GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/4413, 10/4430, 10/4431, 10/4432, 10/4433, 10/4434, 10/4435, 10/4436, 10/4437, 10/4438) No.lu Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:90
Tarih:10.06.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu Meclis araştırması önergeleri üzerine İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konumuz, başta Marmara olmak üzere denizlerimizin elden çıkmaya başlamış olmasıdır. Toprakta kirlenme ve yapılaşmayla birlikte kaybımız; gaz salımı nedeniyle hava kaybımız; evsel ve endüstriyel atık nedeniyle derelerimizin, çevremizin, nehirlerimizin, denizlerimizin aşırı kirlenmesi yüzünden kaybımız; bu menfi süreç 2020 yılından sonra doğanın dev isyanıyla bizi karşı karşıya getirdi. Birçok isyan olmakla birlikte en büyük isyan, doğa isyanı Marmara Denizi'ndeki müsilajdır.

Değerli arkadaşlar, ben bu konuya Marmara ve Trakya ile denizin ve su havzalarının yönetim planlaması yönünden girmek istiyorum. Geçmişte biz savunma açısından ülkeyi iki kısma ayırırdık "tahliye bölgeleri" ve "kabul bölgeleri" diye. Muhtemel bir savaşta millî kaybımızı asgaride tutmak için tahliye bölgesinde ilave nüfus artışı istenmez, yatırım belirlenen oranda olur ve kentleşmede artış da arzu edilmezdi. İnsan, hayvan ve tüm mal varlıklarının süratle kabul bölgelerine intikali hesaplanırdı. İşte Trakya Bölgesi ve İstanbul çevresi millî savunma konseptinde tahliye bölgesi ilan edilmişti, Anadolu'nun derinliği ise kabul bölgesiydi. Bunun anlamı şudur: İstanbul ve çevre kentlerde nüfus ve yatırım yatay veya genel ortalamanın altında seyretmesi anlamına geliyordu.

Değerli milletvekilleri, bahsettiğim planlar bütünüyle kaldırıldığından bölge âdeta iç göçün cazibe merkezi hâline getirilmiştir. Bir anda, çevresiyle birlikte, Bursa'yı da sayarsak, 20 milyonu aşan devasa bir nüfusa ulaşmıştır. Bu da yetmemiş, ülkenin kıymetli sanayi tesisleri Marmara Denizi havzasına kurulmuştur. Bu asil millet köyünden, kasabasından, şehrinden koparılarak bölgeye âdeta zorunlu göçe zorlanmış, ülkenin nüfus dengesi tepetaklak edilmiştir. Bölge belediyeleri imkânsızlıklar içerisinde altyapı ve kanalizasyona çözüm bulmaya çalışırken nüfus yoğunluğu ve yetersiz tesislerden dolayı istenen düzeye ulaşmakta zorlanmaktalar. Dolayısıyla Marmara Denizi ve çevre kaynaklar; göller, dereler, ırmaklar, yer altı suları aşırı kirlenmiştir. Bu kirlilik, yıllarca can çekişen Marmara'yı müsilaj görünümüyle kendi elimizle nasıl öldürdüğümüzü teyit ediyor. Ben hava kirliliğine, tuzlanmaya ve çoraklaşmaya girmiyorum bile. AKP'nin son yirmi yılda İstanbul'a ihanetini diyeceğim ama ben demiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı bizzat kendisi "Biz İstanbul'a ihanet ettik." demiştir. Evet, betona boğulan, ranta kurban edilen, iliklerine kadar sömürülen bir İstanbul. Yok edilen korular, dereler; betonlaşan, doğa karşıtı hâline getirilen ve dikey büyütülen bir İstanbul. İşte, AKP'nin arabesk İstanbul iştihası.

Değerli milletvekilleri, devletin stratejilerinin kalıcılığı sürdürülseydi muhtemelen İstanbul'un nüfusu bugün zaten yarı yarıya olmuş olacaktı, sanayi Anadolu'ya yayılacaktı, köyler daha modern ve yeterli nüfusu barındıracaktı, Anadolu şehirleri bugüne kadar daha gelişmiş olacaktı; böylece, denizlerin kirliliği de asgari düzeyde kalabilecekti. İşte, AKP yirmi yılda -bunun yirmi beş yılı belediye yönetimi- Türkiye'nin bu enfes diyarını müsilaja getirip dayadı.

Değerli arkadaşlar, 1994 yılında, Karadeniz'e kıyıdaş ülkelerce Karadeniz'in kirliliğinin ve su kaynaklarına olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla Viyana'da bir toplantı yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Viyana Ofisinde yapılan bu toplantı İstanbul hakkında da bilgiler içermektedir. O zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesini temsilen Sayın Mustafa Öztürk katılmıştı, ben de bu toplantıda İçişleri Bakanlığını temsilen -heyette- bulunuyordum. İstanbul'un yer üstü ve yer altı sularının nasıl aşırı kullanıldığını, nasıl kirletildiğini de burada ifade ettik. Bu toplantıda, Karadeniz'in nasıl kirletildiği anlatıldı, sene 1994'ün sonu. O günden bugüne yirmi yedi sene geçti, menzil bitti ve karşımızda deniz salyası. Ama deniz salyasına değinmeden âlemi sersem sanarak hâlâ "Kanal İstanbul yapacağım." diye konuşmak hangi ölçüye ve mantığa sığar? Bu hırsa nasıl bir isim verebileceğiz?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; su kendini yenileyebilen bir değerdir. Dünyanın yüzde 71'inin suyla kaplı olduğunu düşündüğümüzde bunun ancak yüzde 1'inin kullanılabilir olduğunu unutmamalıyız. Ancak küresel ısınma suyun hidrolojik çevrimine olumsuz etki etmektedir. Artan nüfus karşısında suyun oldukça tasarruflu kullanılması gerekir. Kullanım suyu ve endüstriyel suyun derin deniz deşarjıyla Marmara Denizi'ne verilmesi içler açısıdır. Bir de denizler ölmeye, artık mızrak çuvala sığmamaya başlayınca Çevre ve Şehircilik Bakanının devreye sokulması geç kalınmış bir karardır. Şaka gibi! 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde, müsilajın sularımızın yüzeyini kapladığı zamanda hiç yüksünmeden, hatta utanmadan çevreden bahsedilmesi ve törenler yapılması ayrı bir seremonidir, ayrı bir gülünç durumdur.

Değerli arkadaşlar, ben AK PARTİ'li arkadaşlara Profesör Mustafa Öztürk'ü davet ederek deniz salyası, Kanal İstanbul hakkında düşüncesine başvurulmasını tavsiye ediyorum. Biliyorsunuz, Sayın Öztürk Sayın Erdoğan'ın yakın mesai arkadaşıdır, en son Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarlığı da yapmıştır. Marmara ve Karadeniz ile İstanbul'un yer altı sularının nasıl kirlendiğini, yer altı sularının aşırı kullanımdan dolayı nasıl tuzlanmakta olduğunu da çok iyi bilir. Tedbir var mı? Tedbir yok.

Müsilajın en önemli nedenlerinden olan kanalizasyon ve atık suların İSKİ eliyle toplanıp deşarj edildiğini biliyoruz. İSKİ, bilindiği gibi, içme ve kullanma suyu, sanayi suyu ihtiyaçlarını karşılar, kullanılmış suları ve yağmur sularını toplayarak bertaraf etme işlemlerini yapar, kaynakların ve kıyıların evsel ve endüstriyel atık sularla kirletilmesinin önüne geçmeye çalışır ve kendisine tevdi edilen diğer işleri yapar. Buradan anlaşıldığı üzere SUKİ'ler yani su ve kanalizasyon idareleri başlı başına deniz salyasıyla baş edecek güce ve imkâna sahip değildir.

Değerli milletvekilleri, o hâlde bir eş güdüme ihtiyaç var. Ölmek üzere olan Marmara'nın kurtuluşunu zorlu ve sabırlı bir çalışmayla sağlamalıyız ancak bunu yapsak bile üç ile altı yıl arasında bunu komadan çıkarmamız mümkündür. Peki, buradan müsilajın nedenlerine değinirsek; biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, kanalizasyon ve endüstriyel atık deşarjının yapılmasını, denizin çöplüğe çevrilmesini, kömür santrallerinin soğuk su alıp sıcak suyu derin deniz deşarjına vermesini; inşaatları, tesisleri, santralleri -çimento, petrokimya- sayabiliriz. Evet, tüm bunlara arıtma zorunlu tutulmalıdır; aldatmaca bir arıtma değil, aksine, kimyasal ve biyolojik arıtma zorunlu olmalıdır, arıtması olmayan tesisler derhâl kapatılmalıdır. Deniz kirliliğinin maksimuma çıkması, ekosistemin sınırlarının aşılması Marmara'yı komaya sokmuştur, buna dikkat edilmelidir. Bugün "deniz salyası" diye bas bas bağırırken biz İYİ Parti olarak daha bir buçuk yıl önce Meclis araştırması önergesi vererek uyarı yapmıştık ancak 15 Ocak 2020 tarihinde vermiş olduğumuz bu Meclis araştırması önergemiz de asla dikkate alınmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çelik, tamamlayalım lütfen.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) - Peki, facianın sorumlusu kimdir? Tabii ki iktidardır. Müsilajı kim temizleyecek? Yine iktidar temizleyecek. Böyle komik bir iş olabilir mi? Tür çeşitliliğinin azaldığı, küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle farklı türlerin işgaline uğramaya başlayan Marmara Denizi bizi kara kara düşündürmelidir.

Değerli arkadaşlar, Marmara Denizi'ne günde 5 milyon ton atık su verilmektedir. Her ne olursa olsun bunu millî bir dava olarak görmeli, Marmara'yı kurtarmalıyız. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, daha çarşamba günü deniz ve çevre kirliliğine yönelik ikazlarda bulundu ve Türk kamuoyunu bu konuda bilgilendirdi, ikazını da iktidara yaptı. Sonuç olarak bir araştırma önergesinin kabul edilmesini yüksek heyetinizin takdirine sunuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)