| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Tadil Eden Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 26.05.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben tabii, söz konusu anlaşma konusunda hayırlı uğurlu olsun diyeceğim. Anlaşmanın özü konusunda herhangi bir mütalaam olmayacak ama bu fırsatı yakalamışken dış politikamızın başka maddeleri konusunda birtakım görüşlerimizi paylaşacağım.
İzin verirseniz hemen yakınımızdan başlayacağım, Suriye'den. Suriye'de bugün, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor. Ha, ne kadar demokratik olacağı konusunu tartışabilirsiniz. Niye tartışabilirsiniz? Çünkü Suriye'deki yasal sisteme göre Suriye vatandaşları yerel seçimlerde sadece yurt içindeyken oy kullanabiliyorlar ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeyken yurt dışında olan Suriye vatandaşları da oy kullanabiliyorlar. E, Türkiye'de de 4 milyonu aşkın Suriyeli var; bunun önemli bir bölümü büyük ihtimalle seçmendir ama onlar da oy kullanamıyorlar. Bunun dışında, Fırat'ın doğusundakiler de oy kullanamıyorlar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrol altında tuttuğu bölgedeki Suriyeliler de oy kullanamıyorlar. Dolayısıyla böyle göreceli, gölgeli bir seçim çerçevesinde Esad seçilecek.
Bu seçimlerin demokratikliğini sorgulayanlar sadece bizler değiliz; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya da yaptıkları bir açıklamayla bunun yeterince demokratik olmadığını ve sonuçlarını tanımayacaklarını açıkladılar. Bunu anladık buraya kadar ama şunu da not etmemiz lazım ki Esad büyük ihtimalle yarın yapacağı bir açıklamayla bunu kendisi açısından bir zafer olarak ilan edecek ve yola devam etmekte kararlılığını ortaya koyacak. Başka bir sebeple de bunu söyleyecektir çünkü geçmişte Libya konusunda "Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Birleşmiş Milletler tarafından tanınmıştır." derken bizler, Esad da aynı rahatlıkla, hem tanınmış olmaktan ötürü hem de seçilmiş olmaktan ötürü yola devam edecektir.
Mesele sadece Esad'la da sınırlı kalmıyor çünkü onu destekleyen Ruslar var. Ruslar da rahat durmuyorlar -"rahat durmuyorlar"ı, kelimeleri hiç esirgemiyorum- onların da kendilerine göre birtakım hesapları var ve onlar da ne yapıyorlar? Hmeymim'de biliyorsunuz bir hava üsleri var, o hava üssünü genişlettiler, pistlerini uzattılar, artık her türlü Rus uçağının inişine kalkışına imkân verecek boyuta getirdiler. Tartus'taki limanı 4 gemiden 11 gemiye çıkardılar, neredeyse ülke dışındaki ana deniz üssü hâline getirdiler. Dolayısıyla onlar da kendi yollarında gidiyorlar.
Ya Amerikalılar? Hani, Ruslar müttefikimiz değil, müttefikimiz olan Amerikalılar ne yapıyorlar? Geçen hafta siyasi otorite olarak Fırat'ın doğusunu ziyaret ettiler, bu hafta ise askerî komutanlar Fırat'ın doğusunu ziyaret ettiler ve herhangi bir komutan da değil, Amerika'nın bir Merkez Komutanlığı vardır, o Merkez Komutanlığının komutanı âdeta bir gövde gösterisi için Fırat'ın doğusuna gitti ve bir üste dizilmiş olan personel, zırhlı taşıyıcıların önünde şöyle bir resim verdi ve şu ifadelerle: "Arkamdakilere bakın, tam şu anda konuşlandığımız üsse bakın, bunun taahhütlerimizin hayli güçlü ispatı olduğunu düşünüyorum." demekten de geri kalmadı. Fırat'ın doğusunda hangi taahhütleri var Amerika'nın, bunu sizin takdirinize bırakıyorum.
Ha, şimdi, bir yandan Rusya, bir yandan Amerika Suriye'deki konumlarını güçlendirirken bunun bizim açımızdan ne gibi sonuçları olacağını da düşünmeye davet ediyorum sizleri. Çünkü istesek de istemesek de bugünkü seçimlerden bir nevi meşruluk kazanarak çıkacak olan Esad büyük ihtimalle yakın bir gelecekte Arap Ligine dâhil olacak ve sonunda bizim, maalesef, kucağımızda 4 milyon göçmen kalmaya devam edecek.
Buradan biraz daha coğrafyamızın batısına doğru uzanayım, orada Libya'ya götüreceğim sizi. Orada, biraz evvel değindim, Ulusal Mutabakat Hükûmeti gitti, onun yerine Ulusal Birlik Hükûmeti geldi ama Ulusal Birlik Hükûmetinin kurulmasına varan, 23 Ekim 2020 tarihli bir ateşkes mutabakatı vardır ve bu ateşkes mutabakatının 2'nci maddesinin (2)'nci fıkrası ilginç ifadelere yer verir, doğrudan Türkiye'yi de ilgilendiren ilginç ifadelere yer verir ve şöyle der: "Ülkedeki bütün yabancı askerî güçler ve savaşçılar bir an evvel çıksınlar." Şimdi, "yabancı askerî güçler" için siz diyebilirsiniz Türkiye'nin bir askerî iş birliği anlaşması var; olabilir ama onu da dâhil ederek konuşuyorlar ve bunu da, sadece o ateşkes mutabakatında rastlamıyoruz, pek çok ağızdan da duyuyoruz. Örneğin, 25 Mayıs tarihinde Biden ile Sisi yani Mısır Cumhurbaşkanı yaptıkları bir telefon görüşmesi sonrasında yayınladıkları basın bildirisinde "İki lider tüm yabancı askerî güçlerin Libya'dan çıkarılması gerektiğini vurgulamışlardır." ifadesine yer verildi. Birleşmiş Milletlerin -biliyorsunuz- bir Libya Özel Temsilcisi var, Jan Kubis. Bu sıradan bir adam değildir, ben geçmişte AGİT'in Taşkent Misyon Şefliğini yaparken benim Genel Sekreterimdi. Geçmişte Slovakya Dışişleri Bakanlığı yapmış biridir, o da bu hafta sonu Türkiye'deydi ve ben kendim gibi eminim -kısa ve öz konuşan bir arkadaşımızdır bu- mutlaka "Ne zaman toparlanıp çıkacaksanız? Suriye'den getirdiklerinizi de ne zaman geri götüreceksiniz?"i demiştir. Yani dolayısıyla bu gibi çağrıların Türkiye üzerinde yeni bir baskı düzeni kurulmasına yol açacağını da hatırlatmak gereğini hissediyorum.
Bu arada Libya'da bizim -biliyorsunuz- müttefikimiz durumunda olan, bizimle birlikte, aynı sularda hareket eden bir Katar vardı. Katar bile elindeki pusulayı değiştirmeye başladı demem lazım. O bile Mısır'la ilişkilerini normalize etmeye çalışıyor. Nitekim, Katar Dışişleri Bakanı bu hafta -geçtiğimiz değil, bu hafta- Mısır'a geldi ve Sisi'yi yani iktidarın "firavun" diye tarif ettiği Sisi'yi Katarlı -tırnak içindeki- müttefiklerimiz Katar'a bir resmî ziyarete davet etti.
Biraz daha yakın bölgeme döneyim, Filistin-İsrail. Biliyorsunuz, 21 Mayıs tarihinde bir ateşkes sağlandı ve bu ateşkes sayesinde çok şükür ki çatışmalar duruldu ama çözüm üretilemedi tabii ki. Ama şöyle bir gerçekle karşı karşıya kaldık biz: Maalesef, hem Hamas'la hem İsrail'le konuşabilen ülke durumundaki Mısır malı aldı götürdü. "Malı aldı götürdü." derken Mısır'ın üzerinden, iki çatışan taraf arasındaki diyalog sağlanabildi ve bu diyalog sayesinde en azından kan akmasına son verildi şimdilik, maalesef. Ha, biz Türkiye olarak çok laf ettik ama eylemde geri kaldık yani bu işi Birleşmiş Milletlere kadar götürdüğümüzü biliyoruz; Birleşmiş Milletlere götürdük, orada da yine konuşmalar yapıldı, alkışlar duyuldu ama sonucunda hiçbir şey çıkmadı; ama "terörist" dediğimiz, "darbeci" dediğimiz Sisi, Müslüman Kardeşlere karşı olduğu hâlde, Müslüman Kardeşlerin bir kolu olan Hamas'la diyaloğa girebilme lüksüne sahip olduğunu ortaya koydu.
Tabii, bu çatışmalardan birtakım sonuçlar çıktı. Bu çatışmalardan çıkan sonuçlardan bir tanesi de istesek de istemesek de, ne kadar eleştirirsek de Netanyahu iç kamuoyu açısından 1-2 puan kazandı. Bunun dışında, İsrail'in hava savunma sistemi olan "Demir Kubbe" dedikleri sistem maalesef kendisinden bekleneni üretemedi. Artı, İsrail'in kontrolü altındaki bazı bölgelerde yaşayan -ki bugün İsrail'in kontrol altındaki bölgelerde 2 milyona yakın Arap yaşıyor- 2 milyona yakın Arap'ın pek çoğunun artık silahlanmış olduğu ortaya çıktı yani sadece bir cephe savaşından bahsetmiyoruz -kaldı ki cephe uzak- bir tarafta Gazze, öbür tarafta İsrail diye söz etmek mümkün değil. İsrail'in içinde Araplar silahlanmış vaziyette ve bu, istesek de istemesek de İsrail açısından -ki onlar da bu riski fark ettiler- bir iç savaş olasılığını gündeme getirdi. Geçmişte Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail'e koşulsuz bir destek verdiğini de hepimiz biliyoruz ama bu sefer burada da birtakım çatlaklar oldu ve Amerika Birleşik Devletleri'nin kendi tabanlarında, halk nezdinde veya sivil toplum örgütleri nezdinde ve hatta Demokrat cephesinde dahi bazı milletvekilleri Biden'ın politikalarına karşı seslerini yükselttiler. Orada da kalmadılar, bu çatışmalar ortamında Biden İsrail'e 735 milyon dolarlık bir savunma bütçesi katkısında bulunma kararı almıştı, hatta Demokrat Parti milletvekilleri dahi bu karar tasarısına -yani 735 milyon doların verilmesine ilişkin- bir karşı karar tasarısı önermek üzere faaliyete geçtiler.
Şimdi, biz kendimiz Türkiye olarak baktığımızda -iktidar açısından söylüyorum bunu- tabii bir başarı öyküsü beklendi ama bu maalesef üretilemedi. Nitekim, geçende yaptığım konuşmada da ifade etmiştim, Sayın Bakan burada otururken Dendias Gazze'deydi. Arkasından, şu anda Amerika Dışişleri Bakanı bölgede yani hem Kudüs'e gidiyor hem Ramallah'a gidiyor hem Kahire'ye gidiyor hem Amman'a gidiyor ve bu arada Türkiye'yi teğet geçiyor. Şimdi, bu teğet geçmenin arkasında pek çok faktör var. Bunun bir iki gün gerisine giderseniz, Amerika'dan gelen bir açıklamada Sayın Erdoğan'a antisemitik faaliyetlerinden dolayı "Dur bakalım." denildiğini de hatırlayacaksınız büyük ihtimalle. Niye bunları söylüyorum? Bunların hepsi NATO Zirvesi vesilesiyle Biden'la yapılacak ikili görüşmenin gündemini ağırlaştırmaktadır. Yani, dolayısıyla "Biden'la görüşeceğiz, görüşeceğiz." diye pek böyle hoşnut olduğunu anlıyorum ben iktidarın ama masaya oturulduğunda gündemin ağırlığı altında ezilme riskimizin de bulunduğunu hatırlatmak isterim.
Ha, biz çok laf ettik, az eylem dedim. "Ne yapmamız beklenirdi?" derseniz, ben geçen sefer saymıştım yani gemicikleri isterseniz göndermeyin bundan sonra İsrail limanlarına diye ama ben daha ilginç rakamlara eriştim. Aslında gizli de değil, bu eriştim derken böyle, bir keşiften bahsetmiyorum, TÜİK'in yaptığı istatistiklerden bahsedeceğim. Türkiye'nin İsrail'le olan ticareti 2020 yılında 6,2 milyar dolara ulaştı; ihracatımız 4,7 ve ithalatımız 1,9. Bu arada geçmişte İsrail'le olan ilişkilerimizin bir turizm boyutu daha vardı, onun da birdenbire nasıl sıfırlandığını mutlaka gözlemişsinizdir; daha geriye gidersek "one minute" ve Mavi Marmara dönemine. Yani iki yıl içinde "580 bin"den "430 bin eksi"ye gittik. Yani biz bir şey yapamıyoruz İsrail'e ama İsrail bize yapıyor. Örnek vereceğim size: İsrail'in Hayfa Limanı'nın özelleştirilmesine ilişkin bir ihale vardı, oraya bir Türk şirketi girmeye çalışıyordu -son zamanlarda ismi başka vesilelerle gündeme gelen bir Türk şirketi- İsrailliler bunu dışladılar yani biz eylem yapamazken İsrail'e karşı, İsrail kolaylıkla bize bunu yapmakta.
Mısır'a geleyim. Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde Mısır'la ilişkilerimizin normalize edilmesi için masaya oturuldu, en azından bir başlangıç olduğunu söyleyebiliriz. Kiminle oturduk? "Despot" "diktatör" "zalim" "faşist" "firavun" "darbeci" dediğimiz bir adamla. Biraz geriye gideceğim. Sayın Cumhurbaşkanına bu soru sorulmuştu bir tarihte ve "Mısır'la ilişkilerimizin herhangi bir şekilde normalleştirilmesi mümkün müdür?" sorusuna Sayın Cumhurbaşkanı şöyle cevap vermişti: "Şaka herhâlde bu soru? Böyle bir şey söz konusu değil, bizim gündemimizde böyle bir şey yok; asla söz konusu değil, böyle bir şeyin olabilmesi için olumlu istikamette çok ciddi adımların atılabilmesi lazım." Yani adımların, bizim beklentilerimize göre, Mısır tarafından atılması söz konusu oluyor Sayın Cumhurbaşkanının düşüncesine göre ama aradan geçen süre içinde gördük ki atılması gereken adımlar Türkiye'ye düşüyor. Nitekim, Mısırlılar taleplerini gündeme getirdiler "Eğer Türkiye ilişkileri normalize etmek istiyorsa şu hususların gereğini yapın." dediler ve bizi öyle yolladılar geriye. Nitekim, Kahire'de yapılan toplantıdan sonra yapılan açıklama şöyle: "Taraflar istişarelerin bu turunun sonuçlarını değerlendirecek ve müteakip adımları kararlaştıracaktır." Yani Türkiye, Mısır'ın taleplerini not etti "Bakacağız, yapabilecek miyiz?" dediler ve döndüler. Neydi Mısır'ın talepleri? "Libya'dan çekilin; İhvancı teröristleri bize iade edin; iç işlerimize müdahale niteliğinde Türkiye'den yapılan radyo ve televizyon yayınlarını sonlandırın." Mümkün mü bu? Yani bence mümkün de iktidar açısından mümkün mü? Büyük bir soru işareti koyuyorum.
Ayrıca şunu da dikkatinize getirmek isterim: İktidar pek çok zaman Mısır'a yönelik beklentilerini ifade ederken... Şöyle beklenti içinde: "Mısır, Yunanistan'la olan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'yle olan bu kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge anlaşmalarından vazgeçsin. Eğer bundan vazgeçerseniz, siz, işte bir yerde 15 bin kilometrekare, diğerinde 11.500 kilometrekare daha fazla deniz alanına sahip olacaksınız." diye âdeta Mısır'a akıl öğretiliyor. Şimdi, Mısır'a bu akıl öğretmenin ben -maalesef- Mısır tarafından hakaret olarak değerlendirildiğinden eminim. Dolayısıyla herkesten daha fazla akıllı olduğumuzu düşünüp herkesi aptal yerine koymaktan da vazgeçilmesinde büyük fayda olacağını düşünüyorum.
Şimdi, maalesef devleti yönetemeyen iktidar, ancak algı yönetimleriyle işlerin yolunda gittiğine ilişkin böyle bir hayal satmaktadır. Şimdi, bunun belirtilerinin sonucunda geldiğimiz nokta: Biliyorsunuz, biz kükreyen bir aslan olarak piyasada dolaşıyorduk, maalesef şimdi -benim gözlemim itibarıyla, politikalarınız itibarıyla- tüysüz firavun kedisine dönüşmüş vaziyetteyiz. Kısaca, ehlileştirilmiş vaziyetteyiz -bunu Doğu Akdeniz'in bütünü için söyleyebilirim- evcilleştirilmiş durumdayız. Bunun da ötesinde, şimdi evcilleştirilmiş olarak gördükleri Türkiye'yi, o kükreyen aslanı terbiye etmek gibi bir vazife de edinmiş pek çok ülke.
Bu arada, Mısır'la oturacağız, işlerimizi normalize edeceğiz diye müzakere etme arayışındayız. Arada atladığımız bir şey var -24 Nisan tarihinde Biden'a kükredik, nasıl kükrediğimizi de bilmiyoruz ama en azından telefondan sonra kükredik- 24 Nisan tarihinde Mısırlılar Port Said Limanı'nda bir Ermeni anıtı açtılar; buyurun.
Buradan geleyim Rusya'ya. Şimdi, Rusya bizim müttefikimiz değil ama Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, Putin dostumuz olarak tanımlanıyor. Şimdi, bu dostumuz dediğimiz ülke açısından, biliyorsunuz, Kırım'ın işgali diye bir konu var gündemde. Biz bunu tanımıyoruz. Tabii, soydaşlarımız olan Kırım Tatarlarına da verdiğimiz bir destek var, onu da destekliyoruz ama bu politikanın Moskova'da nasıl bir yankı bulduğuna da kulak vermek durumundayız. Şimdi size Rusya Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamayı okuyacağım: "Türk devletinin etnik azınlıkların savunucusu rolünü oynaması çok şüpheli. Türkiye'de etnik, dilsel ve dinî nitelikli çözülmemiş sorunlar var." İktidara soruyorum: Ne demek istiyor?
Daha geriye gideyim, bazılarınız hatırlar, bazılarınız hatırlamaz...
İLHAMİ ÖZCAN AYGUN (Tekirdağ) - İktidar yok ki.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - 2 kişi var burada, onlar mutlaka diğerlerine anlatacaklardır; iyi not aldıklarının farkındayım.
Yani ben buradan söylerken, halkımız da duysun, şu anda karşımda, AKP sıralarında 2 kişi var.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Arkada 1 kişi daha var, hakkını yemeyelim şimdi.
İLHAMİ ÖZCAN AYGUN (Tekirdağ) - Yok, haksızlık yapmayalım, 3 kişi var.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Özür dilerim beyefendiden, arkadaki beyefendiden, 3 kişi olduklarını not ettim.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Kayıtlara geçsin, kayıtlara.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (İstanbul) - Buraya bakmıyorsunuz.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Başkanım, Komisyona da mı bakacağız?
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bu bana başka bir şeyi hatırlatıyor. 90'lı yıllara gidersek, Ankara'da Çernişev adlı bir Rus Büyükelçisi vardı. Çernişev benzer bir durumda -benzer diyorum, aynı Kırım durumu değil- şöyle bir ifade kullanmıştı: "Sırça köşkte oturan, komşusunun camına taş atmaz." Aynı yere geldik, aynı yere geldik.
Bitmedi, dostumuz dediğimiz Lavrov, bu hafta başka bir açıklama yaptı, dedi ki: "Türkiye'ye Ukrayna'nın militarist düşüncelerini desteklemeyi bırakmaları çağrısında bulunuyoruz, bunu her düzeyde tavsiye ediyoruz." Her düzey dediği zaman Cumhurbaşkanını da kastediyor. Yani "Bunu Putin, Erdoğan'a da söyledi." diyor. Devam ediyor "Ukrayna'nın Kırım konusundaki agresif girişimlerini cesaretlendirmenin, Rusya'nın toprak bütünlüğüne kastetmekle eş değer olduğunu hatırlatırız." diyor yani "Kırım meselesine bu kadar bulaşırsan ben bunu Rusya'nın iç işlerine ve toprak bütünlüğüne bir saldırı olarak görürüm." diyor.
Bitmedi Rusların işi. Geçen hafta Kıbrıs konusunda başka bir açıklama yaptılar. Biz biliyorsunuz "İki devletli bir çözüm" diyoruz, onlar geçen hafta bir açıklama yaptılar "Çözüm federasyondur." dediler; madde bir. Madde iki: "Bu garantörlük sistemi bitmelidir." dediler. Yani? Yani Türkiye, Yunanistan, İngiltere garantör ya, "Bu bitsin, Birleşmiş Milletler daimî üyeleri garantör olsunlar yani ben de topa gireyim dedi. Daha da öteye gittiler, şöyle bir açıklama var: "Bazı ülkelerin -ki Türkiye'yi kastediyorlar- çözümün değil, sorunun bir parçası hâline geldiklerini gözlüyoruz." diyorlar yani Rusya açısından Türkiye, Kıbrıs meselesi açısından sorunun bir parçası, çözümün bir parçası değil.
Şimdi, bunların hepsini bir araya koyuyoruz. Bunun üzerine -ne kadar dostumuzsa Putin- Ukrayna ve Polonya'ya İHA ve SİHA'lar satıyoruz. Kime karşı kullanacaklar İHA'ları ve SİHA'ları? Rusya'ya karşı. NATO'nun Baltık devriyesine Türk Hava Kuvvetlerinin F-16'ları katılıyor. Kime karşı? Rusya'ya karşı. Suriye, Azerbaycan, Libya'da Rusya askerî teçhizatı hedef alınıyor. Sonunda da ne oluyor? Her şey pandemiden ibaret değil, turistler yok oldu yani turist diye beklediğimiz ve ülkemiz açısından bugünkü koşullarda tek döviz girdisi olacak kalem maalesef buharlaşmış vaziyette. Yani bütün bunların hepsini üst üste koyarsanız önümüzdeki dönemde... Biz geçmişte Amerika'yı Rusya'ya, Rusya'yı Amerika'ya karşı oynamaya çalışıyorduk. Maalesef bu oyunun da bizi bir açmaza ve dar, çıkmaz sokağa ittiğinin farkında olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Maalesef sürem çok sınırlı kaldı. İlk fırsatta yeniden kürsüye geldiğimde devam edeceğim. Avrupa Parlamentosunun geçen hafta yayınlanan bir raporu var. Bu raporun ayrıntılarına bugün girecek vaktim olmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın Sayın Erozan.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Ama ben iktidarı her zaman olduğu gibi dış politika konusunda da bir kere daha uyarmak görevimi yerine getirmek mecburiyetinde olduğumu söylüyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)