GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CEZA MUHAKEMESİ KANUNU İLE CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:56
Tarih:23.01.2013

CHP GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza Muhakemeleri Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nı görüşüyoruz.

Değerli arkadaşlar, uzun zamandan bu yana kamuoyunda "ana dilde savunma" adı altında tartışılan ve bu noktada ciddi ölçüde, herkesin dikkatini Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine topladığı bir kanun tasarısıyla ilgili görüşmeler yapıyoruz.

Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var: Savunma hakkı her dönemde en kutsal haklardan birisidir. Savunma hakkı hiçbir dönemde doğrudan doğruya siyasetin bir malzemesi ya da parçası hâline getirilmemelidir. Bu konuda, kim ne söylerse söylesin herkes başta bu noktada mutabık olduğunu söylüyor. Savunma hakkının adil yargılanma hakkının bir parçası, bir unsuru olduğunu ve bu çerçevede de hukuk alanının bir kavramı olduğunu, siyaset alanının bir kavramı olmadığını, olmaması gerektiğini söylüyoruz. Şeklî anlamda bu sözleri söylediğimizde, sanıyorum, hepimiz bu noktada birleşiriz, aksini kimse söylemez ama her dönemde savunma hakkına dönük saldırılar doğrudan doğruya siyasetin hukuk alanına müdahale ettiği süreçlerde ortaya çıkmış ve siyasetin hukuk alanına müdahale ettiği her noktada ilk yara alan, ilk darbe yiyen savunma hakkı olmuştur. Bu çerçevede, eğer sorunu bir savunma hakkı konusu olarak görmeyip, hangi pencereden bakarsak bakalım, siyaset alanının bir konusu gibi görmeye başlarsak yanlış yerde dururuz.

Değerli arkadaşlar, bu konuda tartışmalar Türkiye'de kamuoyunun gündemine geldiğinde, ne yazık ki, hukuk alanının bir konusu, savunma hakkının bir konusu olarak değil, siyaset alanının bir konusu olarak gelmiştir. Sıkıntı burada başlıyor. 

Bakın, bir ülkede yargılama dilini tartışmaya açamazsınız. Yargılama dilini tartışmaya açtığınızda o ülkenin egemenlik hakkını tartışmaya açmışsınız demektir ve savunma hakkını, özellikle savunmada kişinin kendisini ifade edeceği dili bir siyasal malzeme olarak görmeye başlarsanız ve siyaset alanının içerisine çekerseniz, o ülkede yargılama dili konusunda her kesimde ciddi tereddütler yaratırsınız. Bugün, Türkiye'de yaşadığımız sıkıntı budur ve bu sıkıntı doğrudan doğruya öncelikle yargının siyasallaştığı bir sürecin sakatlıklarından bir tanesidir.

Değerli arkadaşlar, bakın, şunun net olarak altını çizelim: Devletin resmî dili Türkçedir. Devletin resmî dilinin Türkçe olduğunu, dolayısıyla yargılama dilinin Türkçe olduğunu tartıştıracak herhangi bir duruş, pozisyon Türkiye'nin ciddi biçimde, Türk halkının endişe içerisine düşmesine neden olur. Son süreçte, son dönemde, özellikle savunma alanında yargının siyasallaştığı bir dönemde, özellikle yargıyı siyasallaştıran AKP yargısının yaratıldığı bir dönemde yargıçlar da kendisini savunma hakkını güvence altına alan, hukuk dağıtan kişiler olmak yerine doğrudan doğruya siyasetin aktörü gibi görmeye başladılar. Yargıçlar, kendilerini siyasetin aktörü gibi görmeye başlayınca esasen, mevzuatımız içerisinde doğru yorumlayarak, hukuka uygun yorumlayarak çözüm bulabilmesi gereken meseleler problem olarak ortaya çıkmaya başladı. Bu noktada, kendileri şu veya bu şekilde siyasi olarak yargılandıklarını iddia eden bazı sanıkların da bu konuda mağdur edildikleri iddiasıyla ortaya çıkıp aslında savunma hakkı adı altında doğrudan doğruya süreci siyasallaştırmak istemeleri, ortada ciddi bir gerginliğe yol açmıştır.

Değerli arkadaşlar, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 202'nci maddesi açıktır. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 202'nci maddesini çağdaş bir pencereden yorumlarsanız, yargıç olarak siyasallaşmadan, siyasetin bir parçası olmadan bu işin içerisine girer ve hukukçu gibi yorumlarsanız; bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da savunma dili tartışma konusu olmaz idi ama böyle olmadı. Sanıklar kendilerini siyasetin penceresinden tarif etmeye kalktıklarında yargıçlarla bir başka tuzağa düşmeye başladılar, yargıçlar da o siyasetin penceresinden kürsüde hareket etme ihtiyacı duydular. Sıkıntı burada ortaya çıkmıştır. Önce hepimiz şuna bakacağız: Savunma hakkı kutsaldır, adil yargılanma hakkının bir unsurudur, bir parçasıdır, siyaset alanının konusu değil, hukuk alanının konusudur ve üzerinde inatlaşılacak bir konu değildir.

Değerli arkadaşlar, böyle olunca, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinde, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak savunma hakkında kişinin kendisini en iyi şekilde nasıl ifade edebileceği, kendisini ifade edebileceği hususu bir savunma hakkı konusu olarak kabul edilmiştir ancak bunu söylerken hiçbir uluslararası sözleşme "Kendi ülkenizdeki yargılama dilini tartışmaya açın. Böyle bir gerilim, böyle bir çatışma ortamına fırsat verin." dememiştir.

Değerli arkadaşlar, bakın biz komisyonlar aşamasında şunu söyledik. Bu tasarı ilk gündeme geldiğinde dendi ki: "Yeterince Türkçe bildiği hâlde başka dilde savunma yapmak isteyene şu şu şu şartlarda savunma yapma imkânı tanınır." dendi. Bakın, temel sakatlık burada. Kanunun kurgusunda dil tartışmasını doğrudan doğruya değişikliğin içine sokuyorsunuz. Bir kişiye Türkçe bildiği hâlde bir başka dilde savunma yapabilme imkânını kanun metnine sokarsanız artık orada yargılama dilini tartışmaya açarsınız. Komisyon aşamasında buna itiraz ettik, dedik ki: Bakın, dille ilgili bir problem varsa, esasen Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 202'nci maddesi çerçevesinde bu iş çözülebilecek iken siyasallaşan yargı nedeniyle, sanıkların olayı siyasallaştırması -yargı sürecinin de parçası olması nedeniyle- bunu bir gerilim vesilesi olarak görmesi nedeniyle kriz buraya geldiyse, çözüm, yargılama dilini tartışmaya açmadan kişinin kendisini ifade edebileceği dilde savunma yapabilmesine imkân tanımaktır dedik. Bunu yaparken de o güne kadar ki tartışmalarda, dili biliyor mu bilmiyor mu diye yargıcın, yargı organının bir tartışmada karar verme merci olmasının yerine kişinin beyanını esas alalım dedik. Kişi Türkçe bilmediğini beyan ediyorsa, "Ben yeterince Türkçe bilmiyorum." dediği anda bu beyana itibar edilsin ve bunun üzerinde bir tartışma yapılmadan, kişinin kendisini ifade edeceği dilde savunma yapmasına imkân verilsin dedik.

Niye Türkçe bilmediğini beyan etme şartını koymak gerekiyor? Çünkü, arkadaşlar, bu eksende durmaz isek eğer, biraz önce tereddüt edilen yargılama dilini tartışmaya açmak gibi ciddi bir sıkıntı olur. Kişinin bir başka dilde derdini anlatabilmesi, savunma yapabilmesi için, yargılama dili olan Türkçeyle ülkemizde yeterince kendisini ifade edemediğini beyan etmesi gerekir. Yani bir ülkede yargılama dili eğer egemenliğin bir parçasıysa ve kişinin savunma yapabilmesi de savunma hakkının, adil yargılanma hakkının bir parçasıysa, bu konudaki bütün tartışmaları bitirecek en temel çözüm, kişinin beyanında "Evet, ben Türkçe bilmiyorum, yeterince Türkçe bilmiyorum. Başka şekilde kendimi ifade etmek istiyorum." demesinin yeterli olacağı bir uygulamayı, bir düzenlemeyi yapmaktı. Bu konuda kanun teklifi verdik, ancak maalesef, komisyon aşamalarında değişiklik teklifimiz kabul edilmedi. Daha sonra, bu ikazlarımızın belki etkisiyle, metinden "Türkçe bildiği hâlde" kelimeleri çıkarıldı Genel Kurula gelirken, ama aynı kurgu devam ediyor. Yani kişinin dili tartışma konusu yapabileceği bir sakatlık metinde devam ediyor. Kaygılar buradan, sıkıntılar buradan.

Sorun savunma hakkı mı? Sorun kişinin kendi savunmasını rahatça anlayabildiği ve anlatabildiği dilde yapması mı? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesi kişinin anlayabildiği ve anlatabildiği dilde savunma yapmasını esas mı alıyor? O zaman, buyurun "Yeterince Türkçe bilmediğini beyan eden kişiye bedeli devlet tarafından karşılanmak suretiyle tercüman tayin edilir." diyelim, bu hakkın kötüye kullanılmasına da müsaade etmeyelim, teklifimizde olduğu gibi "Bu hak kötüye kullanılamaz." diyelim. Şu veya bu şekilde bunu esnetmeye çalışıp, bunu yine siyasetin bir parçası hâline getirmeye çalışan anlayışlara da imkân vermeyelim, fırsat vermeyelim diye bir önerge verdik, kabul edilmedi.

Değerli arkadaşlar, gelinen bu şekliyle problem çözülmüş değildir. Gelinen bu şekliyle artık hâlâ aynı sıkıntı devam etmektedir ve problemi çözen değil, büyüten bir uygulamayla karşı karşıyayız ve bu sebeple bu düzenlemeye karşı çıkıyoruz.

Bir başka önemli nokta: Getirilen düzenlemeyle, soruşturma aşaması ile kovuşturma aşamasında farklılık getirilmiştir. Daha önceden de devam eden süreçte soruşturma aşamasında kişinin kendisini ifade edebilme, Türkçe bilmediğini beyan eden kişinin, soruşturma aşamasında bu haktan yararlanabilme imkânı da ortadan kaldırılmıştır.

Değerli arkadaşlar, bu çerçevede, maddeler üzerinde görüşme yapılırken de temel yaklaşımımız şudur, değişiklik önerisi yine verilecektir:

1) Resmî dilin Türkçe olduğunu tartışmayacağız.

2) Yargılama dilini tartışmaya açacak bir düzenleme yapmayacağız.

 3) Kişinin Türkçe bilmediğini beyan etmesi hâlinde, o kişinin kendisini ifade edebileceği şekilde tercümandan yararlanma imkânını sağlamak durumunda kalacağız.

Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye uzun zamandan bu yana savunma hakkı ihlalleriyle karşı karşıya. Her alanda çok ciddi biçimde savunma hakkının ihlal edildiği bir hukuk süreci, soruşturma ve kovuşturma süreci yaşıyoruz. Bunun tek sebebi yargının doğrudan doğruya siyasallaşmasıdır, yargının doğrudan doğruya siyasetin kontrolü altına girmesidir. Bundan kaynaklanan ciddi problemler yaşıyoruz. Düzeltilmesi gereken birçok husus var. Hazır bu konu gelmişken bu hususların da düzeltilmesi gerektiğini komisyon aşamalarında ifade ettik.

Bakın, bir gizli tanık terörü var Türkiye'de. Gizli tanık, hukuk sistemine engizisyonun armağan ettiği bir sistemdir. Engizisyon mahkemelerinde tanıklar perdenin arkasında dinlenirdi, Orta Çağ hukukudur. Perdenin arkasında dinlenen tanığın kim olduğunu sanık bilmez. Bugün gizli tanık uygulamasında yaşananlar bundan farklı değildir. Gizli tanıkta tanığın ne sesini ne görüntüsünü ne kim olduğunu anlaması mümkün değil sanıkların. Kişiyle husumeti var mı yok mu, gerçekten doğru söylüyor mu söylemiyor mu, bunu test edebilme imkânı olmadan bir davayı gizli tanık üzerine kuran soruşturma ve kovuşturma sürecinden adalet çıkmaz. Bu süreçten adalet değil, sadece ve sadece cinayet çıkar, hukuk cinayeti çıkar, başka bir şey çıkmaz. Bu gizli tanık uygulamasına son verelim istedik, bunlarla ilgili getirdiğimiz değişiklik teklifleri de kabul edilmedi.

Değerli arkadaşlar, delillerin en çok tartışılan konulardan birisi sahte delillerle yapılan soruşturmalarda sahte gerekçelerle kurulan hükümler. Son dönemde bunu çok yakından görüyoruz. Delillerin sahteliğini tartışmayan bir yargılama süreci var. Bilirkişi incelemesi yapmadan, birbiriyle çelişen delilleri, birbiriyle çelişen raporlardaki çelişkiyi gidermeden hüküm kurulup müebbet hapis on beş yıl, on sekiz yıl, on üç yıl hapis cezasına çarptırılan sanıklar var, hükümlüler var. Böyle bir süreçte adalet olmaz. Bilirkişi incelemesi ve delillerin sıhhatini sağlayacak düzenlemelerle ilgili öneriler verdik, bunlar da kabul görmedi.

Sayın milletvekilleri, duruşma yasağıyla sanığın duruşmadan men edildiği, avukatının duruşmaya sokulmadığı bir yargılamada savunma hakkının güvence altında olduğundan bahsetmek mümkün mü? Şunu unutmayalım: Hepimize bir gün savunma hakkı ve hukuk lazım olabilir. "Bugün bana değilse benden sonrası tufan." deyip "Kimin başına, ne gelirse gelsin." sorumsuzluğuyla hiç kimsenin hareket etmesi mümkün değil. Bakın, ne olursanız olun, kim olursanız olun bir gün mahkeme önüne sanık olarak çıkmak herkes için mümkündür. Onun için yapacağımız en önemli nokta savunma hakkı ihlallerini ortadan kaldıracak ve savunma hakkını güvence altına alacak uygulamaları hayata geçirmektir.

Türk yargı pratiği savunma hakkının ihlal edildiği değil, düzeltiyorum, Türk yargı pratiği savunma hakkının yok edildiği bir yargı pratiğine dönüşmüştür ve bu çerçevede Türkiye uluslararası kuruluşlar içerisinde hukuka saygı ve hukukun üstünlüğü konusunda Uganda'nın dahi gerisinde kalmıştır. Uganda'nın dahi gerisindeyiz hukukun üstünlüğü ve hukuka saygı konusunda. Bu konuda Genel Kurul aşamasında da çeşitli önerilerimiz olacak.

Değerli arkadaşlar, bakın, daha üç gün önce avukatların bürolarına hukuka aykırı olarak baskın yapıldı. Daha üç gün önce avukatların büroları baro temsilcisi huzurunda, avukatların huzurunda, doğrudan doğruya savcıyla aranabilecekken, bütün bu hukuki güvenceler yok sayılarak, baskın yapılarak arandı. Avukatlara saldırının bu kadar meşrulaştığı; meşrulaşmadığı, açıkça bu ihlallerin açık açık yürütüldüğü bir ülkede savunma hakkından bahsetmek, bahsedebilmek mümkün mü?

Dün 42 tane genç İskenderun'da gözaltına alındı. 42 tane gencin İskenderun'da gözaltına alınma sebebi, onların sadece ve sadece yurtsever olmaları, antiemperyalist olmaları, bu topraklara yabancı çizmelerinin gelmesine itiraz ediyor olmaları. Hani bir dönem 6'ncı Filo'ya karşı mücadele eden gençlik ruhu vardı ya, işte o gözaltına alınan 42 tane gencin yüreğinde hâlâ 6'ncı filo'ya karşı direnen gençlerin mücadeleci ruhu var. Onları tebrik ediyorum, alınlarından öpüyorum hepsini. (CHP sıralarından alkışlar) E, tabii, o dönemde 6'ncı filo'ya direnen gençlere karşı da Müslümanlık adına onları boğazlamak için üzerlerine yürüyenler vardı. Aynı şekilde, kendilerini öyle tarif edenlerle Amerikancıların ittifakını yine yaşıyoruz Türkiye'de, yine böyle bir ittifakla karşı karşıyayız ama ne mutlu ki o inançla mücadele eden gençlerin ruhu ve mücadele azmi de devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, bir tane yargıç çıktı, açıklama yaptı, diyor ki? Oktay Kuban'a -gazetede çıktı, yazdılar- emir gelmiş, Ankara'dan, talimat vermişler, demişler ki: "Bunları tutuklamazsan, bu askerleri tutuklamazsan seni perişan ederiz, sana şunu yaparız, bunu yaparız." Önüne gelen dosyayı hukuk vicdanı kabul etmemiş ve dönmüş bütün bu tehditlere rağmen hukukçu olarak vicdanının sesini dinlemiş ve ona göre hareket etmiş -başına gelecek şeylerden çekinmeden- ve o hâkimi sürmüşler görevinden, etmedik  eziyet bırakmamışlar. Ama, tarihe not düşüyorum, vicdanı olan hâkimlerin önünde saygıyla eğiliyorum, ne yaparsanız yapın hukuk er geç hâkim olacak.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Karatepe dosyasında da tarihe not düşmüştünüz Bülent Bey. Hiç kafanızı yormayın.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.