| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Tadil Eden Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 26.05.2021 |
CHP GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Divan, değerli milletvekilleri; konuşmam, İstanbul Sözleşmesi'ne özgülenmiştir. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin feshini amaçlayan Cumhurbaşkanının 3718 sayılı Kararı'nın Anayasa'ya uygunluk sorununu ele alacağım.
Önce, birkaç ön saptama: İstanbul Sözleşmesi 6251 sayılı Yasa'yla Türkiye Büyük Millet Meclisinde oy birliğiyle uygun bulunarak Anayasa madde 90 çerçevesinde yürürlüğe konulmuştur. Bu itibarla, normlar hiyerarşisi bakımından yasaların da üstünde yer almaktadır. Cumhurbaşkanının 3718 sayılı Kararı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 9 madde 3'e dayandırılmış olmakla birlikte, bu maddenin geçerlilik alanı uygulama anlaşmalarıyla kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari anlaşmalara ilişkin olan Anayasa madde 90 fıkra üçle sınırlı olup yasayla uygun bulunan uluslararası sözleşmeleri kapsamamaktadır. "Milletlerarası antlaşmaları onaylar ve yayımlar." kaydı ancak madde 90 fıkra üç veya uygun bulma yasası sonrası işlem için geçerlidir. Cumhurbaşkanı kararıyla insan hakları düzenlemesi bir yana, kararnamesiyle düzenlemek mümkün değildir. Aslında 6251 sayılı Yasa yürürlüktedir çünkü yasa konusunda tekelci yetki Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Ama anayasal açıdan kümülatif olarak, bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman 3718 sayılı Karar, Anayasa madde 2, hukuk devleti; kaynağını Anayasa'dan almayan yetki kullanma yasağı, madde 7; yasama yetkisinin devredilmezliği kuralı, madde 7; Anayasa'nın üstünlüğü, madde 11; insan hakları yükümlülüklerinin yatay ilişkilere etkisi, madde 12; madde 13, hak ve özgürlüklerin yasallık ilkesi; madde 87, kanun koymak ve kaldırmak yetkisinin TBMM'ye ait olması; madde 90, uluslararası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yeri ve nihayet, Cumhurbaşkanına yetki tanıyan madde 104, bunlara kümülatif olarak da aykırıdır.
Ama esasen, bu sözleşmeden çıkış üç düzlemde kopuşu ifade etmektedir. Bir: Türkiye'nin 1987'den, 1995'ten ve özellikle 2001'den bugüne değin özgürlüklerin devlet ve üçüncü kişilerden gelebilecek ihlallere karşı korunmasını ve geliştirilmesini sağlayan anayasal birikimlerden kopuştur; birincisi bu. İki: Türkiye'nin de kurucusu olduğu Avrupa Konseyinin ve üyesi olduğu diğer uluslararası kuruluşların insan hakları belgelerinde ortaya konulan ortak değerler sisteminden kopuştur. Üç: Uluslararası düzlemde 1948'den bu yana oluşan hükûmetler ötesi insan hakları politikasından kopuştur.
Peki, acaba kazanımlar ve geriye götürülmezlik ilkesi açısından durum nedir? İstanbul Sözleşmesi'nin feshi ve fesih iradesinin ayrımcılık yasağını ihlal eden bir açıklamayla gerekçelendirilmesi bir bütün olarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda 1982 Anayasası hükümlerini, bugüne kadarki anayasal kazanımları ve bağlayıcı olan uluslararası hukuk kurallarını tartışmaya açmak anlamına gelmektedir. Zira İstanbul Sözleşmesi -madde 3'e göre- kadına karşı şiddeti bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık olarak tanımlamaktadır. İlgili sözleşme, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet türlerine karşı, taraf devletlere pozitif yükümlülükler yüklemektedir.
4'üncü maddeye göre bu sözleşmenin koruduğu kişiler öncelikle kadınlar ve ardından ev içi şiddetin tüm mağdurlarıdır ve nihayet bu sözleşmenin 5'inci maddesi koruma konusunda devletlere somut ve açık yükümlülükler yüklemektedir.
Bu sözleşme, Türkiye'de kabul edilmesinden bu yana yani son on yılda önemli katkılarda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi kararlarına dinamik anayasa anlayışı çerçevesinde yansımıştır ve Anayasa Mahkemesi kararlarını doğrudan ve dolaylı bir biçimde dönüştürücü bir etkiye sahip olmuştur. Eşitlik düşüncesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kadınlara karşı her türlü şiddetin önlenmesi bağlamında gördüğü işler, aynı zamanda Anayasa'nın 5'inci maddesinde yer alan devlet için öngörülen pozitif yükümlülüklerin, diğer bir deyişle devletin özgürleştirme yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ve şiddeti dışlayan barışçıl şekilde yaşama hakkının sağlanmasında yardımcı olmuştur. Dolayısıyla, bütün bu kazanımları yok saymak, insan hakları alanında geçerli olan "geriye götürülmezlik" ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Aynı zamanda yükümlülük ve denetimler açısından da bu sözleşmenin feshi kabul edilemezdir. Zira 9 Mart 2021 tarihinde, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kadına yönelik şiddetin sebeplerinin tüm yönleriyle araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur. Bu Komisyon sözleşmenin 70'inci maddesine uyumlu bir biçimde kurulmuş bulunuyor ve bu Komisyon o çerçevede görev yapacaktı. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda görevini yerine getirmesine de bir engel oluşturmaktadır bundan çıkılması ama daha önemlisi, GREVIO yani sözleşmenin uygulanmasını izleyecek uzmanlar grubunun hazırladığı ulusal raporun Türkiye'yle ilgili, hâliyle bizimle ilgili kısmın Meclise getirilmeden önce feshi söz konusudur. Türkiye raporunda aciliyeti konusunda vurgu yapılan hususlar arasında, iç hukukta şiddete karşı etkili bir tutum gösterilmesi ve mağdurların şiddete yönelik verilen kurumsal cevaba güveninin sağlanması yer almaktadır. Raporda şiddet biçimleri olan zorla evlendirme, ısrarlı takip gibi hususların yasal düzenlemelerle önlenmesi, 15-18 yaş kız çocuklarına yönelik şiddete etkili çözüm bulunması salık verilmektedir. Yürütme organınca bu raporun ivedi şekilde Meclise sunulması gerekirken sözleşmenin feshine karar verilmesi hem ulusal parlamenter denetimden hem de uluslararası hukuk denetiminden kaçmaya çalışmak anlamına gelmektedir.
Ayrıca, İnsan Hakları Eylem Planı'nın hazırlanmasının üstünden sadece yirmi gün geçmişken bu sözleşmeden çıkış, İnsan Hakları Eylem Planı'nda ifade edilen, vadedilen reformlar konusundaki içtenlik sorununu gündeme getirmektedir. Dolayısıyla, bu sözleşmenin esasen çok sıkıntılı yönü, usul açısından 9 no.lu CBK'nin 3'üncü maddesine dayandırılmış olmasıdır. Bu sözleşmenin feshiyle aslında 3'üncü maddenin Anayasa'ya açıkça aykırı olduğu ortaya konulmuştur. Zira bu maddenin bu denli kötüye kullanılabileceği tahmin ve tasavvur edilemezdi. Öncelikle aslında bu kullanım yanlıştır çünkü Cumhurbaşkanının feshi yasayla uygun bulunan bir sözleşme için geçerli olamaz çünkü bu yetki, yasaları koymak kaldırmak yetkisi sadece Meclisindir. Sonra, bu maddeyle yapılan uygulama bu maddeyi öngörülemez ve belirsiz kılmıştır. Bu bakımdan da bu madde Anayasa'nın 90'ıncı ve 104'üncü maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Nihayet, usulde paralellik ilkesi sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından geçerli olabilirse de insan haklarında maksimum standart ilkesi gereği Türkiye Büyük Millet Meclisinin de insan hakları kazanımlarında geriye götürülmezlik ilkesi nedeniyle böyle bir sözleşmeden çıkışı zor olacaktır, olacaktı. Bu itibarla, aslında gösterilen örnekler hiçbir biçimde daha iyisi hazırlanmadan veya Türkiye Büyük Millet Meclisi o konuda kanun çıkarmadan bir sözleşmeden çıkışı öngörmemiştir, sonucu doğurmamıştır. Bu bakımdan, verilen örnekler yanlıştır. Bu itibarla, çıkış tarihinden bu yana tanık olunan öldürmeler ile çıkış işlemi arasında bir nedensellik bağı kurulabilir ama tabii ki esasen burada asıl sorun ahlakidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Çünkü insan haklarının geliştirilmesinde, uluslararası insan haklarının geliştirilmesinde Adalet ve Kalkınma Partisinin de katkısı olmuştur. Bu katkıyı yadsıyarak on yıl sonra herhangi bir insan hakları nedenini göstermeden -zaten gösterilemezdi- ayrımcılık sonucunu doğuracak bir işleme, hem de Anayasa'ya aykırı olarak tevessül edilmiş olması ve bu işlemin gerçekleştirilmiş olması gerçekten ciddi bir insan hakları sorunudur. Ama sonuç olarak, bu sorun, Türkiye'de üç yıldır tanık olmakta olduğumuz sistem dışı tek kişi yönetimi yani parti başkanı yoluyla devletin ve Hükûmetin yönetiminin öngörülmezliği sistemsizliğini beraberinde getirmiştir. Bu itibarla, demek ki Anayasa değişikliği, demokratik hukuk devleti yönündeki Anayasa değişikliği arayışlarının da ne kadar meşru ve acil olduğunu İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış işlemi göstermiştir. İstanbul Sözleşmesi Anayasa'mız gereği yürürlüktedir, iptal etme yetkisi, kaldırma yetkisi sadece bize aittir.
Teşekkür ederim dikkatiniz için. (CHP sıralarından alkışlar)