KOMİSYON KONUŞMASI

SADIK BADAK (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Çok Değerli Dışişleri Bakanımız, Değerli Avrupa Birliği Bakanımız, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, sayın basın mensupları; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün iki önemli bakanlığımızın bütçesini müzakere ediyoruz. Avrupa Birliği Bakanlığımız ülkemizin, bir devlet politikası olarak, girmek için uzun zamandan bu yana çaba gösterdiği Avrupa Birliği müzakerelerini başarıyla, özellikle son on yıldan bu yana sürdüren bir Bakanlığımız olarak ülkemize önemli kazanımlar sağlamakta.

Burada Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin son dönemde zayıfladığından bahsedildi, özellikle muhalefet tarafından, Avrupa Birliğinin, Türkiye tarafından bir pazar olarak görüldüğü ve o sebeple girme yönünde gayret edildiği ifade edildi. Esasen tam tersinin olduğunu düşünmekteyim. Türkiye, Avrupa Birliğinin zaten önemli bir ticari ortağı, bunun için bir bakanlık faaliyetine münhasıran ihtiyaç yok; aksine, Türkiye, Avrupa Birliğiyle tabii ticari faaliyetleri için değil, kendi demokrasi ve insan hakları standartlarını geliştirmek için, yönetim prensiplerini daha ileri mertebelere götürebilmek için bir mücadele, bir iş birliği içerisindedir. Avrupa Birliği Bakanlığımızın da bu yönde yapmakta olduğu gayretlere şahsen teşekkür ediyorum.

Dışişleri Bakanlığımızla ilgili, genel politikalarımız, özellikle partimizin kuruluşundan bu yana takip etmekte olduğu aktif dış politika eleştirildi ve Sayın Keskin tarafından, "Yurtta sulh, cihanda sulh." prensibinin ihlal edildiği, bunun dışında uygulamalar yapıldığı ifade edildi. AK PARTİ, "Yurtta sulh, cihanda sulh." prensibini "içine kapanma" olarak algılamıyor önceki hükûmetlerin ve siyasi iktidarların algıladığı gibi; aksine, "Yurtta sulh, cihanda sulh." prensibinin içerisinde dünyayla el ele tutuşma, çevre ülkelerle iş birliğini geliştirme ve aktif bir dış politika geliştirme olarak algılıyor. Esasen, AK PARTİ bazı alanlarda olduğu gibi, sadece kendi döneminde Türkiye'nin yapısal problemlerine yeni politikalar üretmekle kalmayıp önceki dönemlerde bu konularda geliştirilmiş doğru politikalar varsa bunları daha da ileri götürüyor, götürerek ülkemizi bu kalkınma noktasına getirebildi. Bunlardan bir tanesi de merkez ülke politikasıdır. Bugün AK PARTİ'nin uyguladığı, aktif dış politikadır. Şöyle hatırlatmak isterim: 1996 yılında, o zamanki Hükûmet, Sayın Başbakanı Çiller zamanında, Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Dışişleri Bakanı merhum İsmail Cem idi, İzmir'de Dünya Türk İş Adamları Kurultayı'nda her üçü de bulunmak suretiyle, o zamanki Sayın Dışişleri Bakanımız bu konudaki politika değişikliğini, Türkiye'nin bir duruş değişikliğini ifade etti. "Bugüne kadar Türkiye kenar ülke politikası uyguladı, Balkanların kenarındaki ülke, Balkanlara karışmayalım, Kafkasların kenarındaki ülke, Kafkaslardaki meselelere karışmayalım, Orta Doğu'nun kenarındaki ülke, Orta Doğu'daki meselelere bulaşmayalım. Bu karışmama, bulaşmama politikasını bırakıyoruz, bu her bölge Türkiye'nin etki alanıdır, burada meydana gelen problemler Türkiye'yi etkilemektedir, öyleyse Türkiye merkez ülke politikasına geçmektedir, biz buralarla ilgileneceğiz." AK PARTİ'nin bugün uyguladığı aktif dış politika, o gün fikrî temelleri atılan merkez ülke politikasının daha tutarlı, dengeli ve sonuç alıcı hâle gelmesinin bir göstergesidir, bir durumudur.

Şimdi, Arap Baharı'nda Türkiye'nin bu politikalar ve prensipler çerçevesindeki duruşu eleştiriliyor. AK PARTİ ve Hükûmet, Arap Baharı'ndaki duruşunu demokrasi ve evrensel insan hakları yanında konuşlandırdı.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Aynı El Beşir'de olduğu gibi.

SADIK BADAK (Antalya) - Sayın Keskin, bakınız, on yıllar boyunca Batılı ülkeler geri kalmış ülkelerde kalkınmanın, refahın, insan mutluluğunun ancak demokrasiyle gelişebileceği vurgusunu yapageldiler ve bütün dünyaya bu tavsiyelerde bulundular. Arap Baharı başladıktan birkaç hafta sonra bunun kendi ekonomik çıkarlarına uygun olmadığını fark edince derhâl çark ettiler ve o mazlum, sokaklara dökülen halkları yalnız bıraktılar. Tarihin hiçbir döneminde insani değerlerin yanında durmak kadar değerli bir prensip olmamıştır. Bugün Türkiye'nin duruşu kısa vadede belki menfaatlerine aykırı gibi görünebilir fakat orta, uzun vadede bizim dünyaya verdiğimiz mesaj, demokrasi ve evrensel insan hakları çerçevesindeki duruşumuz, Türkiye'ye mutlaka kazandıracaktır, tarihte olduğu gibi.

Bu çerçevede, Türkiye, bugün 163 ülkeden 250 ülkeyle ilişki kuran bir pozisyona gelmiş, merkez ülke politikasının aktif dış politika uygulamalarıyla. Sadece bununla mı kalmış? Dünyadan da bir cevap almış, 254 ülke de Türkiye'yle, Ankara'yla iş birliği kurmuş. Bu politikalar çerçevesinde, 17 ülkeyle yüksek düzeyde iş birliği çerçevesinde 34 konsey toplantısı yapılmış, 376 anlaşma gerçekleştirilmiş. Bu anlaşmaların sonucunda bir taraftan vizeler kaldırılıyor, bir taraftan komşularımız ülkelerle yeni gümrük kapıları açılıyor. Bunlar hep Türkiye'yi zenginleştirecek, memleketimizin yüksek menfaatlerinin gelişmesi doğrultusunda politikalar, uygulamalar.

Bütün bunları desteklemek için de Türkiye, insani yardımda önemli bir pozisyona geçmiş, 4,5 milyar dolardan bahsediliyor, bu, çok ciddi bir rakam. Ben Kanada Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanıyım, geçen yıl Aralık ayının ilk haftasında bir ziyaret gerçekleştirdik, Kanada Senatosunda Dış İlişkiler Komisyonunda bir üye şöyle bir soru sordu, o zaman 2,5 milyar dolar olarak açıklanıyordu Türkiye'nin insani yardımları dış ülkelere, rakamı telaffuz ederek "Sayın Badak, Türkiye bu kadar parayı bu ülkelere neden harcıyor?" dedi, sustu. Ben de, "Bizim kültürümüzde, medeniyetimizde komşusu açken tok yatan benimsenmez, ayıplanır. Dolayısıyla, dünya medeniyetinde söz sahibi bir millet olarak fakir halkların insani bakımdan desteklenmesi bizim kültürümüze, medeniyet anlayışımıza uygundur." cevabını verdim. Tabii, şu paragrafı eklemedim: Biz diğer ülkeler gibi, sizler gibi o ülkelerin kaymak tabakasına yardım edip o ülkelerin kaynaklarını kendi ülkemize aktarmak peşinde değil, insani ilişkilerle oradaki susuz köylere su, hastalara ilaç ve eğitimsiz çocuklara eğitim vermek gibi doğrudan doğruya fakir insanlara yardım etmek gibi bir politika içerisindeyiz demedim fakat bunu gerek TİKA gerek Yunus Emre Enstitüsü gibi kuruluşlarımız son derece doğru politikalarla dünyaya anlatmaktalar. Biz o ülkelerle insani açıdan ilgilenmekteyiz. Bütün bu faaliyetlerle, Türkiye bugün 160 milyar dolar bir ihracata erişti.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Bırak şu ihracatı, ithalattan bahset biraz.

SADIK BADAK (Antalya) - Adnan Bey, bakın, 180 ülkeye Türkiye otomobil ihraç edebiliyorsa dış işleri politikalarında uygulanan bu aktif pozisyon sayesindedir.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Onu miting meydanlarında söylüyorsun da, burada söylemeyin bize.

Sayın Başkan, sataşma var, bana söz vereceksiniz.

SADIK BADAK (Antalya) - Şunu kabul edelim: Ülkelerin resmî politikalarını devletler oluşturuyor, Birleşmiş Milletlere üye 193 ülke var, devletler resmî dış politikaları oluşturuyor fakat özellikle son yirmi-yirmi beş yıldan bu yana devlet olmamakla beraber onlar gibi âdeta gölge bir politika geliştiren kuruluşlar ortaya çıktı, bunları göz ardı etmeyelim. Erişebildiğimiz bilgilere göre, 40 binin üzerinde uluslararası ve küresel firmalar var. Bunların binde 1'i 400 eder; çelik firmaları, enerji firmaları, ilaç firmaları, lojistik firmaları, küresel firmalar. Devletlerin yanında, özellikle bunların çok büyük kısmı "G7" dediğimiz gelişmiş ülkelerin firmaları. Dünyanın çatışma alanlarında -Orta Doğu başta olmak üzere- politikaları, devletlerin yanında bu gibi küresel ve uluslararası firmaların da oluşturmakta olduğunu göz önünde tutmalıyız kanaatindeyim.

Şunu ifade etmek istiyorum: Bizim bu bilek yarışında, milletler arasında, devletler arasındaki bilek yarışında kolumuz, Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Bakanlığıdır. Bu kolu kuvvetli tutmak hepimizin yararınadır. Bu kol, bizim Dışişleri Bakanlığımız, sadece bu 193 ülke veya gelişmiş G20 veya gelişmiş 7 ülkeyle değil, onların arkasındaki bu güçlü uluslararası küresel firmaların politikalarıyla da mücadele ediyor. Bu bakımdan biz, kolumuzu güçlü tutmak zorundayız.

Son olarak Sayın Başkanım, 2 temennim, talebim var Sayın Dışişleri Bakanımızdan, bunları ifade ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Kanada Dostluk Grubu Başkanı olarak, Kanada'da hem doğu bölgesinde hem batı bölgesinde, iki uç arasında çok büyük mesafe olmasıyla dolayısıyla -50 binden fazla yurttaşımız yaşıyor- her iki tarafta birer konsolosluğa ihtiyaç var. Özellikle doğuda Montreal'de, batıda da Vancouver'da ihtiyaç var.

Orada bir başka ihtiyaç da, büyükelçilik binası. Bir arsa alındığını biliyorum. 2015 yılında yapılacak olan yurt dışı temsilcilik yatırımları, binaları, projelerinde yer almadığını gördüm, bu konuda desteğinizi oradaki vatandaşlarımız adına bekliyoruz.

İkincisi, Antalya'yla ilgili. Ülkelerin hava yolları büyük çoğunlukla o ülkelerin dış işleri politikalarına uygun olarak yabancı ülkelerdeki uçuş noktalarını geliştiriyorlar, artırıyorlar. Türk Hava Yolları da buna uygun olarak başarılı bir şekilde Türk dış politikasının uygun gördüğü noktalara uçuşlarını özellikle son yedi-sekiz yıldır geliştirdi, artırdı. Afrika ülkelerinin vatandaşlarının Avrupa'yla uçuşunu İstanbul üzerinden başarıyla gerçekleştiriyorlar. Benim önümüzdeki yıllarda politikalarınızın içine Afrika ülkelerinin Asya'yla bağlantısının da Antalya üzerinden gerçekleştirilmesi yönünde Türk Hava Yollarına bir tavsiyede bulunulmasını temenni ediyorum.

Bu vesileyle, her iki bakanlığımızın bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum.