| Konu: | (10/4413, 10/4430, 10/4431, 10/4432, 10/4433, 10/4434, 10/4435, 10/4436, 10/4437, 10/4438) No.lu Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.06.2021 |
HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Merhabalar.
Evet, sonunda Marmara Denizi isyan etti ve "Beni yok ederseniz, yaşam alanlarımı, benim yaşayacağım bir dünyayı yok ederseniz ben de sizi yok ederim." dedi. Ancak ondan sonra aklınız başınıza geldi, umarım gerçekten gelmiştir. Yoksa yine göstermelik bir komisyon, işte "Aman, üç beş tedbir aldık, hallettik." diye toplumu mu kandırmaya çalışacaksınız, göreceğiz. Zira, bugüne kadar kadın meselesinde, kadına yönelik şiddet meselesinde kurduğunuz komisyonlardan hiçbir sonuç alamadığımızı, yine aslında bildiğiniz o erkek egemen yaklaşımınızla devam ettiğinizi de çok iyi biliyoruz. Umarız ki bu sefer aklınız başınıza gelmiştir, umarız ki bu sefer ülke zararına, halkların zararına bir şeyler yapmazsınız diye söyleyerek başlamak istiyorum.
Şimdi, aslında mesele, sadece Türkiye'yi de ilgilendiren bir mesele değil; dünyada bir iklim krizi var, bir ekolojik kriz var ve bu ekolojik krizin ana kaynağı -açık söylemek gerekir- erkek egemen kapitalist sistemden kaynaklıdır. Bu erkek egemen kapitalist sistem tam da kâr mantığına dayalı olduğu için, her şeyi para olarak gördüğü için -aynı sizin her ağacı para olarak görmeniz gibi- her şeyi paraya dönüştürmeye çalışır; doğanın ne olduğuna, yaşam alanlarının ne olduğuna, işçilerin, emekçilerin, halkların, kadınların yaşamlarının ne olacağına bakmaz. Kendileri için yaşanabilir kentler kurarlar, özel güvenlikli bölgeler oluştururlar. Özel güvenlikli şehirler oluşturursunuz, kendiniz orada yaşarken yoksul halklar, emekçiler, özellikle kadınlar iklim krizinin karşısında ağır koşullarda çalışmak zorunda kalırlar.
İklim krizi erkek egemen sistemin bir sonucu olarak kadınları çok daha fazla etkiler çünkü kadınlar ve yoksullar en alt tabakada yer alır, yaşam koşulları itibarıyla zaten hiçbir olanağa sahip değildir. Erkek egemenliğin baskısıyla kadınlar zaten bütün eve dair işleri yapmaya zorlanır, ücretsiz olarak bütün bu emek gücünü vermeye zorlanır. İklim kriziyle, susuzlukla, kuraklıkla ya da sel baskınlarıyla ya da iklim krizinin sonucu olarak bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşmasıyla yine kadınlar fazla uğraşmak zorunda kalır.
İşte kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin yarattığı bu bağ nedeniyle de bugün, iklim krizine karşı, doğanın talanına karşı, yaşam alanlarının talanına karşı direnişlerde hep kadınları görürüz. Her yerde kadınlar öndedir çünkü en fazla kadınları ve tabii ki işçi sınıfını, ezilenleri vurur iklim krizinin kendisi. Yani iklim krizi öyle söylediğimiz gibi "Hepimizin payı vardır, hepimiz bu konuda sorumluyuz." dediğimiz bir alan değildir, o sizin klasik lafınızla hepimiz aynı gemide falan değiliz; yine, iklim krizi de sonuç olarak yoksulları, emekçileri, kadınları, halkları vuruyor maalesef.
Şimdi, dünyada kapitalizmin krizi olarak ortaya çıkan bu mesele bizim ülkemize geldiğimizde nasıl oluyor? Vallahi, en dehşetlisi herhâlde bizim ülkemizde yaşanıyor çünkü gördüğünüz her şeyi ranta çevirme ihtiyacı hisseden bir iktidarsınız. Ekonomik krizinizin, para kaynaklarını bulamayışınızın çözümünü de hemen nerede bir doğa var, nerede bir kaynak var, nerede bir ağaç var -aynı Gezi direnişinde gerçekleştiği gibi- gördüğünüz her yeri bir ranta çevirmeye çalışıyorsunuz; oradan büyük sermaye gruplarınıza, yandaş gruplarınıza nasıl kaynaklar aktarabiliriz, bunun derdine düşüyorsunuz. Orada yaşam alanlarında bulunan insanların büyük itirazlarına rağmen, hayatlarını ortaya koymalarına rağmen "Ya, buraya bunu yaparsanız biz burada yaşayamayız, nerede yaşayacağız?" diye ısrar etmelerine rağmen siz ısrarla bütün o yaşam alanlarını talan etmeye devam ediyorsunuz. Ha, bu arada, direnişe katılanlara da yaşam alanlarını savunanlara da polislerinizle, gazınızla, copunuzla müdahale ediyorsunuz ve onları susturuyorsunuz. Şimdi geliyorsunuz "Bir araştırma komisyonu kuralım." diyorsunuz, gerçekten, tabii, insanın aklına soru işaretleri geliyor. O zaman, neden yaşam alanlarını savunanları gözaltına aldırıyorsunuz? Neden baskı uygulayarak tehditlerinizle, şantajlarınızla onları mücadelelerinden geri çekmeye çalışıyorsunuz? O zaman bu soruyu sormaya gerek oluyor maalesef.
Şimdi, Marmara Denizi'nde ortaya çıkan deniz salyası gerçekten büyük bir felaket. Üstünde göründü ama mesele sadece üstünde görünmesi değildi, altı da çok ciddi anlamda canlıların yok olduğu bir felakete doğru giden bir durumda aslında. Buna ilişkin de yıllardır bu alanda çalışan kurumlar söylüyor aslında size, Çevre Mühendisleri Odası söylüyor, bu konuda çalışan demokratik kitle örgütleri söylüyor. "Ya Kanal Ya İstanbul" diye bir grubumuz var, bilmiyorum hiç takip ediyor musunuz. Adı üstünde "Kanal İstanbul'u yaparsanız İstanbul olmayacak." diyor, bunu açıkça söylüyor ama bilmiyorum siz bunu duymak ister misiniz. Şimdi, yıllardır söylenen şeye siz kulak asmadınız, bugün artık görünen bir noktaya geldiği için diyorsunuz ki: "Bu konuda bir tedbir alalım." İnşallah alırsınız.
Şimdi, İstanbul açısından yoğun bir nüfusun olduğu, ülke endüstrisinin yarıya yakınının çevresinde yer aldığı Marmara Denizi, yıllar boyunca derin deşarj yöntemiyle, çoğu basit bir arıtmadan geçen kentsel ve endüstriyel atık sular ve yağışlarla taşınan, tarımsal üretimde kullanılan gübre ve pestisitler, büyüklü küçüklü binlerce sanayi tesisinin boşalttığı zehirli sular, daha birçok kirlilik yüküyle âdeta katledildi. Kıyı dolgularıyla denizin en zengin ekolojik alanları yok edildi, bölgedeki havzalarda tarım ve evsel atık kaynaklı azot ve fosfor kirliliği ciddi boyutlara ulaştı, denizdeki sayısız canlı türü yok olmaya yüz tuttu; bugün de kurtarılabilir mi, gerçekten onu da bilemiyoruz.
Marmara Denizi artık yok olmanın eşiğinde ama aynı zamanda, hem içinde barındırdığı yaşam hem de kıyılarındaki yaşam çok ciddi bir tehdit altında. Artık, bir damla evsel veya endüstriyel atığın ileri biyolojik ve kimyasal arıtmadan geçmeden denize şarj edilmesi demek bu cinayete ortak olmak anlamına gelecek. Dolayısıyla, alınacak olan tedbirlerin öyle geçici tedbirler değil, gerçekten çözüm üreten tedbirler olması gerekiyor. Buna ilişkin Ulaştırma Bakanının geçenlerde bir cümlesi oldu. Dedi ki: "Kanal İstanbul yapıldığında Marmara'nın su kalitesi artacak, böylece Kanal İstanbul deniz salyasının önlenmesi konusunda da katkıda bulunacaktır." Yani herhâlde ya konu hakkında bilgisi yok ya Kanal İstanbul'u normalleştirmek için bu cümleleri kuruyor. Yani, kendi aslında ÇED raporunu, kendi yandaşlarınızın verdiği ÇED raporunu bile yalanlayan bir cümle kurdu.
Şimdi, yıllardır çevre mühendisleri odaları, Ya Kanal Ya İstanbul Grubu, akademisyenler, bilim insanları çalışmalar yapıyor ve bu çalışmalarda diyor ki: "Kanal İstanbul, yıkıma ve felakete yol açacak." Şimdi, Karadeniz'in zaten kirli olduğunu, Karadeniz'de akıntıların saat yönünün tersine olması nedeniyle -Tuna Nehri kaynaklı yoğun sanayi atıkları- Türkiye'nin kuzey kıyılarında kirliliğin, Karadeniz ortalamasından çok daha fazla birikmesine neden olduğunu söylüyor. Karadeniz'deki kirliliğin mevcut durumda Boğaz üzerinden Marmara'ya taşınması hâlinde, Kanal İstanbul'un kirliliği çözmek yerine çok daha yoğunlaştıracağını söylüyor; buradan Bakana iletmiş olalım, kimden bilgi alıyorsa bir daha sorsun.
Bir diğer şey, deniyor ki: "Eğer Kanal İstanbul yapılırsa bu sorun çözülecek." Şimdi, projenin yapım süresi ne kadar? On yıl. On yıl Marmara Denizi'nin zamanı falan kalmadı, hani Kanal İstanbul çözmeyecek de ama varsayalım ki çözeceğini düşünürseniz -on yıllık bir süre- bekleyecek hâli yok, ölüyor, size ölme sinyali veriyor.
Tıpkı doğayı talan eden diğer projelerde olduğu gibi -hani öve öve bitiremiyorsunuz ya mega projeler, köprüler, tüneller, havalimanları, otoyollar- dediniz ki: "Bunları yapacağız, ülke kalkınacak, yoksulluktan kurtulacağız vesaire, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri hâline geleceğiz." Ne oldu? Halk yoksullaştıkça yoksullaştı, bu projelerin hepsinden sadece sermaye grupları zenginleşti. Üstelik de bu zarar eden, geçiş garantileri verdiğiniz meselelerde zararları da halkın cebinden karşılamaya başladınız. Mesela ne? Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı gibi bütün bu büyük iddialarla ortaya koyduğunuz meselelerin hepsi aslında, özellikle Marmara ve Türkiye'nin geneli açısından ekolojik yıkıma neden oldu. Bütün bunlar da yetmedi; dolar garantileriyle köprüler yaptınız, tüneller yaptınız, otoyollar yaptınız ve bunu da halkın cebinden karşılamaya çalışıyorsunuz.
Üçüncü havalimanı meselesi; itiraz ettik, herkes itiraz etti, "Yanlış yere yapıyorsunuz, doğayı talan edeceksiniz, ormanları yok edeceksiniz." denildi. Çok ciddi iş cinayetlerinin yaşandığı bir yerdi. Geçenlerde, havalimanında hayatını kaybetmekten kaynaklı olarak orada çalışan işçilerin bir etkinliği olmuştu, seslerini çıkarmak istemişlerdi. Buna karşı yine siz polisinizle, emniyet güçlerinizle müdahale etmiştiniz, ona dair dava vardı. Siz, sesini çıkaranı yargıladığınız gibi havalimanı işçilerini de yargılamaya, onları susturmaya devam ediyorsunuz ama yine onların sözlerini, belki o gün söylenenleri dinlemiş olsaydınız bugün bütün bunlarla karşılaşmış olmayacaktınız.
Peki, bu Kanal İstanbul yapılırsa ne olacak? Biraz bunlardan bahsedelim, çok kez anlatıldı ama bir kez daha anlatalım. Ekolojik yıkımlar ve ekonomik zararlar çok daha fazla katlanacak. Kanal İstanbul Projesi'nde ısrar etmeniz hâlinde... 134 milyon metrekare tarım alanı yok olacak, yaklaşık 13 bin hektar orman arazisi etkilenecek, yüz binlerce ağaç kesilecek, güzergâhındaki alanda bulunan su kaynakları yok olacak. Olası bir depremde tsunami dalgaları riskini artıracak, havayı kirletecek ve halkın sağlığını tehlikeye atacak bir projeden bahsediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Marmara Denizi ölü denize dönüşecek çünkü deniz suyunun pH dengesi değişecek, su altı bitki örtüsü geri dönülmez şekilde zarar görecek, Marmara Denizi mikroplardan kendi kendine arınma yeteneğini kaybedecek. Kanal İstanbul'un yapım aşamasında her gün tek adımda 11 tona yakın dinamit patlatılacak olması, patlatma işlemlerinin yıllarca sürecek olması kanal güzergâhındaki aktif faylarda enerji birikimine neden olacak, bu da beklenen depremin çok daha fazla şiddetli olmasına yol açacak. Kanal İstanbul, daha fazla demir çelik, daha fazla çimento, beton ve asfalt, daha fazla iş makinesi ve hafriyat dolayısıyla da daha fazla fosil yakıt ve sera gazı demek yani yeniden bir çevre kirliliği demek.
Aslında, ülkenin her bölgesinde doğayı talan eden faaliyetlerinize devam ediyorsunuz. Kaz Dağları, Rize İkizdere, Bursa'da Kirazlıyayla, Şırnak'ta ve pek çok bölgede maden işletmeleri bunların birkaç örneği.
Kısaca, özetle şunu söylemek istiyorum: Önce doğayı talan etmekten vazgeçin, ondan sonra araştırma komisyonları kurun. (HDP sıralarından alkışlar)