| Konu: | Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 06.10.2021 |
CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Çok önemli bir konu üzerinde konuşuyoruz, önemli bir tartışma yapılıyor. Tabii, şöyle bir boyutu da var hadisenin, onu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum: Artık, günümüzde, uluslararası politikada güvenlik konusunda da çok ciddi değişimler oldu yani geçmişte olduğu gibi güvenlik konuları sadece askerî güvenlik bakımından ele alınmıyor. Örneğin siber güvenlik çok önemli bir tema olarak öne çıktı. Yine, benzer şekilde doğayla, çevreyle, göçle ilgili konular da uluslararası güvenliğin çok temel konuları arasında yer almaya başladı.
Bugün konuştuğumuz iklim krizinin de uluslararası güvenlik bakımından çok önemli bir konu olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir diye düşünüyorum ve aynı savaşlar gibi sonuçlar üretiyor yani nasıl ki savaşlarda insanlar ölüyorsa, hayvanlar ölüyorsa, iklim krizi nedeniyle de insanlar ölüyor, hayvanlar ölüyor; nasıl ki savaşlar dünyada ekonomiyi, siyaseti istikrarsızlaştırıyorsa, iklim krizi de yine ekonomiyi, siyaseti istikrarsızlaştırıyor. Yine, benzer şekilde, uluslararası çatışma konuları nasıl ki kaynaklar üzerinde bir rekabet yaratıyor, o rekabet de birtakım çatışmalar, savaşlar üretiyorsa, yarın öbür gün iklim krizi derinleştikçe, dünyadaki kaynaklar üzerindeki rekabet sebebiyle yeni savaşlar, yeni çatışmalar da kapımızda bekliyor.
Özetle, değerli arkadaşlarım, çevre, iklim konularının çok önemli bir güvenlik boyutunun olduğu unutmamak gerekir. Türkiye açısından da çok özel bir durum var bu kapsamda yine hatırlanması gereken, o da bundan sonraki dönemde, Türkiye'nin iklim krizi nedeniyle oluşacak göç hareketlerinden en fazla etkilenecek ülkelerden birisi olması.
Bakın, değerli arkadaşlarım, artık uluslararası literatüre yeni bir kavram girdi: İklim mülteciliği. Yani iklim olayları sebebiyle, iklim krizi sebebiyle insanlar göç etmek zorunda kalıyorlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin rakamlarına göre, 2008'den bu yana her yıl 21 milyondan fazla insan seller, kuraklık, kasırgalar, fırtınalar gibi olaylar sebebiyle göç etmek zorunda kalıyor. Yine, benzer şekilde, 2016'dan itibaren dünyanın en büyük 10 göç hareketliliğine bakıldığında, bunların hepsinin sebebi iklim değişikliğiyle ilgili sebepler değerli arkadaşlar.
Türkiye açısından bu meseleyi değerlendirdiğimizde çok önemli bir yayın var "The Lancet" isimli, dünyanın en önemli, en prestijli tıp dergilerinden birisi bu dergi. Burada çıkan önemli bir yazıda, Türkiye'nin, ilerleyen dönemde iklim krizi nedeniyle oluşacak göç hareketlerinden en fazla etkilenecek 3 ülkeden 1'i olduğu not ediliyor. Yani Kanada, Türkiye ve İsveç iklim krizinin yarattığı göç hareketliliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor ve Türkiye'nin tabii, tarihsel olarak göç yolları üzerinde bulunması sebebiyle çok önemli bir göç sorunu, Türkiye'nin geleceğine damga vuracak bir göç sorunu önümüzde duruyor. Özellikle bunu hatırlatmak gerekiyor. Afrika'nın kuzey bölgelerinden bu göç hareketlerinin Türkiye'ye yönelik olacağı anlaşılıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu açıklamaların yanında şunu da eklemem gerekiyor: Vatandaşlarımız da bu durumun farkında, Türkiye açısından bu olayın -dünyamız açısından da- ne kadar önemli olduğunun farkında. Bakın, yakın zamanda yapılan iki önemli araştırma var, biri KONDA'nın yaptığı bir araştırma... KONDA'nın araştırmasına göre, Türkiye'de seçmenlerin yüzde 76'sı doğal afetlerin sıklaştığını düşünüyor ve yüzde 87'si ise küresel ısınmanın çok gerçek, çok önemli bir fenomen olduğu kanaatinde. Yine, bu çerçevede yapılan uluslararası bir araştırmanın Türkiye boyutunda, yüzde 83'ü, Hükûmetin ve ülkelerinin yani Türkiye'nin küresel ısınmaya yönelik mücadelede daha fazla tedbir alması gerektiğini, daha fazla harekete geçmesi gerektiğini düşünüyor ve Türkiye'deki gençlerin yüzde 95'i de iklim krizinin ülkemize yönelik en büyük tehditlerden, en büyük tehlikelerden biri olduğunu düşünüyor. Şimdi, böyle bir manzara var orta yerde ve vatandaşlarımız da bu durumun farkında. Tabii, bunun sadece iklim değişikliğinin, iklim krizinin küresel ısınmanın, dünyanın sıcaklığının birkaç derece artacak gibi düşünülmesi çok hatalı; bugün de yaşamakta olduğumuz fırtınalar, aşırı yağışlar, sel felaketleri başta olmak üzere birçok doğal afet aslında bu durumla ilgili.
Az önce de ifade etmiştim, önemli tedbirler alınıyor değerli arkadaşlarım. Örneğin İskandinav ülkeleri toprak kaymaları olacak diye düşünüyorlar ve yeni bir kentsel planlama yapıyorlar iklim krizini merkeze alan. Amerika Birleşik Devleri de kentlerini bu duruma dayanaklı hâle getirmeye çalışıyor, deniz seviyesinde bulunan deniz kuvvetleri üslerini, turistik tesislerini, sanayi tesislerini -ki nüfusun da çoğunluğu kıyılarda yaşadığı için- bu duruma uyumlu hâle getirecek tedbirler almakla uğraşıyor. Afrika'da, bizden çok daha zor durumda bulunan bir ülkede, Uganda'da çok önemli tedbirler alınıyor. Mesela, orada, işte, bu "Robusta kahvesi" denilen kahvenin üretildiği bir bölge var, o bölgenin küresel ısınma nedeniyle ilerleyen dönemde bu kahve çekirdeklerini üretemeyeceği düşünülüyor ve önemli başka bölgeleri koruma altına almışlar; orada konut yapmıyorlar, sanayi tesisi yapmıyorlar, yerleşim alanına açmıyorlar, iklim değişikliği ya da iklim krizi nedeniyle oluşacak, küresel ısınma nedeniyle oluşacak gelecekteki ortamda, orada biz bu kahveyi ekebiliriz diye bütün o alanı koruma altına alıyorlar değerli arkadaşlarım. Türkiye'de ise ne yazık ki bu tedbirlerin, benzer tedbirlerin alınmadığı bir ortamı yaşıyoruz.
Bakın, biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak defalarca, sayısız defa bunu hatırlattık. Grup Başkan Vekilimiz burada, Sayın Özgür Özel, hafızam beni yanıltmıyorsa 3 defa basın toplantısı düzenledi, bu anlaşmanın Türkiye tarafından kabul edilmesini gündeme getirdi. En son, yanlış hatırlamıyorsam temmuz ayında yapmıştı. Sayısız defa bunları söyledik.
Şimdi, tabii, bugün bu anlaşmanın gelmiş olması önemli ama unutmayalım, G20 içerisinde ve OECD içerisinde en son kabul eden ülke olacağız değerli arkadaşlarım. Yani bunun ülkemizin itibarı bakımından da çok problemli bir durum olduğunu not etmem gerekiyor.
Şimdi, Türkiye'de tedbirsizlik derken birkaç örnek vermek istiyorum sürem yettiği ölçüde. Arkadaşlar, bakın, Akdeniz bölgesinde araştırmalara göre ocak ayı ortalama yağış miktarı 240 kilogram. Şimdi, bu iklim krizi sebebiyle 2070'e gelindiğinde, bu yağışın 120 kilograma düşeceği ocak ayı için düşünülüyor. Biz ne yapıyoruz Allah aşkına? Akdeniz bölgemizde, başta işte bu avokado olmak üzere birçok tropikal meyve ekiyoruz. Ya, çok açık bir durum var yani Türkiye su bakımından çok ciddi sorunlar yaşayacak ve biz hâlâ bu bölgede tropikal meyveleri ekmeye devam ediyoruz, daha da arttırıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir başka örnek, tabii, İstanbul'da. Şimdi İstanbul sınırlarına ulaşmış durumda, bugün 16 milyondan fazla insan İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'un 2009'daki çok önemli çevre düzeni planı var, orada vurgulanmış "Aman, İstanbul'un kuzeyi yapılaşmaya açılmasın." diye. İstanbul'da yeni kuzey yolları yapıldı, havalimanı yapıldı. Bir tutturdunuz "İstanbul Kanalı" diye bir proje, o da yeni bir yapılaşma projesi. İstanbul'un su kaynakları tükendi, Batı Karadeniz'den, Trakya'dan İstanbul'a su geliyor. Şimdi, bu şartlar altında, İstanbul'un bütün yer altı sularını tehlikeye atan, İstanbul'un su kaynaklarını tehlikeye atan, adına "proje" dediğiniz işlemler gerçekleştiriyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, burada, tabii, değerli bürokratlar varken de bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Birleşmiş Milletlerin bir önemli anlaşması bulunuyor, Biyoçeşitlilik Sözleşmesi. Şimdi, arkadaşlar, 2030'a kadar biz karasal alanlarımızın yüzde 17'sini, denizel alanlarımızın da yüzde 30'unu koruma alanı ilan etmeyi taahhüt etmişiz, kabul etmişiz. Şimdi, mesela burada, gerçekten yani bütün araştırmaların bize söylediği kötü bir vaziyet var yani yüzde 4'lerde kaldığı anlaşılıyor denizel alanlarda, karasal alanlarda yüzde 9 ya da benzeri rakamlar var. Yani biz Biyoçeşitlilik Sözleşmesi'nde yaptığımız gibi yani taahhütlerimize uymak bakımından yapacaksak eğer, zaten bugün hiç bu anlaşmayı da kabul etmeyelim değerli arkadaşlarım. Yani küresel ısınmayı, iklim krizini "Ya, bu bizi etkilemeyecek, Kuzey Kutbu'nda bulunan birtakım kutup ayılarıyla ilgili." falan diye düşünüyorsak eğer, "Bu bize bir etki yaratmaz." diye düşünüyorsak eğer ya da az önce ifade ettiğim gibi Biyoçeşitlilik Sözleşmesi'ndeki gibi davranacaksak eğer, hiç bugünden de bu anlaşmayı onaylamayalım. En azından kendimize ve milletimize karşı dürüst olalım.
Değerli arkadaşlarım, çok önemli şeyler var konuşacak ama son bir noktayı gündeme getirerek kapatmak istiyorum. Artık dünyada yeni kavramlarla karşı karşıyayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
YUNUS EMRE (Devamla) - Toparlıyorum.
Bunların başında da çevreyi savunanların korunması hakkı geliyor. Artık, Birleşmiş Milletler, bir temel insan hakkı olarak çevreyi savunanların korunması hakkını kabul ediyor ve bakın, dünyada 2007-2018 yılları arasında öldürülen 1.558 çevre aktivisti var. Bu listede bizim de 2 vatandaşımız var, hatırlayacaksınız Finike'de mermer ocaklarına karşı mücadele ettiği için öldürülen Büyüknohutçu çifti. Dünya, artık bu konuyu, çevreyi savunanların korunması hakkını bir temel insan hakkı olarak kabul ediyor ama ne yazık ki bizim ülkemizde çevreyi savunan insanlar, çevreyi korumak isteyen insanlar sizin iktidarınızda yerlerde sürükleniyor. Bu utancın Türkiye bakımından sona ermesini diliyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)