| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2014 |
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın bakanlar, sayın milletvekilleri, Dışişlerinin değerli ve sevgili bürokratları; Türkiye'nin, cumhuriyetin bir dış politikası vardı. Bu dış politika çok yönlü, dengeli, sağduyulu ve en önemlisi de ulusal bir mutabakatın bulunduğu bir dış politikaydı. Bu dış politikaya ihtiyatlılık, pragmatizm ve Türkiye'nin çıkarları egemendi. Bu dış politika ne içine dönük bir dış politikaydı -biraz önceki konuşmacının değindiği gibi- ne de pasif bir politikaydı; tam tersine, çok aktif ve çok yönlü bir dış politikaydı. Bu dış politika çerçevesinde Türkiye, Orta Doğu'da bir şey yapmamayı öğrenmişti, Bağdat Paktı'ndan öğrenmişti bunu, oradaki anlaşmazlıklara taraf olmamayı öğrenmişti çünkü biliyordu ki yani tecrübeyle öğrenmişti ki Orta Doğu'da anlaşmazlıklara taraf olduğumuz takdirde, zemin çok kaygandır ve ittifaklar günden güne değişebilir ve başınız da belaya girebilirdi. Türkiye, Orta Doğu politikasını da bu ilkelere göre yürütüyordu.
Şimdi, 2007'den sonra bütün bunlar değişti. Türkiye'nin dış politikası, ideolojik bir zemine oturtuldu. Bu ideolojik zeminin ne olduğunu Sayın Davutoğlu'nun işte yazılarında ve kitaplarında bulabiliriz. Burada söylenen şey özetle şuydu: "Doğu ve Batı, temelde farklı uygarlıklardır, Türkiye'nin Batı uygarlığına ait olması hem yanlıştır hem olanaksızdır, Batı zaten kriz hâlindedir, ona karşılık yeni doğan bir İslam uygarlığı vardır. Türkiye, bu İslam uygarlığının, yeni doğan İslam uygarlığının doğal lideridir. Niçin? Çünkü ekonomik gücü vardır çünkü efendim dinsel nedenlerle çünkü efendim, bir Osmanlı geçmişiyle, tarihsel nedenlerle bu yeni doğan Orta Doğu'daki uygarlığın doğal lideridir." Bu politika, Türkiye'yi bir "lebensraum" arayışına itti yani Türkiye sınırlarından memnun değil aslında bu politika çerçevesinde, Türkiye, yeni sınırlar arıyor. Bu, sadece Orta Doğu için değil, Balkanlar ve Kafkaslar da buna dâhil çünkü Davutoğlu'nun düşüncesine göre; Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar, hepsi birer Osmanlı bakiyesidir, Osmanlı artığıdır ve efendim -biraz önceki konuşmacının da değindiği gibi- Türkiye merkez ülkedir. Türkiye merkez ülke olarak efendim tarihin öznesidir. Türkiye'dir, diğer çevresindeki bütün devletler de objeleridir bu öznenin, nesneleridir. Bu tabii, Türkiye'yi dediğim gibi bir "lebensraum," sınırlarında memnuniyetsizliğe itti, yeni sınır arayışlarını genişlemeci bir politika izlemeye itti ve böyle bir Müslüman Kardeşler çemberi kurmaya götürdü. Hatırlayacaksınız, 2012 Eylül AKP kurultayı bunun çok somut bir örneğidir. Oraya işte Hamas lideri geldi, efendim Mursi geldi, bütün bu çemberin, Müslüman Kardeşler çemberinin unsurları oradaydı. Bu, Türkiye'yi yanlış yerlere götürdü, Türkiye'nin başını belaya soktu ve Türkiye'yi bir batağa sapladı. Sonuçları ne oldu? İşte, sık sık söylendiği gibi, Türkiye'nin etrafı böyle bir düşman çemberiyle çevrildi, Türkiye'nin bugün Mısır'da, İsrail'de, Suriye'de büyükelçisi yoktur, en son BM Güvenlik Konseyi seçimlerinde Türkiye bundan birkaç yıl önce 150 oy almışken neden şimdi 60 oy aldığını tabii düşünmek gerekir ve sonunda da işte Türkiye, büyük bir IŞİD komşusuyla baş başa kaldı yani IŞİD'le baş başa kalmak, başarılı bir politikaysa bu, başarılı bir politika.
Burada, tabii, birtakım temel yanlışlar var. Bu yanlışlardan birincisi şuydu: Orta Doğu devletleri, kendilerini İslami kimlikten çok, ulusal kimlikle tanımlıyorlar yani "1918'de tarih durdu, efendim ondan sonra ulusal devletler kurulmadı." gibi bir İslami kimlikle Orta Doğu devletlerini kucaklamaya imkân yoktur. İkincisi: Ne Batı uygarlığı çökmekte ne de yeni doğan bir İslam uygarlığı var ortada, yeni yükselen bir şey varsa o da IŞİD'in kendisi. Buna eğer bir "yükselme" deniyorsa. Üçüncüsü: Orta Doğu'dan söz ederken burası bir Arap dünyasıdır, bu Arap dünyasının kendine has dengeleri vardır, kendine has ilişkiler ağı vardır, kendine has entelektüelleri vardır ve Türkiye, bu Arap dünyasına yabancı bir unsurdur. Hele hele Türkiye'nin böyle bir emperyal bohçası varken, oradaki Arap ülkelerinin hâlâ hafızalarında yaşayan bir emperyal ülkesi varken bunun Arap dünyasına girmesi, oranın liderliğini alması aslında ham bir hayalden ibarettir.
Türkiye, bu politikalarda kendi nüfuzunu, ağırlığını biraz gerçekçi olarak görmedi, biraz abarttı. Türkiye, orta boyda bir devlettir, bunu bilmek lazım. Türkiye, orta boyda bir devlet olarak bu sınırlar içinde bir politika izlemelidir. Türkiye, oysa bunun çok ötesine geçen, çok daha olmayan birtakım güçler vehmetti kendinde. Başka bir yanlışı da şudur: Türkiye, yumuşak güce sahip değil, yani model ülke olamaz. Niye olamaz? Çünkü kendisi demokratik bir ülke değil Türkiye çünkü kendisi, otoriter bir ülke, kendisi insan haklarına saygılı bir ülke değil. Evet, sonuç şu oldu: Türkiye, negatif bir siyaset güdüyor AKP döneminde yani komşularıyla ilişkileri bozulmuş, yeni sorunların içine gırtlağına kadar batmış, buna karşılık mevcut sorunlar yani Kıbrıs, Ege, Ermenistan'la ilişkiler gibi sorunlara hiçbir çözüm bulamamış, negatif bir politika izlemektedir.
AB'yle ilgili bir iki şey söyleyebilirsem...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Efendim, AB üyeliği, böyle bir teknik konu olmanın ötesinde bir değer sistemine dayanan ve değerler sistemine dayanan bir topluluğa bir aidiyet sorunudur. Türkiye oysa giderek otoriterleşirken, demokrasiden daha fazla uzaklaşırken bu değer sisteminden de aynı zamanda uzaklaşmaktadır. Otoriterleşme, aynı zamanda Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşmasıyla yakından bağlantılıdır, Türkiye'nin içine kapanık bir ülke olmasıyla, yalnızlaşmasıyla yakından bağlantılıdır. Biraz önce değindiğimiz dış politikasına egemen olan ideoloji de öncelik Avrupa Birliği'nde değildir, aidiyet buraya değildir çünkü AB, bir birlikte yaşama projesidir, aynı evde yaşama projesidir. Oysa Türkiye'nin hedefi, Avrupa Birliğiyle aynı evde yaşamak değildir. AKP iktidarı AB'nin karşısında başka bir uygarlığın temsilcisi olarak durmaktadır.
Sayın Bakan, biraz önce birtakım reformlardan söz etti, örneğin dedi ki: "12 Eylül yasalarını değiştiriyoruz." Tabii ki buna çok seviniriz, bunu duymaktan mutluluk duyduk yani biz yıllarca bunu söylüyoruz, o zaman mesela yüzde 10 barajını kaldırmakla başlayabiliriz işe, bu, herhâlde AB üzerinde de çok olumlu bir etki yaratır çünkü hiçbir AB ülkesinde yüzde 10 barajı yoktur.
Efendim, ondan sonra kişisel verilerden söz etti, Sayın Bakan da benim kadar biliyor ki bugün kişisel veriler, Türkiye'de korunmamaktadır. Bugün MİT, her türlü kişisel veriyi alma hakkı vardır, TİB aynı zamanda bütün kişisel verilere el koyabilir, hastaneye gittiğiniz zaman sizin kişisel verileriniz hastanede kayıtlarda korunur, kişisel verileriniz Sağlık Bakanlığınca...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, son cümlelerinizi alabilir miyim Sayın Türmen?
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Yani bugün kişisel verileri herkes tarafından paylaşılan, insanların özel yaşamı hiçbir şekilde korunmayan bir ülkede yaşıyoruz, belki Sayın Bakan bunu düzeltmek isteyebilir. Mesela bu reform projesi çerçevesinde ve herhâlde sivil toplum kuruluşlarından bahsetti, sivil toplum kuruluşlarının önce özgürlüklerine saygı göstermek lazım. Daha geçen gün burada efendim sağlık çalışanları, Meclis önüne gelip gayet barışçı bir gösteri, bir protesto yapacaklarken sille tokat, böyle hastanelik edilerek püskürtüldüler. Daha dün, CHP gençlik kolu, Taksim'de gayet barışçıl bir gösteri yapacakken gene böyle gazlarla, bombalarla püskürtüldüler. Belki Sayın Bakan, bu reform projesi çerçevesinde bunları düzeltmek ister.
Çok teşekkür ederim.