| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 19 .11.2014 |
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli milletvekillerimiz, yargımızın değerli temsilcileri, kıymetli bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, önce sözlerime anonim bir dörtlükle başlamak istiyorum:
"Hasan Dağı arpalıktır eğer ürün verirse.
Her dereye bir değirmen eğer suyu gelirse.
Her kümesten bir tavuk eğer köylü verirse.
İyi gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse."
Ben, şimdi, tartışmaların seyrine ve şekline bakıyorum, bu işin sonunun asla gelebileceğine inanmıyorum. Müthiş bir kafa karışıklığı var.
Bir kere, her şeyden önce Türkiye'de yargı süreçlerine şöyle bir baktığımızda, sanki geçmişten bugüne hiçbir sıkıntı yoktu. Herhangi bir vatandaş bu ülkede ne zaman yargıya düşse, mahkemeye düşse, uzayan yargı süreçlerinden, haksız iddianamelerden, uzun tutukluluk süreçlerinden, kanunların zorlama yorumlarıyla verilen hukuksuz kararlardan muzdarip olmuştur, ama ne zamanki önümüze toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren birtakım davalar düştü, işte, bunlar geldi Türkiye'nin gündemine oturdu ve biz, işte, uzayan tutukluluk süreçlerini, haksız iddianameleri, uzayan yargı süreçlerini, bunları konuşur hâle geldik.
Burada beni şaşırtan diğer bir hadise, şimdi, milletvekili arkadaşlarımı dinliyorum, varoluşları gereği siyaset kurumunun yanında yer alması gereken siyasi partiler ve temsilcileri milletvekillerinin söylemlerine baktığımızda, sanki Türkiye'deki hukuksuzluğun ya da hukuksuz kararların kökünde sadece ve sadece siyaset kurumu var.
Burada, bakıyorsunuz, sanki yargının bu hukuksuz kararların ortaya çıkış süreçleri içerisinde hiçbir payı yok. Bu yorumlar, hakikaten, sanki sürekli olarak siyaset kurumunun Türkiye'deki diğer anayasal kurumların üzerinde bir vesayet kurma veyahut da bir baskı yapma eğiliminde oldukları gibi bir ifadenin sürekli olarak kullanılması, açıkça bu siyaset kurumunun bir mensubu olarak beni son derece rahatsız etmektedir.
Şimdi, Türkiye'de hep yorumlamalara bakıyoruz. Mesela 1924 Anayasası'na göre biz bu ülkede istiklal mahkemelerini kurduk, aynı 1924 Anayasası'na göre, Demokrat Parti döneminde tahkikat komisyonları kuruldu diye, bu ülkede başbakanlar, bakanlar idam edildiler.
Mesela Anayasa Mahkemesinin, Cumhurbaşkanlığı süreciyle ilgili olarak bir 367 kararı ortaya çıktı, burada daha önce milletvekilliği yapmış, parti başkanlığı yapmış, Meclis Başkanlığı yapmış, hukukçu kimliği olan birisi çıktı, dedi ki: "367 kararı hukuksuz bir karardır, ama faydalı bir karardır."
ADNAN KESKİN (Denizli) - Kimmiş o?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Hüsamettin Cindoruk'un açıklamasıdır bu.
Netice itibarıyla, baktığınızda, hukuksuz olan bir şeyin faydalı olabileceğini düşünebilecek kadar, hakikaten bir akıl tutulması içerisinde bir süreci biz yaşayabiliyoruz ve görebiliyoruz.
Burada, aslında işin temeline baktığımızda, temel sorunun çok ciddi manada yargıda önemli bir yapısal değişimin gerekliliğinin altını çizmek gerekiyor.
Burada mesela şeyi suçluyoruz, diyoruz ki birtakım sivil toplum örgütlenmeleri... Sivil toplum örgütlenmeleri şemsiyesi altında toplanan insanların ideolojik bakış açıları olabilir, yani ülkücüler de olabilir, sosyal demokratlar da olabilir, muhafazakâr da olabilir, başka düşünceler de olabilir, bunları saygıyla karşılamak lazım.
Burada bütün mesele, bu insanların gerçek manada kendi işlerini yaparlarken, hele hele yargı mensuplarının mensup oldukları ideolojiyi bir tarafa bırakarak, gerçekten adaletin, hakkın ve hukukun yanında yer alabiliyorlar mı, alamıyorlar mı, bunun mutlaka test edilmesi gerekiyor.
Öbür tarafa bakıyoruz, bugün, işte, HSYK seçimlerini, HSYK seçimlerinde yaşanan hadiseleri anlatıyor arkadaşlar. Evet, bu bir gerçektir, bazı arkadaşlarımız bahsetti. Anayasa Mahkemesinin HSYK üyelerinin seçimiyle ilgili Meclisten geçen maddeyi iptal etmesi ve herkesin, bu 11 bin üyenin blok oy kullanabilmelerinin önünü açmış olması, HSYK'daki demokratik dağılımın önünde müthiş bir engel olmuştur. Bugün bunu eleştiren arkadaşlarımız, o gün bu müracaatı yapan arkadaşlarımızdır, ama onun ötesinde şuna bir bakmak gerekiyor.
Sayın Bakanım, her yerde liyakate dayalı bir kariyer sisteminden başlıyoruz. Bugün, özel sektörde en ufak bir şirkete gittiğinizde ya da kamuda herhangi bir yere gittiğinizde bununla karşılaşıyorsunuz, ama yargının içerisinde de mutlak surette liyakate dayalı bir kariyer sisteminin, performansa bağlı bir sistemin mutlaka oluşturulması gerekiyor. Bunun ayaklarının, sübjektif kriterler içerisinde ya da sicil amirlerinin elinde bir yapı içerisinde değil, bunlardan tamamen bağımsız, oturmuş, yerleşmiş, kuralları belirlenmiş bir çerçeve içerisinde, mutlak surette net olarak yapılabilir hâle gelmesi gerekiyor.
Burada, tabii ki önemli olan noktalardan bir tanesi eğitimden geçiyor. Mesela ben anlatayım. Kendi ilçeme bundan üç sene önce çok genç bir savcı geldi. Yani 23, 24 yaşında. Bir ilçeye geliyor. Bakıyorsunuz, ilçedeki... Bunu çok net söylüyorum, çünkü bununla ilgili şikâyetler de şeye yansıdığı için, karşılıklı suçlamalar da olduğu için... Orada bir meslek yüksekokulu var, işte, onun başında da diyelim ki genç bir meslek yüksekokulu müdürü var, o da gidiyor, geliyor. Bakın, en basit şeklini söylüyorum. Bu tartışma konusu yaptığımız konuların dışında bir şey. Orada bir kıza aşık oluyor, ondan sonra bir savcı, bir meslek yüksekokulu müdürüyle, "Ata bindin, o kızı bindirdin, götürdün." kavgasını yapabiliyor.
Bunların kökünde yatan hadiseye baktığınızda, sadece okuldan mezun olarak bir mesleğe girmiş olmak yetmiyor, bunların ciddi manada bir eğitime tabi tutulmaları da gerekiyor ve üstlendikleri sorumluluğu taşıyabilecek bir noktaya gelmeleri de gerekiyor Sayın Bakanım.
Burada, bizim bu tartışmaları yaparken, yargıda bu yapısal değişimi ve dönüşümü sağlamadan, bir liyakat sistematiğini getirmeden, biz ne yaparsak yapalım, bu hukuksuzlukların, bu yanlışlıkların önüne geçmemizin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Bu vesileyle, tabii ki son dönemlerde... Mesela arkadaşlarımız birtakım şeylere yaklaşırken şunu söylüyorlar: Evet, daha önce 500 bin metrekarenin içerisinde sıkışmış bir yargı. Bu son derece önemli bir veridir. Bu sayede oradaki hâkimimiz, savcımız, müdafiler, avukatlarımız, şimdi çok daha rahat ve modern ortamlarda işlevlerini ve hizmetlerini görebilir hâle geldiler.
Zaman zaman eleştiriliyor bu tarz yapılan kamu binaları, ancak neticede bu kamu binalarının asıl amacı, bu millete, bu insanlara daha kaliteli hizmet verilebilmesinin önünü açmaktır.
Burada uzayan yargı süreçlerine bakıyorduk. Uzayan yargı süreçlerinde, mesela son dönemde otomasyonla beraber son derece ciddi iyileşmeler oldu. Davaların daha süratli görülebilmesi, bugün ifade ettiğiniz gibi, yüzde 14,5'la ifade edilen bir noktaya çekilmiştir ve bugün tutuklulukla ilgili, hükümlüler içerisinde tutukluların oranına baktığımızda, daha önce yüzde 40'larda olan oran, şu an cezaevlerinde olanlar da hükümlülerle tutuklulara baktığımızda bu oran yüzde 40'lardan yüzde 14'lere gelmiştir. Bu, yargının daha hızlı işlediğinin önemli bir temel sonucudur. Ancak bu iyileşmelere paralel olarak yargıdaki yargı süreçlerinin de, karar süreçlerinin de, kalitesinin de artırılması yönünde mutlaka bu yapısal değişikliklerin yapılması gerekir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçemiz de hayırlı olsun bu arada.