GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:91
Tarih:15.06.2021

HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, yine, İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde getirilen ama aslında insan haklarını yok sayan bir yasayla karşı karşıyayız.

Şimdi, iktidar neyle meşgul? Bu ara iyice ortalığa saçılan suçlarının üstlerini örtmeye çalışırken yine herkesi terörist ilan etmeye, neredeyse milyonları teröristlikle suçlayarak onlara cezaevlerinin yollarını göstermekle meşgul, e, tabii, böyle olunca da sürekli bir cezaevi inşaatı yapmak zorunda kalıyor, yeni cezaevi açmakla da övünüyor; çok ilginç. Bir ülkede hani cezaevi açmakla değil, cezaevlerinin kapanmasıyla övünülür ama bu iktidar cezaevi açma müjdeleri veren bir iktidar.

Türkiye, Ocak 2020 itibarıyla Avrupa Konseyinin 47 üyesi arasında, her 100 bin kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısında ilk sırada. Tabii ki, özellikle siyasi mahpuslar açısından durum daha da vahim. Zira, ülkede herkes terörist ilan edilince artık kendileri de kavram bulamamış herhâlde, "en terörist olanlar" diye yeni kavramlar üretmek zorunda kaldılar.

Şimdi, şunu biliyoruz: Evet, bu, kapitalist sistem. Patriarkal kapitalizm eşitsizlik üzerine kurulu bir sistem ve bu eşitsizliği de garanti altına almak için kendi hukukunu, kendi yargısını, kendi cezalandırma sistemlerini kurar ve bu çerçevede -aslında, korunan yarar hani hep bize anlatılıyor ya, halkın yararı, halk için adalet gibi- aslında yönetenlerin, sermaye gruplarının, iktidarlarının geleceğini garantiye almak isteyen bir hukuk sistemiyle yönetilir. Şimdi, bizim ülkemiz, tabii, burjuva hukukunun uygulandığı ülkeler açısından şöyle bir fark gösteriyor: En azından kısmi burjuva hukukunun uygulandığı ülkelerde bu hukuka bir saygı duyulur, o çerçevede durulur ama bizde öyle değil, bizde düşmanla savaş hukuku devreye giriyor ve siyasi mahpuslar tam da bu savaş hukukunun gereği olarak yok edilmesi gereken kişiler olarak düşünülüyor. Ceza içinde ceza, tek tipleştirme ve ceza sisteminden sonra da yani cezaevinden çıktıktan sonra da denetim altına alınması, düşünce sisteminin denetim altına alınması gereği bütün koşulları yerine getirmeye çalışıyor bu iktidarlar. Türkiye cezaevlerinde, siyasi mahpuslar açısından yaşanan tüm bu hak gasplarının nedeni, tam da bu sömürücü çete-mafya düzeninin ayakta tutulmak istenmesinin sonucudur.

Tarih boyunca cezaevleri hep zapturapt altına alınmak istenmiş ama buna karşı da siyasi tutsaklar her zaman cezaevlerinden seslerini yükseltmişlerdir. Bugün de hapishanelerden tecride, hak gasplarına, hak ihlallerine karşı bir ses yükseliyor. Cezaevinde seslerini başka türlü duyuramadıkları için, başka kanallar bırakmadığınız için mecburen bedenlerini açlığa yatırarak tecride karşı, hak gasplarına karşı açlık grevini sürdüren insanlar var. Ama tabii siz bu hak gasplarınızı ortadan kaldırmak yerine, hukuku, adaleti sağlamak yerine açlık grevinde olanlara yeni soruşturmalarla, yeni disiplin cezalarıyla cevap veriyorsunuz.

İmralı'da uyguladığınız tümüyle hukuksuz, ciddi bir insan hakkı ihlali olan tecridi hukuki gibi göstermek için insan aklıyla alay edercesine disiplin cezaları uyguluyorsunuz, herhâlde kendiniz bile ikna olmuyorsunuzdur. Zira, siz de uyguladığınız tecridin ne ulusal ne de uluslararası mevzuat açısından kabul edilebilir olmadığını çok iyi biliyorsunuz, zaten açıklayamıyorsunuz.

Aynı zamanda tecridi -hukuken kabul edilmezliğinin yanında- Kürt sorununun demokratik çözümünün kanallarını tıkayan bir yöntem olarak da kullanıyorsunuz. Ne zaman tecrit derinleşse Kürt sorununda savaş politikalarına yöneliyor, Kürt halkına yönelik inkârcı politikalarınızla birlikte tüm halka yoksulluğu, açlığı, antidemokratik uygulamaları dayatıyorsunuz. Zira, Kürt meselesinde çözümsüzlük sizin için çok kullanışlı bir durum. Savaş politikalarınızla halka, işçilere, emekçilere, kadınlara yönelik suçlarınızın üstünü örtüyor, beka söylemleriyle politikalarınızı meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz. Elbette ki bu savaş düzeninizin aynı zamanda çete-mafya düzenini de daha fazla büyüttüğü ve neredeyse aslında iktidarınızın ortağı hâline getirdiği de çok açık. Oysaki çözüm sürecinde, tecridin kısmen de olsa kalktığı dönemde bu ülkede Kürt sorununda demokratik çözüm umudu tüm toplumdan onay almış; bu memlekette demokrasi adına, özgürlükler adına, bir arada, eşit koşullarda yaşam adına kanalların açılabileceği umudunu yaratmıştı. Ancak barış umudunuzun demokratik kanalların açılmasının iktidarınıza kaybettirdiğini gördüğünüz anda masayı devirdiniz; zira, sizin için önemli olan, bu ülkenin geleceği, halkın geleceği değil, her koşulda kendi iktidarınız, kendi bekanız idi. Savaş politikalarına dönüş ve tüm ülkeye yönelik baskıcı, otoriter, emek düşmanı siyasetiniz tüm toplumu baskı altına almaya çalışırken aynı zamanda tabii ki cezaevlerine de yöneldi. Zira, şu çok netti ki ne zaman toplum baskı altına alınmak istense, susturulmak istense ilk saldırılan yerler hep cezaevleri oldu; darbe dönemleri, 1990'lı yıllar, 12 Eylül cezaevleri, F tiplerine geçiş sürecinde yaşanan 19 Aralık katliamı ve arkasından gelen F tipi uygulamaları hep bunların örnekleriydi. Hani Kenan Evren'in "Asmayalım da besleyelim mi?" dediği sözü bugün belki sizin tarafınızdan söylenmese de aslında pratikte uygulanan bir düşünce olarak hâkimiyetini sürdürüyor.

Elbette ki tüm topluma yönelik gözaltılarla, tutuklamalarla, cezaevine konulma tehditleriyle toplumu susturmaya çalışıyorsunuz; cezaevi koşulları ağır, katlanamaz olduğunda da "Eğer sesinizi çıkarırsanız sizi bu ağır insan hakları ihlallerinin olduğu cezaevlerine tıkarım." diyerek toplumu tehdit ediyorsunuz. Cezaevleri uygulamaları sadece toplumu tehdit eden değil, aynı zamanda muhalifleri sisteminize onay vermeye zorlayan mekanizmalar olarak devreye giriyor. Adalet, eşitlik, özgürlük, barış, Kürt sorununda demokratik çözüm, halkların bir arada, eşit koşullarda yaşamasını, emeğin sömürülmemesini, kadın-erkek eşitliğini, LGBT+'ların yok sayılmamasını, engellilere yaşanabilir bir ülke yaratılmasını isteyenlere; doğanın tahrip edilmediği bir dünya için mücadele edenlere diyorsunuz ki: "Bu düşüncelerinizden vazgeçeceksiniz, bizim istediğimiz gibi düşüneceksiniz." Bütün bu ceza infaz sisteminiz muhalifler açısından aslında bu anlama geliyor, tüm cezaevlerine yayılan tecrit sisteminizin nedeni de bu. Tüm ülke tecrit altına alınmaya çalışılırken cezaevlerini de öncelikli tecrit alanları hâline getiriyorsunuz. Cezaevlerinde ceza içinde ceza uyguluyor, hatta bu yetmiyorsa hasta tutuklular aracılığıyla hayatlarını kaybetmeleri sizin için daha makbul. Zira siz, muhalifleri hakları olan bir insan olarak görmek yerine, yok edilmesi gerekenler olarak görüyorsunuz. Ceza infaz hukukuna ilişkin yaptığınız her düzenleme, fiilî, keyfî uygulamalar, öylesine ya da cezaevi müdürünün ya da gardiyanın kişisel tercihlerinden ya da yönelimlerinden olmuyor; bu yasaları siz çıkarıyorsunuz, bu fiilî uygulamalara yönelik talimatları siz veriyorsunuz, bunların her birinden haberdar olduğunuzu ve bilinçli politikalarla ürettiğinizi biliyoruz.

Patriarkal kapitalizmin yarattığı yoksulluk ve çaresizlik, suçsuz insanların suça itilmesine, cezaevlerine tıkıştırılarak insani koşullardan mahrum bırakılarak yaşamasına sebep oluyor. İktidarların halkın kaynaklarını sermaye için ya da şatafatlı hayatları için kullanması bu ülkede suç olmazken bir çocuğun baklava çalması ya da aç olan insanın karnını doyurmak için mecburen hırsızlık yapması suç sayılabiliyor.

Bankacılık sistemi, yasal tefecilik sistemi olarak çalışırken yasal olarak adlandırıldığı için suç olarak sayılmazken binlerce insan bu çete-tefeci düzeninin eline düşüyor. Adalete güvenin kalmadığı yerlerde insanlar çete-mafya düzenine mahkûm bırakılıyor, insanlar kendi adaletini aramak zorunda kalıyor.

İşte, suç ve suçluyu yaratan sisteminiz bununla da yetinmiyor, "suçlu" diye tariflediği ve cezaevlerine tıktığı insanlar üzerinden kâr sağlamak, sermayesine sermaye katmak için uğraşıyor. Hiçbir sınır tanımayan kapitalist tekeller cezaevlerini bile bir kâr alanı olarak görüyor. Mahpuslar ucuz emek gücü olarak görülüp zorla çalıştırılıyor, düşük ücretlerle çalışmaya zorlanıyor. Ve cezaevleri kâr sağlayan kurumlara dönüştürülüp sermayedarların gözünde mahpusların sömürüsüne dayalı fabrikalar olarak konumlandırılıyor. Hapishaneler adli mahkûmlar açısından bir ıslah yeri olarak tarif edilse de gerçek böyle değil; güçlünün güçsüzü ezdiği, parası, gücü olanın rahatça yaşadığı -aynı çete, mafya liderlerinin yaşamları gibi- yoksulların hem gardiyanlar hem de diğer mahkûmların baskısı altında yaşadığı yerler. Hırsızlık suçundan içeri giren bir kişi bir çetenin üyesi olarak dışarı çıkıyor. Hapishaneye girenlerin çoğunluğunun eski mahkûmlardan olması akıllara "Hapishane bir suç okulu mudur?" sorusunu beraberinde getiriyor. İnsanların dışarı çıktıklarında hayatlarını sürdürebilecek bir iş bulmaları mümkün değil, zira işsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir yerde sabıkası olan bir insanın iş bulması ise hiç mümkün olamıyor.

Yine, erkek egemenliğini besleyen kadın düşmanı siyasetiniz erkeklikle birleşince kadına yönelik şiddeti, kadına yönelik suçları çok daha fazla artırıyor. Kadınlar, dışarıda şiddete uğrarken aynı zamanda hayatlarını korumak zorunda kaldıklarında, yaşamlarını savunmak zorunda kaldıklarında cezaevlerine atılıyor, ne meşru müdafaa hakkı ne de kendini savunmak zorunda kalması dikkate alınmıyor ve içeride de aynı cinsiyetçi yaklaşımdan kaynaklı emek sömürüsüyle, yine içeride cinsiyetçi uygulamalarla karşı karşıya kalıyor.

LGBT'li mahpuslar ise en göz ardı edilenler. Özellikle trans tutuklu ve hükümlüler açık bir nefrete, şiddete, ayrımcılığa ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Cinsiyet geçiş operasyonları engelleniyor. Beyanları dikkate alınmadan sadece kimliğin rengine bakılarak erkek veya kadın cezaevlerine gönderiliyor, kantinden ihtiyaçları karşılanmıyor, açık cezaevine güvenlik gerekçesiyle geçirilmiyor, atölyelere dahi alınmıyorlar, sosyal haklardan da yararlanamıyorlar.

Şimdi, bugün getirilen, "muhteşem" diye geçmiş dönemde de sunduğunuz birtakım düzenlemeler var; yine onları da "insan hakları" "demokrasi" kavramıyla sundunuz. Bir bakalım, cezaevlerinde neler oluyor? Hapishanelerde her türlü hak talebine ya da ihlallere karşı verilen tepkilere hapishane idareleri tutanak tutarak, disiplin soruşturması başlatarak karşılık veriyor. Üstelik bu uygulamalar mahpusların birbiriyle selamlaşmaları ya da hâl hatır sormaları gibi son derece keyfî gerekçelere dayanabiliyor. Hapishanede yaşanan hak ihlallerini ve baskıları dışarıya bildirmek istediklerinde ise yeni bir disiplin soruşturmasıyla karşı karşıya kalıyorlar. Soruşturma ve cezalar bahane edilerek infazlar yakılıyor. Son geçirdiğiniz yasayla birlikte "gözlem kurulu" dediğiniz kurullarla birlikte tutukluların, hükümlülerin denetimli serbestlik hakları ve şartlı salıverme hakları yakılmaya başlandı. Özgürlüğe kavuşma hakkı, umut hakkı ellerinden alınıyor. Cezaevlerinde hükümlülüğü sona eren veya serbest kalma süresi çok yakın olup da infazı yanan çok sayıda hükümlü var. Ayrımcı İnfaz Yasası, siyasi nedenlerle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların hiçbir şekilde serbest kalamayacağı, ömür boyu hapishanede kalma sonucunu doğuracak uygulamalarla karşı karşıya; AİHM kararlarıyla da aslında ömür boyu cezaevinde kalmanın bir işkence olduğu tespit edilmesine rağmen.

Şimdi, birkaç cezaevinden örnek: Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Hapishanesinde Aydın Akdoğan'a pişman olup olmadığı sorulmuş, onun da "Pişmanlık duyacağım bir şey yapmadım." demesi üzerine iyi hâlli olmadığına karar verilmiş. Bolu F Tipi Hapishanesinde Bayram Ari'nin oda değişiminde sorun çıkardığı gerekçesiyle yine koşullu salıverilmesi engellenmiş. Bolu F Tipi Cezaevinde otuz yılını doldurmuş olan Fahrettin Şahin'in şartlı salıverilmesi hiçbir gerekçe gösterilmeden yakıldı. Edirne F Tipi Hapishanesinde bulunan Yusuf Dağ'ın yine gerekçesiz olarak, iyi hâlli olmadığı söylenerek koşullu salıverilmesi engellendi. Kişilerin özgürlüğünün bu kadar keyfî kararlarla ihlal edilmesi kabul edilebilir değil.

Hak ihlalleri sadece bunlarla da bitmiyor, sağlık hakları bakımından çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Aşırı kalabalık koğuşlarda tek kişilik, sağlıksız, "tabutluk" denilen nakil araçlarıyla sevkler yapılıyor. Özellikle kalp, astım, epilepsi hastalarının sağlıkları daha da kötüleşiyor. Mahpuslar kelepçeli muayene ediliyor, hasta mahpuslar revire geç çıkarılıyor, hastane sevkleri ya geç yapılıyor ya da hiç yapılmıyor. Adli Tıp Kurumunun verdiği raporları ise hepimiz biliyoruz; politik gerekçelerle "Cezaevinde kalabilir." raporlarıyla ünlü bir kurumdan bahsediyoruz. Üniversite hastanelerinin, tam teşekküllü hastanelerin ise raporları zaten dikkate alınmıyor. Kendi öz bakımını yapamayacak düzeyde psikolojik rahatsızlığı olan mahpuslar dahi tahliye edilmiyor.

Bakırköy Kadın Hapishanesi, Gebze Kadın Hapishanesi, Düzce T Tipi, Kandıra 1 No.lu F Tipi, Tekirdağ 1 ve 2 No.lu F Tipi, Maltepe 1 No.lu L Tipi, Metris R Tipi ve Silivri 5 No.lu L Tipi Hapishanesinde temizlik ve hijyen malzemeleri ya hiç verilmiyor ya çok az veriliyor; ilaçlamalar yapılmıyor ya da üstünkörü yapılıyor. Silivri 5 No.lu Hapishanesinde sadece koğuşlarda arama yapıldığı zaman dezenfekte yapılıyor, bunun dışında dezenfekte ürünleri verilmiyor. Sıcak su kesiliyor, aktığı zaman da çamurlu sular akıyor. Ortak alana çıkma hakları da -çok fazla sayıda cezaevinde- pandemi bahanesiyle ihlal edilmeye, yok sayılmaya devam ediliyor. Mart ayından beri hapishanelerde spor, sohbet gibi ortak alan faaliyetleri yaptırılmıyor. Allah'tan pandemi geldi de yine "Allah'ın lütfu!" deyip "Bütün hakları nasıl yok ederim?" diyerek ona bakıyorsunuz.

Batman T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ulaşımda zorluk yaşayan cezaevlerinden bir tanesi. Avukatlar, aileler ve ziyaretçiler cezaevi ulaşımı konusunda büyük sıkıntı yaşıyor. Beşiri ilçesinden cezaevine gidişlerde ulaşım aracı olmadığı için bu sebepten dolayı mahpus yakınları cezaevine görüşe giderken yaklaşık 2 kilometrelik yolu yürümek zorunda bırakılıyor; bu da yetmiyor, cezaevine giriş çıkışlarda "HES kodu" adı altında aslında GBT uygulaması yapılıyor.

Van T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu girişinde mahpuslar Ceyda Dindar, Gülistan Önver, Azize Öner'den "çıplak arama" adı altında tüm kıyafetlerinin çıkarılması istenmiş; personel 3 defa "eğil" "kalk" ve "öksür" şeklinde söylemlerde bulunmuş; saç dipleri, dili, dişleri dâhil olmak üzere vücutlarının her yerine ince arama yapılmış; personel tarafından şu cümle kullanılmış: "Ben bu işi zevkle yapıyorum." Karantina odasında temel ihtiyaçlarının ve kantin ihtiyaçlarının karşılanmasına dahi izin verilmemiş. Hani siz diyordunuz ya "Çıplak arama yok." diye!

Şimdi, cezaevinde tüm bu sorunlar yaşanırken, siz İnsan Hakları Eylem Planı'ndan bahsederken getirdiğiniz yasa ne diyor? Aslında "Biraz daha cezaevlerinde baskıları artıralım." demekten başka bir şey söylemiyor.

Şimdi, 1 ve 2'nci maddeye baktığımızda, ne söylüyor? Diyor ki: "Cumhuriyet savcılıklarının soruşturmayı sonlandırmaya ilişkin kararlarını başsavcılık denetleyecek." Buna neden ihtiyaç duydunuz acaba? Ya, zaten bütün savcıların yerlerini değiştirdiniz, atamalarını yenilediniz, istediğinize HSK aracılığıyla istediğiniz yeri açıyorsunuz; herhâlde yetmemiş olacak ki "Aman ola ki bu ifşalardan sonra hakkımızda bir dava açılır, aradan kaçar, gözden kaçırırız, o arada biri gider davayı açar." diye düşünüp bunu da bir zapturapt altına almaya çalışıyorsunuz. Bugün -bütün cümleleri şöyle kuruyordunuz- "Dava açılsın, her şey açığa çıksın, soruşturma yürütülsün." diyenler, niye acaba bu kadar cumhuriyet savcılıklarını denetim altına almaya çalışıyor, bir de onu izah etseler güzel olur.

Diğer bir hak ihlali noktanız -yetmemiş olacak ki size- hem elektronik iletişimin, mektubun, telgrafların kayda alınması hem de mahpusların yakınlarıyla yaptığı görüşmelerin kayda alınmasını düzenleyen bir madde getiriyorsunuz. Şimdi, özel hayatın gizliliğini ihlal, ifade özgürlüğünü ihlal, aile yaşamına dair bir ihlal... Bu sadece cezaevindeki kişinin de değil, aslında onu görüşe gelen kişinin de tüm haklarını ihlal eden bir düzenleme ama sizin için zaten "insan hakları" diye bir kavram olmadığı için, buradan tartışmak çok abes de olabiliyor.

Çocuklarla ilgili düzenleme... Şimdi, dediniz ki: "Çocuğun üstün yararı." "Çocukları korumak gerek." "İşte, anneler cezaevinde olduğu için çocuklar bütün bu çocuk haklarından mahrum kalıyorlar. O zaman, on yıl ve daha az süreli hapis cezalarında 15 yaşını doldurmamış çocuğun bulunması hâlinde anneler için infaz ertelemesi getirelim."

Şimdi, bir kere, yine çocuğa bakım yükünü, kadına yükleyen bir yaklaşımı annelik üzerinden tartışıyorsunuz. Her 2 ebeveyne verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ebeveynlerin 2'si de tutukluysa kiminle ilgili olacağı konusunda anlaşmazlık çıkması hâlinde bu konuda kadına öncelik tanınmasını söyleyeceğim ama yine bir ayrımcı uygulama "Toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı..." diyorsunuz. Yani: "Eğer hükümlü siyasiyse ben çocuk yararı falan gözetmem. Siyasinin çocuğu benim açımdan çocuk haklarına falan sahip değildir. O nedenle onları ayrı tutuyorum, onları bu haklardan yararlandırmayacağım." diyerek, bir kez daha, aslında çocuk hakları meselesinde öyle söylediğiniz gibi bir düşüncenizin olmadığını çok açık olarak ortaya koymuş oluyorsunuz.

Şimdi, diğer bir düzenleme de nakille ilgili bir düzenleme. "Cezaevlerinden nakilde ekonomik koşul yetersizliğinin ispatı hâlinde ücretsiz nakil." diyorsunuz. Ya, şimdi, önce kendiniz hakları ihlal ediyorsunuz, ondan sonra da lütfeder gibi "Bakın, bunu parasız hâle getireceğim." diyorsunuz. Şimdi, zaten siz cezaevlerinde insanları tutukladığınız zaman ailelerinden binlerce kilometre uzakta ya da yargılandığı yerden binlerce kilometre uzakta bir cezaevine gönderiyorsunuz, o da yetmiyor oradan oraya naklediyorsunuz, sürekli yer değiştirtiyorsunuz. Bütün bunları yaptıktan sonra "E, eğer talep ediyorsa ekonomik koşuluna bakacağım, yetersizse o koşulda ekonomik giderlerini ben karşılayacağım." diyorsunuz. Tam tersine cezaevindeki bir insanın bunun giderlerini karşılamasına zaten olanak yok. Dolayısıyla da nakil ücretinin aslında tümüyle idare tarafından karşılanması gerekiyor, bunun şarta, vesaireye bağlanmaması gerekiyor ama öncelikle de şunun kabul edilmesi gerekiyor: Mahkûmların, mahpusların nakil taleplerinin bir an önce kabul edilmesi gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz.

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Kilometrelerce uzaktaki cezaevlerinden şunu da yapıyorsunuz: Tutuklu diyor ki: "Ben duruşmama gitmek istiyorum." "Çok uzak, bu koşullarda götüremem, seni SEGBİS'le bağlayayım." diyorsunuz. Kendi yarattığınız koşulları SEGBİS'le katılmaya zorunlu kılmak için bir de bunları gerekçe yapıyorsunuz. Oysa yakın bir cezaevinde olması hâlinde zaten duruşmaya bizzat katılma hakkı var. Duruşmada aleniyet ilkesi geçerli, yüz yüzelik ilkesi geçerli ama tabii, bunlar sizin açınızdan geçerli hükümler değil.

Sonuç olarak, siz "Cezaevleriyle ilgili ya da genel olarak ceza hukukuyla ilgili ya da işçilerle, emekçilerle ilgili bir düzenleme yapacağız." dediğinizde ve bunu insan hakları bağlamında, demokrasi bağlamında söylediğinizde, ya, ne hikmetse her seferinde ya işçi düşmanı ya kadın düşmanı ya da cezaevindeki mahpuslar açısından yeni bir düşmanla savaş hukuku uygulamasını getirecek düzenlemeler yapıyorsunuz. O yüzden artık lütfen şu "insan hakları" lafını bari kullanmayın, niyetiniz neyse açık söyleyin. (HDP sıralarından alkışlar)