| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2014 |
ADNAN KESKİN (Denizli) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, bürokrasimizin ve basınımızın değerli temsilcileri...
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Yalnız, on beş dakikadan başlayacaktı Sayın Başkan.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Yirmiden başladık ya.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yirmiden açıldı, yirmiden.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Düzelt onu bir kere, yirmiden açacağız Başkanım.
BAŞKAN - Siz başlayın efendim, sıkıntı yok, siz bir başlayın.
Buyurun.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Hayır, efendim, biz bilelim onu, zaman baskımı var mı yok mu?
ADNAN KESKİN (Denizli) - Bilelim canım, ben de ona göre kendimi...
BAŞKAN - Zaman baskınız var efendim.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Yirmiden Sayın Başkan, yirmi...
MUSA ÇAM (İzmir) - Antalya Milletvekiline de söz verin efendim, Antalya Milletvekiline.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Yirmi, yirmi...
BAŞKAN - Nasıl çözdünüz, on beş dakika olarak mı çözdünüz?
Peki, buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Yirmi efendim, yirmi. Sabah yirmi dedik Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, siz yirmi demişsiniz, Divan on beşe karar vermiş.
Buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Divan olur mu? Oylama yapacaksınız Sayın Başkan. Neyse.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, bürokrasimizin ve basınımızın değerli temsilcileri; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Sayın Dışişleri Bakanımızın konuşmasını özenle, dikkatle izledim. Sayın Bakan, söylenmesi gereken konularla ilgili maalesef hiçbir cümle, bir satır söylemeden, tamamıyla dış ülkelerle ilgili değerlendirmeler yaptı. Hâlbuki, Türkiye'nin güncel, önemli sorunlarından birisi Türkiye'nin kendi iç güvenliği, Türkiye'nin güvenliği. Bu konuda Sayın Bakanın değerlendirmesine katkı yapmak amacıyla sabahleyin konuşmamda IŞİD örgütüne Türkiye'den devşirilen gençlerle ilgili bir açılış yaparak, bir parantez açarak bilgi sunmaya çalıştım ama Sayın Bakan, maalesef, bu konuda hem bizim merakımızı giderecek hem de aydınlatıcı bir değerlendirme yapmadı. Türkiye'nin çok önemli sorunlarından birisi bu.
Bakınız, yabancı basın, Türkiye'nin kendi yerli ulusal düzeyde yayın yapan basın kuruluşlarının tümü IŞİD'le ilgili olağanüstü değerlendirmeler yapıyorlar. IŞİD'in Türkiye'yi tehdit ettiğini, İstanbul'da gerekirse birtakım eylemler koyacağını, barajların patlatmasını sağlayacağına ilişkin iddiaları yer alıyor. IŞİD'in bu konudaki uygulamalarıyla o kadar teferruatlı bilgiler var ki... Bakınız, Ankara'daki Hacı Bayram semtine karargâh kurduğuna ilişkin, orada bayrak açtığına dair haberler var. Ankara'nın Hacı Bayram, Tuzluçayır'dan giden insanların isimleri var. Keza, İstanbul'daki bir yurttaşımız eşini ve çocuklarını götürdüğünü, çocuklarının, eşinin isimlerini veriyor ve kendisinin bu şiddet örgütüyle temasa geçtiğini, koşulları kabul ederse gelip kendisiyle görüşebileceğini vurguluyor. Kocaeli'nin Dilovası'nda bu şekilde IŞİD'in çok etkin bir eylem sergilediğine, çalışma götürdüğüne ilişkin gazetelerde haberler var. Orada bir öğretmen kendi kardeşinin IŞİD tarafından terör örgütüne iştirak etmek için götürüldüğünü vurguluyor. Gaziantep'te bu örgütlenmeye ilişkin bilgiler var ama bugüne kadar ne İçişleri Bakanlığından ne zatıalinizin konuşmasından bu konuda herhangi bir bilgi almak mümkün olmadı. Türkiye'den 4-5 bin tane Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının IŞİD şiddet örgütüne katıldığı söyleniyor ve bu, yalnız Türkiye'nin ulusal düzeyde yayın yapan organları değil, Amerika'da, İngiltere'de birtakım yayın organlarında bu iddialar yerini alıyor. Türkiye'yle ilgili böylesine suçlamalar varken Türkiye'nin IŞİD terör örgütüyle ilgili yapacağı değerlendirmenin uluslararası camiada kabul edilmesi mümkün müdür? Zaten sizin konuşmanızda dikkatimi çekti, IŞİD kelimesini kullanmaktan özenle imtina ediyorsunuz, kaçınıyorsunuz. Herhâlde bunun toplum tarafından, bir şiddet örgütü tarafından algılandığını, zihinlerde bu konuda yerleşmiş bir değerlendirme olduğunun rahatsızlığı üzerindesiniz. Örneğin, şimdi, siz, IŞİD'i, Nusra örgütünü, Kaide'yi bir terör örgütü olarak kabul ediyor musunuz? Konuşmanızda bunlarla ilgili herhangi bir değerlendirme yapmadınız.
Konuşmanızda çok dikkatimi çeken bir iki nokta daha gördüm. Bir: Diyorsunuz ki: "Biz hiçbir eğilime karşı değiliz, bu konuda yargımız yok." Ama Irak'la ilgili, seçimle gelen meşru bir otoriteyle ilgili ilişkilerimizi kestik, neredeyse Irak'la ilgili bütün diplomatik ilişkilerimiz kesilecek noktaya geldi. Seçimle gelenlerin seçimle gitmesini öngören değerlendirmeler yapıyorsunuz. Mısır'daki seçimle gelen gittiğinde tepki koyuyorsunuz. Peki, Esad seçimle gelmedi mi? Suriye'nin Devlet Başkanlığı koltuğunda oturan kişi seçimle gelmedi mi? Niçin bir tarafta seçimle gelenin bir fiziki güçle gönderilmesinden rahatsızlık duyuyoruz da, öbür tarafta seçimle gelenin bizim de katkımızla fiziki güç olarak, güç kullanarak gönderilmesini içimize sindiriyoruz, doğru buluyoruz? Dolayısıyla, tam bir çelişkiler yumağı yakaladım görüşmenizde.
Sayın Başkan, değerli üye arkadaşlarım; Adalet ve Kalkınma hükûmetlerinin son yıllarda en inatçı, en anlaşılmaz ve en tehlikeli marifetlerinden birisi, Türk dış politikasının altını üstüne getirerek, tanınmaz hâline getirmek, ülkeyi cumhuriyet tarihinde hiç şahit olmadığımız ölçülerde tehlike ve tehditlerle karşı karşıya bırakmak olmuştur. Dış politikasını iktidarının ilk yıllarında içeride sözde demokratikleşme ve reform adımlarının bir uzantısı olarak pazarlayan AKP, Avrupa Birliği çevrelerini tatlı sözlerle kandırmış, Türkiye'de yandaş rant yiyicilerin de verdiği destekle Erdoğan-Davutoğlu ikilisi büyüklük kompleksine kapılarak bu güzel ülkenin dış itibarını yerle bir etmişlerdir. Orta Doğu bölgesinde gelişmeler ve Arap Baharı'yla birlikte takke düşmüş, kel görünmüştür, artık kral çıplaktır. İzlenen dış politika bilgiden, akıldan uzak, ideolojiye, heyecana, hamasete ve Sünniciliğe dayanmaktadır. Bu iki ahbap çavuşun dış politikası Türkiye Cumhuriyeti'nin ve çağdaş dünyanın değerleriyle hesaplaşma dürtüsüyle tasarlanmıştır. Dış politikamızın ana ekseni "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi çerçevesinde değil, "Yurtta kutuplaşma, bölgede savaş." anlayışı ekseninde belirlenmektedir. Kendisinden önceki dönemleri statik, pasif ve tarihten kopuk olarak kodlayan bu maceraperest ikili, o kadar kendi saplantılarıyla sarhoş olmuşlardır ki bölgesel ve küresel gerçeklerin duvarlarına çarpmış olduklarının, yaptıkları eylemlerle, açıklamalarla alaylı bir yaklaşımla değerlendirildiklerinin farkında bile değillerdir.
İzlenen İslamcı ve mezhepçi politika Türkiye'nin komşu coğrafyalarına yıkım getirirken ülkemizin bölge ve dünyadaki konumunu sorgulanır hâle getirmiş, itibarını da sıfırlamıştır. Bildiğiniz gibi, Erdoğan-Davutoğlu ekibinin uzmanlık alanı ve en iyi bildiği iş sıfırlamaktır. Bu işlemin dış politikada ustası da Davutoğlu olmuştur.
Ahbap çavuşlar Erdoğan ve Davutoğlu, Türkiye'nin dış politika yapım araçlarına da el atmışlar, dış ilişkileri de partici bir zihniyetle yürütülen yandaş bir faaliyet alanına dönüştürmeye kalkışmışlardır. Dışişleri Bakanlığının teşkilat yasasını keyfine göre değiştirmiş ve istisnai atamalar yaparak bu güzide ve prestijli kurumu arka bahçelerine çevirmişlerdir. Dışişleri Bakanlığı iktidar partisi tarafından kuşatılmıştır. Hariciye son zamanlarda niteliksiz kadrolarla doldurulmakta, işler Bakanlığın yetişmiş elemanları yerine dışarıdan atamalar ve danışmanlarla yürütülmektedir.
Bu duruma bir örnek vermek isterim: Türkiye'nin, Afrika'nın yoksul ülkelerinden Çad'taki Büyükelçisi Twitter hesabından "El Kaide bir terör örgütü değildir." mesajını paylaşalı neredeyse iki yıl olmuştur. Kendisi her ne hikmetse hâlâ görevdedir. Bu rezalet ortadayken Hükûmetin bölgede terör örgütleriyle arasına mesafe koyduğuna bizim ve dünyada kimsenin inanması beklenemez. O Büyükelçi hâlâ, çeşitli basın organlarında Afrika halklarını din ekseninde kutuplaştırıcı demeçler vermektedir. O muhteremi orada tuttuğu sürece Hükûmetin terörle mücadelede kararlı olduğu iddiası soğuk bir şaka olmaktan öteye geçmeyecektir.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Türkiye'nin demokrasi ve laiklikle biçimlenen ve bölgeye model olan katılımcı rejimini, otoriter tutum ve laikliğe aykırı politika uygulamalarıyla dinamitlemişlerdir.
Arap Baharı'yla Arap ülkelerinde kendi inançlarını ve düşüncelerini paylaşanların iktidara geleceğine inanarak dış politikayı ülke zemininden parti çıkarı zeminine kaydırmışlardır. Müslüman Kardeşler'i tahrik ederek, silah vererek iktidara taşıyacağına inanan ikili, Suriye'de yaşanan çatışmaların üzerine benzin dökmüşlerdir.
AKP iktidarından önce Orta Doğu'daki bütün ülkelerle iyi ilişkileri olan ülkemizin bugünkü müttefikleri Suriye'deki cihatçı örgütler, bölgedeki Müslüman Kardeşler ve Filistin'deki Hamas'tır. Orta Doğu'nun en önemli üç ülkesinde büyükelçimiz yoktur. İstikrar üretmesiyle tanınan Türk dış politikası, sorun ve çatışma üreten bir noktaya savrulmuştur. Türkiye artık devletler sisteminde ve uluslararası kuruluşlarda aranan değil dışlanan bir aktördür, çözümlerin değil sorunların parçasıdır, arabulucu değil taraftır. Türk dış politikasını bu hâle getiren beceriksiz, başarısız, siyasi kör, öngörüsüz ve maceracı Davutoğlu-Erdoğan ikilisi... Türkiye, Davutoğlu "Komşularla sıfır sorun." dedikten sonra sorunumuz olmayan sıfır komşu noktasına gelmiştir. "Stratejik derinlik" dedikten sonra ülke çalkantılı sulara sürüklenmiş, "bölgenin düzen kurucusu ve lideri" dedikten sonra bölgenin korsan devleti hâline gelmiş, "küresel güç" dedikten sonra küresel oyuncak olmuştur. Caydırıcılık gücünü yitirmiştir Türkiye.
Askerlerin başına geçirilen çuval saldırısıyla başlayıp Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki adaları işgaline seyirci kalınarak sürdürülen, iktidarın öngörüsüzlüğü ve basiretsizliği nedeniyle uluslararası sularda 9 vatandaşın ölümüne neden Mavi Marmara baskınının arkasından savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi ve Reyhanlı'da meydana gelen patlamalarla da yaşanan faciaya seyirci kalmak, bölge lideri, dünya önderi iddialarının hayal gücü olduğunu açığa çıkarmıştır, Türkiye'nin caydırıcı gücünün sıfırlandığını somuta yansıtmıştır.
Ahbap çavuşlar ne dedilerse tam tersi gerçekleşmiştir. Türkiye bugün güney sınırlarının güvenliğini korumaktan aciz, komşuları tarafından tehdit olarak görülen, savaşın eşiğinde, terör örgütlerinin kucağında ve küresel güçlerin sopalarıyla yönettiği bir devlet görünümündedir.
Malum ikilinin dış politikasının ideolojik özünü oluşturan mezhepçi ve ümmetçi bakış açısının yönlendirmesiyle, Türkiye, Irak ve Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinin iç işlerine karışmaya ve iç ihtilaflara taraf olarak egemenliklerini ihlal etmeye başlamıştır. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Osmanlı İmparatorluğu'nu ikame edecek bir İslam imparatorluğu mu kurmayı hedeflemektedir? Dış politikayı ümmetçi bir kalkışmayı sürükleyecek bir araç olarak mı görmektedir? Nedir Türk dış politikasının hedefi? İkilinin kaprisleri, saplantıları Türkiye'nin dış politikasını tanımlamaya, yönlendirmeye devam ederse sonumuz felaket olacaktır.
Vatandaşlarımızın elini kolunu sallayarak gittikleri, gezdikleri, ticaret yaptıkları ülkeler artık girilemez hâle dönüşmüştür. Bölgede birçok vatandaşımız kaçırılmış, aylarca rehin tutulmuş, kimileri canlarından olmuşlardır. Rehin vatandaşlarımızı kurtarmak adına Hükûmet, kendi eliyle beslediği, kafa kesen, insan kalbi yiyen IŞİD'le bile pazarlık yapmıştır. Bunu da Erdoğan tam bir pişkinlik içinde, halkımıza sanki bir marifet gibi anlatmış, Türkiye'de tutuklu bulunan teröristler serbest bırakılmıştır. Türkiye bugün başta PKK ve IŞİD olmak üzere içli dışlı ilişkiler içinde olan bir Hükûmet tarafından yönetilmektedir. Ayıptır, yazıktır, bu hâle düşmüş olmak utanç vericidir. Türkiye'nin kapısını çalacak devlet kalmadı, elini sıkacağı devlet adamı bulunmamaktadır.
ABD'yle ilişkilerimiz eşitlik temelinden çıkmış, hiyerarşik bir düzene oturmuştur. ABD'nin Türkiye'yle ilişkilerinde en çok kullandığı araç beyzbol sopasıdır. Amerikalı Biden, Türk tarafının istediklerini vermeyeceklerini gelmeden önce açıkça söylüyor, sonra geliyor ve kendi istediklerini alıp cebine koyuyor, ülkesine dönüyor. Yani "al gülüm, ver gülüm" ilişkisi değil, "ver gülüm, ver gülüm" ilişkisi devreye giriyor.
Burada, Sayın Bakanın konuşmalarında, neredeyse dünyada stratejik ortağımız kalmayan ülke kalmamış. Ben bu "stratejik" kavramını anlayamadım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlayın.
Buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Sayın Bakan Singapur'a "Stratejik ortağımız, dostumuz." dedi. Singapur'da elçilik yapan Rıza Bey'e sordum "Benim böyle stratejik ilişkiden, dostluktan haberim yok." dedi. Ukrayna'nın stratejik ortağımız olduğunu vurguladınız konuşmanızda. Herhâlde Ukrayna'yla bu kadar önemli dostluk ilişkimizin kurulmasına ilişkin dokümanlar, bilgiler sizdedir. Onların stratejik ortak olarak nitelenmesine neden olan bilgileri bize de verirseniz seviniriz.
Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye'yi AB'ye tam üyelik menzilinden kasıtlı olarak çıkarmışlardır. Zira, bu ikili, Türkiye'nin geleceğini Mustafa Kemal Atatürk'ün işaret ettiği Batı'da değil başka yerlerde görmektedirler. Çağdaş değerlere düşmanlık öyle bir noktaya gelmiştir ki Gezi eylemleri sırasında saygın uluslararası medya kuruluşlarının muhabirleri ajanlıkla suçlanmış ve tehdit edilmiştir.
Diğer bir deyişle, içeride oy toplamak için sıkça başvurulan din istismarcılığı ve bezirgânlığı dış politikaya hâkim olan ümmetçi kafa Türkiye'yi Batı dünyasının dışına itmiştir.
Dinî referansları dış politikanın merkezine koyan ahbap çavuşlar, Sünni İslam inancına sahip olduğunu iddia eden her aktörle eylemlerine bakmaksızın dost olmuş, bu inanca mensup olmayanlara karşı da dışlayıcı politikalar izlemişlerdir. Bu ikili, ağızlarından hiç düşürmedikleri insanlık kavramında da samimi değillerdir. Onlar için insan olmanız değil mezhebiniz daha önemlidir. Ölüleri bile mezheplerine göre ayıran bu yaklaşım bölücülüktür.
Erdoğan ve Davutoğlu hükûmetleri, Orta Doğu'da demokrasi ve eşitlik için ayağa kalkan halkların baharını Katar ve Suudi Arabistan'ın katkılarıyla çalmıştır. Türkiye'de at koşturan ve sınırlarımızı yolgeçen hanına çeviren radikal örgütler Hükûmetin bölgeye müdahale araçlarıdır. Tır'lar dolusu silah, her türlü kolaylığın sağlandığı bu örgütler kanalıyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADNAN KESKİN (Adana) - ...hem Arap Baharı'nı kara kışa hem Orta Doğu'yu vahşet coğrafyasına dönüştürmüştür.
BAŞKAN - Sayın Keskin, lütfen son sözlerinizi alayım.
Buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Sayın Başkan, baştan yirmi dakika dedik, biz de ona göre kendimizi ayarladık. Lütfen...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Keskin. Tamam, yirmide keselim, buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım, çok toleranslısınız.
Türkiye, uluslararası kuruluşlardaki saygınlığını da kaybetmiştir. Hükûmetin dış politika hataları artık tamir edilemez bir noktadadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyelik seçiminde Türkiye'nin içine düştüğü tablo Türk dış politikasının dünya sınıfında aldığı notu açığa çıkarmaktadır. Türkiye sınıfta kalmıştır. Kalkıp sen, bölgenin lider ülkelerinden Mısır Devlet Başkanına Birleşmiş Milletler kürsüsünden hakaret etme basiretsizliğini gösterirsen, sana da haddini bildirirler. Birleşmiş Milletlerdeki tablo radikal örgütlere silah vermenin ve bölgeyi ateşe veren politikalar izlemenin sonuçlarıdır.
Kardeş ülke komşumuz Suriye üç yıldır, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin de taraf olduğu bir iç savaşla boğuşmaktadır. Suriye sınırımız terör örgütlerinin karargâhına dönüşmüş, Suriye'nin geleceği ve Suriye halkının kaderi terör örgütlerine teslim edilmiştir. Ülkemiz bugün kapasitesinin çok üstünde Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Suriyeliler ülkemizde yaşamlarını olumsuz koşullarda sürdürmektedir. Türkiye'nin neredeyse bütün şehirlerine sığınan Suriyeliler yanlış ve duyarsız politikalar sonucunda sömürü batağına sürüklenmişlerdir.
Bugün, bütün dünyanın önceliği bölgede bir dehşet dalgası yaratan IŞİD'i yok etmektir. Malum ikilinin takıntısı ise, Beşar Esad yönetimini devirmektir. Bu psikopatik saplantı artık, siyasetin konusu olmaktan çıkmış, tıp biliminin konusu hâline gelmiştir. Birleşmiş Milletlerin IŞİD'in finansman ağını ve militan geçişlerini kesmek için birçok bağlayıcı kararı vardır. Oysa bu ikili anılan kararları uygulamamak için ellerinden geleni yapmaktadır. Şimdi de uluslararası topluma Suriye'de tampon bölge ve uçuşa yasak bölge koşullarını dayatmaya çalışmakta ve her seferinde "hayır" cevabını almaktadır. Davutoğlu, ABD'nin Suriye siyasetini değiştireceğine ilişkin çok güçlü işaretler olduğunu söylemesinden saatler sonra, Obama, Davutoğlu'nu yalanlamaktadır.
Davutoğlu, hakkında en çok gensoru verilen Dışişleri Bakanı idi. Şimdi ise söyledikleri en fazla yalanlanan Başbakan unvanına sahip olma yolunda ilerlemektedir.
AKP, Suriye'ye barış getirmeyi amaçlayan uluslararası ve bölgesel çabaların önünü de engellemiştir. Suriye politikası ekonomik olarak da Türkiye'yi felakete sürüklemiştir. Suriye'yle ticaret yapan binlerce vatandaşımız iflas etmiştir. Türkiye'den Suriye'ye giden Tır'larca silah...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADNAN KESKİN (Denizli) - ...Suriye'de IŞİD'in hâkim olduğu bölgelerden gelen kaçak petrol ana ticaret kalemleri hâline gelmiştir.
BAŞKAN - Sayın Keskin, son cümlenizi alayım lütfen, süreniz bitti.
Lütfen, buyurun.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Peki, bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Keskin, on saatlik konuşmayı beş dakikada özetleyebilecek bir insandır, yani onun için...
MUSA ÇAM (İzmir) - Onda hiç şüphe yok.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Yani böyle çok dolaylı bir şekilde kesmeye çalışıyorsun ama fırsat bilip tamamlayacağım bunu.
HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) - Soru-cevapta efendim. On saatlikti ya bu konuşma, bir saatte özet...
ADNAN KESKİN (Denizli) - Doğru söylüyorsun, evet.
BAŞKAN - Hurşit Bey, bu sizin geçerli olabilir ama Sayın Keskin için değil.
ADNAN KESKİN (Denizli) - Peki, peki.
Ben, Bakanlık bütçesinin bütün bu olumsuzluklara rağmen ülkemize ve Bakanlığa güzellikler getirmesini diliyorum. Teşekkür ediyorum.
Yalnız, Sayın Başkan, yirmi dakikanın on beşinci dakikasında kestin, sonra bir daha kestin, bir daha kestin, beş dakikamı çaldın, unutma.