KOMİSYON KONUŞMASI

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Bazı konuları özellikle ifade etmekte fayda var. Öncelikle çok sık dile getirilen bu kanuni düzenlemenin EMASYA'yı tekrar canlandıracağı yönündeki iddialar tamamen asılsızdır. Bunu özellikle bazı bilgileri sizlerle paylaşarak kısaca vurgulamak isterim.

Bakınız, EMASYA Protokolü nedir? Şu anda getirilen düzenlemeyle EMASYA arasındaki temel farklar nelerdir? Kısaca bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu askerî birliklerin terörle mücadelede görevlendirilmesi, aslında 29 Temmuz 1996'da yine aynı kanunun 11/d maddesinde yapılan değişiklikle düzenlendi. Ancak o dönemde yapılan değişiklikte "Gerekli görülen diğer hususlar" diye bir ibareden dolayı kapsam çok genişletilmiş ve muğlaklaştırılmış.

Şimdi, bu düzenlemede askerin yapacağı görev çok net olarak tanımlanıyor. Siyasi, sosyal, ekonomik, diğer tüm kararları alma yetkisi İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Askerin yetkili kılındığı tek alan operasyonun icra alanıdır. Onu da takdir edersiniz ki vali yapamaz ama bu operasyon icrasında, teröristlerle mücadelede operasyon icrasında da bu yeni düzenlemede getirilen valilerin gözetim ve izlemesidir, yani her yönüyle sivil iradenin hâkim olduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızın sadece teröristle mücadelede askerî operasyonlar noktasında operasyonun icrasıyla sınırlandırıldığı bir düzenleme getiriyoruz. Bunu EMASYA Protokolü'yle ilişkilendirmek bu düzenlemeye haksızlıktır.

Yine, 7 Temmuz 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında bir EMASYA Protokolü imzalandı. Bu imzada işte EMASYA Protokolü'nde sabit olarak...

İsterseniz önce bir başka bilgiyi sizinle paylaşayım. EMASYA Protokolü'nde daha önce il valilerinin talepleri oluyordu, o taleplerden sonra büyük oranda yetki askerî kademedeydi. Şimdi, buradaki sadece operasyonun icrası yetkisi askerî kademededir. Onun dışındaki her türlü yetki yine sivil otoritededir. Daha önce "Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek usul ve esaslara göre yürütülür." ifadesi vardı. Burada tamamen Bakanlar Kurulunun belirlediği usul ve esaslara göre yürütülüyor. Şunu da özellikle ifade edeyim: Askerlerimizden bize yönelik "Biz şu yetkiyi de istiyoruz." diye bir talep de gelmedi. Sadece ben operasyonlarımı yaparken koordinasyon yetkisini istiyorum. Koordinasyon yetkisi de askerî koordinasyondur ama EMASYA Protokolü'yle ilgili en önemli fark şu: Bakınız, daha önce EMASYA Protokolü'nde, İçişleri Bakanlığıyla yapılan protokolde EMASYA bölge komutanlıkları, EMASYA tali bölge komutanlıkları, EMASYA birlik komutanlıkları vardı. Şimdi böyle bir düzenlemeye kesinlikle yer verilmemiştir. Böyle bir şeye de zaten bizim izin vermemiz mümkün değildir.

EMASYA Protokoü'nün 9'uncu maddesi, daha önce, EMASYA komutanlarına gerektiğinde mülki makamların kuvvet talebi olmaksızın da olaylara müdahale yetkisi veriyordu. Şimdi böyle bir yetki de yok. Dolayısıyla bu getirilen düzenlemenin, Komisyonunuza sunulan düzenlemenin EMASYA'yla uzaktan, yakından alakası yok. Dünyanın bütün ülkelerinde normal güvenlik güçlerinin kendi imkânlarıyla müdahale edemediği, merkezî planlama gerektiren operasyonlarda askerin görevlendirilmesi hususu vardır. Şu anda da bizim önerdiğimiz düzenleme bunun dışında değildir. Burada "Yok askeriyeye vesayet veriyoruz." Hayır, asker milletinin emrindedir. Başbakana karşı sorumludur. Bütün görevlerini kanunların ve Anayasa'nın çizdiği çerçeve içerisinde ifa etmenin gayreti içerisindedir. Geçmişteki bazı hataları bugüne taşımanın kimseye bir faydası yok.

Bunun dışında bazı konuları kısaca... Öncelikle buradaki siyasi değerlendirmelere saygı duyduğumuzu ifade ediyorum. Elbette her siyasi partinin kendi değerlendirmeleri olacaktır ama bazı konuların da Hükûmet olarak çok kısaca vurgulanması gereği vardır. "2002 yılında bir yılda verilen şehidin bugün bir günde verilmiş olması" ifadesi

ni, doğrusu hem daha öncesinde terörle mücadeleye hem de daha sonrasında yürütülen mücadeleye karşı bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. Neden? 1999 yılında terör örgütü elebaşının paketlenerek Türkiye'ye teslim edilmesinden sonra uzun bir süre terör örgütü eylem yapmaktan vazgeçmiştir, eylem yapmamıştır. Bu dönemde terör örgütü eylem yapmadığı için de şehit sayımızda -Allah'a şükürler olsun- bir şey yoktur, yani çok az şehidimiz var o dönemde. Bunu, o dönemde terörle mücadelenin başarısı olarak görmemek gerekir. Bu, terör örgütünün, elebaşının Türkiye'ye teslim edilmiş olmasından dolayı kendi taktiğidir. Ondan önce ve sonra terörle mücadelede çok şehit verdik, vermeye de devam ediyoruz ama bu topraklar bizim vatanımızdır. Vatanımızın birliğine, bütünlüğüne, ülkemizin kardeşliğine yönelik her tehdide karşılık vermek bizim görevimizdir. Keşke bunu hiç şehit vermeden yapabilsek. Bu noktada da bu şey kararlılıkla devam edecek.

Valilerin operasyon emrini imzalamaması konusu: Değerli arkadaşlar, şunu hepimiz bilmek durumundayız. Yani bir terör örgütü şehirlere bomba yerleştirecek ve bundan valinin haberi olmayacak veya valinin haberi olacak da vali buna operasyon izni vermeyecek. Bu akla muhal bir şeydir çünkü yarın oradan asker geçecek, polis geçecek, vatandaş geçecek, kendi çocuğu geçecek ve kendisi geçecek. Ama şunu biliyoruz: Dağda terörist var. Otuz beş-kırk senedir dağda terörist vardı. Biz şunu da bilmiyor değiliz: Operasyon emri verildiği hâlde "şehit veririm" endişesiyle operasyon yapılmadığı dönemi de biliyoruz. Bunlar sevabıyla günahıyla bizim tarihimizdir ama bu noktada bir haksız eleştirinin doğrusu yapılmasını arzu etmem.

Tabii, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına bu paralel terör örgütü, paralel devlet yapılanmasının yaptığı insafsızca hareketler ve onlara yönelik yapılan tüm konular şu anda yargıda biliyorsunuz. Hepsinin tek tek hesabı sorulmaktadır. Siyasetin, biliyorsunuz, hukuki olarak vereceği hesap yeri mahkemedir; yerindelik denetiminde hesap vereceği yer de milletin iradesidir. Bunları biz açık yüreklilikle "Evet, biz bu konuda hata yaptık. Bu örgütün birtakım dış güç merkezleriyle iş birliği yaparak Türkiye Cumhuriyeti'nin aleyhine çalışacağını öngöremedik." milletimize ifade ettik. Milletimiz de bu konuda "Evet, sen hata yaptın ama bunu bilerek yapmadığın için ben bu konuda seni cezalandırmıyorum." dedi. Bu, siyaseten, milletimize bizim verdiğimiz bir hesabımızdır. Bunun böyle değerlendirilmesinde fayda olduğunu düşünüyorum.

Özellikle kumpas davalarında mağdur olan askerlerimizle ilgili tasarı şu anda kamu kurumlarının görüşlerine açıldı. Şu anda o süreç devam ediyor. O süreç bittikten sonra o konuyu, oturacağız tekrar değerlendireceğiz. Bunun üzerinde biz de duruyoruz.

Şehit ailelerimizin, gazilerimizin ve mağdurlarımızın taleplerini zaten AK PARTİ hükûmetlerinin başından itibaren yerine getirmenin gayreti içerisindeyiz. O günden bugüne kadar, 2002'den bugüne kadar -ki daha önceden da yapılanlar var. Onları da kesinlikle hafife almam, inkâr etmem ama- AK PARTİ iktidarları döneminde bu konuda pek çok adımı attık. Bundan sonra da ihtiyaç duyulan adımları özellikle atmakta hiçbir tereddüt etmeyiz.

Sadece bir konuyu da -teknik bir konu- Sayın Çiçek özellikle ifade etti. Bu Anayasa Mahkemesinin iptaliyle getirilen düzenlemeler konusunda iki hassasiyetimiz var. Birincisi, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararları uygulamak. Bunda hassasız. Ama bu kararları uygularken de askerî disiplini bozmamak. Siz de bir asker olarak biliyorsunuz ki askerde disiplin bozulursa hiçbir şey yerinde olmaz. Bu noktadaki iki hassasiyeti birleştiren -hem Anayasa'ya uygunluk açısından büyük bir hassasiyet hem de askerî düzenin, hiyerarşinin ve disiplinin bozulmamasına yönelik bir hassasiyet- bu düzenlemeyi sizlere takdim ettik. Eğer bu konularda önerileriniz de olursa tabii ki değerlendirmek bizim görevimizdir. Bu noktada, önerilere, kanun Meclis Genel Kurulunda bitene kadar açık olduğumuzu da özellikle ifade ediyorum.

Şimdi, Sayın Ataş'ın ifade ettiği, siyaseti öteleyen, askerî vesayeti getiren tasarı değerlendirmesini kesinlikle kabul etmemiz mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, bir ülkenin en önemli ihtiyaçlarından biri güvenlik ihtiyacıdır ama bu tasarı, güvenlik, özgürlük değerlendirmesini maksimum derecede dikkate alan bir tasarıdır. Biz bu tasarıyla aslında bölge halkımızın tüm haklarının güvence altına alınması için etkin güvenlik tedbirlerini öngörüyoruz ve burada, biraz önce ifade ettim, her türlü çalışmada askerî otorite, sivil otoriteye karşı sorumludur ve Bakanlar Kurulunun çizdiği çerçevede hareket etmek durumundadır. Geçmişteki bazı hatalı uygulamaları bugün de yapılıyormuş veya yapılacakmış gibi göstermenin hakkaniyetle bağdaştığını özellikle düşünmüyorum. Bu, işte, önceden itiraz ediyorduk... Evet, biz, AK PARTİ olarak, AK PARTİ hükûmetleri olarak bu sorunun daha fazla büyümeden ve mümkün olduğu ölçüde hiç kimsenin burnu dahi kanamadan çözülmesi için elimizden gelen her türlü gayreti gösterdik, bununla ilgili yapılması gereken her türlü çalışmayı da yaptık.

Bugün ifade edilen "Dil yasak..." Hayır, Türkiye'de dil yasak değil, diller yasak değil. Türkiye'de şu anda dillerin kullanımı, her şeyi serbest. Eğer resmî dil derseniz, resmî dilin Türkçenin dışında bir dil olmayacağı bizim Anayasa'mızda açıkça yazılıdır. Bizim de Hükûmet olarak politikamız bunun aynen sürdürülmesidir. Ama, Kürtçe konuşmanın sokakta yasak olduğu bir dönemden üniversitelerde Kürdoloji enstitülerinin kurulduğu dönemlere Türkiye geldi. Bu noktada bireysel hak ve özgürlüklerin sonuna kadar kullanılması için her türlü çalışmayı bugüne kadar yaptık, bundan sonra da yapmakta kararlıyız.

Bu noktada özellikle vurgulamam gereken başka bir şey de şu: Değerli arkadaşlar, 1914-1918 şartlarında sadece Ermeniler acı çekmedi. O dönemde Anadolu'da yaşayan bütün topluluklar acı çekti, Türkler de acı çekti, Kürtler de acı çekti, diğer tüm topluluklar, tüm halklar acı çekti. Bunu, bir tek Ermenilerin acısını soykırım diye yutturmaya çalışan dünyanın, Türkiye üzerine hesap yapan bazı ülkelerin bu noktadaki yutturmasını mazur gösterecek hiçbir görüşe katılmamız mümkün değildir. Filistin benzetmesi yapmak da başlı başına ayrı bir talihsizliktir. Filistin, kendi vatanını savunmak için mücadele eden bir ülke konumundadır ama Türkiye Cumhuriyeti, Kürt'üyle, Türk'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Arap'ıyla, Alevi'siyle, Sünni'siyle Anadolu'da yaşayan bütün insanların kurucusu olduğu bir devlettir. Bu devlet hepimizin, bu ülke hepimizin. Birinci Dünya Savaşı'nda da, Çanakkale'de de, Kurtuluş Savaşı'nda da dedelerimiz birlikte çarpıştı. Bu topraklarda Türk'ün ne kadar hakkı varsa Kürt'ün de o kadar hakkı vardır, Kürt'ün ne kadar hakkı varsa Arap'ın da o kadar hakkı vardır, her yaşayan insanımızın aynı ölçüde hakkı vardır. Biz bu anlayışla hareket ediyoruz, ortak geçmişimizi ortak geleceğe taşımanın gayreti içerisinde hareket ediyoruz. Bu noktadaki müsteşrik yaklaşımları asla kabul etmediğimizi, oryantalist yaklaşımları asla kabul etmediğimizi özellikle bir kez daha belirtmek istiyorum.

"Operasyonlar komutanın denetimine geçecek." gibi hiç aslında... Bazen arkadaşlarımız konuşurken acaba bizim elimizdeki metin ile arkadaşlarımıza dağıtılan metin arasında bir fark mı var, onlar aynı metni okumuyorlar mı diye doğrusu ben çok tereddüt ettim. Hayır, burada, operasyonun icrası dışında askerî idareye verilen hiçbir yetki yoktur. Orada da Bakanlar Kurulu tarafından çerçevesi son derece sıkı şekilde çizilmiş bir durum vardır.

Ben bir tek cümleye katılıyorum: "Ülke üzerinde büyük oyunlar oynanıyor." E, ülkemiz üzerinde oyun oynamak isteyenlerin yapacağı en kolay iş terörü kullanmaktır. Niye bu oyuna geldi terör örgütü madem ve ona destek veren uzantılar? Size şimdi soruyorum, bütün içtenliğimle soruyorum: Sözde "özyönetim" diye şehirler âdeta işgal edilmeseydi, şehirlerde kurtarılmış bölge oluşturma girişimleri olmasaydı Cizre bugün geldiği duruma gelir miydi, Nusaybin bugün geldiği duruma gelir miydi? Sözde demokrasiyi söylüyoruz ama 23 Temmuz 2015'te gece yatağında hunharca şehit edilen polislere bu tepki niye verilmedi? "Hayır, terörle bu işler olmaz." diye o gün neden konuşulmadı?

1990'lara dönülmekten bahsediliyor. Türkiye 1990'lara dönmeyecek arkadaşlar. Eğer Türkiye'nin 1990'lara dönme iradesi olsaydı şunu bilin ki bu operasyonlar bu kadar uzun sürmezdi. Bir tek sivilin burnu kanamasın diye askerimizin, polisimizin, güvenlik güçlerimizin gösterdiği bu hassasiyet olmasaydı bu operasyonlar bu kadar uzun sürmezdi. Bu hassasiyet bundan sonra da sürecek ama bu milletin vekilleri olarak her birimiz de bilmeliyiz ki hiçbir devlet kendi egemenlik alanında başka bir yapıya müsaade etmez, edemez. Hele hele terörle Türkiye Cumhuriyeti'nin dize getirmeye çalışan güç odaklarına ve terör örgütlerini maşa olarak kullananlara karşı da Türkiye Cumhuriyeti diz çökmez. Bu anlayışla bu yasa tasarısı hazırlandı.

Ben, destek veren Milliyetçi Hareket Partisine ve Cumhuriyet Halk Partisine özellikle teşekkür ediyorum. Bundan sonra, dediğim gibi, kanun sonuçlandırılıncaya kadar olacak olan katkılarınıza da şimdiden ayrıca teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, teşekkür ederim.