GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun İsrail'in Kudüs'e saldırıları ve Filistin'deki gelişmelere ilişkin Hükûmet adına gündem dışı açıklaması nedeniyle İYİ Parti Grubu adına konuşması
Yasama Yılı:4
Birleşim:81
Tarih:18.05.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yetmiş yılı aşkın bir süredir Orta Doğu'nun kanayan yarasına yeni bir sayfa eklendiği günlerdeyiz. Biraz evvel Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi, Kudüs'ün Şeyh Cerrah Mahallesi'nde bazı ailelerin mahkeme kararlarıyla evlerinden edilmeleriyle başlayan, arkasından, bu ev sahiplerinin kendi evlerine giremediklerinden kapı önünde iftar eda etmeye çalışmalarına polisin müdahalesi, polisin, ardından Mescid-i Aksa'ya girmesiyle başlayan gerginlik maalesef neredeyse yarı bir savaş hâline dönüşmüştür. İsrail güvenlik güçleri kadar, radikal ve silahlı yerleşimcilerin de konuya müdahil olmasıyla birlikte yoğunlaşan çatışmalarda ölen ve yaralananlar olmuş, İsrail birlikleri, Kudüs'e 10 bini aşan sayıda müdahale etmişlerdir. Gazze'den yapılan roket atışlarına karşı, İsrail, Gazze'nin kuzeyini hedef alan top atışları ve hava harekâtlarıyla cevap vermiş, çatışmaların boyutları bazılarına göre "üçüncü intifada" olarak tanımlanacak bir boyuta erişmiştir.

Bütün bu olaylar bölgesel olarak da enteresan bir konjonktürde meydana gelmektedir. Malumunuz olduğu üzere, 22 Mayıs tarihinde Filistin'de seçimlerin yapılması söz konusu idi fakat bu seçimler ileri bir tarihe ertelenmiştir. İsrail cephesinde Başbakan Netanyahu hükûmet kuramayarak köşeye sıkışmıştır. Ayrıca, sosyal medyada karşılıklı radikal grupların şiddet görüntülerini de yayarak bu gerginliği zirveye taşıdıkları gözlenmiştir. İlginç olan bir diğer husus ise Körfez şeyhlikleri ve krallıklarının İsrail'le ilişkilerini normalleştirme arayışlarında bulunduğu bir ortamda bu süreç gündeme gelmiştir. Ama şunu memnuniyetle gözlemek istiyoruz ki, bu şeyhler ve krallıklara rağmen, o ülkelerin toplumlarındaki taban normalleşmeyi ve işgalleri reddetmeye devam etmektedir.

Kudüs'ün Şeyh Cerrah semtindeki bu uyuşmazlık bugünkü boyutlarıyla -Sayın Bakan da ifade etti- 200'den fazla kişinin hayatını kaybetmesi sonucunu doğurmuş, yaralıların sayısı bini aşmıştır ve maalesef, bu ölenlerin içinde önemli bir sayıda kadın, çoluk çocuk da bulunmaktadır.

Krizin eriştiği boyuta rağmen, Filistin adına mücadele yürüten 11 kadar örgüt var, 1 örgüt yok Filistin'de ama bunların hemen hemen hepsi Hamas'ın liderliğinde bu işi yürütüyorlar.

Şimdi, Batı'ya baktığımızda "Batı niye bu kadar lakayt davranıyor?" demekte haklıyız ama şunu da bir dipnot olarak koymak durumundayız çünkü Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından Hamas bir terörist örgüttür; dolayısıyla, o toplumlarda bu gelişmelere bakıldığında, onlar açısından "İsrail'in güvenliğini tehdit eden teröristler" hikâyesi vardır maalesef ve bu ortamda Filistin davasının Avrupa ve Batı âleminde savunulması maalesef kolay olmamaktadır. Buna rağmen, şaşırtıcı bir şekilde, ABD'de Temsilciler Meclisinde 25 temsilci İsrail'e diplomatik baskı yapılması için bir mektup yazmıştır Blinken'a, çok şükür. Kongre üyelerinden bazıları da münferiden eleştirilerde bulunmuşlardır. Hatta bu eleştiriler çerçevesinde, gerilimin eriştiği noktada Biden bile İsrail'e verdiği koşulsuz desteği nüanse etmek ihtiyacını duymuştur.

İlginç olan başka bir husus vardır: Bu roket ve füze saldırıları karşısında, böyle "İsrail'in medarıiftiharı" dediğimiz Demir Kubbe'nin de bu kadar yüksek sayıda roket ve füzeye karşı dayanamayacağı veya bu kadar yüksek sayıyla baş edemeyeceği anlaşılmıştır ve hatta bunun ne kadar etkin olduğu, niye buna bu kadar para yatırıldığı konusu da tartışma konusu olmuştur. Buna rağmen, İsrail cephesinde de muhtelif sesler vardır. Örneğin, İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin "Bu çılgınlığı durdurun." diyebilmiştir; bazı hahamlar "Araplara saldırmayın." çağrısı yapabilmiştir. Dolayısıyla, her iki cephedeki tavrın homojen olmadığını da hatırda tutmakta fayda var.

Uluslararası topluma gelince -burada biraz evvel Sayın Bakan da andı- Birleşmiş Milletler var, Arap Birliği var, İslam İşbirliği Teşkilatı var ama maalesef bunların çabaları çağrı ve kınamalardan öteye gidememiştir. Birleşmiş Milletlerdeki ABD'nin mevcudiyeti ve Güvenlik Konseyindeki veto erkinden dolayı Güvenlik Konseyinden de bir işlev beklemek maalesef mümkün değildir. Şimdi, bir anlamda gözler perşembe günü yapılacak olan Genel Kurul toplantısına çevrilmiş olsa da hepimizin bildiği gibi Genel Kuruldan çıkacak bir karar olsa olsa manevi ve siyasi bir mesaj içerir, ondan bir sonuç üretmek her zaman mümkün değildir ve geriye doğru bakarsanız Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de Genel Kurul da bu konuda geçmişte birtakım kararlar almıştır ama bu kararların bir işe yaramadığı da bugünkü durumla ortaya çıkmıştır.

Bir başka mesele de var, belki gölgede duruyor ama insanların pandemiyle boğuştuğu bir ortamda Filistin meselesini gündemin baş sayfalarına taşımak kolay değildir Batı âleminde, bunu da hatırda tutmak lazım.

"Uluslararası toplum" dediğimiz zaman bunun içinde Türkiye de var, İran da var. İran, tabii, kendine özgü bir konumda çünkü işin içinde Hizbullah da var bu İsrail'e karşı mücadele edenler arasında. Hizbullah ile İran'ın ilişkileri malum. Dolayısıyla, İran'ın bu konuda bir söz söyleme hakkı hemen hemen yok.

Türkiye'ye gelince, biz, tabii, geçen gün Sayın Bakanın ağzından "Ümmet bizden liderlik bekliyor." ifadelerini duyunca biraz sarsıldık çünkü "ümmet" kelimesiyle birlikte bu işe dinî bir kisve giydirildiği kanaati ortaya çıktı. Dolayısıyla, yüzyılın antlaşmasından sonra zaten birtakım Arap ülkeleri -Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan, Sudan ve Fas- İsrail'le ilişkileri normalize etmeye çalışırken bu "ümmet" çağrısının onlar nezdinde pek para etmeyeceği ortadaydı. Nitekim, o ülkelerden tabii ki birtakım tepkiler geldi ama o tepkilere bakarsanız, o tepkilerin hedefi İsrail'den ziyade kendi kamuoylarını yatıştırmaya yönelik çünkü kendi kamuoylarında da Filistin meselesinin öneminden dolayı iktidarlardan birtakım daha sert tepkiler bekliyorlar, o sert tepkiler gelmeyince iktidarlar da mecburen iç politik sebeplerle oraları yatıştırmaya çalıştılar.

Filistinlilerin içindeki karmaşa da maalesef, her şeye rağmen acı. Niye bunu söylüyorum? Bir yanda Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas var, diğer tarafta Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye var; bunlar kendi aralarında maalesef rekabet içindeler. Hamas ile El Fetih arasında zaman zaman su yüzüne çıkmış bir husumet var, yapılamayan seçimler var, Netanyahu'nun kuramadığı hükûmet var; dört yıl sonra 5'inci defa seçime gitmek durumunda kalacağı anlaşılıyor. Ayrıca, İsrailli radikaller, onlar paramiliter güç durumundalar, onların da müdahalesiyle bu konu daha da karmaşık hâle geldi.

Şimdi, ülkemiz açısından konuya baktığımızda ve bunun iç politikamıza yansımalarına baktığımızda, biz "Sayın Erdoğan acaba bu konuyu nasıl değerlendirmiştir?" diye baktığımızda kendi kendimize, "Allah'ın lütfu bu, bu kaçırılmayacak bir fırsat." da demiş olduğu kanısındayım ben. Dış politika kısmından bahsetmiyorum, iç politika kısmından bahsediyorum. Aynı şeyi Netanyahu da söylemiştir yani bir ayağı çukurda olan Netanyahu için bundan daha güzel bir fırsat olamazdı ve bunu çok iyi değerlendirdiği de maalesef doğru ama biz Netanyahu'yu ve destekçilerini bu vesileyle şiddetle kınıyor, uluslararası toplumu bu insanlık ayıbına karşı Filistinlilerin yanında birlik olmaya ve Netanyahu'nun vahşetine "Dur!" demeye çağırıyoruz.

Şunu da iç politika boyutuyla dikkatinize getirmek isterim AKP açısından: Tam kapanma ortamında gerçekleştirilen, âdeta iktidarın tabanı açısından "Safları sıklaştıralım." anlamına gelen, sokaklarda Filistin'e birtakım destek kampanyaları yapıldığını da gördük. Biz de bunlara destek vermek isterdik ama eşit olacağız, madem mazlumların yanındayız, mazlumların birine destek verirken öbürüne sırtımızı dönmeyi biz çözemiyoruz. Tabii ki İsrail orantısız güç kullanmaktadır, tabii ki bir insanlık dramı yaşanmaktadır, tabii ki bu eylemlerin kınanması ve lanetlenmesi gerekir ve tabii ki Türkiye Büyük Millet Meclisi de geçen hafta yasama organı olarak bunun gereğini yapmıştır. Ama biz yürütme erkinden beklediğimiz tepkiyi göremedik. Yani Sayın Bakan biraz evvel "Uluslararası toplum, uluslararası toplum, orada yaptık, bunu yaptık." dedi ama biz "Türkiye olarak ne yaptık?" sorusunu gündeme getirmek durumundayız.

Sayın Cumhurbaşkanı 20'yi aşkın telefon görüşmesi yaptı ama maalesef şunu da gözlüyoruz ki kimsenin, o ümmete liderlik vasfını Sayın Erdoğan'a vermeye niyeti yok. Neden bunu söylüyorum? Ümmetin liderliğine soyunan, sonunda Papa'yı telefonla aradı. Şimdi, Papa nerede, hangi ümmetin parçası, onu ben bilmiyorum. Papa'dan ne bekliyoruz ümmetin lideri olarak, onu da anlamıyorum. Ama bu, olsa olsa bir aczin ifadesidir bizim açımızdan.

Başka bir durum var, herkes herkesle konuşabilirken biz hiç kimseyle konuşamayacak durumdayız bugün. Mısır örneğini vereceğim; Mısır hem İsrail'le konuşuyor hem Filistinlilerle konuşuyor. Sayın Bakan bugün burada, Yunanistan Dışişleri Bakanı bugün nerede? Yunanistan Dışişleri Bakanı bugün Gazze'de. Ben Sayın Bakanı bir gün daha beklemeye hazırdım, yeter ki o bugün Gazze'ye gidebilseydi; gidemedi. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yarın gider mi onu da bilmem ama bizim boşalttığımız alanda başkalarının nasıl top koşturduklarının altını çizmek için bunu söylüyorum. Sayın Erdoğan 2013'ten beri Gazze'ye gidiyor, 2013'ten beri Gazze'ye gidiyor; gidemedi. Uçak mı yoktu? Cevabı bu değil tabii ki, niye gidemediğini ben biliyorum ama hatırlatma gereğini duyuyorum. Sağa sola telefon ediyoruz, 20 küsur telefon ettik, ne dedik? "İsrail'e caydırıcı bir ders verilmesi lazım." dedik. Ha, şimdi, güzel, bunu karşımızda dinleyen liderler, Cumhurbaşkanlığı muhatapları veya Sayın Bakanın mevkidaşları şu soruyu söylemişlerdir veya düşünmüşlerdir: Kardeşim, anladık, siz bize öyle bir çağrıda bulunuyorsunuz da siz ne yapıyorsunuz Türkiye olarak? Madem bu hasmane bir tavır sergilenmesini bekliyorsunuz İsrail'e karşı, siz ne yaptınız Türkiye olarak? Nasıl ders vereceksiniz siz? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Örnek vereceğim birkaç tane: Uçak seferlerini mi iptal edeceksiniz? Gemiciklerin İsrail limanlarına uğramasını mı yasaklayacaksınız? Gemiler demedim, gemicikler dedim arada bir fark olduğu için. Türkiye üzerinden gemiciklerle İsrail'e petrol sevkiyatını mı zorlaştıracaksınız? İsrail'in Türkiye'deki bazı tesislerden istihbarat bilgileri almasını mı engelleyeceksiniz? İsrail'den tohum almayı mı durduracaksınız? "Normalleşme" diye başladınız bir ara, normalleşmeyi askıya mı alacaksınız veyahut o normalleşmeyi hangi koşullarda yeniden başlatacaksınız?

Dolayısıyla, Ankara'nın takkesini masaya koyup "İsrail'e nasıl bir ders versek." diye düşünen var mıdır diye sorma ihtiyacını duyuyorum. Laf çok ama eylem yok. Bu insanlık ayıbı karşısında, maalesef, ülkemizi yönetenlerden İsrail'i caydıracak, Filistinlilerin hayatını iyileştirecek somut tek bir adım göremedik. Buna mukabil, itaatkâr basın-yayın organlarıyla da piyasaya pompalanan bir hamaset olduğunu gözlüyoruz. O hamaseti Doğu Türkistan için bile yapamayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Kürsüden insanlık nutukları atanlar Çin mezalimine karşı Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz için ancak kelimeleri ağızlarında geveleyebiliyorlar. Daha bu hafta Birleşmiş Milletlerde düzenlenen bir panelde, temsilcimiz olan emekli Büyükelçi ancak şu ifadeleri kullanabilmiştir: "Uygur Türklerinin Çin vatandaşlarıyla eşit haklara sahip olduğunu, barış içinde yaşadıklarını, tüm özgürlüklerinin yasalarla korunduğu görmek istiyoruz ama son dönemde elimize ulaşan ulusal örgütlerin raporları ciddi insan hakları ihlallerinin devam ettiğini gösteriyor." Türk Büyükelçisi, "tırnak içinde Türk Büyükelçisi" konuşmasını yaparken uluslararası raporlara atıfta bulunuyor. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti'nin kendine özgü, ulusal herhangi bir istihbarat kaynağı yok orada olup biten konusunda. Soruyorum o zaman: Yine, o kariyerden olmayan Pekin Büyükelçimiz o bölgeye en son ne zaman gitti acaba? Kendisi "Ben gidip bir kendi gözlerimle göreyim buralarda ne oluyor, herkes bir şeyler konuşuyor, başka büyükelçiler gelip gidiyor." demedi, diyemedi. Genel merkeze sorduysa da yani Dışişleri Bakanlığına, bunun cevabı herhâlde "Otur oturduğun yerde!" olmuştur maalesef.

Bu bağlamda, yeri gelmişken Sayın Genel Başkanımızın bu sabah grup konuşmasında söylediklerini de bu kürsüden hatırlatmak isterim: "Kürsüden sallamayı liderlik sananların devri artık bitiyor. Milletimiz televizyonlarda estirilen hamaset rüzgârlarına artık inanmıyor. Samimiyetsiz, ağlak tavırlarınızı, Filistin için çok şey yapıyormuş gibi görünme çabanızı artık kimse yemiyor. Devlet insanlığı kürsü şovlarıyla değil, akıllı bir diplomasiyle olur. Liderlik hamasetle değil, icraatla olur."

Mevcut kapanma ortamında Filistin bayrakları sokağa çıktı. O kapanma ortamında Doğu Türkistan bayraklarıyla insanlar sokağa çıksalardı herhâlde ceza yerlerdi. Bunu soru diye sormuyorum, bunun böyle olacağından kendim gibi emin olduğum için söylüyorum.

Başka bir sorun dayatıyoruz biz dış politikamız açısından. Bizim dış ilişkilerimiz var ama maalesef, artık, dış politikamız yok. Niye yok? Ben bu Filistin meselesinde kimlerin söz aldığını söyleyeyim: Tabii ki Sayın Bakan söz aldı, Hulusi Akar söz aldı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı söz aldı, İbrahim Kalın söz aldı, Fahrettin Altun söz aldı, Diyanet İşleri Başkanı söz aldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - O kadar ağız, bu kadar çok insan bir topa giriyorsa burada bir sakatlık var yani "Bu işi kim yürütüyor?" sorusunu ister istemez sormak durumundayız.

Şunu da bilelim ki bu hafta bir ateşkese varılsa dahi -bu ne son- iki devletli bir çözüm gelmediği ölçüde bir çözüm olmaktan uzak bir noktadayız.

İktidara bizim çağrımız şu: Oyun bozucu olmaktan çıkın, oyun kurucu olmaya çalışın. Ama maalesef yapısal ve sistemsel sorunlar dizisinden dolayı iktidarın dış politikası çaresizlikler yumağı hâline dönüşmüştür ve Dışişleri Bakanlığının yerine Beştepe'deki dehalara emanet edildiği için bir yere varılamayacağı da artık bellidir.

Gerçek vatanseverlik iktidara rağmen vatanını ve milletini korumaktan geçer. Bizim yaptığımız da budur. Seyrettiğimiz filmin adı ne midir? Aslında bu bir dizi film. "Daha evvelce görmüştük." de diyebilirsiniz. Filmin adı bir aşamada "değerli yalnızlık" idi, şimdi ise adı "değersiz yalnızlık." Oyuncular maalesef hep aynı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Siz bilmiyorsunuz ama bu dizi film ilk seçimle birlikte yayından kalkacak. Dolayısıyla yakından izlemeye devam ediniz.

Çok teşekkür ederim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)