| Konu: | (10/3200, 3361, 3362, 3364, 3365) No.lu Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 05.10.2021 |
HDP GRUBU ADINA MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Deprem Araştırma Komisyonumuzun geçen dönem yaptığı çalışmalar sonucu hazırladığı rapor üzerine söz aldım. Emek veren ve bu çalışmayı destekleyen, katkı sunan tüm çalışanlara, kurumlara, vekillerimize ve bilim insanlarına teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Deprem ve depreme ilişkin hazırlıklar, tedbirler ve farkındalık bu ülkenin ana sorunlarından biridir. Meclis çatısı altında bugüne kadar bu konuda 10'a yakın araştırma komisyonu kurulmuş, bu komisyonlar çalışma raporlarını hazırlamış ve Meclise sunmuştur. Önceki 9 komisyonun önerileri, bilim insanlarının görüşleri dikkate alınıp uygulanmadığı için yeniden yeni bir komisyon ihtiyacı duyuldu ve bu komisyon kuruldu ve çalışması raporlaştırıldı. Aslında mesele sadece komisyon oluşturmak değil, mesele bu çalışmaların, bu raporların uygulamaya konulmaması, hayata geçirilmemesidir. Bu raporda eksiklikler olmasına rağmen uygulamaya ilişkin, mevzuata ilişkin somut öneriler de var. Bu öneriler geciktirilmeden hayata geçirilmeli, depremle ilgili gerekli tüm tedbirler bir an önce alınmalıdır. Bugüne kadar gerekli tedbirler alınmadığından depremlerde on binlerce yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirenlere rahmet dilerken tek kaybımızın insanlar olmadığını da ifade etmek istiyorum.
Deprem bir bütün olarak toplumsal yaşamı ve doğayı tahrip etmektedir. Depremlerde sayısını net olarak bilmediğimiz yüz binlerce kişi engelli kalmaktadır. Kolektif bir kent hafızası kaybolmaktadır. Sosyolojik bir travma olan deprem meselesi bu nedenle bütünlüklü olarak ele alınmalı ve toplumsal bir mesele olarak görülmelidir. Deprem tali bir mesele değildir. Deprem, her olduğunda insanların, yoksulların evi başına yıkıldığında gündem olacak, sonra da unutulacak bir mesele gibi alınmaktadır maalesef. Oysaki Türkiye'nin ve özellikle bazı bölgelerinin ve illerinin deprem riski yüksek olduğu tarihsel ve bilimsel olarak da ortaya çıkmıştır. Bingöl, Muş, Van, Erzurum, Erzincan, Elâzığ, İstanbul ve çevresi başta olmak üzere son yüzyıl içerisinde deprem yaşanmayan ve depremlerin tekrar etmediği bir bölge neredeyse yok gibidir. İstanbul başta olmak üzere metropol kentlerdeki deprem riskinin yaşanan acı tecrübelere rağmen dikkate alınmadığı, gerekli politika değişikliklerinin yapılmadığı, tedbirlerin yerine getirilmediği görülmektedir. Değişik tarihlerde 6-7 şiddeti üzerinde yaşanan Adapazarı, Erzincan, Niksar-Erbaa, Tosya-Ladik, Bolu Gerede, Varto, Karlıova, Ceyhan, Gölcük, Düzce, Van depremleri ve en son yaşanan Elâzığ, Malatya ve İzmir depremlerinin saniyelerle ifade edilen süresi 100 bine yakın yurttaşın ölümü ve yüz binlerce yurttaşın da yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Maalesef, bu kadar acı deneyime rağmen depremlere ilişkin olarak deprem öncesinde, deprem sırasında ve hemen sonrasında yapılması gereken birçok çalışma planlanmamış ve hâlâ gerekli önlemler alınmamıştır. Deprem hayati bir meseledir, sonuçları can yakıcıdır. İktidarın son yıllardaki birçok politikası ve yaklaşımı bu konuda önceliğin can değil, rant olduğunu da ortaya koymuştur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de imar ve yapı denetimi deprem önlemlerinin ana omurgasını oluşturmaktadır. Çok kısa bir süre içerisinde "kentsel dönüşüm" adı altında Türkiye'nin birçok kenti altüst edilerek şantiyeye çevrilmiştir. Gelinen aşamada depremlere hazırlıksız, çarpık kentler açığa çıkmıştır. AKP'nin "imar barışı" adı altında gerçekleştirdiği son uygulama özünde bir imar affı olmuştur. Bu affın amacı, imar konusunda ve deprem önerileri hakkında bir iş yapmak değildir. Tamamen mali kaynak yaratma hedefiyle deprem riski dâhil olmak üzere diğer afetlerde yaşanabilecek can kayıpları hiç önemsenmeden ve bu hususta sorumluluk tamamen mülk sahiplerine bırakılarak birçok yapı imar affıyla yasallaştırılmıştır. Bu sebeple, ileride gerçekleşecek olan depremlerin afete dönüşerek acı ve yıkım yaşatmaya devam etmesi kaçınılmazdır. Türkiye halkları olarak afetler nedeniyle bu yıkım ve acıları yaşamayı hiç hak etmiyoruz. Deprem değil, tedbirsizlik bu binalarda yaşayanlar için ölüm getirecektir. Bu kapsamda ruhsatlandırılan binalara özgü kapsamlı bir deprem uyum denetimi geciktirilmeden yapılmalıdır.
Yine, ifade edilmesi gereken önemli bir konu da yeni yerleşim ve konut alanlarının seçimidir. İnsanlarımızın depreme dayanıklı binalarda yaşaması, can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için imar planlarında jeolojik, jeofizik ve jeoteknik etütler yapılmadan yeni yerleşim alanları belirlenmemelidir. İmar Yasası, Yapı Denetimi Hakkında Yasa, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa, 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Yasa ve ilgili tüm yasa ve bağlı yönetmelikler afet risklerinin azaltılması ve kamu yararı ilkeleri gözetilerek yeniden düzenlenmelidir. İmarsız ve ruhsatsız yapıların yoğunluklu olduğu kentlere ilişkin belirli bir zamanda bitecek şekilde imar planı düzenlenmeli ve uygulanmalıdır. Çok açık bir örnek olarak da verebiliriz ki şu anki Van Valiliği binası da imar planına aykırı bir şekilde yapılmıştır. Bu düzenlemeler ve uygulamalar yapılırken esas alınması gereken 2 önemli başlık vardır: İlki toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetilmesi ve diğeri de kent tasarımında engellileri de varsayan evrensel tasarım ilkeleridir. Depremin kadınları, engellileri ve yoksulları daha çok etkilediği açıktır çünkü kentlerde yapı ve alan kullanımında kadın-erkek eşitsizliği her düzeyde vardır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle hem deprem anında hem de sonrasında kadınlara özgü dayanışma ve ilk yardım planlaması mutlaka yapılmalıdır. Kentlerin konut, iş yeri, yeşil alan ve toplanma merkezlerinin kullanımı ve depreme hazırlığında da toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımı esas alınmalıdır. Öncelikle, deprem sonrasında kreş, bakımevleri, çamaşırhane, toplu yemek sunma hizmetlerinin verilmesi, kadınlara atfedilen bazı toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı yüklerini de hafifletecektir.
Depreme hazırlık tedbirleri kapsamında yok sayılmaması gereken önemli bir nüfus kesimi de engellilerdir. Türkiye'de sayısının 10 milyonun üzerinde olduğu bilinen engellilerin önemli bir bölümü de ortopedik engellidir. Bu nedenle de deprem öncesinde binaların ve geçitlerin erişilebilirliğinin, sığınma ve toplanma yerlerinin engellileri yok saymayan evrensel tasarım ilkesi gözetilerek inşa edilmesi gerekir. Çok kısa süren depremlerin bir engelli için kaçma ve kurtulma imkânını kısıtladığı bilinmelidir. Bu nedenle, engellilerin yaşadığı haneler tespit edilerek depreme dayanıklılığı ve dizaynı test edilmelidir. Depremlerin afete dönüşmemesi ve büyük acıların yaşanmaması için, yüzde 60'ı kaçak veya kurallara aykırı, yeterli mühendislik hizmeti almadan yapılan binalar incelenmeli, gerekli önlemler alınmalıdır. İnsan yaşamını risk altına alan binalar yıkılmalı ve buralarda yaşayan yoksul yurttaşlara depreme dayanaklı, ücretsiz sosyal konutlar yapılmalıdır. Deprem önlemleri için bilimsel bir yaklaşım esas alınmalıdır. Konut ve iş yeri için yer seçimi, yapı tasarımı, üretimi ve denetimi aşamalarında mühendislik biliminin bilgisinin gerekleri tam olarak yerine getirilmelidir. Deprem ve afet planları geciktirilmemeli, yapı stokunda gerekli mühendislik incelemeleri yapılarak yapılardaki risklerin giderilmesi çalışmaları da ivedilikle başlatılmalıdır.
Birçok ilimizde deprem olmasa dahi yıkılması gereken riskli binalar yıllarca bekletilmektedir. Örneğin, Van'ın en merkezî yeri olan Cumhuriyet Caddesi'nde 2011 depreminde hasar görmüş ama yıkımı yapılmamış binalar vardır ve bu binalar, üzerinden on yıl geçmesine rağmen hâlâ yıktırılmamıştır. Ana cadde üzerinde, ağır hasarlı bu binaların bu şekilde bekletilmesi onlarca, yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanabilecek riskler teşkil etmektedir. Sırf tazminat almak için yıkılmayan bu binaların birçoğunun sahibi mevcut AKP İl Başkanının kendisi ve ailesidir. Van'da yıkım ve hasar kararı verilmiş binlerce binanın bu şekilde bekletilmesi hiçbir şekilde izah edilemez. Bu durumun Van'a özgü olmadığı, birçok kentte olduğu, dönem dönem yaşanan bina çöküntü haberlerinde de bilinmektedir.
Değerli milletvekilleri, depremle ilgili alınması gereken önlemlerin çoğu depremden öncedir. İmar, ruhsat, yapı denetim işlemlerinin bilimsel bir yaklaşımla yapılması gerektiğini söyledik. Yakın dönemde onlarca deprem, yüzlerce can kaybı yaşanmasına rağmen, deprem denetimi yapılmamış ve dayanıklılığı test edilmemiş yüzlerce okulun ve hastanenin olduğunu biliyoruz. Depremlerde ilk önce kamu binalarının hasarlı olması ise dikkatimizi çekmesi gereken başka bir konudur. Kamu binaları bu yönüyle hem kitlesel kayıp riskleri içerdiğinden hem de olası bir deprem durumunda kamusal hizmet sunumunun aksamaması gerektiğinden depreme uygun bir şekilde inşa edilmelidir. Kentlerde altyapı, toplu ulaşım, yangından korunma gibi sistemsel deprem riski öngörüsüyle yeniden inşa edilmelidir.
Diğer önemli bir başlık ise deprem bilincinin ve farkındalığının kazandırılmasıdır. Toplumda, deprem öncesinde ve sırasında alınması gereken tedbirler ile deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenlere dair bir farkındalık oluşturulmalıdır. Yurttaşların deprem farkındalığı ve kendilerinin almaları gereken önlemler hakkında bilinçlendirilmesi için de gerekli girişimler ve eğitimler başlatılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, depremin ölümcül sonuçlarını azaltan en önemli araçlardan biri de ilk yardım sisteminin hızlı işlemesidir. Deprem anında ve yetmiş iki saat sonrasına kadar verilen ilk yardımın etkili, hızlı, kapsamlı olmasının yaşam kurtardığını; aksi durumlarda ölümler olduğunu acı tecrübelerle biliyoruz. Bu nedenle ilk yardım ve ilk dayanışma ekipleri bölgesel ihtiyaçlar dikkate alınarak her zaman aktif tutulmalıdır. Sağlıklı bir afet yönetimi yaklaşımı ön koşuldur. Depremde ilk yardım ve acil sağlık hizmetleri çok yaşamsal olmaktadır. Bu konuda Türk Tabipleri Birliğiyle iş birliği yapılarak gerekli ekipler kurulmalı ve tatbikatlar önceden yapılmalıdır. Olağan dışı ve acil durumlarda sağlık hizmetleri için ayrılan bütçe ve kadrolar artırılmalıdır. Deprem durumunda kriz yönetimi ve koordinasyonu için görevli kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasında kapsamlı bir iş birliği geliştirilmedir. Kriz yönetimi ve koordinasyonu için saha birimleri, lojistik birimleri, bilgi işlem, kayıt birimleri, yardım ve destek birimleri, iletişim birimleri, sağlık ve hukuk birimleri, güvenlik birimleri ve bütün olarak bunların koordinasyonu bu kriz yönetiminin bileşenini oluşturmalıdır. Mevcut AFAD ve İçişleri Bakanlığı yapısının depremlere müdahalede âciz kaldığını çok iyi biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, maalesef, hâlâ ifade etmek zorunda kaldığımız başka bir sorun da ilk yardım hizmetlerinin sadece Türkçe sunulmasıdır. Ana dili Türkçe olmayan, Türkçe bilmeyen milyonlarca yurttaşın bu ve benzeri durumlarda hak ve yaşam kaybı riskini azaltmak amacıyla, Kürtçe başta olmak üzere, Türkiye'de belli bölgelerde konuşulan diğer dilleri de bilen ilk yardım ve afet müdahale personeli hazır bulundurulmalıdır.
Büyük depremlerde AFAD personelinin yetersiz kalabileceği öngörülerek her bölge halkından afet müdahale ve ilk yardım gönüllü ekipleri oluşturulmalı, periyodik eğitimler verilmeli ve düzenli olarak tatbikatlar yapılmalıdır. Deprem toplanma merkezlerinin özellikle metropoller için hazır bir şekilde uyumlu hâle getirilmesi gereklidir. Birçok yerde bu alanların amaç dışı kullanıldığı da bilinmelidir. Maalesef, hâlâ birçok ilde de toplanma alanları bulunmamaktadır. Toplanma alanı bulunmayan yerlerde de acilen toplanma alanları planlanmalı ve oluşturulmalıdır.
Değerli milletvekilleri, depremlerde önlem almak için toplanan vergilerin, diğer kamu gelirlerinin depreme özgü harcanmaması ve nasıl harcandığının kamuoyu bilgisine sunulmaması da önemli bir sorun olup toplumsal dayanışma duygusunu da zedelemektedir. Bilindiği üzere, deprem vergilerinin ne olduğu kamuoyunun gündemindedir. 1999 yılından bu yana halktan toplanan özel vergilerin amaç dışı kullanılmaması, miktarlarının şeffaf olması ve gerçek mağdurlara ulaştırılması gereklidir. "Afetler ve dönüşüm fonu" oluşturulmalı, merkezî ve yerel yönetimler bütçelerinin belirli bir bölümünü depreme yönelik tedbirlere ayırmalıdır. İller Bankası, TOKİ, Emlak Bankası ve 6306 sayılı Yasa kapsamında oluşturulmuş olan dönüşüm projeleri özel hesabı bütçeleri birleştirilerek "afetler ve dönüşüm fonu" adı altında yeniden yapılandırılmalıdır. Afetler ve dönüşüm fonunun amaçları dışında başka işler için kullanılması engellenmeli ve fon kaynakları amacına uygun kullanılmalıdır. Deprem ve benzeri durumlarda önleyici tedbir alması gereken kurumların harcamalarının şeffaf olması ve israfının önlenmesi zorunludur.
Bu kadar vergi, fon toplandığı hâlde her depremde halka IBAN numarası göndererek para istemek, yardım dilenmek, sömürü ve rant düzeninizin bir sonucudur. Her afette mağdur, her şeyini kaybeden halk değil, her seferinde nedense iktidarınız oluyor. En zor dönemlerden biri olan deprem sürecinde yardım ve dayanışmaya bile politik yaklaşıyorsunuz. Deprem mağdurunun kimliğine, oy seçimine bakarak dayanışma göstermek veya göstermemek ırkçı ve faşizan bir tutumdur.
Başkale'de yaşanan depremde halkı ziyaret eden AKP Van Milletvekili, yaşadıkları sorunları aktaran, yardım ve çözüm bekleyen halkı tehdit ederek "Beğenmiyorsanız talimat veririm bu ekipleri de çekerim. Kime oy verdiyseniz onlar yardım etsin, gelsin sorunlarınızı çözsün." deme cüretini göstermiştir. Bu sekter, yandaş ve partizan yaklaşım hiçbir sorunu çözmez. Amacınız halkın derdine çözüm olmak, yaralarını sarmak değil, afetlerden bile siyasi rant devşirmektir. Sadece depremin değil, rantın ve ayrıştırıcı politikaların mağdur ettiği insanlara deprem sırasında ideolojik anlayışla yaklaşılması, yurttaşlık ve insan hakları bağlamında açıklanamaz.
Van'da ve kayyum atanan diğer yerlerde en büyük deprem riski aslında kayyum sisteminin kendisidir. Halka, danışma ve dayanışmaya kapalı bu hukuk dışı rejimin bu Komisyona bilgi vermesi amacıyla gönderdiği kişinin, kayyum tarafından iki hafta önce belediyeye üniversiteden atandığı, belediyelerin çalışmaları yerine kendi master ve doktora çalışmalarından söz ettiği sunumunda, Van Belediyesine ve halkına dair çok da bir fikrinin olmadığı açığa çıkmıştır. Komisyonda "Halkı bilinçlendirmek çok zor." diyen bu kişi, kamusal sorumluluktan bihaber, depremle ilgili yanlışlarla dolu ve halkı töhmet altında bırakan bir sunum yapmıştır. Van'da riskli olan, yıkılması gereken bina sayısını içermeyen bir sunum yapan bu kişi, depremden sonra yapılan konut sayısını 17 bin olarak ifade ederken iktidar milletvekili ise 24 bin gibi bir rakam telaffuz etmiştir. Bu, birbirinden bihaber ve çelişkili bilgi aktarımı, kayyum ve iktidarın ciddiyetsizliğini, Van'ın içinde olduğu durumu da göstermiştir. Kendisi hâlen üniversitede hoca olan ve o zaman iki haftalık Büyükşehir Genel Sekreter Yardımcısı yapılan sunumcu, evlerin ticari değeri, evlerin kaç artı kaç olduğu ve binaların kaç kat olursa rant olur yönündeki ilgisiz sunumuyla aslında iktidar ve kayyum zihniyetinin temel sorunlara nasıl hesapçı, ticari ve çıkarcı yaklaştığını da ortaya koymuş ve Komisyon çalışmaları açısından da vakit kaybına yol açmıştır. Hem üniversitede hoca hem de kayyuma danışman ve Genel Sekreter Yardımcısı olarak çalışan bu kişi ne depremde ne de deprem sonrası yaşanan sorunları ve ne de Van halkının psikolojisini aktarabilmiştir. Üstelik bu ciddiyetsiz ve alakasız sunumda Van'ın kırsal bölgeleri için hiçbir çalışmanın yapılmadığını da açıkça itiraf etmiştir. Biz zaten hiçbir çalışmanın yapılmadığını 2020 Başkale depreminde de gördük. Hâlen bu ayrımcı tutumun sonuçlarını halk evsizlik, işsizlik, yoksullukla en acı bir şekilde yaşamaktadır. Üzerinden on yıl geçmesine rağmen konut, imar ve altyapı sorunları bizzat kayyumlar eliyle ağırlaşan Van'ın en büyük deprem riski halkın iradesini gasbeden kayyumlardır. Van Büyükşehir Belediyesi işgal altında ve halka kapalıyken, Van Büyükşehir Belediye Meclisi fiilen feshedilmişken 1,5 milyona varan yurttaşın daha büyük bir riski olamaz.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'de yapılar için afet kimlik belgesi oluşturulmalı, her binanın deprem riski, kat sayısı da belirlenmelidir. DASK başta olmak üzere binaların depreme karşı güvende olup olmadığı o binaya dair her işlem esnasında sorgulanmalıdır. Yüksek risk tespit edilen binalarda tapuya şerh düşülerek alım satıma kapatılmalı ve yıkım süreçleri başlatılmalıdır. DASK kapsamında olmayan bina kalmamalıdır. Her binanın elektrik, su faturası gibi deprem risk durum raporu yıllık olarak belirlenmeli ve o binalarda yaşayan yurttaşlar da bilgilendirilmelidir.
Deprem sonucu bazı yurttaşlar geçici, bazı yurttaşlar ise kalıcı barınma sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. 2011 yılında Van'da evleri yıkılan yurttaşların bir kısmı hâlen prefabrik konutlarda yaşamak zorunda kalmıştır. Yine 2020 Şubatında Başkale ilçemizde yaşanan deprem için -ki neredeyse iki yıl olacak- konut teslimi hâlâ yapılmış değildir. Bu nedenle sosyal devlet olmanın bir gereği olarak deprem sonrası konut ve barınma ihtiyacının hızlı bir şekilde karşılanması da zorunludur. Depremzedelerin yıllarca kalıcı konutlara geçememesi sorununun çözümlenmesi için bir zaman sınırı konulmalıdır. Ayrıca, hiçbir ekonomik gelir ve getirisi olmayan depremzedeler için bedelsiz konut imkânı sağlanmalıdır. Şu an depremzedelerin çok önemli bir kısmı ödeyemeyecekleri borçlarla konut sahibi yapılmaktadır. İktidar saltanatı uğruna yoksulları borçlandırma ve kendine muhtaç bırakma siyasetinden bir an önce vazgeçmelidir. Devlet, deprem mağduru olmuş her yoksul yurttaşa barınabileceği bir afet konutunu bedelsiz vermelidir.
Sözlerimi bitirirken, tedbirsizlik ölümlerinin son bulması için devletin ve iktidarın gecikmeksizin deprem gerçekliğine uygun bir politik hatta yol alması zorunluluğunu tekrardan hatırlatıyor, tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)