GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:68
Tarih:06.04.2021

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; neresinden tutarsanız tutun hukuk devleti ilkeleriyle, Anayasa'nın hak ve özgürlükleri düzenleyen maddeleriyle bağdaşmayacak bir düzenleme var önümüzde fakat her fırsatta anayasal düzenle bağını çoktandır kopardığını göstermeye çalışan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz için, milyonlarca yurttaşın geleceğini etkileyecek olan bu fişleme yasasını tartışmak durumunda kalıyoruz, üstelik de oylarımızla reddedilmiş olduğu hâlde.

Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, 15 Temmuz sonrası OHAL döneminde KHK'yle ihdas edildi, OHAL sonrası bir kısmı kalıcılaştırıldı ve AYM'nin 2020 Martında verdiği iptal kararına kadar denetimsiz ve şeffaflıktan uzak bu uygulama devam etti. Bu süre zarfında maksat neydi? Açıkça, aslında yeni rejimin inşası için kamudaki siyasi kadrolaşmayı tamamlamaktı maksat. Şimdi ise OHAL kararnameleri ürünü olan "iltisak, irtibat, eylem birliği" gibi muğlak kavramların yarattığı sakıncalılık kategorisine hukuki bir kılıf giydirilecek yani bir toplantıya, gösteriye katılmak, sendikalı olmak, bazı kitap, gazeteleri okumak, bazı düşüncelere sahip olmak gibi eylem ve davranışlarından dolayı toplumun belli kesimlerini sakıncalı ilan etmek hem kolaylaşacak hem de yasal olacak.

Evet, güvenlik soruşturmasıyla hayat görüşleri ve yaşam tarzları da açıkça güvenlik sorunu hâline gelebilecek. Evlenmemiş bir kadın, Kürt, Alevi, trans, çocukken suça sürüklenmiş olmak da yarın öbür gün bu incelemeleri yapacak kişilerin ahlak normlarına, dünya görüşlerine uymadığı için pekâlâ ret gerekçesi olabilir yani. Bakın, önce devlet içinde örgütlenmesine basbayağı destek olduğunuz Gülen cemaati üyelerini uzaklaştırma gerekçesiyle on binlerce insanı KHK'lerle kamu görevinden menetmeniz de aynı zihniyetin ürünüdür.

Banka hesabı açmaktan bilmem kimin yengesi olmaya kadar muğlak nedenlerle kişiler "makul olmayan vatandaşlar" olarak damgalandı. Sırf eleştirel fikirleri nedeniyle insanlar iş yeri amirlerinin hazırladığı torba listelerle KHK'lere eklendi, hayatları bu keyfî kararlarla altüst edildi. Kararlar gizli olduğundan, kişiler dava açmadıkça reddedilmesinin nedenini dahi öğrenemedi. Çevresinde bunun duyulmasıyla zan altında kaldı; ekonomik olarak zor durumda bırakıldığı yetmezmiş gibi, sosyal dışlanmayla karşı karşıya bırakıldı.

Hazırlanan teklifte her maddenin ucu o kadar açık ki uygulamaya geçtiğinde bu mağduriyetlerin aynen devam edeceği çok aşikâr. Uygulamanın usul ve esasları, suistimale açık bir şekilde yönetmeliklere bırakılmış. Değerlendirme komisyonu nasıl oluşacak, kimler soruşturma kapsamına girecek, değerlendirme kriterleri nasıl belirlenecek, elde edilen bilgi ve belgeler ne şekilde kullanılacak; bunların hiçbiri açık değil. Kişilerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının olup olmadığı belli değil. Veriler süre kısıtı sonunda nasıl silinecek, muallak. Yetkinin kötüye kullanımını engellemeye yönelik bir denetim olacak mı, bunu da bilmiyoruz.

Bu teklif kanunlaşırsa "Ceza sorumluluğu şahsidir, kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." ilkesi de aslında açıkça askıya alınacak. Adalet hepimize lazım dediğimizde, güç sarhoşluğuyla bizi duymazdan geliyorsunuz. Gerçi şu anda oylama olmadığı için ortada kimse yok, bizi duymazdan gelecek kimse de yok. Yine ani bir oylama olursa nasılsa Başkanlık Divanından değiştirilir, sonuç da önemli değil. Bu kanun teklifi önümüze böyle geldi şu anda.

Bakın, geçtiğimiz hafta Süleyman Soylu şu suçun şahsiliği ilkesini nasıl da birden hatırlayıverdi. Evet, iktidara göre, AKP büro memuru olan bir genç, genç yaşta büyük servetler ve yolsuzluklar yaparsa bu, şahsi bir suç ama bugüne kadarki örneklerden biliyoruz ki anne babanız sendikada, demokratik kitle örgütlerinde görev almışsa o zaman suç şahsi değil, ailecek suçlu oluyorsunuz çünkü. Şurası çok açık, bu teklifle birlikte hukuka, Anayasa'ya sadakat ile gücü elinde bulundurana sadakat arasında bilerek bir muğlaklık yaratılıyor. Bu muğlaklıkla kişiler biate zorlandığı gibi kanunu çiğneyenler de sorumsuz tutuluyor.

Bakın, size bir örnek, hukuka, Anayasa'ya sadakat mi yoksa size sadakat mi, çok net olarak ortaya koyuyor: İşte, Özgür Gündem gazetesine verilen cezalar. 23. Ağır Ceza Mahkemesi, Özgür Gündem ana davasında, gazetenin imtiyaz sahibi Kemal Sancılı, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya, Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ve nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni Eren Keskin'e toplamda verdiği yirmi bir yıllık hapis cezasının gerekçeli kararını açıkladı. Gerekçeli kararda millî bir insan hakları anlayışını savunuyor mahkeme. "Türk devletinin yüzyıllara dayanan devlet geleneği ve vatandaşına bakış açısı her daim 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.' düsturuyla vücut bulmuştur." diyor ve ondan sonra da diyor ki: "Devletlerin arkasına sığındığı, kendilerine paravan yaptıkları 'insan hakları' kavramından ziyade millî gelenek, örf ve kardeşlik hukukumuzun yıllardan beri getirdiği tecrübe, birikim ve bakış açısıyla mümkün olacaktır bu kapsam." Ya, böyle bir mahkeme kararı olabilir mi, makale mi yazıyorsun sen? Ama işte, bunun adı nedir, biliyor musunuz? "Faşizmin kurumsallaşması"dır bunun adı ve tek tipliğin mahkeme kararlarına da aynen geçmesidir.

Ve biz "Kahrolsun insan hakları." diye bağırıldığını 90'larda gördük. Ben İnsan Hakları Derneğinde çalışırken Emniyet görevlilerine orada talim -neyse işte- yaptırılırken "Kahrolsun insan hakları." diye bağırdıklarını gördüm. Ne farkınız kaldı 90'lardan? Şimdi, darbeye karşı çok hassas beyler. Ben size söyleyeyim, darbe sadece askerle yapılmıyor, sivil darbeler yapılıyor, tıpkı 4 Kasımda Eş Başkanlarımıza, milletvekillerimize, belediye başkanlarımıza yapıldığı gibi siviller eliyle de pek güzel oluyor bu darbeler. O yüzden, o hassasiyetiniz sizin hassasiyet falan değil. Tıpkı sadece kendi güvenliğinizden başka bir anlamı olmayan Güvenlik Yasası'nın gerekçesi gibi hassasiyet korku, korku, başka bir hassasiyet yok.

Evet, bir başka örnek: Sevil Rojbin Çetin, HDP Yerel Yönetimler Kurulu Üyesi. Hatırlarsınız, polis köpeği de kullanılarak bir saldırı gerçekleştirildi kendisine ve günlerce tedavi gördü. Bu konuyu Meclis İnsan Hakları Komisyonuna getirdik ve cevabımızı aldık Meclis İnsan Hakları Komisyonundan. İnsan Hakları Komisyonu sadece Valiliğin açıklamasını cevap olarak verdi bize ve Valilik diyor ki o açıklamasında, balkondan atlamaya çalışıyormuş Sevil Rojbin Çetin ve sağ ayağından tutmak suretiyle kaçması engellenmiş, operasyon köpeği eğiticisi tarafından derhâl kontrol altına alınmış. Böyle mi olmuş bu? Balkondan kaçmaya mı çalışıyormuş Sevil Rojbin Çetin? Ve bir Meclis İnsan Hakları Komisyonu sadece Valiliğe soruyorsa, işin muhatabına dahi sormuyorsa, mağdur olan kişiyle tek bir görüşme yapmıyorsa onun adı "İnsan Hakları Komisyonu" olabilir mi? Asla olmaz. Biz, bunu, işte, aynı şekilde, demin 90'ları anlattığım örnek gibi, bunu da 12 Eylül'de gördük, çok iyi gördük. Emniyet binalarından kendi kendilerine atlayanlar, kafalarını duvarlara vura vura yaralananlar hatta kendini öldürenler. Ne farkınız kaldı 12 Eylül darbe rejiminden? İşte, bütün bunlar gerçekten Türkiye'nin gerçekleri.

Evet, Özgür Gündem'in o bombalandığı zaman, 90'larda, manşetinde ertesi gün ne yazıyordu, biliyor musunuz? "Bu ateş hepimizi yakar." Evet, bu ateş, harladığınız bu ateş hepimizi yakar ve yakmaya da devam ediyor.

Son olarak, sevgili Vekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu; herkesin derdine koşan, yaptığınız bütün haksızlıklara ayna tutan Vekilimiz. O aynada gördüğünüz aksi hiç beğenmediniz, hiç memnun olmadınız o akisten.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - İşte, bu nedenle hem vekilliğini düşürdünüz hem de bu Meclise kara bir leke olarak geçen o günü yaşattınız bize. Ben de yanındaydım o sabah abdest almaya giderken sinsice gelindiği, tuzak kurulduğu gün. Kapım kapatılmaya çalışıldı, açılması engellendi. Tam 154 görevli vardı o Mecliste, hepsi nasıl yüzüme bakacak, çok merak ediyorum ve Meclis Başkanlığı da aynı şekilde nasıl yüzüme bakacak çok merak ediyorum çünkü öyle bir yalana imza attılar ki Ömer Faruk Vekili oradan alırken: Buradan sessizce çıktığımız hâlde sloganlar atarak çıkmışız, bunların hepsinin video kayıtları vardı. Ve Vekilimiz gerçekten bu Parlamentoya fazla geldi.

Ben soruyorum ve gerçekten merak ediyorum: Bu kadar haksızlığı yaşayan bir insanın arkasında bütün Parlamento, muhalefet ve vicdanı olan iktidar vekilleri hep birlikte kenetlenemez miydik? Kapı arkalarında "Çok üzgünüm." demek miydi sadece yapılacak olan?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Başkanım, affedersiniz, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Tamamlayınız efendim.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Evet, kapı arkalarında sadece "Çok üzgünüm." demek değildi yapılacak olan. Ben de çok üzgünüm, bu Parlamentonun bu hâlinden dolayı çok üzgünüm gerçekten. O gün kenetlenmediğimiz için çok üzgünüm ve kimsenin yoksulluğuna, adaletsizliğe çare olamadığı için burası çok üzgünüm gerçekten ama aynı zamanda umutluyum da. Ben bu ülkenin kadınlarından, gençlerinden, özgürlüğe inanan insanlarından umutluyum ve biz bu Parlamentoyu renksiz -Ömer Faruk Vekili nasıl gönderdiyseniz, nasıl bir renk gittiyse buradan- mücadelesiz, HDP'siz bırakmayacağız, bunun için de halkımıza söz veriyoruz.

Saygılar sunarım.

Teşekkürler Başkanım. (HDP sıralarından alkışlar)