| Konu: | Lisanslı Harita Kadastro Mühendisleri ve Büroları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 74 |
| Tarih: | 20.04.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lisanslı Harita Kadastro Mühendisleri ve Büroları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerine söz aldım. Selamlarımı sunarım.
Öncelikle belirtmeliyim ki bu kanun teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde 27'nci Dönemde alışkanlık hâline gelen torba kanun tekliflerinden biri olmadığı için memnunuz. Bu teklif, 20 bin civarında harita kadastro mühendisiyle birlikte bütün vatandaşlarımızı ve konunun paydaşları olan kamu kurumu ve meslek odaları ile sivil toplum kuruluşlarını ilgilendirmektedir. Harita kadastro mühendisi olan bazı milletvekillerinin aralarında konuşarak hazırladıkları bir kanun teklifi olmasına rağmen meslek mensupları arasında memnun olanlar kadar memnun olmayanlar da var. Bunun sebebi, hazırlık döneminde kanuna muhatap olacak bütün kesimlerin görüşlerinin alınmamış olmasıdır. Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Lisanslı Harita Kadastro Mühendisleri ve Büroları Derneği, bu mühendisleri mezun eden üniversite ve fakülte yöneticileriyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü yetkilileri arasında mutabakat sağlanmaya çalışılmamıştır. Mevcut kanunda aksayan yönlerin olduğu meslekle ilgili bütün taraflarca kabul edildiğine göre bir araya gelmeleri, şeffaf ve katılımcı bir anlayışla ortak çözüm aramaları bilime ve akla daha uygun olurdu.
En çok tartışılan konu, sınavların yapılıp yapılmamasıyla birlikte, on yıl olarak öngörülen meslekte geçen sürenin beş yıla indirilmesidir. Bu tartışmanın esas sebebi AKP iktidarlarının geçen süre içerisinde konuya duyarsız kalması, yandaşları korumaya yönelik gayretler içinde olması ve geçerli bir sınav yapmayı dahi başaramamasıdır. Yetki karmaşası yaratmadan harita kadastro mühendislerinin çalıştığı hâlen faal 2.879 serbest harita mühendislik bürosu yanında sayısı 223 olan lisanslı harita kadastro mühendislik bürosunun yüzlerce artmasıyla meslek mensubu harita mühendisleri ile teknikerlere yeni iş imkânları sağlanmasını önemsemekle birlikte yeterli görmüyoruz.
Bu teklif kanunlaştığı takdirde eski kanuna göre faaliyet gösteren büro mensubu mühendislerin devlet kadrolarına geri dönebilmesi imkânı ise şaibeli bir durumdur. İşe girmek için bekleyen binlerce genç mühendisimiz yüksek KPSS puanlarıyla atama beklerken bu geriye dönüş düzenlemesi haksızlıktır. "Acaba birilerine ayrıcalık mı yapılıyor?" sorusu akla gelmektedir. Sonuç itibarıyla meslekte geçen süre, sınav, yetki karmaşası, devlet memurluğuna dönüş ayrımcılığı ve denetim konusundaki tereddütlerin harita ve kadastro mühendislerini, bu hizmetten yararlanan vatandaşlarımızı, belediyeleri ve diğer kamu kuruluşlarını olumsuz yönde etkilemesini istemiyoruz. Temennimiz teklifin kanunlaşması ve yürürlüğe girmesiyle tartışma ortamının bitmesi ve yeni düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmamasıdır.
Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifi vesilesiyle iki hususa dikkat çekmek istiyorum: Birincisi, deprem potansiyeli yüksek diri fayların bulunduğu ülkemizin geniş bir alanında tehdit oluşturan depreme karşı dayanıklı yapılaşmada inşaat, jeoloji ve jeofizik mühendisleriyle birlikte harita ve kadastro mühendislerinin daha etkin görev almalarıdır. Esasen sadece deprem değil bütün doğal olayların afete ve felakete dönüşmemesi için aynı şeyi söylemek daha doğru olacaktır.
İkincisi de Kanal İstanbul denilen henüz proje vasfını bile kazanamamış hayalî taslakla ilgili harita ve kadastro mühendislerini kapsayan meslek odasının diğer mühendis odalarıyla birlikte hareket ederek karşı çıkmasından duyduğumuz memnuniyettir. Bu kadar önemli bir konuda bütün mühendis odalarına görev düştüğü kanaatindeyiz. Öyle anlaşılıyor ki Kanal İstanbul'un gündemde kalabilmesi için Hükûmet tarafından sürekli yeni adımlar atılmaya çalışılacaktır. Süveyş Kanalı'ndaki son kaza bile ders olmamışa benzemektedir. 313 metre genişliğindeki Süveyş'e göre Kanal İstanbul 275 metreyle daha dardır. İstanbul Boğazı ise her ikisinin 2 katından daha geniş olup en dar yerinde bile 698 metredir. Gerçi Kanal İstanbul'un Süveyş'le benzer tarafı yoktur. Süveyş, Akdeniz'i Kızıldeniz'e ve oradan okyanusa bağlayarak binlerce millik bir yolu kısaltırken Kanal İstanbul tabii bir deniz yolu olan İstanbul Boğazı'nın sadece birkaç kilometre yakınında yapılmak istenmektedir. Henüz akademik çevrelerin onayını alamamış, yanlış hesaplamaların bolca yer aldığı, yetersiz bir ÇED raporu ve daha önemlisi İstanbul'un anayasası sayılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planına aykırı bir çalışmanın bilime ve akla uygun tarafı yoktur.
Değerli milletvekilleri, bu ana plan yani İstanbul'un 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı hakkında biraz açıklama yapmayı gerekli görüyorum. Çünkü bu plan şehirde yaşayan halkın seçtiği temsilcilerden oluşan Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin konuşarak, tartışarak karara vardıkları ve yine seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiş olan çok önemli bir plandı. Üstelik planın onaylandığı 2009 yılında AKP'li bir Başkan vardı ve AKP'li üyelerin çoğunlukta olduğu Meclisten geçmişti. Bu ana planda kuzeydeki hassas ekosistemlerin korunması amacıyla kuzeye gelişme eğilimi gösteren kent gelişimi kontrol altına alınarak doğu batı aksında ve Marmara Denizi boyunca çok merkezli ve sıçramalı gelişim sağlanmaktaydı. Bu sayede TEM'in kuzeyinin sanayi alanlarından arındırılması ve kentin doğal kaynaklarının yoğunlaştığı kuzey bölgesine kentsel gelişim baskısı önlenmekteydi. Kanal ise şehrin kuzey bölgesini ve hassas ekosistemleri yapılaşma baskısı altına almaktadır. Ana plan içme suyu havzalarının koruma alanları da, havzaları besleyen derelerin koruma kuşakları içinde yapılaşmayı reddediyordu. Kanal, su havzaları üzerine yoğun bir yapı ve nüfus baskısı getirmektedir, havzaların koruma alanlarını yok etmektedir. Ana plan bölgedeki ekolojik koridorların doğal ve tarımsal karakterlerini, yaban yaşamı hareketliliğini ve kentsel hava sirkülasyonu işlevini sürdürebilmesi için korunmasını hedef almaktaydı, kanal ise kuzey ormanlarını yok edecektir. Ayrıca deprem başta olmak üzere afet riskleri dikkate alınmamaktadır. Küçükçekmece Gölü civarındaki arkeolojik sit alanı tamamen yok edilmektedir. Aynı bölgedeki nükleer araştırma merkezinin akıbeti bilinmemektedir. Trakya'nın verimli tarım alanları da önemli ölçüde daralmaktadır. Bu plan Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından resen darbe yapılır gibi değiştirildi. Askıya çıkarılınca süresi içerisinde yapılan itirazlar dikkate alınmadı. 1/5.000 ölçekli imar ve 1/1.000 ölçekli uygulama planları da askıya çıkarıldı. Bunlara yaptığımız haklı ve yerinde bütün itirazlarımızın hiçbirisi dikkate alınmadı. Şimdi bu planlar şüphe uyandıracak şekilde yeniden değiştirilerek askıya çıkarılmış bulunmaktadır, İstanbul ili Avrupa yakası rezerv yapı alanı 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında yapılan yeni değişiklikler Çevre ve Şehircilik İstanbul İl Müdürlüğünde hâlen askıdadır. Bir aylık askı süresi iki gün sonra dolacaktır. Bu değişikliğe göre 1/5.000 ölçekli imar ve 1/1.000 ölçekli uygulama planları da askıdadır. Bunlar kesinleşmeden projelendirme nasıl yapılabilir? Kaldı ki bunlara bizzat ben de itiraz ettim. Bu itirazların sonuçları belli olmadan kesinleşmesi mümkün olabilir mi? Ancak bu askıya çıkarılma işi ne tesadüftür ki Çin Dışişleri Bakanının ülkemizi ziyaret ettiği güne denk geldi. Çin ve Katar'la olan yakın ve samimi ilişkiler halk arasında şüpheyle karşılanmakta ve kanalla ilgili şaibe olduğu ihtimali açıkça konuşulmaktadır. Doğu Türkistan'daki soydaşlarımızın uğradığı ağır zulme ses çıkarılmamasını, diğer taraftan Katar'ın Şeyh ailesine mensup prens ve prenseslerin Türkiye'de kendilerini hak sahibi görmelerini yakından takip ediyoruz. Bu plan değişikliklerinden sonra Kanal İstanbul adı verilen su yolu şayet gerçekleştirilirse bir daha asla geriye dönüşü olmayan bir ekolojik ve oşinografik faciayla karşılaşmamızın kaçınılmaz olacağı çok sayıda bilim insanı tarafından ifade edilmektedir. Ayrıca, teknik, ekonomik ve siyasi sonuçlarının da olumsuz olacağı anlaşılmaktadır. Sadece İstanbul'u değil, aynı zamanda bölgeyi ve bütün Türk milletini doğrudan etkileyecek olan ve hiçbir kazancı olmayan bir düşünceyi hayata geçirmekte ısrarcı olmanın haklı, mantıklı ve bilimsel gerekçeleri yoktur. Devlet yönetiminde inadına hiçbir iş yapılmaz, yapılamaz; değil halkın büyük bir çoğunluğu, bir tek ferdiyle bile inatlaşılamaz; sükse yaratacağı ihtimaliyle çok büyük paralar heba edilemez, gelecek nesiller borç batağına sokulamaz.
Cumhurbaşkanı bir partinin Genel Başkanı olsa da Anayasa'ya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ettiği yemine sadık kalmalıdır; kendisine yanlış bilgiler vererek yanıltmaya çalışanlara artık fırsat vermemelidir. 16 Nisan günü cuma namazı çıkışında yaptığı açıklama kendi içinde çeliştiği gibi Çevre ve Şehircilik Bakanı ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanının beyanlarıyla da çelişmektedir. Bakanlar "İmar planları ve projeleri, her şey hazır." derken, Cumhurbaşkanı "Şimdi, ilk etapta 6 köprü; bunun 7 de olma durumu var." demekte sakınca görmemiştir.
Şimdi sormamız gerekmez mi: Köprü sayısı 6 mı, 7 mi? ÇED raporunda kaç köprü yazılmış biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bölüm 3-87'de "8 köprü" yazıyor. 8 köprü yazılmış olduğunu Cumhurbaşkanına söyleyebilecek hiç kimse yok mudur? Fizibilite raporunda hesaplar yapılırken kaç köprü olduğu varsayılmıştır? Şimdi bizim bunu sorma hakkımız yok mudur? Fizibilite raporuna niçin ulaşamıyoruz? Böyle bir rapor yok mudur? Eğer yoksa çok büyük bir eksikliktir; varsa niçin gizleniyor? Nerede bu fizibilite raporu? Merkez Bankasının 128 milyar doları gibi olmasını istemiyoruz. Fizibilite raporu olmadan yatırıma başlanamaz. Fizibilite raporu kısaca, bir projenin seçilmiş kıstaslara göre uygulanabilir olup olmadığının tespit edilmesidir. Bir yatırım projesinin o yatırımı yapacak olanın politikasına uyup uymadığı ancak bir fizibilite raporuyla belli olur çünkü fizibilite raporu projenin ekonomik, teknik ve hukuki açıdan etkinliğini araştırır, bu konularla ilgili bilimsel gerçekleri ortaya koyar. Öncelikle, projenin gerçekten hayata geçirilip geçirilemeyeceğini belirler. Sonra da seçilen kriterleri sağlayıp sağlayamadığını değerlendirir. ÇED raporu diye bilinen Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu ise gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalardır. Valiliklerce "Çevresel etki değerlendirmesi gereklidir." kararı verilen bir proje için özel formata göre hazırlanan rapordur ÇED raporu. Fizibilite raporuna temel oluşturabilir ama sonucu belirlemez. Onun içindir ki bugüne kadar kanalla ilgili bedel verenlerin arasında uyum yoktur, çok değişik bedeller ifade edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok defa tekrarladığım gibi ben Cumhurbaşkanına yanıltıcı bilgiler ve raporlar sunulduğunu düşünmekteyim. Böyle olmasa Cumhurbaşkanı "Yaz aylarında temel atacağız." demezdi. Kanal kazısına başlamadan önce bir köprünün temelinin atılması sembolik olmaktan öteye geçemez. Onunla birlikte yapılması gereken işleri saymakta fayda görüyorum: Kamulaştırmalar bitirilmelidir. Trafik akışının kesilmemesi için ihtiyaç duyulan bütün köprüler ve bağlantı yolları yapılmalıdır. Enerji nakil hatları, haberleşme ve iletişim hatları, petrol ve doğal gaz hatları, etkilenecek yerleşim yerlerine ait içme suyu ve kanalizasyon boru hatları gerçekleştirilmelidir. Yok edilecek içme suyu kaynaklarının yerini dolduracak yeni su kaynakları sağlanmalıdır. Atık su arıtma tesisleri ve kolektörler yapılmalıdır. Bu işlerin yapılabilmesi için ilgili kurumlar olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Millî Savunma Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Demiryolları, Devlet Su İşleri, BOTAŞ, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi ve TELEKOM arasındaki koordinasyonun sağlanması gerekmektedir. Her birinin kanunlara uygun olarak yükümlülüklerini yerine getirmeleri gereklidir. Burada, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin duruşunun bu işi etkileyecek en önemli faktör olduğu da görülmelidir. İşleri zorlaştırmak için söylemiyorum bunları. Evet, ben Kanal İstanbul'un her şeyine karşıyım, ismine bile çünkü Türkçeye uygun değildir. Niçin İstanbul Kanalı değil de Kanal İstanbul? Ama karşı olmamın gerekçelerini açıklamayı, İstanbulluları ve bütün Türk milletini bilgilendirmeyi görev addediyorum. Her fırsatta da görevimi yapmaya devam edeceğim.
Örnek olması açısından küçük bir teknik bilgi vermek istiyorum. Bu bilgileri her fırsatta vermeye devam edeceğim çünkü ÇED raporu yanlışlıklarla doludur. ÇED raporuna göre, kanaldan çıkacak kazı malzemesi Karadeniz kıyısında 30 kilometre boyunca serilerek dolgu yapılacaktır. O alanda dolgu yapılmadan önce asıl kazıya başlayabilmek için sıyırma kazısının yapılmış olması gerekmektedir. Sıyırma kazısının önemi şudur: Ağaç kökleri ve çalı gibi bitkisel toprak ve diğer bütün organik maddelerin bulunduğu sıyırma malzemesi dolguda kullanılamaz. Peki, bu malzeme nerede depolanacaktır bilen var mı, yazıyor mu ÇED raporunda? Hayır. Şimdi açıkça soruyorum: Bu malzeme nerede depolanacaktır? En az 10 milyon metreküp kazıdan bahsediyorum. ÇED raporunda yazıldığı gibi -her ne kadar bu kamyonları temin bile edemeyecekleri ayrı bir konudur ama- 200 metreküplük kamyonlarla en az 50 bin kamyon eder. Bu depolama yeri tespit edilmeden sıyırma kazısına, sıyırma kazısı yapılmadan da asıl kazıya başlamak mümkün değildir ama bu bilgi Cumhurbaşkanına verilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, ülke gündemini meşgul eden bu kadar önemli bir konuyla ilgili açıkça tartışılması gereken 3 önemli tespitimiz vardır.
1) Alternatif bir su yolu yapılma isteğinin gerekçeleri bilimsel olarak yeterli değildir.
2) Niçin yapılmaması gerektiğini bütün yönleriyle ve bilimsel olarak açıklayabiliyoruz. Bu konuda çok sayıda bilim adamı, çok sayıda mühendis odası, çok sayıda üniversite, İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışmalar yapmaktadır, çalışmaları açıkça görülmektedir.
3) "Yapılamaz" derken inatlaşmak için değil, teknik ve ekonomik açıklamalarımızın dikkate alınması şarttır. Biraz evvel verdiğim örnekte olduğu gibi, ÇED raporundaki hesaplamaların büyük bir kısmı yanlıştır.
"Yapılsın" diyenlerin de "Yapılmasın" diyenlerin de ülkemizin ve milletimizin geleceğini düşünerek davranma mecburiyeti vardır, bu ülke hepimizindir. Bilimsel verilerle, konuşarak, tartışarak hareket edebilirsek elbette doğru yolu bulacağız. Aklın ve bilimin gereği olarak, bu çılgınlıktan vazgeçilmezse yıllarca sürüncemede kaldıktan sonra vazgeçileceğini öngörmekteyiz.
Kamuoyu yoklamalarında, bir ihtiyaç olmadığına inanan ve kanalın yapılmasına karşı çıkanların oranı yüzde 70'lere varmıştır; bu durum ümidimizi artırmaktadır.
Bu sebeple, seçim zamanı gelip sandık kurulduğunda milletimizin gereğini yapacağına, hesabın görüleceğine ve bu çılgınlığın biteceğine olan inancımı tekrarlar, saygılar sunarım. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)