KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Plan Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi selamlıyor, iyi akşamlar diliyorum.

2015 yılı bütçesinin Bakanlığımıza, çalışanlarına başarı getirmesini diliyorum.

Ayrıca, sunum kitapçığınızda, çok değerli arkadaşımız, ağabeyimiz Mevlüt Aslanoğlu'na yer vermiş olduğunuzdan dolayı, bu kadirşinaslığınızdan dolayı çok teşekkür ediyoruz.

Ama sabahleyin Sağlık Bakanlığındaki beklentilerini ve taleplerini bir basın açıklamasıyla Dikmen Kapısı'nda dile getirmek isteyen sağlık emekçileri sendikaları yöneticilerinin biber gazıyla, şiddetle buradan götürülmesini ve yaralanmalarını da kınadığımı ve bu konuda da gerekli çalışmaları yapmanız gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.

Tabii ki 2015 yılı bütçesini konuşuyoruz. Bu, sizin, aynı zamanda, önümüzdeki süreçte uygulayacağınız ekonomik politikaların da bir ipucudur.

Bu bütçede, aslında, bana göre, 2015 yılında hem genel olarak hem de Sağlık Bakanlığı bütçesi olarak hem emekçiler hem işçiler hem gençler hem kadınlar ne yazık ki bu bütçelerde tam olarak temsil edilmiyor. Kamu hizmetlerine eşit erişim hakkını bu bütçede ne yazık ki göremiyoruz. Yani eşitlik, özgürlük bu bütçede tam olarak yok, kamusal hizmet olarak da sağlığın ne yazık ki yeteri kadar payını almadığını burada görüyoruz.

Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında Genel Sağlık Sigortası sistemini vatandaşa kabul ettirdiniz. Genel Sağlık Sigortası -GSS- sağlık hizmeti alacak bireylerden prim toplama esasına dayalı bir finansman sistemidir genel olarak. Ancak toplanan primlerin sosyal adalet ve eşitlik ilkesi uyarınca tüm toplumsal kesimleri kapsayacak biçimde geniş bir çerçevede harcanması gereklidir. Bu bağlamda, ülkemizde gerçekleştirilen sosyal güvenlik reformunun özellikle yoksulları kapsama konusunda oldukça yetersiz kaldığını vurgulamak isterim. Asgari ücretin üçte 1'inden 1 kuruş fazla geliri olan herkesin prim ödemek zorunda kaldığı bir sistemdir bu. "Toplumun bütününü kucaklama" ve "sağlık hizmetlerinden yararlanamayan kimseyi bırakmama" iddiası ise her geçen gün artan katkı payı oranlarıyla boş bir söylem olarak ortada durmaktadır.

Bu sistemde yaratılan algının aksine, ayrılan kaynak yetmediği için verilen hizmetin içeriğinin azaltılmasıyla karşı karşıyayız. GSS'nin hangi sağlık hizmetlerini vereceği her yıl Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yeniden belirlenmekte ve bazı sağlık hizmetleri giderek GSS temel teminat paketi dışında kalmaktadır ve bunu en son 1 Ekimden önce büyük bir trajedi olarak da yaşadık. Pakete dâhil edilmeyen hizmetler için cepten ekstra ödeme yapılması ya da özel sigortaya yönelim söz konusudur. Bu nedenle de özel sağlık sigortacılığı son yıllarda giderek genişlemektedir. Bu da sistemin, toplumsal hedefleri hiçe sayarak özel sektörün hem sağlık hemde sigorta alanında genişlemesini amaçlayan bir mantığa dayandığını açıkça ortaya koymaktadır. Kısaca, bu, tamamen sağlığın özelleştirilmesi, piyasalaştırılmasıdır.

Fakat ne var ki yanlış uygulanan politikalarınızın sağlıktaki devamı olan bu sistem, iki buçuk yılda iflas etmiştir. Genel Sağlık Sigortası kapsamında oluşan borcun toplamı 7,3 milyar TL iken ödemesi yapılan miktar sadece 371 milyon TL'dir. Ödeme yapmayan milyonlarca kişi sağlık hizmetlerinden faydalanamamakta ve üstelik de prim borçları da artmaya devam etmektedir. Bunun sonucunda da en temel insan hakkı olan sağlık hakkından daha şimdiden 4,5 milyon vatandaşımız yararlanamamaktadır. İşin daha da kötüsü, 18 yaşını bitirmiş çalışmayan tüm yurttaşlar, zorunlu olarak Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmamalarından dolayı prim borçlusu olduklarını ancak gittikleri aile hekimlikleri veya devlet hastanelerinde öğreniyorlar, yetmezmiş gibi üniversite öğrencilerine bile prim borcu çıkarılıyor.

Büyük iddialar ve umutlarla hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortasıyla parası olmayanların sağlık hizmetinden yararlanamayacağı bir noktaya doğru ilerlediği açıkça görülmektedir. Kamuoyundan gizlenerek doyurucu bilgi verilmeden uygulamaya konulan sistemde davul Sağlık Bakanlığının boynunda, tokmaksa Sosyal Güvenlik Kurumunun yani Çalışma Bakanlığı'nın elindedir. Sosyal Güvenlik kurumunun giderek büyüyen finansman açıkları karşısında Hükûmet mikroekonomik dengeleri tutturma adına bu yönde bir sosyoekonomik politika oluşturmak yerine, tamamlayıcı sigortalar yoluyla finansman açıklarından kaynaklanan maliyeti kullanıcıların üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Bir taraftan katkı paylan karşılanamaz hâle gelmişken diğer taraftan da halkımız tamamlayıcı sigortalar yaptırarak sağlık hizmeti almaya zorlanmaktadır.

Bu yolla, Hükûmet, ortaya çıkan açığı halkın sırtına bindirebilmenin yollarını aramaktadır. Tamamlayıcı sağlık sigortası genel olarak kamu sağlık sigortalarının sağladığı temel teminat paketlerinin kapsamadığı sağlık risklerini, gerek teminat kapsamı gerekse teminat yüzdeleri açısından çeşitli paketlerle üzerine alan bir sağlık sigortası türü olarak tanımlanmaktadır. Her gün değiştirilen yasal uygulamalar nedeniyle sosyal sigorta alanını riskli bulan özel sigorta şirketleri, Kamu Hastane Birlikleri Yasası'nın hayata geçirilmesiyle birlikte aradıkları uygun zemine kavuşturulmuştur. Asıl olarak da tamamlayıcı sigorta uygulamasının daha da yaygınlaşacağı açıktır.

Tamamlayıcı sağlık sigortası konusunda şirketlerin iştahını asıl kabartan nokta, katkı payları ve cepten ödemelerdir. Cepten ödemelerin ve katkı paylarının "tamamlayıcı sağlık sigortası" adı altında özel şirketlere yönlendirilmesi hedeflenmektedir. Sağlık Uygulama Tebliğleri'yle (SUT) sosyal güvence kapsamında sunulan hizmetler daraltılmış, pek çok işlem ve ilaç kapsamdan çıkartılmıştır. Yasada, yoksul vatandaşların yararlandığı yeşil kart uygulaması kapsamının Sosyal Güvenlik Kurumu gelir-gider dengesine göre değiştirilebileceğine yer verilmiştir. Ek olarak, her basamakta katkı paylarının istisnasız herkesten alınmaya başlamasıyla birlikte, tamamlayıcı sigortaya yönelik bir ihtiyacın, talebin bizzat Hükûmet eliyle oluşturulduğunu yani halkımızın yerel ve uluslararası finans şirketlerinin insafına terk edildiğini söylemek gerekir. Hâlbuki 2015 bütçesi, sermayenin, yerli ve yabancı tekellerin ve savaş lobisinin çıkarları doğrultusunda değil, bütçenin asıl kaynağı olan işçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal ihtiyaçları gözetilecek şekilde hazırlanmalıydı. Ama bunu size anlatmak ya da sizden böylesi bir adımı beklemek ne yazık ki bugün için mümkün görünmemektedir.

Değerli milletvekilleri, bu iktidar döneminde yeni bir sorunla daha karşılaştık. Bu yıl madde kullananlar arasında özellikle sentetik kimyasal madde kullanımının öne çıkması. Benden önce de arkadaşlarım bahsettiler. 2013 yılında doğrudan madde bağlantılı 232, dolaylı madde bağlantılı 416 olmak üzere toplam 648 ölüm olayının meydana geldiği, doğrudan madde bağlantılı ölümlerde bir önceki yıla göre yüzde 43, dolaylı madde bağlantılı ölümlerde ise yüzde 155 artış gerçekleştiği görülmüştür. Dolayısıyla korkunç derecede bir madde bağımlılığıyla ilgili büyük bir patlama söz konusudur.

Uyuşturucu kullanımı, ölümlerin yanı sıra gençlerin yaşamlarının dramatik bir şekilde kararmasına, bireyin ve toplumun refah düzeyinin düşmesine, maddeyle ilintili suç ve kazaların, enfeksiyon hastalıklarının artmasına yol açmaktadır. Ticareti yapılan, alınıp satılan sadece uyuşturucu maddeler değil, bireylerin hayatı, toplumun sağlığı, refahı, moral değerleri ve bilinçleridir. Ne yazık ki, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı "İmam hatipler artarsa uyuşturucu azalır." gibi orijinal bir fikir beyan etse de belli ki gerçekte işler böyle yürümüyor ve bu soruna ciddi biçimde eğilmek gerekiyor. Sizden isteğimiz Sayın Cumhurbaşkanının fantastik beyanlarını bırakıp acil önlemlerin alınmasıdır.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı tarafından başlatılan yeni bir uygulamadan ve sonuçlarından da söz etmek isterim. Sağlık hizmetlerini ticarileştirip kazanç kapısına dönüştüren Hükûmet, 27 Ekim 2014 tarih ve 29158 sayılı Resmî Gazete'de yayımladığı Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliğiyle yeni gelir getirici kaynak olarak bilim dışı, kanıta dayalı olmayan tıp uygulamalarını devreye sokmaktadır. Bu uygulamayla insanların inançları, duyguları ve acıları istismar edilerek sülük, hacamat, sinek larvası, arı, bitkisel ilaç, hipnoz ve çıkıkçı tedavisiyle umut satılmaya çalışılabilir.

Bu yönetmeliğe göre; Sağlık Bakanlığının vereceği izin belgesiyle kamu kurum ve kuruluşlarına bağlı hastaneler, merkezler, özel hastaneler ve ayakta teşhis, tedavi yapan özel sağlık kuruluşları ve sizin sunumunuzda da söylediğiniz gibi Kültür ve Turizm Bakanlığından belgeli konaklama tesislerinde açılacak ünite ve uygulama merkezlerinde rızasını alınan hastalara "alternatif tıp" adı altında umut pazarlanmaya çalışılacaktır.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Çalışılıyor.

MUSA ÇAM (İzmir) - Yayımlanan bu yönetmelikle yapılmak istenen, insanların inançları, duyguları ve acılarını sömürerek hastalıkları üzerinden para kazanmaktan başka bir şey değildir ve olmayacaktır. Bu uygulamalarla kronik hastalıklara sahip yurttaşlara yönelik umut sömürüsünün ve kötüye kullanmanın önünün açıldığı ve bu alanın bir kazanç kapısına dönüştürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Üstelik de Sosyal Güvenlik Kurumu, geleneksel, tamamlayıcı, alternatif tıp uygulamalarının bedelini ödemeyecektir ve bu hizmetlerin bedelinin tamamını hizmet alan kişiler ceplerinden ödeyeceklerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - "Bu uygulamalara ile hastalığın ortadan kaldırılacağı veya tek başına tedavi edilebileceği gibi beyanlarda bulunulamaz." ibaresi ile yayınlanan bu yönetmelikle amaçlanan nedir? Bunu da Sayın Bakandan duymak ve öğrenmek isteriz.

Borç batağındaki hastanelere böyle mi kaynak aktaracaksınız acaba? Akıl, bilim, kanıt nerede? Her zaman olduğu gibi rant neredeyse acaba Hükûmetiniz de yine orada mı olacaktır? Bunu da sizlerden duymak isteriz.

Son olarak da Sayın Başkan, sabahki SES sendikasının talepleri ve isteklerini çok değerli hocamız Aytuğ Hoca dile getirdi. Bunları söylememe gerek yok ama özellikle sizin bu Hükûmetiniz döneminde 2002 yılında sağlıkta 11.685 taşeron vardı; 2013 yılında 131.201, 2014 yılında da 160 bini aştı. Sağlıkta taşeronlaşma almış başını gidiyor. Bunun bir an önce durdurulması gerekiyor ve sağlık emekçilerinin taleplerinin ve isteklerinin mutlaka karşılanması gerekiyor.

Son sözüm, Sayın Nurettin Demir Hocam da söyledi, geçtiğimiz hafta Muğla'nın Bodrum ilçesinde bir ilçe kongresine katıldınız tahmin ediyorum ve orada konuşma yaptınız. Tabii kaymakamın bizzat bir ilçe konuşmasında bulunmasını yadırgadığımı söylemek isterim. Oradaki konuşmanızda hitabınız şudur, tabii coşkuyu görünce, ilgiyi, alakayı görünce bir damar yapıyorsunuz. Doğaldır ki muhalefet partisinin uygulamalarını eleştirebilirsiniz, bunda bir beis yok, bir itiraz yok ama Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanının, Kılıçdaroğlu'nun etnik kimliğini veyahut da doğum yerini "Ey Kılıçdaroğlu, Tunceli'de doğdun, Tunceli'de varım diyeceksin." diyorsunuz ve CHP'yi yerden yere vuruyorsunuz. Yetmiyor. "Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkan Yardımcısı Diyarbakır kökenli, Diyarbakır'da doğmuş ve eğitim görmüştür, siyaset yapacak, CHP'den milletvekili olacak ama adaylığını İstanbul'dan koyuyor..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - "Oh ya! Bu kadar güzel yan gelip yatmak bu. Diyarbakır benim, bu sokaklar benim büyüdüğüm sokaklar, Diyarbakır'ı sahipsiz bırakamam, bu sokakların çocuklarına, Diyarbakır halkına siyaset yapmalısın. Ey Kılıçdaroğlu, Tunceli'de doğdun, Tunceli'de varım diyeceksin." Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisini eleştirebilirsiniz, Genel Başkanını da eleştirebilirsiniz ama onun doğduğu yeri, doğduğu yerden kaynaklanarak inançlarını orada mahkûm etmek -bitireceğim- bizim tanıdığımız Doktor Mehmet Müezzinoğlu'na yakışır bir tutum ve davranış biçimi değildir.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Siz, dünün Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanıyla ortaokulda, lisede aynı sıraları paylaşmış olabilirsiniz. Onun havasından, suyundan da etkilenmiş olabilirsiniz ama biz onun 2011 genel seçiminden önce miting meydanlarında çıkıp Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına -mitingde 30 bin, 40 bin, 50 bin, 60 bin kişi dolu alanda- "Ey Kemal Kılıçdaroğlu, çık söyle, Dersimlisin, Alevi olduğunu söyle." dediğinde, "Hem Tuncelili hem Alevi" dediğinde binlerce insana yuhalattığını biliyoruz. Daha bu seçim 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş iken kalkıp "Ben Sunniyim; Ey Kemal Kılıçdaroğlu, sen nesin, onu söyle! Öbürü de zaten Zaza." Şimdi siz ondan etkilenerek Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına "Tuncelilisin" öbürüne de "Diyarbakırlısın" demeniz aynı zamanda bir nefret söylemini getirir. Biz tanıdığımız Mehmet Müezzinoğlu'na, bir hekim olarak ve Hipokrat yemini etmiş bir doktor olarak bunu çok yakıştıramadığımızı ve bundan sonraki özellikle coşkulu kongrelerinizde, lütfen, bundan imtina etmeniz gerektiğini söylüyor; 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.