KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri, değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyorum, hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Tabii ki çok üzgünüz. Bizler siyasetçiler olarak yirmi dört saat burada olabiliriz ama kötü yönetim, iyi yönetilmemesi nedeniyle bürokrat arkadaşlarımızın gece yarılarına kadar burada bizimle birlikte olması tabii ki bizim eksikliğimizden, Parlamentonun ve Komisyonun çalışma saatlerinin çok düzgün ve iyi organize edilmemesinden dolayı bugün burada her akşam böyle yirmi gün bürokrasinin çok değerli temsilcileri bizimle beraber burada sabahlıyorlar. Bundan dolayı da üzgün olduğumuzu da belirtmek isterim.

Bugün burada Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine konuşuyoruz yani bir devleti devlet yapan temel bir fonksiyonu yerine getirmesi beklenen kurum üzerine konuşuyoruz. Fakat, sadece geçen seneki bütçe görüşmelerinden bu tarafa yaşananlar düşünüldüğünde, büyük endişeye kapılmak zorunda olduğumuzu gösteren olaylar gerçekleşti ülkemizde.

Bir devlet hukuk üzerine kuruludur. Her devletin bir hukuku vardır fakat her devlette hukuk devleti ilkesi ve hukukun üstünlüğü prensibi yoktur. Avrupa Birliğine ve çağdaş dünyaya bu ikisinin dışında bir anlayışla bakılamaz. Yani, hukukun olduğu ama hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin hayata geçirilemediği ülkelerin çağdaş dünyada yeri yoktur ve olamaz. Her yerde bir düzen bulabilirsiniz. Terör örgütleri de bir coğrafyada düzen tesis edebilir ama hukukun üstünlüğünü ve hukuk devletini hayata geçirebilmek için etkin işleyen bir hukuk mekanizmasına ihtiyaç vardır. Bunun olmadığı yerde ise hak, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlar bir anlam ifade etmez ve etmemelidir.

Haklar ve özgürlükler, ortak kurucu metnimiz olan anayasaların da temelidir. Anayasa'mızın 12'nci maddesinde yer alan "Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahiptir" hükmüyle temel hak ve özgürlüklerin niteliği belirlenerek, devletin üstün otoritesi karşısında bireylerin korunması amaçlanmıştır. Aynı şekilde, Anayasa'nın 10'uncu maddesinde ise "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" diye yazıyor ama eşit midir, bu tartışılır. Devleti, bu eşitliği yaşama geçirmesini sağlamakla yükümlü kılmıştır. Burada sözü edilen devlet ise, Anayasa'nın 2'nci maddesinde ifadesini bulan ve hukukun üstünlüğü temelli bir çatı altında örgütlenmiş olan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Bu ifadelerden çıkan en önemli ve bariz sonuç, eşitliğin, ancak demokratik bir yönetimde gerçekleşebilecek bir olgu olduğudur. Bu nedenle de, temel haklar ve özgürlükler ile eşitlik demokrasinin olmazsa olmaz koşullarındandır. Öte yandan, bugün bütçesini ele aldığımız Bakanlığın adı "hukuk işleri bakanlığı" değildir. Hukukun amacı olan adaletin tesisine aracılık etmesi beklenen Bakanlıktır çünkü adalet hukukun özünü teşkil eder.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; tüm bu çerçeveyi çizme nedenim, AKP iktidarının yargı üzerinde kurmaya çalıştığı baskıya dair örneklere değinmeden önce, ilkeler konusunda kendi durduğum yeri açığa kavuşturmaktır. Zira, milyonların gözü önünde Ethem Sarısülük'ü katleden polis memuru, Ali İsmail Korkmaz'ı sokakta döverek öldüren, 14 yaşındaki Berkin'i öldürenler, Soma'da, Ermenek'te maden emekçilerini katledenlerin Roboski'de, Reyhanlı'da herkesin malumu faillerin adaletin terazisinden kaçırıldığı ve benzer nitelikli daha birçok konunun aydınlatılmak yerine karartıldığı ve kapatıldığı bir ülkede yaşıyoruz. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerini kapatma, karartma yolunda gösterilen çabaya ise sadece Türkiye değil, dünya tanık oluyor.

900 sayfalık iddianamede hırsızlıkla ve yolsuzlukla suçlananlar ve bu süreçte yaratmaya çalıştığınız algı operasyonuyla önce iddiayı belgeleyen polisleri görevden aldınız. Ardından, iddiayı soruşturan savcıları sürdünüz ve iddia dosyasına yayın yasağı getirdiniz. Yetmedi, iddianameyi yazanlara dava açtınız ve nihayet kendinize takipsizlik kararı çıkarttırdınız. Şimdi de dosyayı hepten kapatmak için, yolsuzluğu soruşturan polisler tutuklanıyor, sürülüyor, meslekten ihraç ediliyor; yurttaşları temel haklarını kullanmak üzere sokağa çıktığı için öldürenleri himaye ediyorsunuz. Hakkında soruşturma yürüten savcıların görevlendirdiği kolluk görevi ifa edenleri polislikten çıkartıyorsunuz. Ancak, siz de biliyorsunuz, kaçış yok, kurtuluş yok, sonunda yargılanılacaktır.

Nitekim, daha dün Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Ses ve Görüntü İnceleme Şubesinin, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili Emniyetin tapeye dönüştürdüğü 2.593 ayrı ses kaydına yaptığı uygunluk incelemesinin sonuçlandığı kamuoyuna yansıdı. Türkçe 2.483 kaydın çözümünde "Cümle eklemesi veya cümle çıkarması sonucu anlam bütünlüğünü bozacak değişiklik tespit edilmedi." kararı çıktı. Bizlerin zaten bildiği bir gerçek teknik açıdan da kanıtlanmış oldu. Biliyorsunuz İspanya yargısı "Kralın kız kardeşidir." demedi, Prenses Cristina'yı usulsüzlükten suçlu buldu. Bizde de bu günler yakındır. Hiçbir dosyanın üstünü paralel iddialarıyla kapatamayacaksınız. Siz de paralel dediğiniz insanlar da Bilal Erdoğan da yargılanacak. Bizler de bu sürecin takipçisi olacağız. Lideriniz adaletten kaçamayacak. Gün gelecek, devran dönecek, mutlaka hesap vereceksiniz.

Değerli milletvekilleri, Gezi isyanı sırasında yaşanan devlet terörü, kolluk güçlerince uygulanan şiddetin boyutları, ölüm ve yaralanmalar, gözaltı ve tutuklamalardaki yoğunluk ile yargılama sürecine yansıyan hukuksuzluklar hâlâ tartışılırken, gündeme "iç güvenlik paketi" adını verdiğiniz yeni bir düzenleme getirdiniz. Sebebi ise 6-7 Ekim günlerinde Kobani'ye destek eylemleri sırasında yaşanan misliyle şiddet uygulamaya dönük uygulamalarınız. Bu paketin içeriği bundan sonraki döneme dair geliştirmeyi hedeflediğiniz politikaları ortaya koyuyor. Kolluk güçlerince keyfî ve hukuksuz biçimde yürütülen devlet şiddetini yasalaştırmakla kalmıyorsunuz aynı zamanda meşrulaştırmaya da çalışmaktasınız. Yeni iç güvenlik paketiyle birlikte, anlaşılan o ki bundan sonraki dönemde polis devleti uygulamalarında daha büyük acımasızlık gösterilerine şahit olmak zorunda kalacağız. Bu gidişle "özgürlükler, özgürlükler" diye yola çıkıp polis devletiyle sonlandıracaksınız iktidarınızı.

Bu amaçla adalet kurumlarını teslim almaya çalışıyorsunuz; bağımsız yargıyı ortadan kaldıracak adımları herkesin gözü önünde ve pervasızca yapıyorsunuz. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerine müdahale biçiminiz ortada. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu, Demokrat Parti yönetiminin keyfîleşmesine tepki olarak doğmuş ve çağdaş demokrasilerde yeri olan bir kurumu demokratikleştirmek ve siyasal iktidar etkisinden kurtarmak yolunda adım atmak demokrasiyi ve hukuk devletini geliştirici bir adım olabilirdi. Hâlbuki siz ne yapıyorsunuz; önce 12 Mart sonrası müdahale edilen, ardından 1982 Anayasası'yla darbecilerin kimyasını bozduğu kurumu tümüyle kendinize bağlamak için uğraşıp duruyorsunuz. 2010'da Anayasa referandumunda Avrupa Birliği ve tüm demokrat kesimlerce eleştirilen Adalet Bakanı ve Müsteşarının Kuruldaki konumunu aynen korudunuz ve üye seçim sistemini değiştirdiniz. Fakat bu da yetmedi. Tam teslim aldım derken aslında size Adalet Bakanlığı ve poliste taşeronluk yapan cemaate kontrolü kaybetme yolunda olduğunuzu da fark ettiniz. Referandumun sonucunu sizden iyi kavrayan cemaat "Keşke ölüler mezarlarından kalkıp evet oyu verebilseler." mealinde açıklamalar yaptı ki sanırım ilk kez bir cemaat, anayasa değişikliği meselesiyle böylesine içten ilgileniyordu! Sonrasında, herkesin bildiği gibi yargı içinde yapılan seçim, cemaat ve AKP iş birliği sonucunda, çok sayıda cemaat mensubunun seçilmesiyle sonuçlandı. Tabii ki başlangıçta, seçilenlerin alnı secde gördüğü sürece hiçbir sorun yoktu ancak ne zaman ki rantı ve iktidarı paylaşma konusunda anlaşmazlığa düştünüz işler değişti. Şimdi bir yandan eski dostlarınızı tasfiye peşindesiniz, bir yandan da kendi yolsuzluklarınızın üstünü kapatmak için debelenip duruyor ve batıyorsunuz. Ama biliniz ki buradan çıkış yoktur. Adaletin terazisi şaştı mı geriye yukarıda çizdiğim tablonun da ortaya koyduğu üzere ne demokrasi, ne hukuk, ne özgürlükler ne de adalet kalır. Buna müsaade etmeyeceğiz. Demokratik bir anayasa ile beraber siyasi müdahaleden bağımsız bir kurum olarak hâkimleri ve savcıları ayrı ayrı kurumlar altında toplayacağız. Bu sorunu biz çözeceğiz. Sizin hukuka bakışınız, ürettiğiniz çözümlerin sizleri ve ülkeyi sürüklediği bataklıktan öte bir vaatte bulunmuyor ve biz bunu çözeceğiz ve biz bunu kurtaracağız.

Sayın Bakan, zihniyetiniz Sayın Erdoğan'ın yargı kararlarını uygulamamak konusundaki tutumunda kendini açığa vuruyor. Açık mahkeme kararlarına rağmen "Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım." diyen anlayışın varacağı yer belli. Kaç-Ak saraylara yerleşip Hâkimler ve Savcılara üye olarak Pendik Belediyesinin AKP'li belediye meclis üyesini atamak, avukatının kardeşini HSYK'ya atamak bunlar size normaldir belki ama bize değildir. Dünyada da yeri bellidir ve Danıştaya verilmiş olan bir ayardan başka da bir şey değildir.

Yargıtaya, Sayın eski Başbakan, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, daha önce gerginlik yaşadıkları Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun konuşma yapmasına izin verilmesi durumunda Yargıtayın adli yıl açılış törenine katılmayacağını açıklamış; bunun üzerine durumu değerlendirmek için toplanan Yargıtay Başkanlar Kurulu da Feyzioğlu'nun törende konuşması yönünde karar almıştır. Ama Yargıtay'a da bir ayar vermek gerekiyor. Sayın Erdoğan "Yargıtay Başkanlar Kurulunun, düşünebiliyor musunuz, bu ülkede, kalkıp da hem siyasete hem de halkın doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanına karşı son derece nezaketsiz tavırları, eski Türkiye'nin bir alışkanlığıdır. Hukuk sistemi bir avuç Haşhaşi'nin şantajına mahkûm bırakılamaz. Kime çalıştığı belli olduğu Pensilvanya hukuk sistemine emir veremez, talimat veremez; Hasan Sabbah benzeri meczupların oyuncağı asla olamaz." diye Yargıtaya ayar vermeye çalışmıştır.

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Aynen öyle.

MUSA ÇAM (İzmir) - Yetmez. Arkasından Anayasa Mahkemesine de bir ayar vermesi gerekiyor.

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Yanlış mı? Doğru, çok doğru sözler.

MUSA ÇAM (İzmir) - AYM'nin HSYK'yla ilgili kararına karşı aynen şunu söylüyor: "HSYK Yasası'yla ilgili böyle bir müdahale yapılmıştır. Yüksek Seçim Kurulu kararları tartışmaya açılmak istenmektedir. Hukukun içine bir ur gibi sirayet etmiş paralel yapı görmezden gelinirken, siyasetin alanına müdahale iştahının kabardığını görüyoruz. Herkes yetkisini, konumunu ve sınırını bilmeli, ne yaptığına, ne söylediğine dikkat etmelidir." deyip Anayasa Mahkemesine de bir ayar vermektedir.

Yetmiyor, sınırları tanımıyor, bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de ayar vermesi gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zorunlu din dersi kararlarından sonra Sayın Erdoğan şunları söylüyor: "Manevi olana, yerel olana, geleneksele düşmanlık yaparak, onu yeryüzünden ve vicdanlardan silerek insanlık kalkınamaz, ilerleyemez, modernleşemez. Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçen haftalarda Türkiye aleyhine bir karar aldı..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım.

MUSA ÇAM (İzmir) - "...Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden öğrencilerin muaf sayılmasını temin edecek yeni bir düzenleme istedi. Aslında bu karar yanlış bir karar. Çünkü Batı'da bunun uygulaması yok, böyle bir şey olmaz." deyip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de ayar vermekte hiçbir beis görmemektedir.

Son sözlerim: Sayın Bakan, adli yardımla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası belgelerle güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının avukat olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Hem ceza yargılamasında hem de hukuk yargılamasında maddi durumu iyi olmayan kişilere avukat sağlanması adil yargılamanın gerçekleşmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 81'inci maddesiyle bu kanun kapsamındaki kişilere de adli yardımdan faydalanma imkânı getirilmiştir. Bu hüküm olmasaydı dahi bir insan hakkı olan adil yargılanma hakkının gereği olarak ülkemizdeki yabancılara ihtiyaç duyduklarında avukat tahsis edilmesi bir gerekliliktir.

Ancak bütçeden adli yardım için ayrılan pay ne yazık ki çok düşüktür. Barolar şu anda dahi kendilerine gelen adli yardım taleplerini karşılayamaz durumdadır. Sisteme bir de sayısı bir buçuk milyonu aşmış olan yabancıların girmesi zaten yetersiz adli yardım sistemini büsbütün zorlamaktadır.

Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, uyruğu, etnik kökeni, dini, mezhebi, dili, siyasi görüşü ve ne ile suçlandığına bakılmaksızın hukuki yardıma ihtiyacı olan herkese yardım edilmesinin avukatın ödevi olduğunu savunagelmiştir.

Bugüne dek avukatların büyük fedakârlıklarıyla yürütülen adli yardım hizmetlerinin yetersiz olduğu ve avukatlara sağlanan ücretlerin düşüklüğü uluslararası raporlarla da tespit edilmiş durumdadır. Avrupa Komisyonu 2014 İlerleme Raporu'nda da adli yardım hizmetlerindeki kapasite yetersizliği eleştirilmiş; BM Çocuk Hakları Komitesi Nihai Gözlemleri Raporu'nda da avukatlara ödenen bedelin düşüklüğü hususu vurgulanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayın.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu nedenlerle de adli yardım bütçesinin artırılması gerekmektedir. Bununla birlikte adli yardımla görevlendirilen avukatlara ödenecek ücretlerin katma değer vergisinden istisna tutulması gerekmektedir. Ayrıca adli yardım atamaları neticesinde açılan davalar harç ve masraflardan muaf olmalıdır.

Kamu avukatlarıyla ilgili de bir paragraf söylemek isterim. Kamuda görevli hukuk müşavirleri ve hazine avukatları, mesleki bağımsızlık, yetki alanları, mali ve özlük haklarıyla hiyerarşik konumları bağlamında ciddi sorunlar altında çalışmaktadırlar. Geçtiğimiz günlerde hâkimlerin özlük haklarının iyileştirildiği bir dönemde kamu avukatlarının durumunun görmezden gelinmesi kabul edilebilir değildir. Onların da bir beklentisi olduğunu söylemek istiyorum.

Konuşma metninizin içinde avukatlıkla ilgili söylemiş olduğunuz, konuyla ilgili bir paragrafı daha tekrarlamak isterim. Avukatlık sınavı; Türkiye'de şu anda yaklaşık 85 bin avukat bulunduğu hukuk fakültelerinde ise yaklaşık 48 bin öğrencinin öğrenim gördüğü, bu öğrencilerden 43 bininin beş yıl içerisinde avukat olacağının tahmin edildiği, Komisyonumuzda torba kanun görüşülürken konuşulmuştu. Sınavsız bir avukatlık demokratik ülkeler için vazgeçilmez mesleklerden biri olan avukatlığın kalitesini sürdürülemeyecek kadar düşürür. Dünyada, kendisine "çağdaş" deyip de sınavsız avukatlık yaptıran başka hiçbir ülke yoktur. Avukatlık sınavının getirilmediği her geçen gün avukatlık mesleği biraz daha sürdürülemez hâle gelmektedir. Dolayısıyla avukatlık mesleğinin en öncelikli ihtiyacı avukatlık sınavıdır.

Son sözüm, Avukatlık Kanunu'nda yapılması gereken değişiklikler maalesef gerçekleşmemiştir. Toplumsal ihtiyaçlara cevap veren, hukukun üstünlüğünü, eksiksiz demokrasiyi, bireysel hak ve özgürlükleri teminat altına alan yeni bir avukatlık kanununu da mutlaka bu Parlamentonun çıkarması gerekir diyor, bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.