GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:102
Tarih:13.07.2021

HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, turizm teşvikiyle ilgili hazırlanan yasa teklifi tekrar bir torba yasa ve şu anda da Plan ve Bütçe Komisyonunda son görüşmeleri yapılmakta olan bir torba yasa var. Meclis tekrar bir yasama dönemini sona getirecek, bayram tatiline çıkıyoruz.

Bu torba yasalarla artık Meclis çalışamaz hâle geldi, çünkü herhangi bir etki analizi yapılmamakta, ihtiyaçlar belirlenmemekte ve ne olduğunu kimse bilmemekte. Nedir bilinen? İktidar partisinin çoğunlukla elini kaldırıp uygulamaya sokması. Ve giderek her getirilen torba yasa ne oldu? Daha da yaşamımızı zorlaştırmakta, kısıtlamaları getirmekte. Nasıl? Büyük çoğunluk için bir kısıtlama getirmekte. Büyük çoğunluk yerine bir azınlığı zenginleştirmeye doymuyorlar, ranta doymuyorlar, tercihlerini sadece o yönde kullanıyorlar. Peki, bununla mı? Hayır. Bir de yasaklar, engeller ve kendilerince meşru olan şeyi hoşgörüyle, kendilerince meşru olmayan şeyi tümüyle reddedilmekte.

Turizm teşvikiyle ilgili konuya girmeden önce tekrar birkaç maddeye girmek istiyorum. Arkadaşlarımız da dile getirdi, birçok şey Anayasa'ya aykırı olarak uygulanmakta, Anayasa'ya aykırı olarak yürürlüğe sokulmaktadır. Nasıl? Tümüyle "Ben bilirim, ben isterim..." Ve bütün tartışmalarda parmaklar kalktığında sanki çoğunluğun aldığı kararlar geçerlidir, doğrudur, ki zaman zaman Anayasa Mahkemesi de reddedilmekte, kararları hiçe sayılmaktadır.

Arkadaşlar, turizmle ilgili konuşmamızda bölgeler arası eşitsizlikten, bölgeler arası sıkıntılardan söz ederken de Batman Milletvekili olarak bir konuya değinmek istiyorum. Bugün Grup Başkan Vekilimiz sevgili Beştaş konuşmasında -grup adına konuşma yaparken- şuna değindi, Zilan katliamının 91'inci yıl dönümüne. "Zilan" denilen yer Van bölgesinde, o dönem 15 bin kişinin katledildiği, Zilan Deresi'nin doğduğu, "Geliyê Zîlan" denilen bölge, Kürtçe "..."(x) kara gün diye anımsanıyor ve Batman'la ilişkisine gelince yüz elli yıl önce, yüz yetmiş yıl önce bir kısım insanlar Van'ın eteklerinden kalkıp Batman'ın -şu anda Batman, tabii, o dönemde Batman değil- "Kozluk (Hezo)" denilen bölgesine gelip yerleşiyorlar ve köylerden birinin ismi de Zilan. Niçin bunu söyledim? Arkadaşlar, yirmi bir gündür Batman'ın 9 köyünde -sonra 8 diye açıklandı- içme suyu yok, elektrik yok; içme suyu ve elektrik yok. Zilan'dan bugün farklı bir Zilan'a geldik ve elektriğin olmamasının nedenine çeşitli bahaneler uyduruluyor ama su temel insan hakkıdır, su olmazsa olmazdır. Bir taraftan "Pandemiyle mücadele, fiziksel mesafe, maske, hijyen" diyeceksiniz, bir taraftan içme suyu olmayacak ve ne oldu biliyor musunuz? Yirmi gündür... 21'inci yüzyılda önceki gün akşam saatlerinde İsa Üke, 16 yaşındaki bir genç boğularak yaşamını yitirdi. Peki, niçin boğuldu? Arpayı harmanlamak için, yellemek için çalışırken her tarafı toz olmuştu ve Zilan köyü -deyim yerindeyse- deresi, akan çayıyla, kanalıyla, yakındaki barajıyla suyun içinde susuz olduğu için kanala girdi ve boğuldu ve ambulans da yetişemedi. Şimdi, İsa Üke'nin boğulması, yaşamını yitirmesi bir kaza mı, cinayet mi? Peki, yirmi bir gündür su yoksa... Olayı nereye getiriyorum, yerel yönetimlere getiriyorum şimdi; az önce kayyumlardan söz edildi. O kentin Valisi atanmış ama o kentin seçilmişi görevde değil, makamı işgal edilmiş, kayyum oturuyor. Yirmi bir gündür, o kenti yöneten Vali -yeri geldiğinde de kendisine "Belediye Başkan Vekiliyim" diyor- bir sormaz mı, ya, bu 9 köyde içme suyu olmayan insanlar nasıl yaşıyor? Kim inanacak ona? Ve hâlâ taziyeye gitmemiş. Bugün buraya çıkmadan sordum, yaşamını yitirenlerin acısı da paylaşılmıyor çünkü gittiğinde "Sen neredeydin?" denilecek. İşte, arkadaşlar, kayyum ile seçilmişlerin arasındaki fark budur, nokta; bu bilinsin. Kimse, seçilmişlerin yerini atanmışlar tutamaz, tuttuğu zaman da gidip bakamaz, haklının yanında yer alamaz.

Şimdi, turizmle ilişkisi, arkadaşlar, bir ülkede turizmin gelişebilmesi için, turizmin önünün açılabilmesi için dünyada huzura, barışa ve gelişmelere bakılır. Bir yerde demokrasi kaybediyorsa, huzur kalmıyorsa, şiddet ortamı egemenleşiyorsa, otoriterleşme artıyorsa turizm gelirleri kısa süreli artsa bile giderek özelliğini yitirir. Niçin? Arkadaşlar, bu teşvik paketi getirilmiş Komisyonda tartışılmış, birçok maddeyi ilgilendiriyor fakat kabaca baktığımızda, bir, kayyumlar atanıyordu; şimdi kayyum atanmayan yerler için -deyim yerindeyse- yerel yönetimlerin elleri kolları bağlanıp, yetkileri alınıp, yetkileri merkeze bağlanıp bütün her şey "Biz biliriz."e dönüşüyor, orada yerel yönetimler sembolik bir tarza dönüştürülüyor ama şunu da yapmayı unutmuyorlar: "Su getireceksin, çöp toplayacaksın, kanalı döşeyeceksin." Para pul işine gelince "Ben Ankara'dan halledeceğim, Bakanlıktan." Başka? "Ben ruhsatı vereceğim." Bugüne kadar yerel yönetimler çeşitli ruhsatlar veriyordu turizm konusunda, işletmeler, plajlar, küçük işletmeler hakkında. Onlar merkeze gelecek ve bu merkeze verilen yetki yetmiyormuş gibi, ayrıca "Çeşitli kurullar oluşturulup onun parası da merkeze yatırılacak." deniliyor.

Peki, arkadaşlar, yerel yönetimlerden söz edilirken, yerel esnaf ne durumda? Hiç. Çünkü tercih hep büyükten yana; siz "turizmci" dediğinizde büyük devasa tatil köyleri, büyük oteller, beş yıldızlı, şatafatlı mekânlar, lüks içinde yaşayanları düşünüyorsunuz ve yurt dışından gelip yeşil yeşil dolar harcayanları, sadece kum ve sahili düşünüyorsunuz. Peki, orada incik boncuk satanı, peki, orada kafe işleteni, orada bahçede gül dikeni, bahçıvanlık yapanı, garsonu, emek harcayanı? Görmüyorsunuz. Uçaktan veya karadan gelen yolcuyu alıp minibüsüne bindiren, taksiye bindirip götürüp getireni? Onu da düşünmüyorsunuz. Sadece kendi gözünüzde onlara bir tercih yaratmak.

Biz, "İş ve Aş Buluşmaları"yla ilişkili Antalya'ya gittik geçtiğimiz ay; kafe işletmecileri perişan düzeydeydi, tekrar burada söylemiştim, restoranlar, işletmeler şunu diyor: "Açıldığı gibi ilk iş, elektrik şirketleri geldi 'Paranızı ödemiyorsanız, elektriğinizi keseceğiz.' İlk iş 'Doğal gazınızı ödemiyorsanız, doğal gazınızı keseceğiz." Siz, böyle mi turizmi geliştireceksiniz? Sizin gözünüzdeki turizm geliştirmesi... Hedefiniz 35 milyarlık bir gelirdi, tutturamadığınız için tümüyle bir keyfiyete dönüştürdünüz ve ne yaptınız arkadaşlar? Pandemi döneminde turizmi bile kullanmaya kalkıştınız. Geçtiğimiz yıl verilerle oynadınız sanki sahilde virüs yokmuş gibi ve insanların gelmesini istediniz, insanlar yine gelmedi.

Arkadaşlar, hâlâ aşı oranları tartışılıyor, "Aşılar yapalım." deniliyor. Aşı gelecek mi, gelmeyecek mi, güvensizlik ortadayken bizler sizin yapmadığınızı yapıyoruz; bütün arkadaşlarla gece gündüz Kürtçe, Zazaca, Arapça "Aşı olun." çağrıları yapıyoruz aşı oranları yükselsin diye. Dışişleri Bakanı yurt dışında turizm adına şunu konuştu: "Turistin göreceği yerdeki herkes aşılanacak." Peki, turistin görmediği yer ne olacak? Orada çalışan ne olacak? Bunlarla ilgili bir düşünce yok. Siz böyle yaptığınız sürece gitmez.

Şimdi, yerel yönetimleri görmüyorsunuz, peki, demokratik kitle örgütleri var mı? Sivil toplum örgütleri var mı? Onlar da yok, onlara da danışmıyorsunuz çünkü onlar size itiraz edecekler; itiraz edecekleri için Meclise çağırmıyorsunuz, komisyona çağırmıyorsunuz, valiliklere de çağırmıyorsunuz. Şu anda ne yapıyorsunuz? Çıkaracağınız bu torba yasada -gelen yasa teklifinde- daha önce uzmanların, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin çeşitli uzmanlıklara göre derecelendirme yapacakları yetkiyi onlardan alıyorsunuz, valilere veriyorsunuz. Bu mu sizin bakış açınız? Bu mu insanların geleceğiyle ilgili belirleyeceği kararları almak? Hani "27'nci Dönem" diyordunuz, hani "Cumhurbaşkanlığı sistemi" diyordunuz; "Yeni sistemde yerel güçlenecek, yereller özerkleşecek." diyordunuz. Hiç de alakası yok. Size ait olan şeyleri merkezde tutmaya çalışıyorsunuz, size ait olan şeylerde otoriterleşmeye çalışıyorsunuz; size karşı çıkanlara ise tümüyle "Terörö, terörö..." deyip kapatmaya çalışıyorsunuz. Bunları artık kimse yemek istemiyor ama bir yaptığınız şey var: Tekçilik ve tekelleşme. Nasıl ki marketlerde tekelleşme yapıyorsunuz, nasıl ki müteahhitlerde tekelleşme yapıyorsunuz, nasıl ki yönetimde tekelleşme yapıyorsunuz, nasıl ki birçok şeyde "Tek ben bilirim, tek dil..." her şeye bakıyorsanız, şimdi de otellerde bir tekelleşmeye gidiyorsunuz ve Bakan zaten bir şirket sahibi. Küçük butik oteller, küçük işletmeler... Turizm denilince bölgeler arası eşitsizlik yok.

Bakın, arkadaşlar, "İş ve Aş Buluşmaları"nda gezdiğimiz yerlerden biri Van'dı. Van'a gittiğimizde... Van, son dönemdeki en büyük gelirini turizmden, İran'dan sağlıyordu. İran ile Van arası her gün mültecilere göz yumanlar... Yürüyerek geliyorlar, kimi zaman minibüste kimi zaman kışın donarak yaşamlarını yitiriyorlar. Van ile İran arasındaki minibüs hatları çalışmıyor, neden? Arkadaşlar, Kapıköy Sınır Kapısı kapalı ama insanlar İran'dan uçağa biniyor, Antalya'ya gidiyor, İstanbul'a gidiyor ama Van'a ilişkin bir düzenleme yok. Az önce konuştum, yine kapı kapalı. Peki, yani bu nasıl bir turizm teşviki olacak? Siz nasıl bunu düzenleyeceksiniz? Siz sadece sahili mi düşünüyorsunuz? Yani sizin turizm anlayışınız nedir?

Beton, biraz önce Sur'dan söz edildi. Ya, siz gelin, bakın Hasankeyf'e; içiniz ağlar, yüreğiniz yanar. Siz bunu yaptığınız zaman, sizin gördüğünüz turizm "yeşil" dediğiniz paranın dışında bir şey değil. Neden yeşil diyorum? Ya, ormanları -düzenleme getirmişsiniz- yaktığınız yetmiyor, ormanları söndürmeye gitmiyorsunuz, söndürmeye gidenlere engel oluyorsunuz, bir taraftan da siz ormanları maden ocaklarına peşkeş çekecek düzeye getiriyorsunuz. Mersin'e gittik, taş ocakları için ormanları yok ediyorsunuz, Karadeniz'de yine öyle. Siz yeşili yok ediyorsunuz, yeşille ilgili geleceğiniz yok. Ormanları yok ederken, şimdi, bu torba yasa teklifinde bir de bir şey daha getiriliyor. Lüks çadırlar için ormanlık alan kullanılabilecek ve bunu Bakanlık belirleyecek, çöpü belediye toplayacak, oranın temizliğini yapacak, hizmet götürecek, yetkiyi Bakanlık verecek. Ya, yerel yönetimlerle, seçilmişlerle -bu kim olursa olsun- siz iş birliği yapamadığınız sürece, yapmadığınız sürece idare edemezsiniz, idare edemediğiniz gibi, siz ileriye de gidemezsiniz.

Bir diğeri, ya, arkadaşlar daha bir ay önce birçok konuda pandemide biz şunu söyledik, ne dedik? "Ya, esnaf perişan, yoksul perişan, gerçekten asgari ücretle çalışanlar perişan, öğrenciler perişan; kadınlar, emekliler ve hiçbir geliri olmayanlar perişan.

Birçok ödemeyi faizle yaptınız, çiftçilerle ilgili faizle yaptınız, esnafla ilgili faizle yaptınız ama burada turizmle ilgili yapılandırdık, geçtiğimiz yıl da bu yıl da faizsiz erteleme. Şimdi, bunu yapanlar, hedefi tutturmaya çalışanlar insanların kaynağını hiç düşünmediği gibi, yoksulluğu geliştiriyorlar ve daha da yoksulluğa neden oluyorlar. Yerel yönetimlerdeki bu yetkilerden biri de arkadaşlar, şöyle yapılıyor: Yerel yönetimlere geçmişte bir yetki vermişler -işte plajla ilgili küçük işletmelerin- şimdi bunların hepsi alınıyor. Geldiğimiz aşamada çalışanlar hiç yok, küçük yerler yok, esnaf yok; sadece büyük, büyük dedikleri alanları düşünüyorlar ve büyük alanları, işte kimi zaman golf sahasına, lüks çadırlara, otellere, tatil köylerine açıyorlar. Peki, bölgeler arası eşitsizlik? Yok. Peki, insanların tarihine sahip çıkma? Yok. Kültürüne sahip çıkma? Yok. Sadece kendi kurumlarını düşünüyorlar.

Hani "yerli, millî" deniyor ya, "yerli, millî..." Arkadaşlar, 39 metreden daha büyük yatı olanlar gelip başka bir bayrakla -ki Türkiye'nin 3 tarafı denizlerle çevrili- burada işletmecilik yapabilecekler, çalışabilecekler. 39 metreden büyük olmadığı için -yani öyle milim milim hesaplanmış- gelin, yapın. Hani uçak yapılıyordu? Hani özel araba yapılıyordu? Hani uçan araba yapılıyordu? Hâlâ 39 metreden büyük şeyiniz yoksa bunu abartmaya gerek yok, bunu konuşmaya gerek yok. Siz birilerine ortam yaratıyorsunuz, tercihiniz sermayeden yana, tercihiniz yurttaşın zararına. "Teşvik" dediğiniz şey kendi yandaşlarınıza teşviktir ama başkalarına engeldir, başkalarına barajlar yapmaktır, önlemektir, tümüyle yasaklar getirmektir.

Ne yapılıyor? Arkadaşlar, bir diğer yapılan şeyi -çok şaşıracaksınız- bakın size göstereyim. Bakanlar normalde çevreyi korur, yeşili korur, geleceği korur, insanların sorunlarına eğilir. Şöyle -biraz küçük, büyütemedim- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ilan vermiş, 6 milyon 68 bin liradan ihale başlamış, "Açık artırmayla satılacak, gelin, girin." Ya, çevreyle ilgili, şehircilikle ilgili bir Bakanın çevreyi koruması, doğayla ilgili, ekolojiyle ilgili konuşması lazım; ilan veriyor ya, ilan, satılık ilanı veriyor. Özelleştire özelleştire memlekette yer bırakmadınız ve bu özelleştirmeler yağmaya dönüştü çünkü size para yetmiyor, yetmiyor. Borçlandırma da yurttaşa değil, yarara değil... Az önce ben söz ettim elektrikle ilgili, 3 milyar elektrik şirketlerine verdiniz, pandemi döneminde zarar ediyorlar. Batman'ın 8 köyü yirmi bir gündür susuz ve İsa Üke öldü, yaşamını yitirdi. Kalkmışlar, bugün suyu bırakmışlar. Neden? Çünkü gelen giden, taziye için. Siz böyle yaptığınız sürece hiçbir yeri geliştiremezsiniz.

Bir diğer konu arkadaşlar, siz gerçekten bölgeler arası eşitsizliği gidermek istiyorsanız, turizm konusunda gelişmeler istiyorsanız yapacağınız konulardan biri de barışla ilgili, güvenlikle ilgili değil, güven geliştirici politikalar geliştirmeniz lazım. Bu güven geliştirici politikalardan biri de ana dili meselesi, gündeme getirildiğinde hep karşı çıkıyorsunuz. Ben az önce okudum, İstanbul'da dağıtılan broşürlerde -28 tane dilde broşür dağıtılıyor- bir tane Kürtçe broşür yok ve biz biliyoruz Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde, Karadeniz dâhil, Akdeniz dâhil birçok yere gelen giden insan var ve Türkiye'nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle ilişkisinde sadece petrol veya gıda değil, turizm de ciddi bir şekilde etki alanına girmekte, gerek sağlık alanında gerek birçok alanda. Peki, bununla ilgili niye bir düzenleme yapmıyorsunuz? Orada refleksleriniz ortaya çıkıyor. Eğer gerçekten samimiyseniz, gerçekten bu işe inanıyorsanız bununla ilgili de bir düzenleme yapmanız lazım ama sizin yaptığınız şey, sadece özelleştirmeyle ilgili çalışıyor. Niçin bunu söylüyorum?

Arkadaşlar, az önce Bakanlığın şeyini söyledim. Yani birçok kurum geçmişte şunu söylerdi: Hangi bakanlıkta çalışıyorsan "Sizin eğitim tesisiniz var mı, sosyal tesisiniz var mı?" Ve tutun, Millî Eğitim Bakanlığından, Sağlık Bakanlığından, Orman Bakanlığından, Tarım Bakanlığından -ki bakanlıkların ismi değişiyor- birçok yerde sosyal tesisler ve eğitim tesisleri açılırdı ve bu sosyal eğitim tesislerinde kimi zaman insanlar, oradan başka lüks yerlere gidemeyenler yararlanırlardı veya gerçekten eğitimler verilirdi. Hoş, zaten eğitimden vazgeçtiniz, ne liyakat var ne eğitim var, her şeyi kendiniz yapıyorsunuz. Arkadaşlar, daha geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 18 tane sosyal amaçlı yapılan, eğitim tesisi olarak kullanılabilecek 18 tane yerin satışı, özelleştirilmesi, kiraya verilmesi, işletmesinin başka yere verilmesi kararı bir sabah çıktı. Ya, siz böyle mi turizm teşvikinden söz edeceksiniz? Siz turizmi kendinize yetmiyor diye düşünüp birçok emekçinin yararlanabileceği alanları satmakla mı düşünüyorsunuz? Marmaris'te, Kuşadası'nda, Seferihisar'da, Manavgat'ta, Didim'de, Gökçeada'da, Beşiktaş'ta, Boğaz'da yer satarak mı, yer kiraya vererek mi düşünüyorsunuz? Sadece kafanız buna mı çalışıyor? Siz böyle yaptığınız sürece, biz her seferinde "Ya, saraydan, sermayeden, savaştan yana bir tercihte bulunuyorsunuz." dediğimizde kıyamet kopuyor ama para oraya gidiyor. Para yurttaşa gitmiyor, para bölgelere gitmiyor, para yoksula gitmiyor; para Türkiye'nin geleceğiyle ilgili endişesi, kaygısı olanlara gitmiyor. Para size gidiyor, "siz" dediğim belli bir azınlığa gidiyor, tekelleşmeyi düşünen iktidara gidiyor ve doymuyorsunuz, doymuyorsunuz. Ya, "Biz bize yeteriz." diyorsunuz, inanın biz size yetemiyoruz, yetemiyoruz. Yani, siz böyle devam ettiğiniz sürece hiçbir yerden de çıkamazsınız.

Bir diğeri... Arkadaşlar, hep katılımdan, hep eşitlikten söz ediliyordu. Ve bu eşitlik ve katılımdan zaten -az önce söyledim- yerel yönetimlerin yetkisi alınıyor, kayyumlar atanıyor, birçok muhalif sese, muhalif derneklere, sivil toplum örgütlerine itirazlar getiriliyor, hiçbir görüşü alınmıyor. Bir taraftan da isimlerinde çeşitli vakıflar olan, çeşitli kurumlar olan kurumları, her şeyi Cumhurbaşkanlığı yetkisine veriyorsunuz. Cumhurbaşkanı atar, Cumhurbaşkanı belirler, Cumhurbaşkanı kişi sayısıymış, maaşıymış, denetimiymiş her şeyden muaf tutuluyor. Sayıştaydan muaf tutuluyor, bütünüyle oraya veriliyor. Şimdi, burada Yunus Emre Vakfı var; ya, kaç kişi atanacak, kaç kişi çalışacak, nasıl olacak hiç belli değil. Tümüyle Cumhurbaşkanlığına verilmiş ve buna, bize Meclise, Parlamentoya parmaklarımızı kaldırıp onay vermemiz isteniyor. Böyle bir onay olur mu? Ya, bu Cumhurbaşkanı neymiş? Sadece bu Parlamentoda bizim çıkardığımız kararlarla atacağı imzalara zamanı yetmez, yirmi dört saat imza atmasına yetmez. Ya, bu ne "Superman"miş ki bu kadar yetkiyi veriyoruz ona. Hani, yetki paylaşılacaktı, hani yetki yerele verilecekti, hani yetki her tarafta eşit dağıtılacaktı. Hiçbir yerde yok çünkü kaygı var, korku var, giderek kaybetme korkusuyla beraber korkuyu yaymaya çalışıyorlar. Ve bu da yetmiyor, bütün yasaları giderek bütün yasama organını işlevsiz hâle getirip kendi lehleri ve tercihleri konusunda değiştirmeye kalkıyorlar. Bundan bir an önce vazgeçmek lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı).

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bunu yapmadığımız sürece Türkiye'de değil ki bir teşvik, siz teşvik değil, tümüyle yasakları, kısıtlamaları getirirsiniz sadece kendi lehinize olan şeyleri düşünürsünüz. Teşvik vermek istiyorsanız, teşvikten yana olmak istiyorsanız, çoğunluktan yana olun. Çoğunluktan yana olmak demek, asgari ücretten vergi almamak demektir, emeklinin yanında olmaktır, emekliye 2 bin liradan fazla gelir sağlamaktır. Eğer çoğunluktan yanaysanız gelin, emeklilerle beraber yaşlılık aylığı alanlara da 2 bin lira para verelim. Devlet madem "Yaşlısınız, bakıma muhtaçsınız." diyor, gelin, onlara da o parayı verelim. Çoğunluk olmak, tercihinizi vatandaştan yana kullanmak istiyorsanız barıştan, demokrasiden, özgürlükten yana olun; teşvik budur, bunu yaptığınız sürece kendi önünüzü de memleketin önünü de açarsınız, bunu yapmazsanız da biz geldiğimizde buna talibiz, yapmaya hazırız.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)