| Konu: | (10/4413, 10/4430, 10/4431, 10/4432, 10/4433, 10/4434, 10/4435, 10/4436, 10/4437, 10/4438) No.lu Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.06.2021 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum.
Hayvan hakları yasasına ilişkin araştırma komisyonunda neredeyse bütün partiler muazzam bir mutabakata varmışlardı ama bugün yasanın ne biçimde çıktığını gördüğümüzde o günkü tespitimin doğru olduğunu düşünmeye başladım, o tespit de şuydu: Herkesin bu kadar hemfikir olması herhâlde araştırma komisyonundaki doğrultuda bir yasanın çıkmayacağının göstergesi demiştim ve ne yazık ki öyle oldu. Umarım, Marmara Denizi'ne ilişkin, tartıştığımız bu musibetin çözüme kavuşturulması için kurulacak olan komisyon buna uygun bir çerçeve oluşturur.
Belki, önce mevzunun felsefesiyle başlamak lazım. Dünyayı o kadar bizden ibaret görüyoruz ki her şeyin bizim için olduğunu, her şeyin bizim için var olduğunu düşündüğümüzden dolayı bizim dışımızdaki her şeye karşı son derece hoyratız. Kavramlar önemli değerli arkadaşlar, daha önce de defalarca söyledim; kaynak mı diyeceğiz, varlık mı diyeceğiz? Su kaynakları mı, su varlığı mı? Deniz kaynakları mı, deniz varlığı mı? Orman kaynakları mı, orman varlığı mı? Kaynak dediğiniz şey tüketmeye dönük bir şeydir, kaynak olan şeyi kullanırsınız; varlık olan şeyi muhafaza edersiniz, o sebeple bunların her biri bizim sahip olduğumuz değil, çocuklarımıza bırakmak zorunda olduğumuz değerler olarak görülmeli, varlıklar olarak görülmeli.
Bir diğer problem de şu "çevre" kavramı. Bu, doğru bir kavram değil. Çevre, kendimizi merkeze koyan bizi ve periferiyi tarif eden şeydir; merkezde olan kıymetlidir, periferide olansa merkezde olana hizmet etmek üzere kurumsallaşmıştır. Bir de bu sağ siyasetin bir kavramı var "İnsan eşrefimahlukattır." diye. Ya kurbağanın, tosbağanın, börtü böceğin, eşeğin ne haysiyetsizliğini gördünüz? Yani kardeşim, insanı merkeze aldığında, bütün ötekileri insan için görmeye başladığında, Marmara Denizi'nin kirlenmesi senin açından vakayiadiyeden bir meseledir. Kirlenmiştir, doğal bir meseledir, uygun şekilde de temizlenebilir. Dağı, ormanı kesersin, taş ocakları açarsın, işkencelerle perişan edersin, Salda Gölü'ne tecavüzde bulunursun, Kanal İstanbul yaparsın; öyle ya insan eşrefimahlukattır, onun dışındaki mahlukatların hukukunu, hakkını savunan bir üst bilince ulaşmadıktan sonra... Bak, şimdi Marmara'yı konuşuyoruz ama meselenin bir taraftan da önemi yok çünkü bu zihniyet, bu ülkeyi yönetmeye devam ettiği sürece... AKP'yi kastetmiyorum sadece, yani yirmi yıllık dönemde, bu hızlı kapitalistleşme sürecinde doğal varlıklarımızı en fazla yok eden partidir, onun hakkını verelim ama cumhuriyet iktidarlarının tümü üç aşağı beş yukarı aynı kafaya sahip oldukları için doğanın bu hâle gelmesinde kümülatif olarak hepsinin etkisi var değerli arkadaşlar.
Bir, Marmara Denizi'ne bakmak lazım, bu Marmara Denizi nasıl bir deniz? Altı-yedi bin yıllık çok genç bir denizden bahsediyoruz, dünyanın en genç denizi ve ekolojik açıdan da son derece hassas. Biliyorsunuz üst akıntının Karadeniz'den geldiği, oksijenin son derece az, anoksik ama besinin yoğun olduğu; alt akıntının Akdeniz'den geldiği, oksijeni bol ama besini az suyun birleşmesinden kaynaklı, bazı bilim insanlarının "astımlı bir bebek" olarak tarif ettikleri, ekolojik hassasiyetinin son derece kırılgan olduğu bir deniz. Bunu yıllardan beri biliyoruz. Şimdi, peki bu müsilaj nereden kaynaklandı? Bir defa 1960'tan itibaren hızlı kapitalistleşme, Haliç bölgesindeki özellikle sanayileşmeye dönük atılan adımlar kirliliği başlattı ama tetiği esas çeken şey, Haliç'in temizlenme projesiyle birlikte kuzey ve güney kolektörlerinin yapılması, Haliç'in Dalan'ın gözleri gibi olması projesi çerçevesinde oranın çamur atığının ve ardından ilçelerin, ardından tatil köylerinin, ardından sanayi tesislerinin tümünün atığının derin deniz deşarj sistemiyle Ahırkapı'nın açıklarında 63 metrede denizin altına basılmasıyla oldu. O zaman millet zıpladı. Şimdi Kanal İstanbul için zıplıyor ya herkes yani bilim çevreleri "Bu yanlıştır." diyor ya, işte o zaman da denildi ki yurt içindeki ve yurt dışındaki bilim otoriteleri tarafından: "Ya kardeşim, bu yanlış." Sanki bir bant var, onu siz denizin altına attığınızda alt akıntı onu alacak, götürecek, Karadeniz'e boşaltacak; böylece ne olacak? Marmara temizlenecek. Yani var ya, ne ahlak var bu anlayışta -bak, ahlaksız bir anlayış çünkü Karadeniz'i kirletmeye aday- ne de bilimin "b"si var. Bilimsel araştırmalara göre ancak yüzde 10'u bu dip akıntıyla Karadeniz'e taşınabilir niteliğe sahip. Bunun sonucunda, bu hassas ekolojik yapıya sahip olan şeyde yoğun bir kirlenme söz konusu oldu mu? Oldu. Bu hızlı sanayileşme, her şeyi para olarak gören, her şeyi rant olarak gören bakış açısı, Marmara Denizi'ni bir foseptik çukuruna çevirdi ya da bir arıtma tesisinin çökeltme havuzuna çevirdi.
Bunun sonucunda bu fitoplankton garibanı ne yapsın? Yani "fitoplankton" dediğiniz şey, ekolojik sistemin temelinde olan ve olmazsa denizde hiçbir canlının yaşayamayacağı bir şey aslında, bu kadar kıymetli bir şey. Fakat siz bu kirlilik sayesinde fitoplanktonları tüketecek olan organizma zincirini, o besin zincirini kırdığınızdan dolayı; bunları yiyecek, hazmedecek, tüketecek yapılar ortadan kalktığından dolayı; daha büyük yapılı, daha yüksek yapılı organizmalar ortamdan yok olduğundan, öldüklerinden dolayı; bu oksijensizlikten dolayı burada bir olağanüstü patlama oldu. Ayrıyeten fosfor ve azot gibi elementlerle beslenmesi, bu patlamayı daha da fazla artırdı.
Bakın, bu bir küresel ısınma meselesi değildir. Meseleyi öznesiyle tartışmak gerekir. Bu, küresel ısınma işi değil. Niye değil biliyor musunuz? Marmara'da ısı 3 derece arttı, Karadeniz'de, Ege'de 1 derece arttı. Marmara küresel ısınma sebebiyle 1 derece ısındı, Marmara'daki diğer 2 derece ısınmayı biz kendimiz yaptık yani atıklarımızı oraya atmak suretiyle, güneş ışınlarının denizden yansımasını engellemek suretiyle, suda daha fazla askıntı madde deşarjı yapmak suretiyle oradaki ısıyı artırdık. Bunun sonucunda şu anda böyle bir durumla karşı karşıyayız. "Bu hepimizin sorunudur, bilmem..." Ya, hepimizin sorunudur da hepimiz eşit derecede sorumlu falan değiliz. Bu, esasen, sermayenin ülkemize yaptığı ihanettir, ihanet. Bu, büyük bir alçaklıktır. Bilim çevrelerinin uyarılarına rağmen, bu zamana kadar ettiği laflara rağmen bunu yapmak ülkeye ihanettir. Aynı şeyi şimdi...
Bakın, Bakan bir şey açıkladı: "Beş yılda bu mesele çözülecek." diyor. Ya, niye insanları aldatıyorsunuz? Bu mesele çözülmez. Bu mesele ancak ve ancak biyolojik olarak müsilajın parçalanmasıyla, bakteriler tarafından parçalanmasıyla çözülebilir. 2007 müsilaj atağının parçalanması iki yıl sürmüştü, denizde oksijen fazlaydı; şimdi denizde oksijen son derece az, ne kadar süreceğini bilmiyoruz, ayrıyeten, bunları parçalayacak bakterilerin biyokütlesinin ekolojiye ne türden zararlar vereceğini de bilmiyoruz. Böyle hamasi şeylerle "Beş senede biz bunu çözeceğiz." falan demek ayıptır ya! Yani insanları akılsız yerine koymamak gerekir. Hele çıkıp da "İstanbul'un kurtuluş projesidir Kanal İstanbul." demek bilime ne kadar büyük bir ihanettir biliyor musunuz? Niye ihanettir? Anlattığım şey şu değerli arkadaşlar: Marmara Denizi'ndeki temel sorun oksijensizlik ve buna bağlı olarak suyun ısınması, bunların tümünün de sanayi ve evsel atıklar sayesinde ortaya çıkması. Marmara Denizi zaten astımlı bir çocuk; sen oraya bir kanal daha açtığında, zaten oksijeni az olan Karadeniz'in suyunu başka bir kanalla tekrar Marmara'ya dolduracaksın. Bak, kurban olayım, yani memleketin geleceği üzerine konuşuyoruz ha. Bu, oradaki oksijensizliği daha da fazla artıracak, oradaki kimyasal ve biyolojik aktiviteyi daha da fazla artıracak ve bu Marmara'nın toptan yok olması anlamına gelecek, nüfus göçleri anlamına gelecek. Şimdi bile Marmara bitti değerli arkadaşlar. Yani, öznesiz konuşmayalım, bunun bir öznesi var; bir sermaye düzenidir bunun öznesi ve şunu da bilerek konuşmak lazım ki Marmara Denizi öyle beş yılda, on yılda, yirmi yılda, otuz yılda geriye gelmez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam ediyor musunuz?
RIDVAN TURAN (Devamla) - Lütfen.
BAŞKAN - Bitirelim lütfen.
RIDVAN TURAN (Devamla) - Karekin Deveciyan diye 1915'te İstanbul Su Ürünleri Müdürlüğü yapmış bir Osmanlı Ermenisi var; yazdığı kitapta 124 tane ticari değeri olan balığın Marmara Denizi'nde yakalandığını anlatıyor. Kitapda çok güzel bir kitap, 60 lira, size de tavsiye ederim, herkes alsın. Ya, şu anda 10 tane değil biliyor musunuz Karadeniz'deki ticari değere sahip olan bu balıklar. Yani, muazzam bir yok oluş içerisindeyiz. Hani ben dalış falan da yapıyorum, nerede ne var onu da biliyorum; Marmara Denizi çoktan bitti. Eğer, bunu biraz daha derinleştirelim deniyorsa Kanal İstanbul'u da yapın kardeşim, daha çok sanayi tesisi de yapın! Bundan kurtulmanın tek yöntemi, bu sanayinin, bu betonlaşmanın, bu kimya şirketleri, plastik şirketlerinin, ne diyelim, derin deniz deşarjının, Çanakkale'deki termiklerin ortadan kalkacağı ve doğayla barışık bir kalkınmanın olacağı bir planlamadır.
Teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)