GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:99
Tarih:06.07.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yüce Türk milleti; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine partim İYİ Parti adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlarım.

Öyle kavramlar vardır ki çok sık kullanmamıza rağmen tek bir kelime hatta cümleyle anlamını bulmakta güçlük çekeriz. Gerek konusu gerekse hayatımızdaki uygulama alanıyla bu güçlüğü en çok hissettiğimiz kavramlardan biri de "adalet" olsa gerek. Tarifinin güçlüğüne rağmen hiç şüphe yok ki adaletle önce hak ve haklılığın bir arada kullanıldığını hepimiz bilmekteyiz. Adalet için "Hakkın gözetilmesi, haklı ile haksızın ayırt edilmesi." diyebiliriz. Bir hakkın yerine getirilmesi de adalettir. Adalet önce hukuk kurallarına uygun olmalıdır. Bir devlet içinde yaşayan herkesin, yasalarla sahip olduğu haklarını kullanması da adaletle sağlanır. Hak elde etmek ya da haksızlığı kabul ettirmek insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğuna göre, adalet ahlak ve din kurallarıyla da çok yakından ilişkilidir.

Eski çağlardan beri gerek düşünürler gerek insanlık için söz sahibi bilge kişiler, toplum ve din liderleri "adalet" kavramıyla çok yakından ilgilenmişler, değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yunan düşünür Platon'a göre adalet en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristo'ya göre herkese eşit davranmak hiç de adil değildir. Çinli düşünür Konfüçyüs "Devletin hazinesi adalettir." derken büyük Hint lideri ve devlet adamı Gandhi "Adaletsiz rejimi adaletle yıkınız." diye seslenmiştir. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed "Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır." diye buyurmuştur ve çok yakından bildiğimiz "Adalet mülkün temelidir" deyişi Hazreti Ömer'e aittir. Acımasız orduların komutanı Timur bile "Memleket kılıçla alınır lakin adaletle muhafaza edilir." derken âdeta kazandığı zaferlerin altında yatan gerçeği anlatmıştır.

Gerek tariflerinden gerekse hakkında söylenenlerden yola çıkarak "adalet" kavramının önceliği dağıtıcı özelliğidir. Adaletin ana esasları her kesime, her kişiye, her statüye ulaşabilen olmalıdır. Adalet, denkleştirici olmalıdır. Aşağıdaki ile yukarıdakinin, az ile çoğun farkını gideren adalet gerçek adalettir, yalansız ve dolansızdır. Adalette eşitlik ilkesi esastır, herkese eşit davranılmalıdır. Adalet, insan özgürlüğünü teminat altına almalıdır ancak bir kişinin özgürlük sınırları bir diğerinin özgürlük sınırlarını kısıtlamamalıdır. Adaletin olmazsa olmaz şartı dengedir, denge yoksa adalet var diyemeyiz. Adaleti sağlayan yasalar hukuk düzeni ve uygulamalardır. Bunlar insan vicdanına ters düşmemelidir, aynı zamanda herkese karşı tarafsız olmalıdır. Kendi menfaati, yandaş hatırı, hısım akraba ricası, dış baskılar olsa bile adalet tarafsızlığını korumalıdır.

(Uğultular)

AYHAN EREL (Devamla) - Adında "adalet" olan Adalet ve Kalkınma Partili milletvekillerimi ya dinlemeye ya da biraz daha uzağa davet ediyorum, lütfen. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Dinliyoruz biz, dinliyoruz.

AYHAN EREL (Devamla) - Adaletin temellerinden biri de hâkimiyettir. Adaletin elinde hükmetme, ceza verme ve suçsuzu haklı çıkarma gücü olmalıdır, bunu yasalar sağlar. Duruşması yapılmadan aylarca, yıllarca hapishanelerde bekletilen zanlıların hakkını yeryüzünde ödeyebilecek, geri verebilecek tek bir merci yoktur. Adalet, hakkın gözetilmesi, haklı ve haksızın ayırt edilmesidir. Adaleti koruyan hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletten söz edebiliriz. Adaletin var olması güçlünün hukuku değil, hukukun güçlü olmasına bağlıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlar tarafından yapılan yasaların eksiksiz olması çok zordur ancak mükemmele yakını kabul edilmelidir çünkü adaleti yapan, yasaları oluşturan ve uygulayan insandır; insansa tabiatı gereği taraftır; insan, yanlıdır, doğuştan egoisttir. Belki de bu nedenle tüm insanlık tarihi boyunca hiçbir ülkede, hiçbir coğrafyada, toplumda ideal adalet kurulamamıştır. İnsanoğlu asırlardır peşinde koşmuştur, koşmaya da devam edecektir. Adaletin önündeki en büyük engel ise hiçbir yargılayanın kendisini yargılayamamasıdır. Düşünen, karar veren, yapan ve yazan insandır. Kendi çıkarlarına dokunulduğunda her insan doğal bir refleksle karşı koyar, kendini hep haklı ya da daha haklı görmek ister. İşte, burada hukuktan söz etmek gerekiyor. Hukuk, toplumun genel çıkarlarını, fertlerini, ortak iyiliğini sağlamak amacıyla hazırlanan ve kamu gücüyle desteklenen kural, hak ve yasaların tamamıdır. Başka bir deyişle hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir. Ancak egosunu ve yanlış tavrını yenebilen insandan tarafsız, adil yasa yapıcıları, doğru uygulayan ve karar veren avukat, savcı ve yargıçlar olur. Hakkı teslim edenler ve hakkaniyetle ceza verenler onlardır.

İnsan aklının gelişmesiyle ilim ve teknoloji de gelişmiştir, yaşam biçimi de gelişmiş ve zenginleşmiştir. Bunların birleşmesi sonucu, özellikle 20'nci asırla birlikte kullanılmaya başlayan "sosyal adalet" kavramı hayatımıza girmiştir. Sosyal adalet, insanların çalışması, bilgisi, kabiliyeti ve gördükleri iş oranında ve derecesinde haklarını almalarını anlatır; hiç kimsenin ezilmesine ve sömürülmesine izin vermez; zayıfların ve güçsüzlerin korunmasını, kollanmasını öngörür. Sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan devlete de "sosyal devlet" denir. Sosyal devlet, millî geliri en adil şekilde dağıtmayı sağlar; toplumun içindeki sınıf farklılıklarını kaldırır, düşmanlıkları sona erdirir. Sosyal adaleti tam olarak yerleştirebilmiş toplumlarda insanlar günlük hayatlarında, geleceğe yönelik düşüncelerinde kendilerini güvende hissederler.

Bütün bu düşüncelerden yola çıkarak adaletin soyut bir kavram olarak mükemmele doğru yol aldığı görülebilir fakat buna rağmen uygulamada topal kalmıştır. Ama yine de ve her vatandaşın adil, tarafsız, bağımsız yargılandığı; her vatandaşın eşit, huzurlu, barış içinde bir düzende yaşadığı; evinde, yolda ve işinde kendisini güvende hissettiği; karakol, mahkeme kapısı korkusu ve endişesi yaşamadığı bir Türkiye'ye iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemle birlikte kavuşacağına dair ümitlerimiz devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukukun üstünlüğü "Hukuk reformu yapıyorum." demekle gerçekleşecek basit bir şey değildir. Hukukun üstünlüğünü sağlayabilmek için, en başta, bunu sağlamaktan sorumlu olan yargının yapısı, işleyişi, kaynakları, yetkinliği ve kapasitesiyle çağdaş seviyeye getirilmesi gereklidir. Yargı, öncelikle, verimli ve hızlı bir şekilde çalışır, topluma kaliteli hizmet verir, şeffaf ve hesap verir hâle getirilmeli; bunları sağlayarak bağımsızlığını kendisi hak etmelidir fakat bu tek başına yeterli değildir.

Hukukun üstünlüğü için, Türkiye'de hâlen geçerli olan ve kamu görevlilerinin ve yürütmenin keyfî davranabileceğine yorumlanan, kamu görevlilerinden suç işleyeni yargının soruşturmasına idare amirinin izin vermesi şartını ortadan kaldırmak gerekir. Bu şart hukukumuzda olmamış olsaydı ve kamu görevlilerinin ihmal ve ihlal suçlarını yargı kendiliğinden soruşturabilir olsaydı Soma, Ermenek faciaları; Devlet Demiryollarının Pamukova, Çorlu, Sincan kazaları; Karadeniz Bölgesi'nde sıklıkla gördüğümüz sel ve heyelan gibi afetler meydana gelmezdi.

Toplum ve uluslararası piyasalar kapalı kapılar ardında yargı reformunun hukukun üstünlüğü için ne kadar önemli olduğunu bas bas bağırırken iktidara çekingen bir dille söylemekten bile çekinmektedirler. Karşısında ciddi bir itiraz, duruş ve talep görmeyen iktidar hukukta, demokraside reformu niçin yapsın ki? Kime söz verecek, sözünün hesabını kim soracak? Bunlar yapılmadan ekonomide gelişme nasıl sağlanacak?

Hukukun üstünlüğü ve hukukun güvencesi için kapsamlı yargı reformu şarttır fakat en başta HSK'nin üye yapısı Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı ve yargı bağımsızlığı fikrine zıttır. Darbecilerin 1981 yılında çıkardığı kanunla kararları yargı denetimi dışına çıkarılan, kararlarından yargı önünde hesap sorulamayan HSK sınırsız ve sorumsuz yetkilerinden neden vazgeçsin ki? Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanının reform vaadi ve hemen arkasından taraftarlarının koro hâlinde seslendirdiği reform konusunda iyimser ve ümitvar olmak için, çok ciddi hazırlanmış somut önerilerinin ortaya konulmasına, cesur ve kararlı büyük adımların atılmasına ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, yargının bağımsızlığını sağlamak yargının topluma kaliteli hizmet vermesine bağlıdır. Yargı teşkilatı ve işleyişi topluma kaliteli hizmet verecek, katma değer yaratacak şekilde yapılandırılmalı, şeffaf ve hesap verir olarak tasarlanmadır. O zaman, bu zorlu meselenin çözümü kendiliğinden görünür olmaktadır.

Yargı teşkilatının merkezine, hâkim, savcıların özlük ve meslek kuruluşunu değil; hâkim, savcı ve avukat üçlüsünün hizmetlerini düzenleyen, denetleyen düzenleyici bir kurum konulmalıdır. Tütün piyasası için düzenleyici kurul kurmak fakat yargı hizmetleri için kurmamak garip değil midir? Yargı hizmetleri ülke için tütünden daha değerli değil midir? Yargı kurullarını siyasilerin, yargıçların veya menfaat gruplarının kontrolüne bırakmanın acı sonuçlarını çok ağır yaşamış olan Türkiye, kimsenin etki ve nüfuzu altına alamayacağı, siyaset, yürütme ve yasamadan tam bağımsız bir düzenleyici kurul oluşturmalıdır. Bu yapıda tüm işlem ve kararlar yargı denetimine açık olmalı, bu amaçla uzman bir mahkeme oluşturulmalıdır.

Yargıda yenilikçi çözüm Türkiye'yi dünyada en ileriye götürür. İleri demokrasi için güçler ayrılığının netleştirilmesi ve diğer devlet güçleriyle birlikte yargının kendisinin de hukuka hesap verir olması gerekir. Bu, bütün demokrasilerde özellikle güçler ayrılığı bakımından sorunludur. Türkiye'de yargı en zayıf devlet gücüdür. Bağımsız olmadığı gibi, yürütme gücüne tamamen bağımlı ve onun uzantısı hâline gelmiştir. Yargının tam bağımsızlığı sağlanarak demokraside güçler ayrılığı netleştirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2019 yılında, dünya çapında, çocuklara yönelik yapılan cinsel istismar rakamlarında Türkiye, yüzde 56,7'yle listenin 18'inci sırasında yer almaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun 2016 verilerine göre, Türkiye'de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı son on yılda yaklaşık 3 kat artmış, 250 bin çocuğumuz istismara uğramıştır. Yine TÜİK'in verilerine göre, 2019'da suç mağduru olarak gelen 206.498 çocuğun yüzde 15'i cinsel istismar kurbanıydı ancak resmî veriler artık paylaşılmıyor.

Maalesef, ülkemizde çocuklarımıza yönelik cinsel istismar suçu yapılan araştırmalara ve verilere göre her geçen gün daha da artmaktadır. Milletimizin kanayan yarası hâline gelen bu üzücü olayların son bulması için, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı koruma altına almak için Hükûmeti gereken her türlü düzenlemeyi yapmaya davet ediyoruz. Çocuğa karşı cinsel istismar suçunu önlemek siyasi iradenin boynunun borcudur ve siyasi irade maalesef bu konuda sınıfta kalmıştır.

Çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçunda son örneğimiz ise Elmalı'da yaşanan trajedidir. 2 çocuğumuzun cinsel istismara uğradıkları Adli Tıp raporlarında sabit olmasına ve çocuklar kendilerine uygulanan istismarı uzman pedagog ve psikologlar eşliğinde resim çizerek anlatmalarına karşın, sanıklar hakkında tahliye kararı verilmesi vicdanlarımızı kanatmıştır. Hâl böyleyken, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan dördüncü yargı paketi teklifinde, çocuğun cinsel istismarı suçundan tutuklama yapılabilmesi için somut delil şartı getirilmiştir. Dünyanın bütün hukuk sistemlerinde, çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında mağdurun beyanının esas alınması temel hukuk kuralıdır. Çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında mağdur çocuğun kendisine istismar yapıldığına ilişkin beyanatı, işlenen vakalarda buz dağının sadece görünen ucudur. Zira, bu tip suçlarda, mağdur çocuk başına geleni ifade etmekten her zaman korkar ve çekinir. Hele de ülkemizde gelenekler görenekler, ağır ailevi baskılar ve mahalle baskıları düşünüldüğünde, bir çocuk kendisine cinsel istismar uygulandığını açıkça ifade edebildiyse bu beyanı hukuk ve hukukçuların göz ardı etmesi, esas almaması ve o çocuğu korumak yerine suçluyu koruyacak kuralların arkasına sığınması mümkün değildir. Bu nedenlerle, görüşmekte olduğumuz yasa teklifindeki somut delil şartı, bu teklifi hazırlayan siyasi iradenin, çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında mağdur çocuğu korumak yerine istismarcıyı koruduğunu açıkça göstermektedir.

İYİ Parti olarak, her bir çocuğumuzun hakkını ve hukukunu korumayı siyasi vazifeden çok vatandaşlık vazifesi olarak görmekteyiz. Somut delil konusunun tekrar ele alınacağı konusunda duyumlarımız var. Hükûmet, Komisyon ve Meclis derhâl gereğini yapmalı ve somut delil şartını tekliften çıkarmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, Komisyon toplantısında üzerinde durmamıza rağmen bir türlü anlaşamadığımız ama AK PARTİ'li arkadaşlarımızın da gözlerinden ve vücut dillerinden anladığımız kadarıyla bize hak verdiği bir konu daha var. Nedir bu? Teklifte, kasten öldürme, kasten yaralama, eziyet ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının fail tarafından boşandığı eşine karşı işlenmesi hâlinde ağırlaştırıcı sebep sayılmaktadır. Ama boşanmış eşin dışında, birlikte yaşayanlar var, imam nikâhıyla yaşayanlar var -ne bileyim- aynı evi paylaşanlar var, ayrıldıktan sonra takip edilip mağdur olan kadınlarımız var; netice itibarıyla, nikâhsız şekilde beraber yaşadıkları erkeklerden şiddet gören kadınları korumaya değer bulmamak ve onların hayat tarzına müdahale etmek anlamına gelen bu tasarının bu şekliyle geçmesi olayları önleyemeyecek veya beklenen taleplere cevap veremeyecektir. Bu nedenle, bizim İYİ Parti olarak dediğimiz şuydu: "Boşanmış eşe" ifadesinin yerine, o maddeleri düzenleyen ifadelerde "çocuğa" denildikten sonra "kadına" denilerek bu problemi kökten çözmek gerekir. Nasıl ki çocuk kendisini koruyamadığı için kanunlar karşısında korunur hâle getirilmiş ise kadın da gerek fiziksel gerek duygusal gerekse zihinsel özellikleriyle kendini zaman zaman koruyamayacak durumdadır. Bu nedenle "boşanmış eşe" ifadesinin yerine "kadına" kelimesinin getirilmesi bu sorunu çözecektir diye düşünmekteyiz.

Sizler dünyanın en güzel, içinde adalet olmayan adalet saraylarını yapabilirsiniz, içini en güzel donanımlarla donatabilirsiniz ama onun içerisindeki uygulayıcılar eğer zihniyetlerini değiştirmezlerse, hâlâ birilerine şirin görünmek için, birilerine güzel görünmek için yasaları bir tarafa bırakarak duygu ve düşünceleriyle hareket ederlerse adaleti sağlamak, hukuku gerçekleştirmek mümkün değildir. Yıllarca söyledik, üç yıldır söylüyoruz: Avukatların, en azından belli siyasi partilerde yöneticilik yapanların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

AYHAN EREL (Devamla) - ...hâkim ve savcılığa alınmaması, en azından, hâkimlerin tarafsızlığı hususundaki endişeleri bir nebze olsun ortadan kaldırır diye düşünüyoruz.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyor, iyi çalışmalar diliyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)