| Konu: | Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 06.10.2021 |
HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinize iyi akşamlar.
Bugün Paris İklim Anlaşması'nı konuşuyoruz. Ben bu ihtiyacın genel yapısıyla ilgili olarak birkaç şey söylemek istiyorum ki tartışma biraz daha belki anlamlı bir yere oturur diye düşünüyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ki yeryüzünde 197 tane -galiba, son olarak, öyle hatırlıyorum- ulus devlet var ve bu ulus devletler çeşitli biçimlerde birbirleriyle ilişki içinde oluyorlar fakat Birleşmiş Milletler şeklindeki bir organizasyonun dışında çok çeşitli sorunlarla karşılaştıkları hâlde bu sorunları küresel bağlamda çözemiyorlar, daha doğrusu küresel bağlamda çözmenin kurumsallaşmasını yaratamıyorlar dolayısıyla da ülkelerin birlikte davranmaya ihtiyacı olan konular var ve bunların esasında zamanla değiştiğini de görüyoruz; mesela, Kanada'da asit yağmurları Amerika'yı da etkilemeye başlıyor. Dolayısıyla da asit yağmuru sorunu konusu sadece Kanada'nın sorunu olmaktan çıkıyor, aynı zamanda Amerika'nın da bir sorunu hâline geliyor. Dolayısıyla da asit yağmurlarıyla mücadele sadece Kanada'nın halledebileceği bir mücadele olmak durumunda değil, aynı zamanda Amerika'nın da o mücadelede bir payı olması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, bu Paris İklim Anlaşması esasında böyle bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir anlaşma. Daha doğrusu, bir anlaşma olmaya çalışan bir anlaşma, henüz daha herkesin ikna olduğu ve herkesin destek verdiği bir yapıda değil hepinizin de bildiği gibi.
Değerli arkadaşlar, şöyle düşünelim: İki ülke varsayalım, bu 197 ülke dışında iki ülke varsayalım ve tabii, bu iki ülke halkları da esasında havanın kirliliğinden dolayı yani karbon emisyonundan dolayı zarar görüyor. Dolayısıyla da bir anlaşma üretip de birlikte bir karşı mücadele başlatma ihtiyacında olduklarını düşünelim fakat herhangi bir ülke düşünün, A ülkesini düşünün, bu mücadele sonuç olarak bir maliyeti olan bir mücadele yani bir maliyet üstlenmesi lazım fakat A ülkesi diyor ki B ülkesi için: "Ya, asıl B ülkesi havayı kirletiyor, dolayısıyla da asıl işin ceremesini B ülkesinin çekmesi gerekiyor, daha fazla fon ayırması gerekiyor." veya en azından karşı tarafın ne harcayacağını bilemediğinden dolayı esasında kendi çıkarı neyse onu yapmaya doğru yöneliyor. Fakat aynı sorunsal B ülkesi için de geçerli, B ülkesi de bakıyor A ülkesine ve A ülkesinin nasıl davranacağını bilemediği için o da herhangi bir şekilde birlikte davranmayı gerçekleştiremiyor. Yani sonuçta hava temizlenseydi her iki ülkenin de halkları temiz havayı soluyacaklardı fakat her iki ülkenin de yönetimi birbirlerine güvenmedikleri için veya diğerinin daha fazla kaynak ayırması gerektiğini düşündüklerinden dolayı bir anlaşmaya varamıyorlar ve dolayısıyla da iklim sorunu yaşanmaya başlanıyor.
Şimdi, bir an için düşünelim arkadaşlar, B ülkesini ele alalım. B ülkesi desin ki: "Ya, A ülkesi buna katlanmıyor." Diyelim ki B ülkesi gelişmiş bir ülke, parası da var "Ben harcayayım bu parayı." diyor. Tabii, bu iki ülkenin katkısıyla olabilecek olandan daha maliyetli bir şey bir tek ülke yapmaya kalktığında.
Değerli arkadaşlar, şimdi şöyle garip bir durum ortaya çıkıyor: Diyelim ki B ülkesi havanın temizlenmesine yönelik olmak üzere yatırımlar yapıyor, karbon emisyonunu azaltıyor vesaire A ülkesinin herhangi bir katkısı olmadan ama arkadaşlar, hava havadır. Sonuç olarak A ülkesinin de insanları bu temiz havadan yararlanacaklar ve üstelik de hiçbir katkı vermeden yararlanacaklar. Dolayısıyla da değerli arkadaşlar, bu 2 ülke arasındaki ilişkiler maalesef birlikte davranma hâline dönüşemiyor. Yani benim şimdi anlattığım oyun teorisinden bir parça esasında ama bunu çok çeşitli konumlarda değerlendirebilirsiniz. Yani farklı ülkelerin birbirlerine yeteri kadar güvenemedikleri için, yeteri kadar birbirlerine ilişkin bir enformasyona sahip olmadıkları için bir anlaşmaya varmaları mümkün değil. Dolayısıyla da Paris Anlaşması esasında, gerçekten de iklim krizinin giderek arttığı gerçeğini her gün gören şu anda yaşayan insanlar olarak gerçekten önümüzdeki yılların hiçbirimiz için olumlu olacağını düşünemiyoruz. Dolayısıyla da her birimiz aslında birlikte davranıp, hava kirliliğini ve iklim krizini önleyici tedbirleri alıp, işte, 2 derece hedef olarak konulmuş, 2 derece aşmayacak biçimde bir emisyonu, karbon emisyonunu gerçekleştirmeye yönelmek istiyorlar. Fakat değerli arkadaşlar, dediğim gibi, bunun olabilmesi için tarafların birbirine güvenmeleri lazım, bir. İkincisi, tarafların gerçekten de karşılaştığımız sorunun herhangi bir tek ülkenin çözemeyeceği bir sorun olduğunun bilincinde olması lazım ve dolayısıyla da birlikte davranmanın kaçınılmaz olduğunu kavramış olması lazım. Fakat arkadaşlar, burada da yine şöyle bir sorun var: Diyelim ki birlikte davranmaya karar verdiler ama... Mesela Türkiye bunu yapıyor anladığım kadarıyla, Paris Anlaşması'yla ilgili öyle bir kriter önerdi ki bir anlamda sera gazı salınımının daha da artacağı bir hedefi bir bakıma koymuş oldu. Bunu niçin yaptı? Bunu şunun için yapıyor anladığım kadarıyla: "Çünkü dünyayı kirletenler, kirli havanın olmasına neden olanlar ileri Batı ülkeleri. İleri Batı ülkeleri temizlesinler havayı veya en azından bizim de orada olmamızı istiyorlarsa eğer, o zaman bize fon vermeleri, para vermeleri gerekiyor." diyor. Paris Anlaşması'nı organize eden kesimler bunu bildikleri için de çeşitli fonların kullanılmasına ilişkin olmak üzere bir adım attılar. Yani, birlikte davranmalarını, birbirlerini kandırmamalarını, yapıyormuş gibi davranıp da yapmamayı önlemek için bu fon meselesini gündeme getirdiler. Anladığım kadarıyla Türkiye de 3 milyar euro civarında bir fon alacak ve o sebeple de Glasgow'a gidilecek, imzalar atılacak, bu fon Türkiye'ye getirilmiş olacak. Fakat değerli arkadaşlar, bu fonu nasıl kullanacağını bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey varsa, bu seneyi, geçen seneyi düşünün Türkiye'yi... Gerçekten de ben uzun yıllar İstanbul'da yaşadım, İstanbul'un ikliminin nasıl değiştiğini kendi deneyimimle biliyorum, Karadeniz hakeza öyle. Dolayısıyla da iklim krizi gerçek bir kriz ve bu gerçek krizi önlemenin yolu da gerçekten diğer dünya ülkeleriyle birlikte davranmaktır, samimi olarak davranmaktır. Yoksa kredi alacağız, fon alacağız, 3 milyar euromuz olacak biçimindeki bir kaygıdan ziyade, böyle bir amaçla, gerçekten iklim krizine son vermenin bir neferi olarak Türkiye'nin de kendini bu mücadelenin içinde görmesi lazım. Şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar -zamanım bitiyor- Türkiye'ye yakışan bence budur. Gerçekten bu söylemeye çalıştığım, Adalet ve Kalkınma Partisinin sözcülerinin de zaman zaman bu konuyla ilgili ifade ettiklerinden anladığım rahatsızlıkları yani Batı'yla ilgili itirazlarını anlıyorum fakat değerli arkadaşlar, Türkiye gerçekten de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ilginç bir örnek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
Buyurun.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - ...olduğundan dolayı, bu konuda, gerçekten samimi bir şekilde bu işin başını çeken ülkelerden biri olmalı. Ben zaman zaman bu kürsüye çıktığımda da söylüyorum, Sayın Cumhurbaşkanının "Dünya 5'ten büyüktür." lafı doğru bir laftır çünkü gerçekten de insanlık, henüz daha yeryüzü düzeyinde bu türden normları koyacak, bu türden değerleri benimsetecek bir noktaya doğru evrilemedi. Dolayısıyla da Türkiye'nin kendi misyonu itibarıyla da bence bunu yapması lazım yani bu işin başını çeken ülkelerden biri olması lazım, sadece ve sadece 3 milyar euro gelecek diye de bu işin altına imza atmaması lazım diye düşünüyorum.
Hepinize teşekkür ederim.
İyi akşamlar. (HDP sıralarından alkışlar)