon dizileri sosyal yapımızı, sosyal dokumuzu hançerleyen bir tuzak.
Günümüzde televizyon dizileri Türk insanının en çok etkilendiği, neredeyse birer eğitim kurumu hâline gelmiş durumda. Ancak az önce ifade ettiğim türde televizyon dizileri, bu eğitim kurumu vasfını suistimal edip kötüye kullanıyor. Medeniyete ışık tutmuş, onur dolu tarihimizde bulunmayan davranışların, olmayan kuralların sanki varmış gibi gösterilip insanlarımızın şiddete yönlendirilmesini mazur göremeyiz. Bu sorumsuz yayınların, uygulamaların en büyük ıstırabını her gün şiddete hedef olan kadınlarımız çekiyor. Kadına şiddetin artmasında, yaygınlaşmasında RTÜK'ün sorumluluğu şüphesiz bulunmakta. İnsanları uyutan, vicdanları körleştiren, para uğruna yapılan bu yayınlara RTÜK "Dur!" demeli, kesinlikle yol vermemeli. Nasıl Emniyet Genel Müdürlüğünün ilgili birimleri dizileri arayarak trafik kurallarına uyulmaması hâlinde dizi yapımcılarına uyarı gönderiyorsa, Kültür ve Turizm Bakanlığınca, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca da benzer uygulamalar yapılmalı. İzlenme oranı yüksek diziler, kadına karşı şiddet ve ayrımcılık konusunda ayrı bir ekip tarafından izlenmeli, kadına karşı şiddet içeren sahneler hem dizi yapımcılarına hem reklam verenlere hem de RTÜK'e bildirilmeli, bu tip dizilere sponsor olanlar ayıplanmalı, şiddetle mücadele konusunda toplumsal farkındalık oluşturacak dizilere sponsor olunmalı, olumlu örnekler ödüllendirilmeli, toplumsal duyarlılığın etkin şekilde artırılması için televizyon programları ve özellikle dizilerde kadın ve çocuğa yönelik şiddet sahnelerine yer verilmemeli. Şiddetin özendirici nitelik taşımamasına ilişkin yasal düzenlemeler getirmeliyiz, şiddet haberlerinde şiddet mağduruna odaklanılması yerine, failin ön plana çıkartılması sağlanmalı. Medya yoluyla şiddetin normalleştirilerek sıradanlaşmasıyla mücadele edilmeli. Örneğin, gerçekleşen şiddetlerle değil, yargılama sonunda şiddet veya cinsel saldırı faillerine verilen cezalarla kamuoyu bilgilendirilmeli.
Diğer yandan, RTÜK ile birlikte RTÜK'ün bağlı bulunduğu siyasi yapıyı da unutmamamız gerekiyor. Bu tür dizilere izin veren, önünü açan en büyük otoritenin AK PARTİ siyasi iktidarı olduğunu hatırlatırım. Böylesine bozuk, gelenek, göreneğimize uymayan, töremizde olmayan örneklerin sunulmasına neden devam edilir, neden izin verilir anlaşılır değil. Aslında AK PARTİ iktidarında Türkiye'de pek çok şeyin bozulduğu gibi Türk aile yapısının da yaşantısının da sosyal dokunun da bozulduğu bir gerçek. Kendisinin muhafazakâr olduğunu iddia eden iktidar, gözleri gibi koruması gereken aile yapımızı muhafaza edemedi; kadına, anneye, bacıya olan saygıyı muhafaza edemedi. En temelde korumamız gereken en kutsal kurumlarımızı bile muhafaza edemeyen AK PARTİ, millî, muhafazakâr ve demokrat bir parti değildir; aksine, millî, sosyal, kültürel olarak ülkemizi dejenere eden anlayışa yol vermiştir. AK PARTİ, fırsatlar üzerine kurulmuş, fırsatçı bir partidir, her fırsatı kullana kullana değerlerimizi dejenere etmiştir maalesef; ilkeler üzerine değil, esen rüzgârlar ve önüne gelen fırsatlar üzerine siyaset yaparak ülkede değer, köklü kurum bırakmamıştır. Değerlerimize sahip çıkılmamış, korunmamıştır. Değerlerimiz istismar edilerek bozulmuştur, muhafaza edilememiştir. Ülkeye küsen gençlik, bozulan ekonomi, gözden düşürülen tarım, darmadağın edilen millî eğitim, yatırım görmeyen sanayi elbette düzeltilebilir fakat AK PARTİ'nin çok önemli iki kuruma verdiği zarar ve vebal çok büyüktür ve özüne döndürmek de zaman alacaktır. Bunlardan ilki, sakıncalı siyaseti için hoyratça kullandığı mukaddes dinimiz, ikincisi de aile kurumumuz. Bu iki kurumun da hassasiyetlerini siyasetine kurban ederek aslında büyük zararlar vermiştir. AK PARTİ'nin on dokuz yıllık geçmişine bakarsanız, neye çok önem veriyor, ön plana neyi çıkarıyor gibi gözüküyor ise aslında en büyük zararı planlı bir şekilde onlara verdiğini görürsünüz.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ Hükûmetinin bizzat imzaladığı İstanbul Sözleşmesi'nin, şiddeti sona erdirme, ayrımcılığı sonlandırma ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda sosyal boyutu bulunuyor. Sözleşmeyi imzalamak tabii ki önemli fakat sözleşmeyi uygulamak da lazım. Türkiye, sözleşmedeki önleme, koruma, soruşturma dışında politika üretme yükümlülüğünü de yerine getirmeli. Yapmamız gereken, şiddet fikrinin toplumda doğmamasıdır. Şiddet fikri doğup şiddet ortamı oluştuktan sonra alınacak polisiye ve yasal tedbirler yeterli olmuyor maalesef. Şiddetin henüz başlamadan önlenmesi için toplumsal farkındalık çalışmalarına ağırlık verilmeli; kadının sosyal hayata, iş yaşamına, siyasete katılımını artıracak fırsatlar desteklenmeli.
İYİ PARTİ olarak bize göre geleceğin mutlu, zengin ve güçlü Türkiyesi, Türk kadınının yükselmesiyle mümkündür. Kadının töremizde, âdetlerimizde, dinimizde son derece kutsal ve önemli bir yere sahip olduğu her fırsatta hatırlatılmalı. Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener Hanımefendi'nin ifade ettikleri gibi, Türklerde kadın toplumun direğidir. Türklerde kadın öğretendir, şefkati gösterendir. Türklerde kadın akıldır, sağduyudur, toplumsal hafızadır. Türklerde kadın devlettir. Milletini kurtuluşa götüren Anadolu kadını ana eliyle büyümüştür. Türk devletleri kadını baş tacı yaptığı zaman yükselir, kadının değerini bilmediğinde yıkılır.
Sözlerimin sonunda bu veciz ifadelere memleketim Erzurum'dan katkı yapmak isterim: Erzurum'da kadın Nene Hatun'dur, Kara Fatma'dır. Memleketim Erzurum'da kadın handır. Kadınların rütbesi Erzurum'da erkeklerden daha yüksektir. Bizler erkeğe "dadaş" derken kadınlara da "paşa" deriz.
Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)