KOMİSYON KONUŞMASI

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sevgili arkadaşlar, sabah biraz konuştuğum için sona kalmayı bilerek tercih ettim, diğer arkadaşlarım söz hakkını kullansınlar ben de onlardan öğrenmek, etkilenmek istedim. Ama bugün şunu söyleyeceğim, sabahki yaptığımız o duyarlı ifadelere, konuşmalara rağmen Sayın Bakanın tutumunda ısrarcı olması beni yaralamaya devam ediyor. Ben bu Komisyonda olduğum sürece her söz aldığımda Sayın Bakanın o tutumunu, eğer ki kamuoyunu aydınlatmadığı takdirde sürekli artan, büyüyen bir paragrafla gündeme getirmeye devam edeceğim. Çünkü burada adalet arayışı içerisinde olduğumuz bu Komisyon çalışmasında özellikle de bu denli sıkıntılı, zafiyetli, belki de en fazla yan yana gelmemiz gerektiğini söylediğimiz, altını çizdiğimiz bir alanın başında duran o koltukta oturan Bakanımızın ısrarla bir yanlışın sürmesi konusunda sessiz kalacağını söylemesi. "Bilgi sorun cevap vereceğim ama ben açıklama yapmayacağım." demesi kendisinin üzerinden oluşan bu algının kendisi üzerinden kırılmasına asla etki etmeyerek sessiz kalması yani bu yanlışın sürgit devam etmesinde istekli olması beni kaygılandırıyor, bunu bir kez daha söyleyeyim.

Sevgili arkadaşlar, söylediğim gibi, ben açıklanmasını istedim kimlerle görüştüğümüzün. Haziran seçimlerinden sonra Suruç patlaması, onunla beraber biz onun birbiriyle örgülü şekilde tırmandırıldığını düşünüyoruz. Ceylanpınar'daki katliam ve ülkenin dört tarafına yayılan diğer süreç, bunun danışıklı bir süreç olduğu konusunda ısrarlıyız, biz bunu ilgi konumuz hâline getirdik, takip ettik, izledik, komisyonlar kurduk, ben de o sürecin, Suruç sürecinin, katliamının ve onun sonrasındaki Adıyaman'daki IŞİD raporunun hazırlanmasında görev aldım. Ve onunla bağlantılı şekilde Diyarbakır bombacısı Orhan Gönder'le, onunla görüştüm. Fakat biz ona ne yapacağız diye sormadık, ne yaptınız diye sorduk. Biz yaptığımız görüşmelerin hiçbirinde ne yapacağız sorusunu sormadık, ne yaptınız, kiminle bağlantılı yaptınız, bu eylemleri nasıl böylesine rahatlıkla gerçekleştirebildiniz yani AKP'nin size bu anlamda bir göz yumması var mıydı diye onu sormaya gittik. Devlet size karşı niye bu denli ilgisiz, niye bu denli göz yuman, niye bu denli kayıtsız bir tutum sergiledi, bunu öğrenmeye, kamuoyuna anlatmaya gittik. Ve sorularımızın içeriği buydu. Ve yine bir diğer ziyaretim benim Boydak kardeşleri ziyaret ettik. Yine, onlara devleti nasıl beraber paylaştınız, sizin gerçekten de cemaatle ilişkileriniz nedir, Hükûmetle hangi serüvenleri yaşadınız, hangi işleri beraber kotardınız diye sormaya gittik. Şimdi, bizim bu gidişlerimizde dediğim gibi, ne yapacağız diye bir soru sormadık, altını çiziyorum, Hükûmetle beraber ne yaptınız diye sormaya gittik. Anlıyoruz ki bir daha bu sorular sorulmasın, biz oralara gidemeyelim. Bu anlamda başka örgütlerle, hatta gittiğimiz örgütlerle ilişkilendirilerek bizim bu yönde daha çekimser bir tavır sergilememiz ve sizin yaptıklarınızın üstünün örtülü kalmasını istiyorsunuz Sayın Bakan, ben tutumunuzu böyle anlıyorum. Ve gerçekten bize atfettiğiniz ilişkilerin tamamıyla ilgili hatip arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız onlarca, yüzlerce, belki çoğaltırsak binlerce örnek verebilirler. Sizin kimlerle görüştüğünüzü ve neyin pazarlığını yaptığınızı onlara "Daha ne istiyorsunuz, ne verelim size?" dediğinizi bir dolu örneklerle beraber sergilediler, çoğaltabiliriz bunu. Anlaşılan o ki çoğaltmalıyız, burada bir yansıtma siyaseti yapıyorsunuz. Üzerinizdeki yükü, vebali, ayıbı hatta suçu bize yansıtmaya çalışıyorsunuz, böyle bir şeyi kabul etmeyiz. Sesimizin titremesi ve tepkimizin artmasının sebebi budur. Kendi hakkını savunamayan toplumun hakkını savunamaz. Biz asla böyle bir yaftalanmayla anılmaya razı olmayacağız ve her kurulu, her kürsüyü, her platformu bu anlamda değerlendireceğiz ve belki de dönüp de böylesine sizin tarafınızdan büyütülmüş sorunların çözümünü konuşurken, ona ihtiyacımız varken, dönüp belki de sizin hatalarınızı tekrar tekrar konuşacağız oysa ki bizim siyaset anlayışımızda eleştiriye dayalı siyasetin fazla verimli olmadığını düşünürüz biz. Biz daha fazla onarmaya dayalı yapıcı siyaset anlayışının hem bizlere hem ülkemize hem geleceğimize katkı yapacağını düşünürüz. Aslında kişiliklerimiz de buna uygundur, siyasi çizgimiz de. Bunu yapmak isteriz ama hesap içerisinde hesap görülmesine, kendi hakkımızı savunmaktan aciz duruma düşürülmemize de, asla öyle algılanmamıza da izin vermeyiz. Dolayısıyla, bugün bu değerlendirmeyi bu paragrafla sınırlı tutayım ama bir sonraki toplantımızda daha büyüyen paragraflarla buradaki konumumu komisyon üyeliğimi ve söz hakkımı Sayın Bakanın bu tutumu üzerinden sürdürmeye devam edeceğim.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye'nin bir dolu sorunu var. Bu sorunların tamamının kök aldığı asıl sorunun keyfîlik-kural ikileminden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu ülkeyi kural mı yönetecek, keyfîlik mi yönetecek? Bir kişinin keyfe keder tutumuyla mı yönetileceğiz, yoksa hep beraber ihdas ettiğimiz kurallar aracılığıyla ve kurumsal işleyişle mi yönetileceğiz? Tüm sorunların sebebi budur. Birçok sorunumuz var ama tamamı buradan neşet etmektedir. Dolayısıyla, mutlaka ve mutlaka önce kurallar ve kurumlar rejimi olmak durumundayız ve bu kuralların, kurumsal işleyişin ışığı altında sorunlarımızı çözmek durumundayız.

Sevgili Başkanım, burada bana sabahtan hatırlatmalarda bulundu, aslında onları bilerek ihlal ettim, hatırlatma yapmak istedim. Yani, "Ben şu kadar oy aldım, o hâlde bana uyacak bütün kurumsal işleyiş." Arkadaşlar, ben ön seçimden birinci çıktım, o şımarıklıkla diyorum ki Komisyon da bana uysun. Böyle diyebilir miyim? Elbette ki saçma olur diğer söyleyişin saçmalığı kadar. Aslında bunu bu maksatla kullandım.

Sevgili arkadaşlarım, aslına bakarsanız bir şeyi unutuyorsunuz. "Siz de böyle yapmıştınız, eskiden de böyleydi." Siz de eskimek istiyorsanız bu söyleme devam edin. Çünkü onlar yanlıştı ve biz sahip olduğumuz siyasal omurgamızı oluşturan özgürlükçü sol anlayışımızla o baskı döneminin, o inkâr döneminin, o yasak döneminin tüm uygulamalarına karşıydık bireysel anlamda. Bizim de aynı o eğitim hakkı elinden alınan arkadaşlarımız gibi onlar üzerinden yüreğimiz sızlıyordu. Çünkü, biz bu değerlerimizi bugün oluşturmadık, çocukluğumuzdan beri şekillendirip getirdiğimiz değerlerdir. Ve bu içtenlikle, bu samimiyetle Türkiye'nin sorunlarını çözmek istiyoruz, gerçekten de tek olan her şeyin hepimizin olmasını istiyoruz; vatanımızın, bayrağımızın, diğer ortak değerlerimizin. Cumhurbaşkanımızın hepimizin olmasını istiyoruz. O ısrar ediyor "Ben partili olacağım, sadece bir partinin Cumhurbaşkanı olacağım." diye ısrar ediyor, oysaki bizim başka bir Cumhurbaşkanımız yok. "Bizim de Cumhurbaşkanımız ol." diyoruz, "Hayır, ben partimin Cumhurbaşkanı olacağım." diyor.

Ve arkadaşlar, benim fakülte yıllarında öğrendiğim şuydu: Zorunlu şekilde Adalet Bakanı hükûmet içerisinde izah içinde yer alması gerekir. Oysaki fonksiyonel anlamda orada yer alması sıkıntılıdır. Sayın Bakanım da, tabii ki bir hukukçu olarak o da bunları biliyor. O hâlde buna denk düşen bir tavır göstermesini bekliyoruz. Gerçekten, siz, belki, AKP'nin hükûmeti ama siz hepimizin Bakanısınız, hepimizin Bakanı olmak durumundasınız. Ve bir Komisyon üyesi mesai arkadaşınızı dahi bu denli tedirgin eden, konuşmasını bu denli etkileyen bir tavırda ısrar etmenizi gerçekten anlamsız buluyorum, doğru bulmuyorum. Yani, bundan sonra sürdürülecek çalışmaların da bu çerçeve içerisinde verimli olmayacağını düşünüyorum.

Şimdi, önümüze koyduğunuz sevgili İlhan Cihaner'in ve diğer hatiplerin konuştukları konularla ilgili temel bir sorun var, adalet. Hiç kimsenin olmayan, hepimizi birlikte sahiplenen şemsiye.

Sevgili arkadaşlar, gerçekten de bir paragraf açıp şunu söyleyeyim: Ben 1986 yılında hâkimlik mesleğine başladığımda o dönem göreve başladığım arkadaşlarla beraber kimin hangi etnik kökenden, hangi siyasi kimlikten olduğunu bilmiyordum, son zamanlarda öğrendim, öğrenmekten de rahatsız oldum. Hiç bilmiyordum çünkü bizim hâkimlik mesleği içerisinde böyle bakılmaz, böyle değerlendirilmez ama ne yazık ki süreç insanların bırakın siyasi görüşlerini, etnik aidiyetlerini, inançsal aidiyetlerini, her şeyi deşifre etti. Ve biz yargının temel sorunlarından bahsederken belki birçoğunu kolaylıkla çözeceğiz -zor olmakla beraber- ama en fazla sıkıntı göreceğimiz yer burası. Bu afişe olmuş durumu, bu teşhir olmuş ve insanların, bu kimlikler üzerinden söylenildiği gibi yani hâkim tarafsızlığını ortadan kaldıran sıkıntılı durumu gidermekte hayli zorlanacağız. Belki bu anlamda yargı içerisinde birçok kuşakların aktarımına ihtiyaç duyacağız. Bu iyi olmadı, hiç iyi olmadı.

Ve şimdi dönüp baktığımızda, elbette ki tutumumuz net. Hepimizin olan bu ülkeyi beraber yönetmeliyiz. Devletin içerisinde asla paralel, çapraz, dikey işleyişlere izin vermemeliyiz. Böyle bir hakkı kimse kendisinde görmemeli, böyle bir arayışın içerisine girememeli ve girenin haddi bildirilmeli. Neyle? Hukuk üzerinden. O anlamıyla, sadece, varsa böyle yapıların tasfiyesi bir yana, onların behemehâl yargı önüne çıkarılması lazım. Biz dokunulmazlığı kaldırılan vekilleriz, bu anlamda hesap vermekten korkmuyoruz çünkü herkes yaptığının hesabını hem yurttaşına hem hukuka vermek durumunda, hele hele bu değerlendirmeyi yapma yetkisini kullanan yargıçlar evvelemirde vermek durumunda. Bir tanesi orada bir örgütsel bağla bulunuyorsa bunu vebali de sizin üzerinizdedir. Mutlaka yargı önüne çıkarılmalı ve hesabı sorulmalıdır. Sevgili savcımın yaşadığı o sürecin hesabı sorulmalıdır. Bunun vebali hepimizin boynundadır, öncelikle sizin. Dolayısıyla, bu anlamda, oradaki kümelenmelerin, oradaki odaklaşmaların sürmesine hiçbirimiz taraftar değiliz. Yargının, ihtiyaç duyduğumuz hukuk devletini tesis edecek, adaleti sağlayacak bir yapıya kavuşması konusunda hepimiz içtenlikliyiz, hepimiz ortak düşünüyoruz gibi görünüyor ama bu görüntünün arkasında Sayın Bakanın sabah ortaya koyduğu tutum üzerinden geleceğe ilişkin kaygılarımız kalkmıyor. Çünkü, görüyoruz ki sürekli bir düşmanı öne çıkarıp bunun yanı sıra kendi iktidar alanını sürekli genişleten bir AKP siyasetinin tanığıyız. "Benzer bir süreç mi işliyor acaba?" demekten kendimizi alıkoyamıyoruz, hele Sayın Bakanın suskunluğu karşısında bu konuda kesinlikle gittikçe kaygılarımız büyüyor.

BAŞKAN - Necati, biraz sonra söz alır Bakanımız.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Tamam, inşallah burada...

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Sayın Bakanın sözünü kesmezse tabii.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Kesmeyeceğim o zaman, ben de dinleyeceğim.

BAŞKAN - Yahu kardeşim, yönetimi ben yapıyorum.

Cahit'ciğim yapmayın ya!

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Bir şey olmaz, Cahit Bey'le biz zaman zaman konuşuyoruz, sorun olmaz.

BAŞKAN - Yapmayın sevgili kardeşim, iki gözüm.

Evet, Necati'ciğim, buyurun.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Ve sevgili arkadaşlar, yani sonuçta sıkıntıdan bahsederken "Eskiden vardı." anlayışından kurtulup dünkü mağduriyetlerin -onun altını bir kez daha çizeceğim- sizin döneminizde tekrarlanmasına izin vermeyin. Bari siz de "Eskiden de vardı." değerlendirmesinin muhatabı olmayın. Böylelikle farklılaşabilirsiniz, böylelikle böylesine uzun bir iktidarınızla tarih içinde kalıcı olabilirsiniz, değilse sizler üzerinden bir dolu yanlışlıklar yapmaya istekli insanlar yine gelir bu ülkeyi yönetirler.

Sevgili arkadaşlar, yapılan çalışmanın... Sonuçta şunu söyleyeyim: Yani, cemaat yargısı -adı konulmadan konuşuluyor ama- tasfiye edilirken bir saray yargısı oluşturulacak mı, bu kaygının giderilmesi lazım. Ve bu, söz üzerinden olacak bir şey değil, tutumlarınızla bunun desteklenmesi lazım, bunun evvelemirde bir anayasal çerçeveyle ortaya konulması lazım. Hepimiz biliyoruz ki burada Anayasa'ya aykırı bir düzenleme var, hepimiz bu konuda hemfikiriz. Yani, söylemeseniz, görmezden gelseniz bile gerçek kendini gösteriyor.

Yine, Türkiye Barolar Birliği temsilcisinin söylediği gibi ben de burada bir statü hukukunun olduğunu düşünüyorum, bir statü hukuku var, buna yasayla müdahale edemezsiniz. O statüyü kazanmış kişileri o konumdan alıp başka bir konuma taşıyamazsınız, burası net bir durum.

Yine, görev süresiyle ilgili, askerî yargıyla ilgili düzenlemenin -gerçekten de ben de tespit etmiştim onu- burada kanuna bırakılmamış olması o alanın anayasal güvenceyle korunuyor olduğu anlamındaki değerlendirmeye ben de katılıyorum. Sevgili arkadaşlar, sonuçta, bu tüm çabayla, böylelikle, anayasal güvence altında olan yargıçların, yargıçlık mesleğinin yasal güvenceye taşınması gibi bir farklılaşmanın, güvencenin azalmasının söz konusu olduğunu hep beraber görüyoruz.

Bir şeyin daha altını çizmek lazım: Eğer bir ideale doğru yürüyorsak yürüyüşümüz de o idealle uyuşan yöntemler, araçlar ve ilkelerle yapılmalı. Yani, hukuk devleti ilkesini hukuku ayaklar altına alarak sağlayamazsınız. Başarsanız bile hiçbir kıymeti yoktur, başaracağınızı da sanmıyorum.

Sevgili arkadaşlar, sonuçta bu çelişkilerden bahsederken kahvenin kırk yıl hatırından bahsettiğimiz gibi çayın hatırını da görmüş olduğumuzun altını ben de çizeyim. Anlaşılan o ki o çay ziyareti mahkeme başkanlarına, daire başkanlarına ayrıcalıklı bir durum kazandırmış. Sadece kahvenin değil, çayın da epeyce bir hatırı varmış. Bunu da oradan görmüş, gözlemiş olduk.

Yine, sizinle ilgili kaygılarımızı, AKP grubuyla ilgili ve Hükûmetle ilgili kaygılarımızı konuşurken mülakatlarda yaşanan durumlarla kurumsallaştırılmak isteniyor kaygımızı da ayakta tutuyoruz çünkü bu konuda iyi sınavlar vermediniz. Gerçekten de insanlara çok ötekiler yarattınız; etnisite üzerinden, inanç üzerinden, cinsiyet üzerinden, memleket üzerinden ötekiler yarattınız. Böylesine, ötekilerle sürdürülen bir siyaset anlayışıyla bu sözlü sınavlardaki takdir hakkının keyfiyetle şekilleneceği konusundaki endişemiz tamdır, bunu da bu anlamıyla sıkıntılı bir konu olarak görüyorum.

Yine, İlhan vekilimizin özel mahkemeler ve kayyumlarla ilgili... Diğer alanlarda yapmış olduğumuz düzenlemeler de yanlıştı, o yanlışın buraya taşınmasını da doğru görmüyorum. Herkes yaptığı işlemin ve eylemin hesabını öncelikle kendisi vermelidir. Vatandaşa bir güvence getirilecekse, o sürecin sonuçsuz kalması hâlinde orada devletin desteği veyahut da kolektif sorumluluğu, müteselsil sorumluluğu devreye girmelidir. Yoksa "Siz yapın, sorumlu olmayacaksınız." anlayışı hukuk dışılığın meşrulaştırılmasından ve teşvik edilmesinden öte bir anlam taşımaz.

Dolayısıyla, bu yapılan çalışmanın bununla sınırlı kalmamasına, bu büyük sorunun enine boyuna incelenmesi bakımından öncelikle bir alt komisyona gönderilmesine ilişkin düşüncemi ben de paylaşmak istiyorum. Ve çalışmanın tamamının da bir anayasal çerçeve içerisinde ele alınmasının bu dediğimiz kaygıları da gideren ve kalıcı, yarın tekrar tartışılır olmaktan çıkan sonuçlar yaratacağını düşünüyorum.

Unutmayınız arkadaşlar, 2010 değişikliklerinde ele aldığınız konuların tümü bugünkü temel meselelerimiz hâline dönüştü, vatandaşın oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı meselesi de dâhil. O gün yapılan tüm tartışmalar, o gün içine girilen tüm yollar bugünkü en temel sorunlarımız hâline geldi. O hâlde, gelin, biraz, hepimizin de bu ülkeyi sevdiğini, hepimizin de bu toprakları sevdiğini ve insanları sevdiğini düşünerek, birbirimize hiç değilse bu anlamıyla inanarak bu sevgi etrafında, insan sevgisi, toprak sevgisi, memleket sevgisi, vatan sevgisi etrafında bu temel sorunlarımızı birlikte değerlendirelim diyorum. Dolayısıyla, bu tartışmanın burada kalmayıp aşağıya indirilerek daha derin bir hâle büründürülmesini diliyorum.

Teşekkür ediyorum.