GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:97
Tarih:29.06.2021

HDP GRUBU ADINA ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli halkımız; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, ölüm yıl dönümü nedeniyle sevgili Orhan Doğan ile idam edilen Şeyh Sait ve arkadaşlarını saygıyla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, 275 sıra sayılı Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım.

AKP iktidarı döneminde yasa yapma tekniği bütünüyle yürütmenin istek ve taleplerine uygun bir şekilde komisyonlarda görüşülmekte, bu süreçte muhalefet partilerinin katkı ve önerileri yok sayılmaktadır. Muhalefet partilerinin verdiği kanun teklifleri komisyonlarda hiçbir şekilde görüşülmemekte ve gündeme hiçbir şekilde alınmamaktadır. Öte yandan, komisyon görüşmeleri tamamlandıktan sonra muhalefet şerhinin yazılması için normalde belli bir süre verilmesi gerekirken komisyon bu usule de riayet etmemekte ve İç Tüzük hükümlerini çok açık bir şekilde ihlal etmektedir. Muhalefet partilerine şerh yazılması için birkaç saatlik bir zaman verilmesi, sağlıklı ve nitelikli kanun yapma yönünde çok ciddi bir engel teşkil etmektedir. İktidar, âdeta yangından mal kaçırırcasına kanun tekliflerini Genel Kurul gündemine taşıma gayreti içerisindedir. Ayrıca, komisyon görüşmeleri tamamlandıktan sonra teklifin Genel Kurul gündemine gelmesi için en az kırk sekiz saat geçmesi gerekirken teklifler alelacele Genel Kurul gündemine getirilmekte dolayısıyla Mecliste bulunan vekiller yasa teklifine hazırlanamamakta, böyle olunca Genel Kurul tartışmaları da sağlıklı bir şekilde devam edememektedir. AKP iktidarı getirdiği yasa tekliflerini böylece kamuoyundan da kaçırmış oluyor. Torba yasa tekniğiyle yasa yapım tekniğinde büyük bir sıkıntıya yol açan AKP iktidarı, yukarıda sözü edilen yöntemlerle yasa yapım tekniği ruhuna büyük bir zarar vermektedir.

AKP iktidarı, komisyona getirdiği yasa tekliflerinin birçoğunda uzman görüşlerini dikkate almamakta, uzmanlar çoğu zaman komisyona dahi davet edilmemektedir. Bu yasa teklifi görüşmelerinde de aynı şey olmuş, aynı yol ve yöntem takip edilmiştir. Örneğin, böyle bir yasa teklifiyle Kırıkkale ekonomisinin nasıl etkileneceğine, çalışan memur ve personelinin ne gibi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağına, özelleştirme sürecinde hangi sorunlar yaşanacağına ilişkin meseleler göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla Meclis, Kırıkkale halkı için değil sermaye için seferber olmuş, bu süreçte sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir kanun teklifiyle karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde, bu yasa teklifinin öncelikle görüşülmesi gereken yerlerden biri KİT Komisyonuyken bu hassasiyet de göz ardı edilmiş, Kırıkkale'yi Kırıkkale yapan Makine Kimya Endüstrisinin özelleştirilmesine zemin hazırlama hâline gelmiştir. Hazırlanan bu kanun teklifinin alt komisyonda uzmanlarla birlikte değerlendirilmesi gerekliliğiyse gerçek anlamda es geçilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi, birçok açıdan sıkıntılı bir yasa teklifidir. Bu yasa teklifi esasen kamunun tasfiyesini amaçlayan, sermayenin çıkarlarını gözeten, kamu yararını sermayeye peşkeş çeken bir yasa teklifidir. Bu yasa teklifiyle kurum şirkete çevrilerek özeleştirmenin zemini ve yolu açılmaktadır. Yasa teklifiyle kurum sermayesinin tamamı Hazineye aktarılacak dolayısıyla, Hazine tarafından kısmi olarak ya da bir bütün olarak satılması veya alınmasının veyahut da ortadan kaldırılmasının, özel şirkete peşkeş çekilmesinin yolu açılmaktadır.

Denetimden kaçılmadığı iddia edilmektedir ancak mevcuttaki denetim mekanizmaları bile doğru düzgün bir şekilde işletilmemekte, anonim şirketin denetlenmesi ya da yasalara uygun şekilde denetlenmesi ihtimaliyse söz konusu olmayacaktır. Mevcut iş güvencesine rağmen, personel arasında ayrım yapan, sürgün ve dışlama gibi birçok baskı aracını kullanan yönetimler tarafından hiçbir personelin işten çıkarılmasının kesinlikle söz konusu olmayacağını ve personelin tüm mali ve sosyal haklarının korunacağı yönündeki açıklamalara inanmaksa mümkün değildir değerli arkadaşlar. Böylece Makine Kimya Endüstrisinin KİT statüsünden daha esnek, özel sektör dinamizmiyle hareket eden, özellikle personel rejimi açısından çok daha esnek ve işe alımlarda torpil ve referansın dikkate alınacağı bir yapıya bürünmesi amaçlanmaktadır. Dahası, sadece MKE değil, tüm KİT'lerin tasfiyesiyle kamu küçültülerek tamamen özel sektörün insafına terk edilmesi yönünde adım atılmaktadır. Yani ortak alma, parça parça satma, yap-işlet-devret modeli ve benzeri yöntemlerle kurumun bütün faaliyet alanlarının özel sektöre peşkeş çekilmesi için başlangıç adımı atılmış durumdadır. Son beş yıldır, AKP iktidarı tarafından kurumun yönetim kadrolarına dışarıdan kişiler yönetici olarak atanmıştır, bu önemli bir sorundur. Bu yöneticiler de AKP iktidarı tarafından neden atandığı veya neden görevden alındığı anlaşılmadan sık sık değiştirilmiştir, bu da ayrı bir sorudur. Bakanlıklarda ve birçok kurumda yaşanan kayırmacılık, sürgün, yer değiştirmeler, Makine ve Kimya Endüstrisinin de son beş yılına damgasını vuran bir gerçekliktir değerli arkadaşlar.

Ekonomik olarak ülkeyi krize sürüklemiş olan iktidar, çözümü bir kez daha kamuyu tasfiye etmekte aramaktadır. Kamu iktisadi teşekküllerine bir anonim şirket statüsünü kazandırmakta, bunların satışına zemin hazırlanmaktadır. Böylelikle, binlerce kamu çalışanın iş güvencesi elinden alınmış olacaktır. Her ne kadar Makine ve Kimya Endüstrisi tarafından mevcut kanun teklifinin bir özelleştirme adımı olmadığı iddia edilse de çalışan personelin görüşü alınmadığı gibi, personele ilişkin olan kısımsa kesinlikle ve kesinlikle Özelleştirme Kanunu kapsamında yer alacaktır. İşçilere, çalışanlara dair mağduriyetleri biz geçmişte Ziraat Bankasında gördük, ne yazık ki biz geçmişte TELEKOM'un özelleştirmesinde görmüş bulunuyoruz. Aktif olarak çalışan hatların, milyonlarca adet alım garantisi verilerek MKE'ye ait tüm teknik bilgi paketlerinin özel firmalara satıldığı hatta bunlarla ilgili sözleşmelerin imzalandığı bilgisi verilmektedir.

AKP iktidarları döneminde yol, köprü ihalelerinde olduğu gibi alım garantili bir özelleştirme süreci yaşanacağı bizzat çalışanlar tarafından bizlere iletilmektedir. Dolayısıyla, tıpkı diğer ihalelerde olduğu gibi sadece Makine ve Kimya Endüstrisi çalışanları mağdur olmayacak aynı zamanda kamu kaynakları sermayedarlar için alım garantili bir şekilde servis edilecektir.

Öte yandan, Makine ve Kimya Endüstrisi yöneticileri tarafından iddia edildiği gibi mevcut kanundan kaynaklı sınırlamalar da söz konusu değildir. Mevcut durumda, kendi istedikleri personele performans ödemesi yapmakta, çeşitli projeler ve iş kalemleri için hizmet alımı ve benzeri şekilde danışman, personel veya firma kullanımı yapılmakta ve dahası mevcut İhale Kanunu'na rağmen adrese teslim işler verilmesi konusunda hiçbir engelle karşılaşmamıştır bu mevcut olan Hükûmet.

Ayrıca, tüm kamuda olduğu gibi Makine ve Kimya Enstitüsü Kurumu da tepeden inme yöneticiler tarafından yönetilmektedir. Kurumların kendi içerisinden, liyakat şartlarına uygun, tecrübe ve bilgi birikimi dikkate alınmadan yapılan yönetici atamaları sorun olmaya devam etmektedir bütün kurumlarda olduğu gibi. Atanan veya mevcut yöneticiler, hem memur hem de işçiler arasında, iktidara yakın ya da yandaş sendikaların referansları doğrultusunda personel görevlendirmeleri yapmaktadır.

Bir diğer iddia ise Kurum bütçesindeki, nitelikli personel istihdamının önündeki engellerin kaldırılması iddiasıdır. Mevcut yönetim tarafından bazı projelerde ve yapılan işlerde çok yüksek ücretlerle "danışman" adı altında personel istihdamı ya da danışman firma kullanımında belirgin bir artış olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bugüne kadar danışmanlık hizmeti alan kişi ve kurumların hangi kriterlere göre belirlendiğiyle ilgili tek bir somut çıktı olmadığı bilinmektedir. Buna dair yapılan bütün soruşturmalar ve verilen bütün sorular da ne yazık ki cevapsız kalmıştır.

Bu yasa teklifiyle emekçilerin kazanılan hakları yok olacak değerli arkadaşlar. Binlerce çalışan perişan edilecektir, böylesi adımlar AKP iktidarı açısından artık rutin hâle gelmiş durumdadır. Daha önce Soma'da ve benzeri yerlerde özelleştirilen madenler ve termik santraller binlerce işçinin mağdur edilmesine, insanların geleceğinin çalınmasına yol açmış ve binlerce mağdurla karşı karşıya kalınmıştır. Benzer örnekler yine tarihte ÇAYKUR ve PTT özelleştirmelerinde de yaşanmıştır.

Silah sanayisinin iştah kabartan bir sektör hâline gelmesi, savaş harcamalarını en üst düzeye çıkaran AKP iktidarları için bir rant alanı hâline gelmiştir. "Dışarıya silah ihraç eden ülke" diye kamuoyunu pekiştirmek isteyen AKP iktidarı şimdi de gözünü Makine ve Kimya Endüstrisine dikmiştir. Yasa teklifinin ardında yatan nedenleri anlatmak için savaş sanayisi ekonomisini anlamak ve çözümlemek önemli bir merhaledir. Kapitalizm ve savaş ilişkisi kopmaz bağlarla ve evrensel düzeyde birbirine bağlıdır. Savaş sanayisi dünyanın en gelişmiş ve kârlı sektörü olarak sermaye birikim rejimlerinin nefes borusu hâline gelmiştir günümüz dünyasında. Silah sanayisi özellikle ekonomide daralmanın ve durgunluğun olduğu dönemlerde sermaye grupları için kârlı bir yatırım alanı hâline gelmiştir. AKP iktidarlarının özellikle son on yılda silah yatırımlarına özel bir önem vermeye başlaması sektörün oranlarıyla yakından ilintilidir. Bu dönemde, AKP'nin silah sanayisiyle ilişkisi stratejik düzeydedir. İleriye dönük hedefleri açısından, en fazla agresif olarak büyümesi öngörülen sektörler arasında silah sanayisi en gözde sektörlerin başında yer almaktadır. ASELSAN'ın bu yılın ilk çeyreği için açıkladığı 3 milyar TL kârı bu kapsamda örnek olarak verilebilir ve gerçek anlamda çarpıcı bir örnektir.

Türkiye'de işbaşına gelen bütün hükûmetler hazırladıkları bütçelerde en büyük payı ne yazık ki silah ve savunma sanayisine aktarmışlardır. AKP döneminde de bu kural asla ve asla bozulmamıştır. Medya ve inşaat sektörüne yön veren havuz sistemi, savunma sanayisine de yön vermektedir ve halkı ciddi bir şekilde yoksulluğa itmektedir. AKP iktidarı, kamunun elindeki tüm imkânları ve maddi gücü bu havuzların beslenmesine bağlayarak ciddi oranlarda büyümelerini sağlamakta ve bunların önünde hiçbir engel bırakmamaktadır. Gelinen süreçte, silah sanayisine aktarılan kaynaklar ve destekler, güvenlik yatırımlarına doğru genişleyen bir spektrumda hem oldukça kârlı bir iş hem de savaş politikalarını besleyen bir manivela gibi kullanılmaktadır ve bu, iktidarın gerçek politikası hâline gelmiştir.

2015'ten itibaren ekonomik krizin kaçınılmaz bir hâle geldiğini ve 2002'den beri büyümenin lokomotifliğini yapan inşaat-altyapı-finans üçgeninde yolun sonuna gelindiğini yavaş yavaş anlayan AKP iktidarı, yeni dönemde yatırımlarını silah ve savunma sanayisine ve telekomünikasyona, enerji yatırımlarına yöneltmiştir. Uluslararası alanda silah ve savunma sanayisindeki gelişmeleri ve devletlerin silahlanma harcamalarını araştıran bir kuruluş olan SIPRI'ye göre, Türkiye'de bazı savunma sanayi şirketleri dünyanın en büyük silah satıcısı şirketler listesi durumuna gelmiştir. ASELSAN, TAI, ROKETSAN gibi şirketler ilk 100 içinde yer almaktadır. Savunma sanayisinde yer alan bazı şirketlerin aile içine veya yakın dostlara ait olması tesadüfi değildir. Sektörün büyükleri arasında Koç grubu, Nurol, BMC, NETAŞ, Turbojet, Kale Havacılık bulunurken aile dostları ve dünürlerinin Albayrak Grubu, Katmerciler, Bayrak Grubu gibi bu sürece katılımıyla paydaşlar artmış, birçok alanda oluşturulan havuz yapılarına kaynak verildiği gibi savunma sanayisinin içinde yer alan şirketlere de büyük teşvikler verilmektedir. Yatırım arazileri BMC örneğinde olduğu gibi bedava bir şekilde peşkeş çekilmektedir. AKP iktidarı kapsamında kriminalize olan geleneksel sermaye ve AKP sermayesi savaş ve savunma sektörü söz konusu olunca bir araya gelip uyum içinde bir arada durabiliyor. Hava araçları Bayrak Makina, BÜYÜKMIHÇI, Kale Kalıp arasında pay ediliyor. Pastanın büyüğünü ise Bayraktar grubu alıyor, kara araçlarında Otokar, BMC, Hema ve RMK, DER-SAN, Sedef, Yonca-Onuk, İstanbul Denizcilik, (ADİK) Anadolu Tersanesi gibi yerler ve mevcut olan kurumlar yer almaktadır. Değerli arkadaşlar, lojistik, askerî giyim konusundaysa Yakupoğlu, Öztiryakiler, TARGET, Öztek, TEKSAV, Anel, Mega Teknik önemli paylar almaktadır.

Görüldüğü üzere havuz sistemiyle oluşturulan rant ve kayırma ekonomisinin tahtında oturan sektör silah sanayisidir. Demokratik hak temelinde sorunlara karşı oluşturulan beka retoriği oldukça kullanışlı bir aparat olarak salıverilmekte ve bu şekilde yepyeni bir engel olarak toplumun önüne getirilmektedir.

Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan 696 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname'yle savunma sanayisini doğrudan kendisine bağlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yönetim kadrosu ve havuz medyası, yerli bir askerî endüstriyel kompleksi yaratma konusunda ulusal ve uluslararası diplomasi ve algı faaliyetlerini yürütmeye devam ediyor ve devam edecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 9 Şubat 2019 tarihinde Aydın'da yaptığı bir mitingde "Ben buradan patatesçilere, domatesçilere sesleniyorum: O 1 tane merminin bedelini biliyor musunuz?" diye bir soru sormuştur. Bakın, mermi parasıyla kodlanan militarizm ve savaş mekaniği, iktidar bloğunun silah sanayisi ve ileri teknoloji ürünlerinden iç piyasalara güçlü para aktarımı sağlamayı hedefleyen bir model üzerinden işletilmiş ve hâlâ işletilmeye devam edilmektedir. "Devletin bekası" söyleminin amacı toplumsal, siyasal muhalefeti bastırma, bölgesel güç olma hedefiyle özellikle havuz medyası eliyle toplumu militarize etmeye yönelik olan bir politikadır. Bu stratejinin en yıkıcı sonucu ise silah ve savunma sanayisinde büyük yatırımlar yaparak, orduyu yüksek maliyetli teknolojiyle donatarak toplumsal eşitsizliği ve yoksulluğu büyütmektir ve büyütmeye devam etmektedir.

Değerli halkımız ve değerli milletvekilleri, şimdi, mevcut olan bu kanun teklifinin ne anlama geldiğini kısa bir şekilde anlattım fakat ben bir şeye daha burada dokunmak istiyorum. Bakın, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan çıktı, bir iki gün önce bir konuşma yaptı; diyor ki: "Mahkemelerin adalet arayışına cevap vermediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun bir şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır." Vallahi biz de buna katılıyoruz yani size de aynı zamanda "Günaydın." diyoruz. Neden "Günaydın." diyoruz? Bakın "Hukuk devletinde adaletin nihai adresi mahkemelerdir." diyor. Peki, Türkiye'de hukuk devletinde mevcut olan uyuşmazlıklar ve mevcut olan olayların gerçekten adresi mahkemeler midir? Bizce, ne yazık ki mahkemeler değil.

Bakın, başka bir söyleminde ne diyor: "Hukuk devletinde uzaktan kumandayla yargı da yargıç da düşünülemez." Türkiye'deki yargı, şu anda mevcut olan yargı uzaktan kumandayla yönetiliyor. Sizlere şu kadarını söyleyeyim, bu kafayla adalete ulaşmak mümkün değildir. İki vatandaş arasındaki mevcut bir hukuki uyuşmazlığı ancak bu mantıkla çözebilirsiniz.

Peki, neye uzaktan kumandayla etki edebilirsiniz? Bakın, uzaktan kumandayla çözemediğiniz şeyler için ben size birkaç tane örnek vereyim. Faili meçhul cinayetleri çözemediniz çünkü uzaktan kumandayla yürüyen bir yargı sistemi var. Bakın, siyasal kumpas davalarını, mevcut olan bu halkın önüne getirdiniz; burada uzaktan kumandayla işleyen bir yargı sistemi var. Kürtlere yönelik olaylarda cezasızlık politikası var, burada uzaktan kumandayla bir yargı sistemi var. Siyasi kumpas davasıyla bir kapatma davası açtınız, bu kapatma davası sadece milletvekilleri hakkında yapılan soruşturmaları içermektedir ve hiçbir milletvekilimizin, hiçbir siyasetçimizin almış olduğu bir ceza yoktur, kesinleşmiş olan bir cezası söz konusu değildir. Bu da uzaktan kumandalı bir yargı sistemi ile bu yargı eliyle ancak devam edecek olan bir durumdur. Bütün bunlar uzaktan kumandalı bir yargı sistemiyle devam ediyor. O nedenle size, Anayasa Mahkemesi Başkanına ve diğer yüksek yargı organı başkanlarının hepsine "Günaydın." diyorum. Peki, ne duruyorsunuz? Genelgeçer eleştiriler yapmakla bu işler çözüme kavuşamaz.

AİHM'in Demirtaş ve Kavala kararı nerede, niye uygulamıyorsunuz? Yolsuzluk iddiaları korkunç boyutlara ulaşmış, yargı neden harekete geçmiyor? Olayların üzerinden altı yıl geçmiş olmasına rağmen uzaktan kumandalı bir yargı sistemiyle neden partimize karşı dava açıyorsunuz, Kobani davası ve kumpas davasını açıyorsunuz? Yargının bir yönünü dokunulmaz kılıyorsunuz, bir diğer tarafında ise iki vatandaş arasındaki bir uyuşmazlık için "tarafsız ve bağımsız yargı" diyorsunuz. Bu kafayla hiçbir yere varamazsınız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)