| Komisyon Adı | : | (10 / 276, 277, 278, 279) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Komisyon çalışma takvimi, Komisyonda görevlendirilecek uzmanların belirlenmesi ve Komisyona davet edileceklerin tespitine ilişkin görüşmeler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .10.2016 |
SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; ilk darbemiz 1960 darbesi. Her darbe birbirine benziyor ve bütün darbelerin arkasında iç saikler kadar da dış dinamikler var ama tamamen de dış dinamiklere atmak, sanki içeride hiçbir şey yokmuş gibi davranmak da doğru değil. 1960'ta, seçilmiş bir iktidara darbe yapıldı. Bizim ekonomimize zarar verildi. Demokrasiyi içselleştirmemizi geciktirdiler ve demokrasimize zarar verildi. Üçüncü olarak da her şeyden önemlisi kültürel savrulmaları oluşturdular. Kültür bir milletin dünden bugüne biriktirdiği her şey ve milletleşme sürecindeki en önemli nirengi noktası. Sonra 1960'ta Menderes'i astılar, darağaçlarında tarttılar. Bir gece yarısı idam ettiler, erler tokatladı kendisini, ayıplı muayeneler yaptılar kendisine. Ardından bu kutuplaşma devam etti, önce CHP ve Demokrat Parti kutuplaşması meydana geldi. Birbirimizden kız alıp kız vermedik. Aynı camilere gitmedik, aynı mezarlıklara gömülmedik Müslüman olmamıza rağmen çünkü partiler araç olmaktan çıkmış, amaç hâline dönüşmüştü ve bunun da bedelini darbeyle ödedik. Bu darbelerin gayesi şu: Türkiye hep küçük ölçekli devlet olsun istiyorlardı. Orta ölçekli devlet olmasın istediler. Onları, tarihî süreci anlatmayacağım. Çanakkale'yi, Churchill'in neler söylediklerini, bu topraklarda kimlerin medeniyet kurduğunu, büyük devlet olduğunu, Roma'yı, Bizans'ı, Selçuklu'yu, Osmanlı'yı, ne şekilde ayakta kaldıklarını, büyük ekonomilerle, büyük ordularla kaldıklarını biliyoruz. Ekonomilerini ve ordularını kaybettiler, yıkıldılar. Biz ardından cumhuriyeti kurduk. Baktılar ki gelişiyoruz, bu topraklar çok zengin, bu topraklar çok stratejik topraklar, demokrasiyi içselleştirmemize tahammül edemediler. Biz de birazcık kendi kültürel savrulmalarımız nedeniyle, tarih, dil ve din şuurunu kaybetmiş olmamız nedeniyle darbeye bir noktada kapı araladık. Sonra bu darbe bizi kamplaşma ve kutuplaşma noktasında ileri noktalara getirdi, sonra sağ-sol kamplaşmaları meydana geldi.
1971, işte Fetullah Gülen'in çıkış noktası burası. 1971 darbesinden sonra bir ilkokul mezunu vaiz Türkiye'de yola çıktı, önce din adamı kisvesiyle çıktı, Bediüzzaman Said Nursi'nin takipçisiyim diyerek çıktı fakat o güne kadar Bediüzzaman Said Nursi'nin yol arkadaşları olanlar bunu kabul etmediler çünkü Bediüzzaman'la hiç tanışmamıştı. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini tanımıyordu kendisi. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri cumhuriyetin kuruluşunda da çok ciddi roller almış bir din adamıydı, bir kahramandı. Zaman zaman Mustafa Kemal'le yolları ayrıldı, yolları ayrıldıktan sonra Mustafa Kemal'le çatışmamak adına, bir yandan kültürel kodlarını yaşatmak, bir diğer yandan otoriteyle çatışmamak adına yoluna devam etmek için siyaseti terk etti, münzevi bir hayat yaşamayı tercih etti ve yirmi yedi yıl kadar Türkiye'de sürgün hayatı yaşadı. 1960'ta da vefat etti, 1961'de de Urfa'da gömüldü. Daha sonra da mezarı başka bir yere taşındı fakat hâlâ mezar yeri bilinmiyor. 1960, 1970, 1980 Darbesi Araştırma Komisyonunda da bu konuda çok çalışmama rağmen hedefe ulaşamadım, gayeye ulaşamadım.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebeleriyle Fetullah Gülen kavga ettiler ve ardından Fetullah Gülen bunlara karşı daha dominant oldu. 1971 darbesinden sonra Fetullah Gülen yavaş yavaş vaizlik... Edirne, ardından da biliyorsunuz İzmir'e geldi. İzmir'den sonra ise 1980 darbesi oldu. İşte araştırılması gereken noktalarından ikincisi burası. Birincisi, Bediüzzaman'ın hayatta, yaşayan talebeleri varsa bu insanlarla, neden Fetullah Gülen'le dövüştünüz, Fetullah Gülen'le neden yol ayrımına girdiniz, bunları sormamız gerektiğini düşünüyorum veya onları bilenler, hâlâ hayatta olan yazar çizer takımı varsa bunları dinlememiz gerektiğini. Birinci yol ayrımı burası.
İkinci yol ayrımı, 1980 darbesi, Türkiye'de 2 milyon kişinin yargılandığı, 50 kişinin asıldığı, benim de yedi yıl cezaevinde yattığım, yaklaşık bir yıl hücrede yaşadığım, 68 gün işkence gördüğüm bir dönem. Sağıyla soluyla çok değerli insanlar. Türkiye'nin elli yılda yetiştirebileceği aydınıyla, sokaktaki genciyle çok ciddi şekilde heder edildiği dönemde Fetullah Gülen yakalandı. Ben de cezaevindeydim. Fetullah Gülen Isparta'da yakalandığı zaman serbest bırakıldı. Kim bıraktı? İşte burada da bu arşivlere ulaşmamız gerekiyor. Herkes "Özal bıraktı." dedi. Özal o zaman müsteşardı. Bir müsteşarın gücü yetmezdi. Darbe olmuş, darbenin olduğu yerde Fetullah Gülen'i serbest bırakacak bir müsteşarı düşünmek mümkün değil. Buraya da dönüp bakmamız gerekiyor bunu araştırırken. 1980 darbesinde Fetullah Gülen'i Isparta Emniyetinden kim arka kapıdan bıraktı? Bununla ilgili de bir düşünme yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Ardından Fetullah Gülen, bu darbeden sonra bir süre kaçak hayatı yaşadı, saklandı, 163'üncü maddeden kendisi hakkında davalar açıldı, daha sonra ise çok hızlı bir şekilde Türkiye'de bir yandan vaizlikler vermeye başladı, on binler kendisini camilerde dinlediler. Onun vaaz verdiği yerlere, İstanbul'a, Bursa'ya, Türkiye'nin çeşitli yerlerine milyonlar koştu, yüz binler koştular, "Bunu dinleyelim." diyerek. Bir insan konuşuyordu. Ben de Manisa'da 1976 yılında kendisini dinlemiştim, aynı mahalledeydik. 1976 yılında konuştu, beni de etkilemişti, etkilenmiştim kendisinden. Zaten bu cemaatin bir görünen kısmı vardı, bir de sonradan gördüğümüz veya görenlerin bildikleri kadar görünmeyen kısmı vardı. Görünen kısmı buz dağının görünen kısmı gibiydi, azdı. Orasıyla bir noktada illüzyon yapıyorlardı, bir noktada bizi de etkiliyorlardı.
Burada kendisine karşı çıkanlar neden karşı çıktılar? Bir: Sol görüşlüler dinî nedenle karşı çıkmış olabilirler, "Bu bir din devleti kurmak istiyor." Genelleme yapmak istemiyorum, sadece sol, sosyalist gelenek, komünist gelenek bu nedenle karşı çıkmış olabilirler ve yapmış olduğu faaliyetleri de kabullenmek istememiş olabilirler. Sağ gelenekten gelenler yani cemaatler, meşrepler veya siyasi partiler, bir kısmı bu şahısla... Her şeye oy gözüyle bakanlar çünkü siyasetçiler iki şeyden hoşlanıyorlar: Bir, oydan hoşlanıyor; iki, alkıştan hoşlanıyor. Alkışın içerisine maneviyatı da koyabilirsiniz, duaları ve siyasetçi buradan oy devşirmek isteyebilir, bu nedenle... Bir kısmı da buraya "Biz işte birlikte çalışalım, aynı vagonun kompartımanlarıyız." diyebilir ama bir kısmı da karşı çıktılar. Mesela Sayın Devlet Bahçeli buraya hiç sıcak bakmadı, mesela Sayın Erbakan buraya hiç sıcak bakmadı.
Fetullah Gülen, ardından 1999 yılına geldiğimiz zaman, o güne kadar yavaş yavaş daha çok okullardan ziyade kitaplar, dergilerle, Sızıntı gibi dergilerle, Yağmur gibi dergilerle yola çıkmak istedi.
1999'da bir kırılma noktası daha Türkiye'de, üçüncü kırılma noktası, Fetullah Gülen'in, araştıracağımız. Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi Amerika Birleşik Devletleri tarafından, ardından da Sayın Ecevit'in söylemiş olduğu gibi "Kim teslim etti bunu? Bunların neden teslim ettiklerini hâlâ anlayabilmiş değilim." dediği cümle ve ardından Fetullah Gülen'in de Amerika'ya göçü, yolculuğu başladı. Amerika'ya kim götürdü, nasıl gitti? Burayı da araştırmamız gerekiyor, bu da çok önemli kırılma noktalarından bir tanesi.
Ardından Fetullah Gülen'in siyasilerle diyalogları var. Bu siyasilerle diyalogda rahmetli Türkeş'ten Ecevit'e kadar, Ecevit'ten Muhsin Yazıcıoğlu'na kadar, Muhsin Yazıcıoğlu'ndan Kasım Gülek'e kadar ki Cumhuriyet Halk Partisinin bence en önemli siyasi figürlerinden bir tanesidir, herhâlde İnönü'den sonraki en önemli siyasi figürüdür. Ki Kasım Gülek ölmeden önce şöyle demişti: "Benim cenaze namazımı Fetullah Gülen kıldırsın." Neden Fetullah Gülen'e, o zamanlar bu kadar meşhur olmayan bir din adamına niçin ilgi ve alakalı gösterdi? Ardından Türkiye'nin 2 Yahudi iş adamının, Yahudi kökenli Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşının, Alarko'nun sahiplerinin, öldürülen Üzeyir Garih'le birlikte geçenlerde vefat eden İshak Alaton'un ailelerinin mutlaka dinlenmesi gerekiyor. Fetullah Gülen'le çok ciddi, samimi duygular içerisinde Türk dünyasında, Balkanlarda, Afrika'da veyahut da Avrupa ülkelerinde, Rusya dâhil olmak üzere burada birlikte çalıştılar ve onların da övgüsüne mazhar oldu Fetullah Gülen. Bu aileye de mutlaka ulaşmamız gerektiğini düşünüyorum, bu aile de mutlaka bize bir şeyler verecektir. Kasım Gülek'in de ailesine, yaşayanları varsa torunlarına, bunlara da... "Fetullah Gülen'le nasıl tanıştınız, neden tanıştınız, neyine övgüler yağdırdı? Niçin cenaze namazını bunun kıldırması gerektiğini söylediniz?"
Rahşan Ecevit hayatta, tanışırım kendisiyle. Ecevit benim cezaevi arkadaşım, Allah rahmet eylesin kendisinden. Kendisiyle de çok ciddi, ölünceye kadar hukukumuz devam etmişti. Sayın Ecevit'in... O günlerde Fetullah Gülen'in Ecevit'le ilgili övgüsü vardı: "Eğer Türkiye'de bir kişiye şefaat etmem gerekiyorsa Sayın Ecevit'e şefaat etmeyi isterim, Allah'tan bunu niyaz ederim." ifadesini kullanmıştı. Rahşan Ecevit'in eğer akli melekeleri yerindeyse -inşallah ki yerindedir, biliyorsunuz çok yaşlı hanımefendi- onu da dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Mutlaka ki onu da dinleyeceğiz çünkü onun da söyleyecekleri vardır.
Burada siyasi figürlere baktığımız zaman Özal'dan Demirel'e, Demirel'den bütün siyasi parti liderlerine kadar, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, Abdullah Gül'e, o günkü Sayın Çiller'e, Mesut Yılmaz'a kadar bu insanlarla bu şahıs teşrikimesaide bulunmuş. Takiyeci bir yapıyla karşı karşıyayız. Yapmış oldukları güzel şeyleri alkışladık, okullar. Yıllarca egemen güçler veya Batı dünyası İslam dünyasında kolejler açtılar, mezhepler açtılar; Katolikler, Protestanlar, Kalvenler Afrika'da okullar açtılar, Türkiye'de okullar açtılar. Cumhuriyet kurulmadan önce Türkiye'deki okul sayıları 428 efendim. 428 okulu vardı Almanların, Fransızların, İngilizlerin ve Amerikalıların. Biz de yapamamıştık bunu devlet eliyle. Devletimiz çok zor şartlarda kuruldu. Bir cemaat çıkmış, adına hizmet deniyor. Önce ibadet, bir vaiz, ardından ibadet, ardından hizmet, ardından cemaat. Bu cemaat kimsenin yapamadığını Afrika'da, Orta Asya'da, Ön Asya'da... 1991'de Türk cumhuriyetleri bağımsızlığını kazandıktan sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin yıkılmasını müteakiben ardından buralarda okullar açan bir yapı. Herkesin alkışladığı ve yurt dışına giden herkesin, milletvekilinden siyasetçisine kadar, sağcısından solcusuna kadar -gitmeyenleri tenzih ederim veya buralara soğuk bakanları tenzih ederim ama- herkesin alkışladığı, kimilerinin gıpta ettiği, kimilerinin kıskandığı, kimilerinin de "Keşke biz de bunları yapabilsek." dediği bir yapıyla karşı karşıya kaldık.
Ama ardından 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulunun burayı terör örgütleri listesine koyduğu ve dikkatli takip edilmesi gerektiğini söylediğimiz bir yapı var, AK PARTİ'nin iktidarda bulunduğu. Daha sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan'la kavgalarını gördük. Ben bu cemaatle Manisa'da milletvekili olduktan sonra daha yakın bir teşrikimesaiye girdim çünkü 2011 yılındaki seçimlerde AK PARTİ'yi desteklediler Manisa'da. 2010 referandumunda da "Evet" kampanyası yürüttüler, güçlü bir "Evet"çi kampanyası yürüttüler. Hatta "Ölüleri mezardan çıkartıp bunları getirmemiz gerekir." diye söylemişlerdi. 2011 yılında bunlara şunu söyledim, Manisa'da bunları çağırdım, dedim ki: "Siz hizmetinize ahlak noktasında, eğitim noktasında devam edin, tarihe not düşün. Cemaatler kendilerini severler, bütün cemaatlerde aynı özellik vardır. Başkalarını sevme istidadı gösteren cemaatler medeniyet olurlar, Selçuklu gibi, Osmanlı gibi. Siz de bu istidadı görüyorum ama aynı zamanda da görmüyorum. Görmüyorum çünkü siz bulunduğunuz yerde sadece kendinize yaşam hakkı tanıyorsunuz; solculara, Alevilere, Ülkücülere, Millî Görüşçülere, kimseye yaşam hakkı tanımıyorsunuz." "Herkes bizim gibi olsun. Herkes bir gün Nurcu olacak (Fetullahçı olacak), herkes bir gün Türkiye'de bizim olacak." dediler. "Yanılıyorsunuz." dedim. "Sayın Recep Tayyip Erdoğan'la, iktidarla dövüşmeyin, darbecilere benzemeyin, vesayetçiliğe soyunmayın. Bu devlet 18 yaşındadır, her zaman 18'dir. On yıl, yirmi yıl, otuz yıl sonra hep 18 yaşında olacak ve kendisine yapılanların yavaş da yürüse kaplumbağa gibi bir gün hesabını sorar; sizi bir yılda bitirir, sizi iki yılda bitirir." İzmir'de yaptım aynısını. Milletvekili olup buraya geldikten sonra da bunların tüm gazetecilerini çağırdım, buna Ekrem Dumanlı dâhil, Mustafa Ünal dâhil hepsine aynı sözlerimi söyledim: "Lütfen yapmayın, dövüşürseniz -Vatan gazetesine bir demeç verdim- Türkiye'de cemaat hırslarının kurbanı olacak. Cemaatler böyledir, bu şekildedir, kendisini severler." diyerek...
Buradan başlamanın, 15-16 Temmuzdan başlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bir yandan oradan başlayalım ama yani dinleyeceğimiz şahıslardan hayatta olanlar var, bugün askerler var, aydınlar var. Bir de bu yapıyla ilgili geçmişten bugüne kadar çok ciddi, belki bizim görmek istemediğimiz veya göremediğimiz, sadece bizim belki buz dağının görünen kısmını gördüğümüz ama başkalarının, entelektüellerin, aydınların, Amerika'da yaşayan insanların... Bunlara Sayın Hakan Yavuz dâhil olmak üzere çok değerli bilim adamlarının veyahut da öbür tarafta Yavuz Çobanoğlu gibi şu an Tunceli Üniversitesinde görev yapan, sosyalist bir gelenekten gelen, öyle tahmin ediyorum Alevi gelenekten gelen bir arkadaşımızın, bir Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşının da sadece kitaplarını okuyarak yazmış olduğu, Fetullah Gülen aleyhine yazmış olduğu yazarlar çizerler var. Bu yazar ve çizerleri de... Bugün belki bizim göremediğimiz veya başkalarının görüp de seslendiremediği, seslendirdiği zaman başına felaketlerin geldiği ortamda bu noktada kitap yazan 30-40 aydın var Türkiye'de. Bende kitapları var, isimleri var, bunları da verebiliriz, bunları da konuşabiliriz. Aynı zamanda son dönem siyasetçileri de -hayatta olanları- çağırmamız gerekiyor; Sayın Çiller'den Sayın Mesut Yılmaz'a kadar. Birgül Ayman Güler'den bunlara kadar mutlaka ki dinlememiz icap ediyor.
Aynı zamanda Türkiye'de cemaatlerin Türkiye'yi yönetme gibi bir meselelerinin olmaması gerektiğini hatırlatmamız icap ediyor. Cemaatler siyasallaşmayacaklar, tarikatlar da cemaatleşmeyecekler. Bunun panzehri de Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığını da çok güçlü hâle getirebilmektir, bunu yapabilmektir. Herkesin olduğu bir Diyanet İşleri Başkanlığı ve aynı zamanda devletimizin de, Hükûmetimizin de veya hükûmetlerin de bütün cemaatlere eşit mesafede durabileceğini, devletin hiçbir kaynağını gayrimeşru olarak sağlamayacağını, takdim etmeyeceğini, birine sağlarsanız bir diğerine karşı haksızlık yapabileceğinizi düşünerek burada bütün cemaatlere veya siyasi teşekküllere, sivil toplum kuruluşlarına özgürlüklerin alanını açma noktasında sadece devletin yapması gerektiğini, kendi müritleriyle, kendi üyeleriyle, kendi müntesipleriyle ne yaparsa yapsın yapacağını ama devletin de mutlaka bunu denetlemesi gerektiğini sormamız gerekiyor. Mesela Gültan Kışanak'ın, Diyarbakır Belediye Başkanının da dinlenmesini talep ediyorum.
BAŞKAN - Toparlayalım.
SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Toparlıyorum efendim.
İslam itikatta birlik ister, fikirde birlik istemez. Fikirlerimiz farklı farklı olmalıdır; olsun, zaten demokrasi, farklı fikirleri bir arada yaşatma sanatının adıdır. Farklı fikirleri birlikte yaşatacağız. Eğer biz bu darbeyi "Şu dönemden başlayalım.", "Bu dönemden başlayalım." diyerek yorumlarsak doğru yapmayız. Bu dönemden de başlayalım, o dönemden de başlayalım çünkü yarın belki bazı insanlara emrihak vaki olabilir, ölebilirler. Buna, Rahşan Ecevit dâhil, Kasım Gülek'in akrabaları, kardeşleri, torunları dâhil olmak üzere bu konuya vâkıf olan veya aydınlar, Hakan Yavuz'undan bunlara kadar olmak üzere bir yandan onları davet edelim, bir diğer yandan da buradaki insanları davet ederek, daha şeffaf bir şekilde çalışarak nihai noktaya ulaşalım.
Özellikle şuna da vurgu yapayım -son cümle- bir epilog yapayım: Efendim, 6 kelimeye ihtiyacımız var, 6 sihirli kelimeye: Cumhuriyet ve demokrasi; adalet ve hukuk; liyakat ve ehliyet. Eğer bu 6 sihirli kelimeye bu Darbe Komisyonu en azından bir noktada küçük bir meşale yakabilirse, küçük bir mum olabilirse bu noktada, Türkiye'nin geleceği noktasında faydalı olur diye düşünüyorum.
Burada fikir sunan kardeşlerimden, milletvekili arkadaşlarımdan müstefit olduğumu söylüyor, saygılar sunuyorum efendim.