| Konu: | (10/4413, 10/4430, 10/4431, 10/4432, 10/4433, 10/4434, 10/4435, 10/4436, 10/4437, 10/4438) No.lu Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.06.2021 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu önergeyi hep birlikte verdik, inşallah hep beraber onaylayıp Mecliste Marmara Denizi'ndeki müsilaj meselesine ilişkin ortak bir perspektif geliştirerek bu meselenin çözümüne çok önemli ve ciddi bir katkı vereceğiz, öyle inanıyorum. Komisyonda tartışmalar, değerlendirmeler sürerken zaman zaman muhakkak geçmişe ilişkin, biraz da siyasal angajmana ve rekabete dayalı bir dille konuşmalar yapılabilir, burada da yapıldı; bunlar da kıymetlidir ama sonuçta, hepimiz rasyonel insanlarız, meselenin hepimizi aşkın bir boyutu olduğunu biliyoruz. O çerçevede, ortak akıl istikametinde -tıpkı bu önergede olduğu gibi- toplanıp o katkıyı vereceğimize inancımı buradan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Marmara'daki müsilaj meselesi muhakkak çözülecek ama mesele acaba sadece Marmara meselesi mi, Marmara'yı aşan boyutu nedir? Böyle baktığımızda, aslında uzunca bir süreden beri bu çevre meselesinin yükseldiğini, çok tartışıldığını, niçin birtakım problemler yaşadığınıza ilişkin hem akademik literatürde hem de siyasette çok çeşitli ve zengin değerlendirmelerin yapıldığını biliyoruz. Mesela dünya ısısı artıyor, küresel ısınma, şu anda 1,5 derece civarında tutmaya çalışıyorlar, o yönde çabalar var. Her 1 derecede her yerin ikliminin nasıl değiştiği ve bu çerçevede habitatın, oradaki canlıların biyolojik yapısının, tarımın bu değişmeyi takip ederek ne tür insani dramlar yaratacağını bir öngörüyle insanlar görüyorlar; o yüzden de ortak bir akıl geliştirerek küresel ısınmayı bir yerde tutma çerçevesinde bir tutum almaya çalışıyorlar hem siyaset marifetiyle hem alana ilişkin bilgisel müktesebatı çalıştırarak. Keza, suların kirlenmesi meselesi, bunlar son derece önemli.
Denizlerdeki bu kirlilik meselesi sadece Marmara'da değil, unutmayalım Atlas Okyanusu'nda bile kirlilik var ve orada çok geniş naylon dağları teşekkül ediyor, plastik poşetlerden oluşan büyük adalar teşekkül ediyor. Dolayısıyla, burada konuştuğumuz konu elbette dramatik bir şekilde öne çıktı ve bizim de konumuz Marmara olduğu için bunun üzerinde konuşacağız ama unutmayalım ki Marmara'daki kirliliğin burada sayılan ve ifade edilen konuların dışında genel ve küresel bir arka bağlamı var ve muhakkak, bu komisyon Marmara meselesini konuşur ve buradaki müsilajın nedenleri üzerine tartışmaları yürütürken aynı zamanda bu küresel backgrounda ilişkin de niçin insanlık çevreye ilişkin felaketlerin habercisi olan birtakım durumlarla yüzleşiyor, bunun arkasındaki -bir bakıma- ortak akılsızlık nedir, buna ilişkin de bir perspektifin, bir hassasiyetin, bir değerlendirmenin bu komisyonun işi olduğunu düşünüyorum.
"Ortak akılsızlık" dedim, işin tarihsel perspektifine bakacak olur isek aslında insanoğlunun, çok değil, kabile dönemine gidersek -dünyanın yaşı çok fazla, biliyorsunuz ve dört bin yıllık bir yazılı tarih var; bu, antropologların kabilelere ilişkin 18'inci, 19'uncu yüzyılda, 20'nci yüzyıla doğru yapmış olduğu çalışmalar- kabile dönemindeki insanların tabiatla olan ilişkisi modern insanın kavrayamayacağı bir ilişki biçimidir. Sinclair'in, Malinowski'nin, Radcliffe-Brown'un, Claude Levi-Strauss'un çalışmaları okunduğunda gerek Brezilya'daki yerlilerin gerek Kuzey Amerika'daki yerlilerin yahut da Avustralya'daki insanların tabiat ile insan arasındaki ilişkiyi bir denge ve bir kozmik bütünlük çerçevesinde gördüklerini müşahede ederiz. Mesela Claude Levi-Strauss Yaban Düşünce'de, yerlilerin topraktan bir şey alırken bir ağacın yumrusunu söktüklerinde veyahut ağacın dalından bir meyve aldıklarında tabiata mukabele etmek ve karşılığında bir hediye vermek şeklinde bir davranış içinde olduklarını söylüyor. İnsanların o dönemde tabiatın anlamlı bir parçası, o kozmik bütünlüğün, ona eklemlenen, tabiatın devamı olarak kendisini gören bir hayat telakkisi çerçevesinde baktıklarını gözlemliyoruz. Keza, Claude Levi-Strauss her ne kadar antropolog olsa da çok pırıltılı bir üslubu vardır ve eminim arkadaşlar Hüzünlü Dönenceler'e ilişkin gözlemlerini okuduklarında, kendi gözlemlediği, birinci elden müşahede ettiği kimi kabilelerde insanların aynı zamanda tabiatı istismar etmemenin, tabiata karşı o saygılı davranışlarının bir göstergesi şeklinde sınırlı bir tüketimle hayatlarını sürdürdüklerini bize söylüyor.
Kastım, kabile dönemine bir övgü yapmak ve "Yeniden geçmişe dönelim." demek elbette ki değil, böyle bir şey mümkün de değil ama buradan, insanlığın geçmişteki tecrübesinden, tabiatla kendisini bir bütün olarak gören hayat anlayışından modern insanın da çıkarması gereken bir netice var ve aynı zamanda "Biz bu noktaya nasıl geldik? Küresel birtakım çevre felaketlerine ilişkin dinamikleri nerede aramamız lazım?" meselesinin tarihsel izini de sürmemiz gerektiği çok açık bir şekilde ortadadır. Bu izi sürdüğümüzde, avcılık ve toplayıcılık döneminde, tarım döneminde insanoğlu tabiatla ve toprakla ilişki kurduğunda, tabiatı istismar etmek ve onu geri çevrilemeyecek bir şekilde kirletmek, dönüştürmek şeklinde bir davranışı, bir yaklaşımı olmadığını görüyoruz. Ama ip ne zaman kopuyor? İp, modernleşmeyle birlikte kopuyor, bunu unutmayalım. Aslında, 1680'lerden itibaren aydınlanma, pozitivizm, sekülerizm, dünyanın dünyalaşması, Max Weber'in dediği "büyü bozumu" bütün o tarihsel seyir içerisinde ipin de kopmaya başladığını görüyoruz. Böyle söylediğimde akılcılığa, pozitivizme, dünyanın dünyalaşmasına, büyü bozumuna, fizik ve metafizik arasındaki sınırın belirginleştiği bir yaklaşıma bütünüyle olumsuz ve eleştirel baktığım düşünülmesin.
Aydınlanmanın da, pozitivizmin de mutlak surette insanoğlunun gelişmesine ve medeni gelişmenin bugün bizim memnuniyetle karşıladığımız birçok ürününe ve sonucuna çok hayati katkılar sağladığını biliyoruz. Ama aynı zamanda, modernleşme dediğimiz paradigma beraberinde efendi-insan; tabiattan kendisini ayıran ve tabiatı sadece istismar edilecek bir alan olarak gören insan profilini güçlendirdiğini bize söylüyor. Özellikle, bunun da tarihteki düşünsel izleri takip edildiğinde, mesela Frankfurt Okulu vardır -buradaki arkadaşlar bilir- 20'nci yüzyılda önemli eleştirel ekollerden birisidir. Onlar, modernliğe ilişkin çok sağlam eleştiriler getirmişlerdir ve bu efendi-insan yaklaşımının tabiatın geri çevrilemeyecek bir şekilde kirlenmesinde ne kadar önemli bir rolü olduğunu çok detaylı bir şekilde ortaya koyarlar, sadece onlardan ibaret değildir tabii ki bu eleştiriler.
Şunu unutmayalım, kapitalizm gerçekten çok önemli işler yaptı modernleşmeyle birlikte -hikâye derin ve uzun- kitlesel üretimler büyükşehirler, metropoller doğurdu. Nüfus, 18'inci yüzyıldan sonra Avrupa'da ve dünyanın her tarafında çok olağanüstü bir şekilde arttı, bugün 8 milyara yaklaşan bir dünya nüfusu var. Bütün bu insanların beslenmesi, hayatlarını sürdürmesi için kitlevi üretimler, teknolojik gelişmeler çok önemli katkılar verdi ama unutmayalım, hemen tam da saydığımız bu olumlu hususların paralelinde, işte bugün üzerinde konuştuğumuz tabiat felaketlerinin de tarihsel izi kayda geçti. O bakımdan, modernleşmenin bir yüzü ilerleme, gelişmeyse modernleşmenin diğer yüzü de insanoğlunun bugün karşı karşıya olduğu ekolojik, küresel problemlerin henüz ipuçları ortaya çıktı ve eğer böyle bir akılsızlıkla, kolektif akılsızlıkla gidersek felaketlerin karşımıza çıktığını göreceğiz.
O bakımdan, gerek kapitalist dünyada gerekse... Biliyorsunuz Rusya'da bir komünist tecrübe oldu ama oranın da tabiata bakışında kapitalizmden herhangi bir farklılığı yoktur. Onlar da acımasız bir biçimde o kitle üretiminin, o sanayileşmenin, o hızlı gelişmenin, metropollerin arkasına düştüler, orada da farklı bir durum olmadı. Kapitalizm kadar komünizm de modernizmin çocuğu olarak hayat buldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Hocam.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Marmara'yı konuşacağız, tartışacağız. Marmara'ya ilişkin muhakkak çok önemli katkılar sağlayacağız ama bu komisyon, Türkiye'de bütün siyasi partilerin katılarak, farklı siyasi ekollerin yaklaşımıyla bu çok önemli mesele üzerine tartışmayı yürütecek bu komisyon, aynı zamanda insanoğlunun tarihsel hikâyesinde, çevreye ilişkin bu problemlerin geçmişi, müktesebatı nasıl teşekkül etti, bu ekolojik felakete giden yolların kaldırım taşları nasıl döşendi, buna yönelik bir perspektif de koyarsa, bizim yapacağımız çalışma sadece Marmara gibi mikro düzeyde herhangi bir işe ilişkin bir çalışma olarak kalmaz, aynı zamanda, eminim ki küresel ölçekte ekolojiye destek veren çok farklı siyaset ve ülkelerdeki bu yöndeki çalışmalara da anlamlı ve önemli bir destek olarak kendisine yer bulur. İnanıyorum ki buradaki insanların aklı ve sağduyusu, hem Marmara'nın kurtarılmasında hem de insanlığın bu ortak meselesinde bu katkıyı, bu değerlendirmeyi yapacaktır diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bütün arkadaşlara, komisyon kurulurken burada yaptıkları konuşmalar için teşekkür ederken, inşallah komisyon olarak da başarılı, verimli bir çalışma yaparak, bu önemli hususu, Türkiye'nin ve ümit ederim bu konuyla ilgili çeşitli uluslararası komisyonların, çalışmaların gündemine getirecek tarzda tekemmül ettirirler diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun. (Alkışlar)