| Konu: | Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 06.10.2021 |
HDP GRUBU ADINA MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkan.
Genel Kurul ve değerli halkımız, dünyamız büyük bir yok oluşa doğru gidiyor, bu yok oluş geleceğin değil bugünün sorunu. Suların kirlenmesi, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, tarım alanlarının yok olması, aşırı hava olayları, kuraklık, göllerin kuruması, denizde, karada ve havada canlı türlerinin yok olması, ormansızlaşma, gıda kıtlığı... Eğer küresel ısınma artışı ortalama 1,5 derecenin altında tutulamazsa telafisi mümkün olmayan bir aşamaya geçilmiş olacak. Dünyayı yaşanmaz hâle getiren, tüm insanlığın ortaklaşa yapıp ettikleri değil. Bunun sorumlusu, dünyayı daha çok kâr için paramparça eden birkaç yüz şirket ve onların devletleri. Yaşanan yıkım, toplumsal kalkınmanın, refahın, nüfus artışının olağan bir sonucu da değil. Söz konusu bu süreçte tüm dünyada zenginliğin küçük bir azınlığın elinde biriktiğini, yoksulluk oranının ise hızla arttığını görüyoruz. Kapitalizm krizdedir, her krizden güçlenerek çıkma becerisini de çoktan yitirmiş durumdadır ve bu kriz, üretilenin tüm insanlığa fazla fazla yetebileceği koşullarda yaşanıyor. Demek ki mesele, ortada herkese yetecek kadar ekmeğin olması, herkesin içine girebileceği kadar konutun olması değil mesele, üretim, bölüşüm ve mülkiyet ilişkileri arasındaki çelişkidir. Üretimin toplumsal, mülkiyetin ve bölüşümün ise kapitalist olduğu sistemin yerine üretenlerin yönettiği, sömürünün olmadığı, demokratik, halkçı, sosyalist bir dünya için mücadele kurtuluş yolumuzdur. Krizi sorunun bizzat kaynağı olanlarla mı yoksa doğrudan onlara karşı mücadele ederek mi aşacağız?
Paris Anlaşması 22 Nisan 2016'da New York'ta 175 ülke tarafından imzalandı. Amaçları, uzun dönemde küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 1,5 derecenin altında kalmasını sağlamak; bunun için sera gazı salımını küresel seviyede hızla azaltmak ve nihayetinde sıfırlamak, anlaşma yürürlüğe girdikten itibaren, bilimin elverdiği her türlü olanağı kullanarak sera gazı salımını azaltacak her türlü önlemin kısa sürede devreye alınması.
21-23 Eylül 2019'da Rusya'nın da katılmasıyla anlaşmayı onaylamayan tek G20 ülkesi Türkiye kalmış oldu. Böylece, taraf olmayan ülkeler Eritre, Yemen, İran, Irak, Libya ve Türkiye.
Tabii, burada, Türkiye'nin özellikle AKP döneminde yaşanan olağanüstü ekolojik yıkımdan çok, bu sözde dünya liginde itibarsız, geri ülkelerle aynı klasmanda görünmesi daha çok gündem oldu. Sanki dünyayı yaşanmaz hâle getiren, kanla, şiddetle sömürgeleştirdikleri coğrafyalar üzerinden kendilerine refah inşa edenler o gelişmiş ülkeler değilmiş gibi; bu da meselenin ayrı bir boyutu.
1992 yılında Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi'nde Türkiye "Gelişmiş Ülkeler Listesi" denilen Ek-1 listesine dâhil edildi. Hâl böyle olunca fon ve kredi alan değil veren ülke sınıfına girmiş oldu fakat buna rağmen Türkiye, fonlardan en çok faydalanan ülke de oldu. Türkiye yıllardır kendini bu listeden çıkartmaya çalışıyor "Ben gelişmiş değil gelişmekte olan bir ülkeyim." diyor, bu durumu haksızlık olarak ele alıyor. Peki, haksızlığı yapan kim? Türkiye'yi kıskanan ülkeler. Karbon emisyonu en yüksek ülkeler ABD, Çin ve AB ülkeleri dâhil 10 ülke, Türkiye bunlara kıyasla yüzde 1 oranında emisyona sahip. "Ben onlar kadar suçlu değilim dolayısıyla sorumluluğun çoğunu da onlar üstlenmelidir." demeye çalışıyor Türkiye. Oysa ne dünya birbirinden bağımsız kaplar hâlinde ne de Türkiye sonuçlardan azade. Söz konusu dünya şirketleri üretimlerinin çoğunu Türkiye gibi geri kalmış ülkelerle gerçekleştiriyorlar; ucuz iş gücü, güvencesiz çalışma koşulları, doğal varlıkların sınırsız kullanımı, devletlerin de her talebi emir telakki etmesi ve benzeri. Dolayısıyla mesele, yüzde kaç karbon emisyonunu ürettiğinizden ziyade toplam riskin kendisidir.
Türkiye sadece bu yaz yaşananlarla ağır bedeller ödedi. AKP'li yıllarda yaşanan devletleşme telaşı, kendi sermayesini yaratma ihtiyacı, savaş siyaseti, acele kalkınma, üretmeden acele para kazanma durumu, beton ekonomisi ve sonucunda kır çöktü, insanlar kentlere göç etmek zorunda kaldılar, kentler beton yığınına döndü, ormanlar, tarım alanları, kıyılar, yaylalar şirketlere peşkeş çekildi. Nehir yataklarına kurulan ilçeler, "süper projeler" adı altında süper rantlar, en acısı da ormanlar yanarken Orman Genel Müdürlüğünün yeterli ekipmana sahip olmaması... Dünyaya parmak sallayan saray maalesef rantabl olmadığı için yangın uçaklarını depolarda çürütmeyi tercih edebildi. Halk, ormanları, dereleri, yaylaları devletten korumak için direnmeye başladı; devlet talancı şirketlerin güvenlik gücü olarak halkın karşısına dikildi, dozerler kolluk güçlerinin koruması altında çalışmaya başladı. Pandemi sürecinde insanlar canıyla uğraşırken iktidar bütçeyi şirketlere hortumladı.
Biz HDP olarak en başından beri iklim krizine karşı acil yapılması gerekenleri ortaya koyduk, durumun aciliyetini her fırsatta dile getirdik, Paris Anlaşması'nın Mecliste onaylanması gerektiğini de her fırsatta dile getirdik ancak aynı zamanda krizle mücadelenin tek yolunun Paris Anlaşması olmadığını da belirttik.
Yeni bir ekonomik emperyalist iş bölümü kuruluyor ve Türkiye de buna dâhil olmaya çalışıyor, "yeşil ekonomi" denilerek sömürü ve kâr sistemi gizlenmeye çalışılıyor, kriz fırsata çevrilmeye çalışılıyor.
Anlaşmada hiçbir zorunluluk yok yani hiçbir ülke taahhütlerini gerçekleştirmediğinde -ki şu ana kadar hiçbir taahhüt yerine getirilmiş değil- bir yaptırımla karşılaşmıyor. BM Genel Sekreteri, kasım ayında Glasgow'da yapılacak zirve öncesinde yaptığı açıklamada 1,5 derecenin altında hedefinin artık mümkün olmadığını açıkladı. Bu açıklama bile bizlere esas olarak sorumlu devletlerden beklenti yaratan siyasetsizliğe değil "Başka bir dünya mümkün." diyenlerle mücadeleye odaklanmamızı söylüyor.
Bu aşamada önerilerimiz şunlardır: İklim acil durumu ilan edilmelidir. İklim politikası demokratik, halkçı biçimde oluşturulmalıdır. Enerji demokrasisi, ülke içi iklim adaleti temel alınmalıdır. Tüm enerji sistemleri kamulaştırılmalıdır. Yerinde ve küçük çaplı yenilenebilir enerji sistemleri kurulmalıdır; bağlı olarak depolamayı sağlayacak elektrikifikasyon planlaması yapılmalıdır. Bağımsız bir enerji verimliliği kurumu kurulmalıdır. Şirketlere zorunlu iklim vergisi, zorunlu iklim istihdamı getirilmelidir. Kömür madenciliği ve termik santraller kapatılmalıdır, yeni projeler iptal edilmelidir, nükleer santral projeleri iptal edilmelidir. Endüstriyel tarımdan vazgeçilmeli, küçük çiftçi tarımı desteklenmelidir. Betona ve ranta dayalı inşaat ve kentsel dönüşüm politikalarından vazgeçilmelidir. Barınma hakkını güvenceleyen kır-kent planlaması yapılmalıdır.
Kriz, kapitalistler için yeni yatırım alanları, yeni pazarlar demek; ezilen halklar ve işçi sınıfı için ise açlık, kuraklık, ölüm demek. Dünyada gerçek anlamda iklim mücadelesi verenlere, karbon emisyonlarını azaltmak için mücadele edenlere, atalarından kalan ormanları, meraları korumak için mücadele eden dünyanın yerli halklarına, endüstriyel tarıma karşı zehirsiz tarım yapan emekçi köylülere, Akbelen Ormanı'nı savunan İkizköylülere, Kazdağları'nı savunan Çanakkalelilere, "Ağaç, demokrasi ve özgürlük." diyen Gezicilere, vadilerini korumak için nöbet tutan İkizderelilere, Validebağ Korusu'nu yirmi yıldır koruyan mahallelilere, ormanlarına sahip çıkan Dersimlilere ve dünyanın her yerinde canları pahasına mücadele eden doğa dostlarına, iklim dostlarına, ekolojistlere selam olsun. Onların sayesinde dünya yaşanılır hâle gelecek. (HDP sıralarından alkışlar)