| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 82 |
| Tarih: | 20.05.2021 |
HDP GRUBU ADINA OYA ERSOY (İstanbul) - Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
"Tek adam kararıyla İstanbul Sözleşmesi'nden çıktık." dendiği günden itibaren iki ay geçti. Öncelikle biz, bu iki aydır Türkiye'nin dört bir tarafında kadınlar olarak sözleşmeyi anlatmaya devam ediyoruz ve burada da bir kez daha size hatırlatmak istiyorum: İstanbul Sözleşmesi, şiddetin kaynağını eşitsizlik olarak tanımlar ve eşitsizliği kaldırmayı hedefler; kadına yönelik şiddete karşı taraf devletlere, şiddeti önleme, şiddete maruz kalan kadınlar için koruyucu tedbirler alma, etkin kovuşturma ve cezalandırma ve ulusal ve uluslararası kadın örgütleriyle birlikte erkek şiddetini önleyecek bütünlüklü politikalar geliştirme yükümlülüğü verir. Peki, bu iki ay zarfında ne oldu? Sadece basına yansıyan 48 kadın katledildi erkekler tarafından ve iktidar, şiddeti engellemeye yönelik politika geliştirmek yerine İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararını meşru göstermek için bütün olanaklarıyla birtakım çabalar içine girdi. Sözleşmeden çıkma gerekçesi olarak "Eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle ediliyor." denildi, LGBT+'lar hedef gösterildi. "Toplumsal ayrıştırmaya sebep olduğu için çıkıldı" "O kadınları öldüren şahısları da yetiştiren kadınlar, hiç mi kadınların payı yok bu şiddette?" "Bu konuda sürekli erkekleri suçlayan bir dil yanlış." "İslam'da kadına karşı şiddet haram." gibi erkek egemen, kadın düşmanı, dinci, gerici, ayrımcı, "homofobik" söylemlerle açıklamalar yapıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü yeni bir şey keşfetti: Erkek cinayeti. Ve bu "erkek cinayeti" kavramını uydurarak önemsiz gösterme çabasına karşı kadın cinayetlerini kadın hareketlerinin "Kadına yönelik şiddet politiktir." sözünü bir kez daha kanıtladı.
Bu vesileyle, etkin soruşturma yürütülmediği için, şüpheli ölüm olarak dosyası kapatılan tüm kadınlar için soruyorum: Yeldana'ya ne oldu? Şüpheli bırakılan birçok ölümde tarafların organize suç örgütleriyle ya da iktidardan güç olan kesimlerle ilişkilerinin açığa çıkışını tesadüf olarak görmüyoruz biz. Şule Çet davasını hatırlatmak istiyorum size. O davada ne vardı biliyor musunuz? Para ve güç sahibi adamların korunması. Neyle korunması? Kolluğundan Adli Tıbbına kadar, yargısına kadar el birliğiyle korunmasına karşı tüm kadın hareketlerinin mücadelesiyle ortaya çıkarılan, Türkiye'nin dört bir tarafında cinayetin ortaya çıkarılması için açılan ve cezayla sonuçlanan bir davadır Şule Çet davası. Bu vesileyle, bir kez daha söylemek istiyorum ki kadın cinayetleri suç örgütlerinin ve şaibeli kişilerin ifadelerine göre değil ancak ve ancak kadınların mücadelesiyle açığa çıkarılır. İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması işte bu nedenle kritiktir. Siz birbirinizle hesaplaşmanızı bile kadınların bedeni üzerinden yapıyorsunuz. Açıklamalara bakın; erkekçe tartışmaya çağırmalar, "namus" "kadın" lafları ortalıklarda uçuyor. Açıklama yapma biçimi, konuşmaların söyleminin de toksik erkeklik pompalaması olması tesadüf değil. Irkçılık ve kadın düşmanlığı birlikte, ortak devam ediyor; o nedenle tarafların, kadınlara karşı işlenen suçların, alınmayan tedbirlerin de sorumluları olması tesadüf değil. Erkek üstünlüğü ve kadının ikincilliğinin, kadının hayatı, bedeni ve emeğinin denetiminde erkeklerin karar hakkının dinsel dayanaklarla meşrulaştırılması, toplumun erkek yarısına kadınları ezme hakkının doğrudan iktidar tarafından sunulması ve erkek desteğinin bu yolla alınması sizin siyasetinizin kurucu unsuru. Siz toplumsal cinsiyete düşmansınız. O yüzden "İstanbul Sözleşmesi'nden bir gecede çıktım." diyorsunuz.
Ama biz kadınlar Türkiye'nin dört bir tarafında haykırıyoruz hep birlikte, haklarımızdan da hayatlarımızdan da İstanbul Sözleşmesi'nden de asla vazgeçmiyoruz ve patriarkalla da faşizmle de uzlaşmıyoruz. Biz kadın hareketi, çok uzun yıllardır çok diktatörler, çok gerici rejimler ve erkek egemenliğinin binbir yüzünü gördük ve bir daha hiç uyanmayacak şekilde o Binbir Gece Masalları'ndan uyandık, bunu bilesiniz. 30'larda, Avrupa'da faşizm kadınları esir aldığında henüz birinci kuşak haklarımız için mücadele ediyorduk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Ersoy.
OYA ERSOY (Devamla) - 70'lerde, askerî darbeler serisiyle halkların mücadeleleri bastırıldığında cinsel özgürlük tartışmaları yürütüyorduk. Şimdi artık, dünyanın bütün coğrafyalarında, bütün erkek egemen, dinci, gerici, yağmacı, talancı, kadın düşmanı suç faillerine ve onların suç ortaklarına karşı meydan okuyoruz. Biz güçlüyüz, biliyoruz ve gücümüzü mevki, makam ya da erkeklikten ve otorite sahibi olmaktan değil, halkın kadın yarısı olmaktan alıyoruz. Biliriz ki eşitlik ve özgürlük mücadelemizle sadece kendi hayatlarımızı değil, bu memleketi de biz özgürleştireceğiz.
Son olarak, sevgili Aslı Alpar'ın sözleriyle sözümü bitirmek istiyorum: "Ne bir kamera ne bir 'tripod', biz kadınlar sizi bitireceğiz."
Teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)