GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Askeri Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:96
Tarih:24.06.2021

HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - İzmir il binamızda katledilen kadın yoldaşımız Deniz Poyraz'ı anarak başlamak istiyorum; anısı mücadelemizde yaşayacak, onun uğruna yaşamını yitirdiği bütün değerlere sahip çıkmak üzere görev aldığımızı da hatırlatmak isterim.

Şimdi, bakın, bu ülkede bir parti binası basıldı, bir katliam yapıldı, hatta bu katliamın daha fazla genişletilmek istendiği sanık tarafından itiraf edildi; dedi ki: "Ben aslında içeride daha fazla kişiyi öldürmeyi bekliyordum, hatta daha önce planlar yapmıştım." Eş Başkanlarımıza yönelik, milletvekillerine yönelik de cinayet planlarını yaptığını anlattı. Şimdi, bu Meclis ne yapıyor? Bu kadar ciddi bir katliam hazırlığının olduğu bir ülkede, birinin açıkça bunu itiraf ettiği bir ülkede, basit bir olaymış gibi, sıradan bir meseleymiş gibi geçiştirmeye çalışıyor. İktidar, süslü kınama cümleleriyle geçiştirmeye çalışırken küçük ortaksa zaten cinayeti sahipleniyor neredeyse.

Şimdi, Emniyet ne yapıyor? Emniyeti, savcısı hemen daha olayın olduğu gün açıklamalar yapıyor: "Bireysel bir mesele." "Psikolojisi bozukmuş." gibi açıklamalarla olayın organize olduğunun, aslında bir katliam hazırlığının, belki de bundan sonraki süreçte gelişebilecek bir zeminin hazırlığının olduğunun üstünü örtmeye çalışıyor. Yetmedi, bakın, birileri sürekli -bu işlerin içinden gelenler, bu çetelerin içerisinden gelenler, bu yapıları çok iyi bilenler- diyor ki: "Bu katliamlar devam edecek, daha ağır koşullar da gelecek." Ve buna rağmen bu Meclis, bu iktidar, bu emniyet güçleri, İçişleri Bakanlığı hiçbir şey olmamış gibi aynı şekilde hayatlarını sürdürüyor.

İzmir il binamızı biraz anlatmak istiyorum: İzmir il binamız Emniyetin çok yakınında, en işlek caddede, etrafında çok sayıda MOBESE kameraları bulunan bir yer. Karşısında bir çadır var; polisin kurduğu, polisin organize ettiği, provokasyon için organize edilen bir çadır ve etrafında polislerin çok sıkı güvenlik aldığı bir çadırdan bahsediyoruz. Binanın önü, sağı solu, nereye bakarsanız sivil polislerle dolu bir binadan bakıyoruz. Âdeta bir karakol hâline getirilmiş. Şimdi soralım: Bu saldırgan, bu kadar karakol hâline gelmiş bir yere elini kolunu sallayarak nasıl girebiliyor? Bizim arkadaşlarımız GBT kontrolü yapılmadan kendi binamıza giremiyorken bu saldırgan nasıl bu kadar rahatlıkla geliyor? Üstelik de kaç defa geldiğini, keşif yaptığını, üst katlara çıktığını anlatıyor, bütün bu hikâyeleri anlatıyor. Hiç mi dikkat çekmemiş, polisin hiç mi dikkatini çekmemiş? O zaman soralım: Nasıl oldu da bu içeri girdi, polisin haberi yoksa nasıl içeri girdi? Görgü tanıkları diyor ki: "Saldırgan içeriye silahını çekerek girdi." Yani dışarıda görüyor insanlar ve bu bilgiyi veriyorlar. Polis nasıl görmedi, nasıl görmedi? Saldırganların içeride olduğunu bildiği hâlde -ki o sırada silah sesleri gelmiş- polisler kapının önünde duruyor sadece; hiçbir şey yapmıyor, kapının önünde duruyor. Neden silah sesinin duyulmasına rağmen içeriye müdahale edilmiyor? Emniyet bir dakika uzaklıkta. Bir dakika uzaklıktaki bir yerden gelmeleri yirmi dakika sürüyor. Yirmi dakika sonra geliyorlar ama yine müdahale etmiyorlar, kapıda bekliyorlar, bizim arkadaşlarımızın da girmesini engelliyorlar, bu arada kadın arkadaşımız öldürülüyor. Polis, MOBESE kayıtlarını topluyor, bize bir örneğini vermediği gibi esnaftan topladığı bütün kayıtları da siliyor. Neden bir örneği avukatlarımıza verilmiyor, gizlenmek istenen ne? Bunu sormak lazım.

Diğer bir mesele, şimdi, biz ne zaman anayasal bir hakkımızı kullanmak istesek, bir protesto yapmak istesek anında bir saldırıyla karşılaşırız; polis anında bize saldırır, yerlerde sürükler ama nedense bu katili gözaltına alırken şefkatli kollarını açarak alıyor. Ne diyor polis? "İsmin ne abiciğim?" diyor çünkü abisi olarak görüyor, yakını olarak görüyor, çünkü zaten o katliamı destekleyen bir yerde duruyor bu anlayış; aynı Hrant Dink'in katiline yaptıkları muamele gibi. Bu olayı protesto etmek için sokağa çıkıp basın açıklaması yapmak isteyen arkadaşlarımıza davranışları nasıl? MYK Üyemiz Veli Saçılık yerlerde sürüklendi; sırtına basıldı, ezilmeye çalışıldı, cinsiyetçi küfürlerle annesine, kız kardeşine tehditler savruldu. O da yetmedi, kadın arkadaşlarımız İzmir il binamız önünde açıklama yapmak istediğinde, bu katliama ilişkin açıklama yapmak istediğinde kadın arkadaşlarımıza saldırdılar. Kimi koruyorsunuz o zaman siz, kimi koruyorsunuz gerçekten? Bizim kapımızın önünde duran polisin kimi koruduğunu biz çok açık biliyoruz. Partimiz sürekli tehditler alıyordu; arkadaşlarımız, il başkanlarımız, vekillerimiz Valilik ile Emniyetle görüşmek istedi, hiçbir görüşmeye doğru düzgün cevap verilmedi. En son, sık ısrarlar üzerine bir görüşme yapıldı, anlatıldı durum, "Buraya yönelik saldırılar olabilir, tehditler alıyoruz, bu çadır burada provokasyon yaratıyor." denildi ama hiç kale alınmadı ve sonunda da bu katliam geldi.

Çok ilginç şeyler var: Bakın, Deniz Poyraz'ı katlettikten sonra bu katil, bu tetikçi fotoğrafını paylaşıyor, katlettiği kişinin öldürülmüş hâldeki fotoğrafını paylaşıyor. Arkasından bu fotoğrafa ilişkin birileri arıyor, bununla görüşüyor, yazışmalar yapıyor, bu kişinin ifadesi neden alınmadı? Böyle mi yürütülüyor soruşturmalar? Bu katil gözaltındayken cep telefonundan bir paylaşımı beğeniyor. Gözaltında telefonu mu alınmadı yoksa bu hesap başkalarının elinde de, bu da mı kullanılıyor, kim kullandı? Bunu sordu mu Emniyet, araştırdı mı savcılık? Hayır.

Yine bu tetikçinin ateş eğitimi aldığı, silah eğitimi aldığı ve bu eğitimin öyle sıradan bir eğitim olmadığına dair bilgiler var. Peki bu eğitimi aldığı yerler, kimlerle birlikte eğitime gittiği, nasıl bir süreçten geçtiğine dair bir araştırma var mı? Yok. Basit bir ifade alınmış geçilmiş.

Yine bu kişi sadece bir sağlık memuru olmasına rağmen çok ciddi paralar harcıyor, taksiyle seyahat ediyor, uluslararası seyahatler yapıyor, silah satın alıyor, silah ruhsatı alıyor. O silah ruhsatı nasıl veriliyor onu da bilmiyoruz. Bize verilmeyen silah ruhsatı bu katile kolaylıkla verilebiliyor. Bu paranın kaynağı nereden geliyor, kimler finanse ediyor? Bunu araştırdılar mı? Elbette ki hayır. Ne oldu? Basit bir gözaltı, yirmi dört saat bile olmayan bir gözaltıyla ertesi gün adliyeye çıkarıldı, klasik format sorular soruldu, gayet de pohpohlanarak gözaltı süreci geçirildi, anında tutuklandı, gönderildi. Neyin araştırmasını yaptınız bir gün içerisinde? Bütün bu bağlantıları açığa çıkaracak herhangi bir adım attınız mı? Atılmadı, aynı buranın yaptığı gibi. Burada ne dedik biz? Araştırma önergesiyle bu konu araştırılsın dedik. Neden reddediyorsunuz? Neyi gizliyorsunuz, neyi saklamaya çalışıyorsunuz da araştırma önergemizi reddediyorsunuz, Emniyetteki, savcılıktaki araştırmaları bu kadar üstünkörü, basit yapıyorsunuz? Şimdi, bunların cevabı verilmeden böyle kınamalar, şunlar bunlarla geçiştirmek olmuyor. İnsanlar en basit soruşturmalarda günlerce gözaltında tutuluyor, bir sosyal medya paylaşımından, bir toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefetten günlerce gözaltında tutulurken nasıl oluyor da bu katil, bu tetikçi "Tek başına yaptı." "Aman efendim, psikolojik sorunları var." diye bir günlük gözaltıyla hemen cezaevine gönderilebiliyor?

Şimdi, biz şunu biliyoruz: Bu saldırı öyle bireysel saldırı falan değil, örgütlü faşist bir saldırı. Tek bir kişi eliyle falan filan da yapılmadı. Bizler, Deniz'i katledeni, katilleri yaratanları, besleyenleri, destekleyenleri, saldıranları ve sonrasında da cezasız bırakanları çok yakından tanıyoruz. Bu örneğe gerek yok, binlerce örnekle tanıyoruz. Bu saldırının sorumluları, 7 Haziran seçimlerinden sonra iktidarını kaybetme korkusuyla ülkeyi kana bulayanlardır; beyaz Toroslarla tehditler savurup "Ver 400'ü, al huzuru." diye halka gözdağı vermeye kalkanlardır. Bu saldırıların sorumluları, çözüm sürecini bitirip savaştan nemalanmaya çalışanlardır; Sur'u, Cizre'yi, Silvan'ı, Lice'yi, Nusaybin'i harabeye çevirenlerdir. Bu saldırıların sorumluları, Diyarbakır'da seçim mitingimize bomba yerleştirenleri koruyan, kollayanlardır. Bu saldırıların sorumluları, Suruç'ta 33 canımızı katledenlere göz yumanlardır. Bu saldırıların sorumluları, 10 Ekimde Ankara Gar'ında canlarımızı katledenleri azmettiren kişilerdir. Bu saldırıların sorumluları, dün Tozkoparan'da, Küba Mahallesi'nde evlerinden barklarından atılmaya karşı durmak isteyenlere polis saldırısını gerçekleştirenlerdir. Bu saldırıların sorumluları "Kimlik sorma hakkın yok." dediği için özel güvenlik tarafından şiddete uğrayan doktor arkadaşımıza yönelik saldırı talimatını verenlerdir. Bu katliamın sorumluları; Çorlu tren katliamında gerçek sorumluları gizleyenlerdir; Soma katliamında, maden katliamında cezasızlıkla ödüllendirilenlerle aynı kişilerdir; İstanbul Sözleşmesi'nden imzayı çekmek isteyen, kadına yönelik her türlü şiddetin önünü açanlardır; bugün Danıştayın önünde dava başvurularına ilişkin açıklama yapmak isteyen kadın arkadaşlarımızı polis engeliyle durdurmaya çalışanlardır; mafya ve çete üyeleri cezaevlerinde padişahlar gibi yaşarken hasta mahpusları ölüme terk edenlerdir; şatafatlı hayatları daha şatafatlı hâle gelsin diye halka açlığı, yoksulluğu dayatanlardır; aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır; Boğaziçi öğrencilerine saldıranlar, kayyum atayanlardır; esnafı borç batağına sürükleyenler, çiftçinin toprağına, üretim araçlarına el koyanlardır. Doğasını savunana, emekçilere, kadınlara, bir arada, eşit koşullarda yaşam isteğine saldıranlar bu cinayetin de aslında sorumlularıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Herkes bu saldırıda kimlerin payı olduğunu çok iyi biliyor. Cihatçı çetelerle, mafyayla, paramiliter gruplarla kan dökme, savaştan beslenme planları yapıldığını çok iyi biliyoruz. HDP'yi de çöktürme planları, kumpas davalarıyla, kapatma davalarıyla HDP'yi yok etmeye çalıştığınızı da biliyoruz ama emin olun ki HDP öyle kapatma davalarınıza boyun eğecek, bundan dolayı geri çekilecek bir parti değil. Çünkü HDP yılların birikimiyle, yılların mücadelesiyle gelmiş bir parti, halka dayanan bir parti, halkın öz gücüne dayanan bir parti ama siz çıkarlarınıza dayanan bir partisiniz, çıkar grupları çıkarlar çatıştığında birbirine düşer, dağılıp gidersiniz. Ama şuna emin olun, biz sizi öyle Anayasa Mahkemesinin uyduruk kararlarıyla, uyduruk iddianameleriyle falan götürmeyeceğiz. Bu halk sizi götürecek, bu halk götürecek, bu halk yargılayacak da sizi emin olun; suçlarınızla yargılayacak, sizin öyle gösterdiğiniz sahte delillerle falan yargılamayacak, gerçek suçlarınızla yargılanacaksınız, yaptıklarınızın hepsinin hesabını vereceksiniz. (HDP sıralarından alkışlar)