| Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 10.03.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'ydü. Kadın emeğine saygı duymayan, kadın cinayetlerine göz yuman yöneticiler bile kutlama mesajları yayınladılar. Kimin ne dediği, kimin ne yaptığı belli olmayan karmaşık bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreçte Türk toplumunu kadın cinayetleri konusunda duyarlı olmaya, topyekûn bu ayıptan kurtulmaya çağırıyorum. Sebeplerini ortadan kaldırmadan yani bataklığı kurutmadan bu sorunun çözülmesi mümkün görülmemektedir. Onun için kurulmuş olan araştırma komisyonunu kalıcı çözüm bulmak için partilerüstü anlayışla gayret göstermeye davet ediyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan 252 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerindeki konuşmama geçerken selamlarımı sunuyorum.
7 farklı kanunda değişikliği kapsayan bu torba kanun teklifi de diğer bütün torba kanun tekliflerinde olduğu gibi karşı çıktığımız bir usuldür. Her defasında "Bu torbanın içinde acaba ne saklanmak isteniyor?" sorusu aklımıza gelmektedir. Komisyonda onlarca teklif beklerken asgari süre içerisinde, aceleyle gündeme alınması da şüpheleri artırmaktadır; bu şüpheler şaibe yaratmakta ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarına gölge düşürmektedir. Halkın düşündüğü gibi bunu bilerek yaptıklarını söylemek de mümkündür. Vesayete karşı olduklarını söyleyerek iktidara geldikten sonra zaten her söylenenin tersi yapıldı. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle de yasama, yürütmenin vesayeti altına sokuldu.
Komisyonda 2'nci maddenin geri çekilmesi konusundaki bütün ısrarlı isteklerimiz ve açıklamalarımız kale alınmadı, önergemiz reddedildi. Şimdi, noter gibi gördükleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda teklifi oy çokluğuyla kanunlaştırabilirler ama şaibeden kurtaramazlar çünkü 2'nci madde şaibelidir, bu maddeyle devlet zarara uğratılacaktır. Getirilmek istenen Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı garantisi üzerine bu ihaleler yenilenecek olursa yeni şartlarla, çok daha düşük bedellerle ihaleler gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, getirilen bu maddede kamu yararı yoktur, oysa bu madde geri çekilseydi, bizler her ne kadar torbaya doldurulmasına karşı çıksak da diğer maddelere "Evet." diyebilirdik. Yetmiş yıl önce Seyhan'da mağdur edilen vatandaşlarımız ile Akşehir Gölü kıyı kenar çizgisi yüzünden mağdur edilen Akşehir ve Tuzlukçu ilçesindeki vatandaşlarımızın mülkiyet sorunlarının çözülmesinde çok geç kalınmıştır. Bu maddeyle beklentilerin karşılanmış olduğunu umuyoruz.
Mobil telefon kapsama alanının ve internet altyapılarının yaygınlaştırılmasının yerinde olduğunu belirtmekle beraber, Hükûmetin bu konuda sınıfta kaldığını, boş sözlerle yılları kaybettiğini söylemeliyim. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında çok geride kaldık. Bu ülkelerde kişi başına düşen fiber optik ağı yüzlerce metreyken ülkemizde sadece 3 metre civarındadır. Bunun sonucu olarak da millî eğitimden ticarete kadar her sahada ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Evrensel haberleşmenin kalkınmayı doğrudan etkilediği bilimsel bir gerçektir, bu gerçek ihmal edilmemelidir.
Gelibolu'da alan kılavuzlarının hizmetlerine devamı için yapılan düzenleme, sadece Çanakkale'yle sınırlı kalacak bir konu değildir. Bu konuda kalıcı bir çözüm getirilmek isteniyorsa öncelikle rehberlerin haklarını koruyacak bir düzenleme yapılmalıdır. Bunun için de Türk turizminin yükünü taşıyan rehberler ve onların kuruluşu olan Türkiye Turist Rehberleri Birliği (TUREB) yapılacak düzenlemenin çözüm ortağı olarak muhatap alınmalıdır.
Bu torbanın içine konulan ilginç maddelerden biri de küpesiz nakledilen hayvanlarla ilgilidir. Bu maddeyle bir haksızlık giderilmiş olabilir ama karantina ve bedeller konusundaki muğlaklık da giderilmelidir.
Sonuç itibarıyla biz, aynı torbanın içerisine değişik konuların doldurulmasına, özellikle de 2'nci maddeye kesinlikle karşı çıkıyoruz.
Değerli milletvekilleri, 2'nci maddeyle ilgili şüphelerimize ve endişelerimize açıklık getirmek istiyorum: Yap-işlet-devret modeliyle ihale edildiği hâlde kredi bulunamadığı için başlanamayan işlerden birinin Kuzey Marmara Otoyolu olduğu ve Kanal İstanbul'un, köprüyle geçecek kısmı hariç olmak üzere hazır hâle getirileceği iddia edilmektedir. Henüz bilim çevrelerince kabul görüp proje vasfını bile kazanamamış bir hayalî çalışma için harcanacak her kuruş boşa harcanmış olur ve yazık olur. İstanbul'da Karadeniz ve Marmara Denizi arasında yapılmak istenen kanalla ilgili çok çelişkili ifadeler devlet yetkilileri tarafından zaman zaman dile getirilirken en çok dikkati çeken, Cumhurbaşkanının sözleri olmaktadır. 1994'ten 2019'a kadar yirmi beş yıl İstanbul'u yöneten AKP döneminde İstanbul'a ihanet edildiği bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmıştı. Bu ihanet, İstanbul'u kaybettikten sonra merkezî Hükûmet tarafından intikam alırcasına daha da şiddetli olarak devam etmektedir.
Geçen ay 26 Şubatta Cumhurbaşkanı cuma namazı çıkışında sorulan bir soruya cevap verirken "Bu proje, benim Büyükşehir Belediye Başkanlığım dönemine dayanan, benim 'çılgın proje' diye ifade ettiğim bir projedir." demiş. 10 Ekim 2017'de bir iş forumunda konuşurken de "Kanal İstanbul dediğimiz benim bir hayalim, hülyamdır; inşallah, büyük ihtimalle bu yıl sonu veya 2018 başı gibi temelini atacağız. Dünyada Süveyş var, Panama Kanalı var, işte şimdi de Kanal İstanbul olacak." demişti. Hayal kurmak güzel bir şeydir, yerinde ve faydalı bir hayalin gerçekleşmesi daha da güzeldir ancak bazı gerçekleri hatırlatmak ve kurulan bu hayalin yerinde ve faydalı olmadığını söylemek zorundayım. Verilen örneklerden Süveyş, Akdeniz'i Kızıldeniz'e ve oradan okyanusa; Panama ise 2 okyanusu birbirine bağlarken yolu binlerce mil kısaltmaktadır. İstanbul'da ise Karadeniz ile Marmara Denizi arasında zaten tabii olarak bir deniz yolu mevcuttur, onun sadece birkaç mil ötesinde su yolu açmanın bilimsel ve mantıklı hiçbir izahı olamaz. Ekonomik bir faydasının da olmayacağı bilim insanları tarafından net olarak açıklanmaktadır.
Dikkat edilecek olursa, Cumhurbaşkanı, Belediye Başkanı olduğu 1994-1998 arasındaki hayalinden bahsetmektedir. 2009 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince kabul edilen, Belediye Başkanı tarafından da onaylanan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında bu hayalle ilgili hiçbir ipucu olmadığı gibi, tersine, o alan her türlü yapılaşmaya kapatılmıştı. Bu suretle kuzeye doğru gelişme eğilimi kontrol altına alınmış doğu-batı aksında ve Marmara Denizi boyunca çok merkezli ve sıçramalı gelişim sağlanmıştı. Hassas ekosistemler de İstanbul'un can damarları olarak kuzey bölgesi boyunca korunmuştu. Şimdiki Cumhurbaşkanı o zaman AKP Genel Başkanı ve Başbakandı; Büyükşehir Belediye Meclisinde alınan, Başkan tarafından onaylanan karardan habersiz olması elbette mümkün değildi. İstanbul'un anayasası sayılan bu plan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2019'da değiştirilerek askıya çıkarıldığında yaptığımız itirazlara cevap bile verilmedi ve kesinleşmiş oldu. Büyükşehir Belediye Meclisine ait olan bir görev niçin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilerek gerekli süreçlerden geçmeden değiştirilmiştir? Bu yapılan darbe değil midir?
İlk defa 2011'deki genel seçimler öncesi "çılgın proje" olarak gündeme getirilen Kanal İstanbul'un, seçimden seçime konuşulan hayalî bir proje olmaktan çıkarak Cumhurbaşkanının 2017'deki konuşmasıyla 2018 başında temeli atılacağı ilan edilmişti. O tarihten sonra da işin başlama tarihi sürekli olarak değişerek bugüne kadar gelinmiştir. Şimdi de bu yılın sonuna kadar ihale edileceği söylenmektedir. Israrla tekrarlamak istiyorum ki bu ÇED raporuyla ihaleye katılan hiçbir ciddi firma olamaz. Bu sayede, bu hayal, tarihin raflarına kaldırılmış olacaktır.
Ben gene de konunun siyasi tarafına, 126 emekli büyükelçimizin kaleme alıp imzaladığı ve kamuoyuna açıkladığı duyuruyu hatırlatarak konuşmama son vermek istiyorum. Açıklamanın özeti şöyledir:
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) - Az bir şey kaldı Başkanım.
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) - "Kanal İstanbul, şayet yapılırsa Montrö Sözleşmesi'ni tartışmaya açar. Türkiye'nin 20'nci yüzyıldaki Lozan Antlaşması'ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan Montrö Sözleşmesi'nin tartışmaya açılması, Türkiye'nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin kaybedilmesine yol açar."
Değerli milletvekilleri, her fırsatta "Kanal İstanbul" adı verilen İstanbul Boğazı'na alternatif su kanalı açılması fikrinin hayalden gerçeğe dönüşmemesi için gayret edeceğimi ifade etmek istiyorum. Bu doğrultuda çalışma yapan bilim insanlarının, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve siyasetçilerin ortak gayretiyle geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğurma ihtimali çok yüksek olan bu düşünceden vazgeçileceğine olan inancımı belirtiyor, saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)