| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2014 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri, çok değerli Dışişleri Bakanımız ve Avrupa Birliği Bakanımız ve bu bakanlıkların çok değerli bürokratları, yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve iyi akşamlar diliyorum. İki bakanlık bütçesinin de hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Tabii, kısaca Avrupa Birliği Bakanlığıyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum öncelikle. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, ülkemizin demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü ve insan hakları başta olmak üzere çağdaş dünyanın en temel değerlerini benimsemesi ve içselleştirmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği, ekonomiden kültürel hayata uzanan geniş bir yelpazede ülkemizin ilerlemesine ve Batı dünyasının önemli bir parçası olmasına katkı yapacak, bölgesel ve küresel ölçekte izlenecek barışçıl bir dış politikanın güç motoru olacaktır.
2000'li yıllara kadar cumhuriyetin batılılaşma hedefiyle uyumlu olarak bütün hükûmetler Türkiye- AB ilişkilerine büyük önem atfetmişler ve bu ilişkilerin gelişmesi için çaba harcamışlardır. İlişkilerde zaman zaman yaşanan gerginlik ve soğumaların iki tarafı kopma noktasına getirmemesine büyük özen gösterilmiştir. AKP hükûmetleri döneminde Türkiye-AB ilişkileri iç ve dış politikada son yıllarda yaşanan olumsuz gelişmelerin etkisiyle kritik bir eşiğe savrulmuştur. Hükûmetin iç politikadaki otoriter tutumu ve evrensel değerleri cepheden ihlal eden dış politika tercihleri Türkiye-AB ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. Son yıllarda yayımlanan AB ilerleme raporlarını bir cümleyle özetlemek gerekirse: Kısa vadede ufukta tam üyelik ne yazık ki görülememektedir. Gezi Parkı olayları, ülkemizdeki demokrasi açığını bütün dünyanın gözleri önüne sermiştir. Hükûmetin basına karşı tutumu Türkiye'yi en büyük gazeteci hapishanesi haline getirmiştir. Hükûmet, düşman olarak kodladığı vatandaşları makul şüpheli ilan ederek toplumu zapturapt altına almaya hazırlanmaktadır. IŞİD ve benzeri küresel tehditler karşısında Türkiye ile Batı dünyası arasındaki makas açılmaktadır. Kürt meselesi, çözüm süreci aldatmacasıyla seçim takvimine endekslenmiş ve Kürt yurttaşlarımız başta olmak üzere halkımız aldatılmışlık duygusuna ve hayal kırıklığına kapılmışlardır.
Ekonomik eşitsizlikler her geçen gün büyümekte, toplumsal sınıflar arasındaki uçurum giderek derinleşmektedir. Cinsiyet eşitsizliği ve kadına karşı şiddet Hükûmetin toplumu tasarlamak için başvurduğu ana araçlarından biri hâline gelmiştir. Etnik, dinsel ve kültürel fay hatlarının istismar edilmesi ülke içinde ve bölgemizde kutuplaşma yaratmış, gerginliklere ve nihayet çatışmaya yol açmıştır. AKP Hükûmetinin ve AB Bakanının pozisyonu maalesef içler acısı durumundadır. Olgular bu kadar açık ve ortada iken AB Bakanının izlediği politika, bu olguları kasıtlı olarak dışlamakta, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini algı ve iletişim sorununa indirgeyerek iç kamuoyunda iktidarın genel politikası hâline gelen göz boyama çabasına AB'yle ilişkilerimizi de ortak etmeye çalışmaktadır. 16 Ekim 2014 tarihinde Avrupa Birliği nezdinde Türkiye Daimî Temsilciliğinde açıklanan Türkiye'nin Yeni AB İletişim Stratejisi'nin temel amacı, AB'nin Türkiye'ye ilişkin doğru resme bakmasını sağlamak ve Türkiye'deki olgularla AB'deki algıları örtüştürmek olarak belirlenmiştir. AB'nin Türkiye ilerleme raporlarının giderek sertleşmesi ve AB makamlarının Türkiye'ye yönelik endişe ve eleştirilerinin artması AB'nin Türkiye resmine doğru baktığının kanıtlarıdır. AB, AKP iktidarının gösterdiği resme değil Türkiye'nin gerçek fotoğrafına bakmalıdır artık. Türkiye'nin gerçek fotoğrafında Gezi Parkı'nda öldürülen kardeşlerimizin, gençlerimizin, demokrasiye inanmış gençlerin, sokak ortasında infaz edilenler başta olmak üzere hırsızlığa itilen Suriyeli sığınmacılar ve imara açılan Bozcaada kıyıları vardır. Türkiye'nin gerçek fotoğrafında, iş cinayetleri, Soma, Ermenek de ve Uludere de, Reyhanlı da vardır. Böyle bir fotoğrafın ne yazık ki Avrupa Birliğinde yeri yoktur ve olması da mümkün gözükmemektedir kısa vadede. Başka bir ifadeyle Avrupa Birliğindeki Türkiye algısının bu kadar kötü olmasının sebebi Türkiye'deki somut gerçeklerin bu kadar olumsuz olmasından başka bir şey değildir. İçeride diktatörlüğe, bölgesinde korsan devlete dönüşen, küresel ölçekte ise sistematik olarak hezimete uğramaya başlayan Türkiye'nin AB'ye tam üye olması bu koşullar altında ne yazık ki imkânsız görünmektedir. AB'nin temel değerleriyle AKP arasındaki makas tamir edilemeyecek düzeydedir. Söz konusu olan, dünyaya bakış ve medeniyet farkıdır ne yazık ki. AKP, AB'ye tam üye olan bir Türkiye'de kendisinin yeri olmadığını bilecek kadar da kurnazdır. AKP, ordunun siyasetteki ağırlığını azaltana kadar Avrupa Birliğini kullanmış, istediğini elde edince hızla Avrupa Birliğine sırtını dönmüş durumdadır. AB demek; demokrasi, insan hakları ve cinsiyet eşitliği, temel özgürlükler, sendikal haklar ve laiklik demektir, AKP ise bunların ne yazık ki tam tersidir.
AB Bakanının karnesi ise Türkiye-AB ilişkileri tarihinin en kötü ilerleme raporunu ekranlarda değerlendirmek için Sayın Bozkır'a nasip olmuştur. "Türkiye'de basına baskıyı Hükûmet değil medya patronları yapıyor." diyebilen ve saygın bir vakfın toplantısında bir basın mensubunun basın özgürlüğü konusundaki sorularını yanıtlamaktan kaçınarak dinleyicileri âdeta gülümsemekten... AB Bakanı, Türkiye-AB ilişkilerindeki asıl sorunun AB'deki algılar değil Türkiye'deki olgular olduğunu elbette bilmekte ama kendisine çizilen dar alanda iletişim stratejisi adıyla parlatmaya çalıştığı kozmetik hamleler yapabilmektedir. AB Bakanı göreve gelir gelmez kendisini popülizm ve demagojinin sığ sularına ne yazık ki bırakmıştır. Öyle ki "Mescid-i Aksa'ya postalla giren askerlere mesaj yolluyorum, eğer oradan hemen çıkmazsanız postalınızı elinize veririz." diyerek dış politika konusundaki tutumunu da ortaya koymuştur. Kendisine hatırlatmak isteriz, posta koymaya çalıştığı İsrail bugün Doğu Kudüs'te Yahudi yerleşimciler için inşaatlara devam ederken Filistinlilerin evlerini yıkıyor, Sayın Bozkır'ın "ağır sıklet boksör" dediği Hükûmet ise ne yazık ki seyrediyor. AB Bakanı tıpkı diğer bakanlar gibi büyük patronu iyi tanımakta, parti toplantılarında onu hoş tutmakta. Şu ifadelere bakınız arkadaşlar: "Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza Türkiye'nin layık olduğu binayı yapıyorsunuz, 'Efendim, Türkiye'nin böyle büyük binalara ihtiyacı mı var?' Evet, Türkiye'nin böyle büyük binalara ihtiyacı var. Cumhurbaşkanımız on iki senedir Keçiören'de kiralık evde oturuyor, ihtiyacı olsa da orada oturur, AK PARTİ'nin saraylara falan kimseye ihtiyacı yok." demekle cümlelerini tamamlamaktadır. Çevre katliamı ve talanı üzerine yükselen kaçak bir bina hiçbir Avrupa Birliği ülkesinde prestij sembolü olamaz Sayın Bakan, bu, Türkiye'ye de yakışmaz ama anlaşılıyor ki Avrupa Birliği Bakanı büyük patrona yakışmakta ve günümüzde bakan olmanın kriterleri konusunda bir referans da ayrıca teşkil etmektedir.
Son olarak, Sayın Bakanın -benden önce çok değerli Mersin Milletvekilimiz Sayın Vahap Bey söyledi- Kuşadası'nda katıldığı AKP ilçe kongresinde iki aday yarışıyor, biri mevcut İlçe Başkanı Ali Kara, diğeri de Avukat Ziya Üstün, rakip olarak çıkıyor. Sayın Bakan kürsüye çıkıyor ve "Burada bir hizmet davamız var. Yüzlerce kongreye katıldım, ilk defa buradaki gibi bir tartışmaya şahit oluyorum. Ben burada bir Bakan olarak, bir abi olarak sesleniyorum: Burada seçime iki listeyle girmeyelim, bu listeyi geri alın çünkü siyaset uzun bir yolculuktur, siyasette bir gün bile önemlidir. Sizden rica ettiğim gibi, bu listeyi almadığınız takdirde sizi tehdit etmiyorum ama siyasi hayatınız ve geleceğiniz olmaz." diye bir cümleyi de Avrupa Birliği Bakanımız ne yazık ki söylemektedir.
Değerli basın mensupları, Avrupa Birliği demek özgürlükler demektir, demokrasi demektir, insan hakları demektir ve biz o kulübe girmek için elimizdeki bütün çabayı gösterirken Avrupa Birliği Bakanının böyle tehdit eden veyahut da bir başka adayın aday olmasını engelleyen konuşmasının Türkiye Cumhuriyeti devletine ne kadar yakıştığını da bir kez daha söylemek isterim.
MÜSLİM SARI (İstanbul) - "Tehdit etmiyorum." diyor ama!
MUSA ÇAM (İzmir) - Aba altından sopa gösteriyor.
Sayın Bakan, Ekonomik ve Sosyal Konsey 2010 referandumuyla birlikte anayasal bir kurum hâline geldi ve şimdi onunla ilgili birtakım düzenlemeler yapılacak, 4641 sayılı bu Kanun'da birtakım değişiklikler yapılacak ama size şunu söylemek istiyorum özellikle: Burada, Mimarlar Odası Birliği, Tabipler Odası Birliği, Barolar Birliği, Tüketici Dernekleri Federasyonu, Engelli Federasyonu gibi kimi sivil toplum kesimlerinin katılımının sağlanamaması olarak birtakım düzenlemelerin yapılacağını duyuyoruz. Ayrıca, çıkarılmak istenen bu yasada bu eksikliğin giderilmediğini gördüğümüz gibi, Kanun Tasarısı'nın Konseyin kuruluşunu, yapısını belirleyen 2'nci maddesinde kesim temsilcilerinin belirlenmesi Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmeliğe bırakılmaktadır. Oysa bu belirleme 4641 sayılı mevcut Kanun'da açıkça belirlenmiş olup bu hususun yönetmeliğe bırakılması anayasal bir kuruluş olan Ekonomik ve Sosyal Konseyin güvencesini sağlamaktan uzaklaşmaktadır. Böylece de Ekonomik ve Sosyal Konseyi de âdeta arka bahçeye getirmek için yeni bir düzenlemenin peşindesiniz. Bilmelisiniz ki Avrupa Birliğine giden bir Türkiye'de bu tip antidemokratik uygulamaları kabul etmemiz mümkün değildir.
Dış politikayla ilgili de yaklaşık bir yirmi dakikalık konuşmam var Sayın Başkan, bunu size hatırlatmadan geçmek istemiyorum.
BAŞKAN - Çam Bey, kaç sayfa olduğunu söylerseniz ona göre süre vereceğim çünkü dağıtmadığınız için elinizdeki metni! Kaç sayfa olduğunu söyleyin, ben ona göre süre vereyim.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Bakan yaklaşık olarak bir saat konuştu, biz de bir on dakika konuşalım.
Türk dış politikası, AKP iktidarından önce bölgesinde yarattığı istikrar ve uygulanan tutarlı ve yapıcı politikalarla saygın bir dış politikaydı Sayın Bakan. Bu saygınlığın altında, komşularının iç işlerine karışmayan, bütün devletlerin toprak bütünlüğüne ve egemenliklerine saygılı ve sonuç alıcı bir irade yatmaktaydı. Türkiye, doğu ve batı arasındaki eşsiz coğrafi konumu, ağır aksak da olsa her geçen gün gelişen demokrasisi ve hepsinden önemlisi laik bir devlet olması itibariyle bölgesinde saygın bir modeldi. Üstelik de AKP Hükûmetine kadar bölgesel ve küresel süreçlerin aranan aktörü, çözüm bekleyen ihtilafların tarafsız ara bulucusu konumunda olan itibarlı bir ülkeydi. Bugün, Türkiye'nin dış politikası başarısız bir Hükûmet ve onun yetkilileri tarafından maceracı ve öngörüden yoksun bir biçimde günlük kararlarla yönetilmektedir. AKP'nin "sıfır sorun", "stratejik derinlik", "yumuşak güç" ve "bölgede düzen kuruculuk" gibi kavramlarla açıklamaya çalıştığı dış politika anlayışı ülkemizin ve bölgemizin güvenliğini tehlikeye sokmuş, ülkemizi savaşın eşiğine getirmiştir. Türkiye bugün başta Suriye ve Irak olmak üzere bölge ülkelerinin iç işlerine karışan, bölgedeki radikal terör örgütleri başta olmak üzere devlet dışı aktörlerle ilişkileri öncelik haline getiren, çatışmalarda taraf olan ve çatışan unsurların bir kısmına aktif destek sağlayan bir ülke konumundadır ne yazık ki. Artık, Türkiye istikrar değil gerginlik üretmektedir. Bu durumun sonucu olarak bölge ülkeleri Türkiye'yi tehdit olarak algılamakta, hatta tehdit etmektedirler. Yakın coğrafyamız artık turistik seyahat yapmak isteyen vatandaşlarımız için bile tehlikelidir. Diplomatlarımız, pilotlarımız, gazetecilerimiz kaçırılmakta ve rehin alınmaktadır. Bu süreçte, Türk dış politikasının bölgesindeki iyi ilişkilerden beslenen geniş ağına dayanan gücü zayıflamış, ülkemizin manevra alanı daraltılmıştır. Batı dünyası, özellikle Avrupa Birliği ve Amerika başta olmak üzere ilişkiler soğumuş, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik sürecindeki konumu büyük yaralar almıştır. AKP'nin Batı'yla ilişkileri soğutmasının altında Hükûmetin iç politikada sıkça başvurduğu dinî referansların etkisi vardır ve bu durum da Türk dış politikasının tarihsel bir kanadını kırmış, Türkiye'nin Avro-Atlantik camiasındaki konumunu zedelemiştir. Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerini zedeleyen etkenlerden birisi de AKP'nin sıklıkla antisemitik bir söyleme başvurmasıdır. AKP, Vahabi, Selefi Sünni İslam inancına sahip olduğunu iddia eden her kuruma eylemlerine bakmaksızın dost olmuş, bu inanca mensup olmayanlara karşı politikalar izlemiştir. Mezhepçi kaygılarla izlenen Müslüman Kardeşler yanlısı politika Türkiye'ye bölgede zemin kaybettirmiştir. Müslüman Kardeşler dışındaki radikal unsurlarla kurulan iyi ilişkilerin altında da mezhepçi anlayış yatmaktadır.
Özetle, Batı karşıtı siyaset ve mezhepçi anlayış ve Türk dış politikasının ana sütunlarına büyük darbeler vurmuş ve ülkemizi karanlık ve tehlikeli sulara sürüklemiştir. Müslüman Kardeşler, Hamas, Suriye ve Irak'ta faaliyet gösteren radikal örgütler dışında Türkiye'nin bölgesinde sağlam bir müttefiki ne yazık ki kalmamıştır. Arap Baharı'nı yanlış okuyan AKP Hükûmeti bölge halklarının demokratik taleplerinin radikal unsurlar tarafından çalınmasına bilerek ya da bilmeyerek yol açmıştır. Arap Baharı'yla birlikte yükselen demokrasi ve adalet rüzgarı yerini vahşete bıraktıysa bunda hiç şüphesiz AKP'nin payı oldukça büyüktür. Orta Doğu'da birtakım radikal örgütlerin dostluğunu kazanç sayarak izlenen mezhepçi politika Türkiye'nin bölgeyle on yıllar içinde kurduğu tarihsel, iyi ilişkileri olumsuz yönde dönüştürmüştür. Söz konusu kötü gidişin değişmesi için AKP Hükûmetinin de mutlaka değişmesi gerekir ve inşallah önümüzdeki Haziran ayında AKP Hükûmeti değişecektir.
Suriye'yle ilgili de birkaç şey söylemek isterim: Kobani'de yaşananlar konusunda Hükûmet, bölgedeki Kürtleri kendisine mecbur kılarak diz çöktürme politikası izlemektedir. Bu durum, Türkiye içinde büyük tepkiyle karşılanmıştır ve sonuç olarak 37 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir ve büyük maddi zarar meydana gelmiştir. Amerika'nın PYD ve YPG'yle ilgili doğrudan temasa geçmesi ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin PYD'yle ilişkilerini yumuşatması neticesinde Türkiye bölgede oyun dışında kalmıştır.
AKP, izlediği tarafgir ve saldırgan Suriye politikasıyla yangına benzin dökmüş ve Suriye'deki şiddeti bir sarmala dönüştürüp derinleştirmiştir. Çatışmaların değil ama çatışmaların bu kadar uzamasının asli sorumlularından birisi de AKP Hükûmetidir. Bütün politikalarını "Esed gitsin."e odaklayan Türkiye'nin en uzun sınırlara sahip olduğu komşusuyla ilişkisi sona ermiştir. Bu ilişkinin yerini AKP'nin Suriyeli muhalif unsurlarla kurduğu ilişkiler almıştır.
AKP, Suriyeli muhalifler arasında dahi taraf tutmakta, Ahrar el Şam ve el Nusra Cephesi'yle daha yakın ilişkiler kurmaktadır.
İzlenen politika Türkiye'nin toplumsal dokusu, sınır güvenliği ve ekonomisine de büyük darbeler vurmuştur. Suriye ile kayıtlı ekonomik ilişkilerimiz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, tamamlarsanız lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.
...ne yazık ki sona ermiştir. Günümüzde Suriye-Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler yasa dışı yollarla, kaçakçılar tarafından sürdürülmektedir. AKP tarafından korunan birtakım imtiyazlı kişi ve gruplar bu durumdan çıkar sağlamaktadırlar. Savaştan önce Suriye'ye ihracat yapan güney kentlerimizin ekonomileri ne yazık ki çökmüştür. Nakliyat gibi belirli sektörler en ağır darbeyi almıştır. Türkiye'nin büyüme oranlarının giderek düşmesinde ve işsizliğin artmasında Suriye politikasının izlerini görmek mümkündür. Türkiye'nin güney sınırlarının güvenliği kalmamış, bu durum uluslararası raporlarda "buharlaşan sınırlar" olarak geçmektedir.
Türkiye'deki Suriyelilerin sayısı 2 milyona yaklaşmakta, bunların sadece küçük bölümü kamplarda yaşamakta, Türkiye'nin neredeyse bütün şehirlerine dağılan Suriyeliler, AKP'nin yanlış politikaları sonucunda sömürü ve fuhuş batağına sürüklenmiştir. Gaziantep, Hatay ve Adana başta olmak üzere, Türkiye genelinde Suriyelilere yönelik nefret söylemi artmakta ve bu olaylar gittikçe büyümektedir.
Peki, Suriye'yle bu kadar kötüyken Irak'la ilişkilerimiz iyi midir? Ona da birkaç paragraf değinmek isterim: Irak, farklı aşiretler ve farklı mezheplerin bir mozaiğidir. Bu nedenle, Türkiye AKP dönemine kadar Irak'la ilişkilerinde Irak'ı oluşturan bütün unsurlara eşit mesafede durmayı ve onlarla iyi ilişkiler kurmayı önemsemiştir. Irak'la kurulacak iyi ilişkiler, ülkedeki Türkmen soydaşlarımızın huzuru, terörle mücadele ve sınır güvenliğimiz için son derece önemlidir.
AKP, Irak'ın ulusal birliği, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına yönelik olarak saygısız bir politika izlemiştir. Bağdat yönetimi dışlanarak bütün ilişkilerin Erbil üzerinden yürütülmesi Irak'ın iç dengelerini de bozmuştur. Irak yönetimiyle sorunlar yaşayan, terör suçlamasıyla INTERPOL tarafından aranan Tarık Haşimi'ye kucak açılması iki ülke arasındaki ilişkileri de zedelemiştir.
İran'la ilgili de birkaç şey söylemek isterim: AKP'nin Suriye politikası Türkiye-İran ilişkilerini de olumsuz etkileyen gelişmelerin başında gelmektedir. İran ve Türkiye'nin Suriye'nin geleceği konusundaki düşünce ve eylemleri birbirinden farklıdır. Türkiye, İran'ın Suriye konusunda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen...
MUSA ÇAM (İzmir) - Son 3 paragrafımız.
...Cenevre Konferansı başta olmak üzere, uluslararası çözüm arayışlarından dışlanmaya seyirci kalmış, hatta ön ayak olmuştur.
Akdeniz'in doğu kıyılarına uzanan etkinliğiyle bölgenin önemli bir ülkesi olan İran, Suriye, Irak ve Lübnan'ın istikrar ve gelecekleri konusunda belirleyici olacaktır. AKP, bu gerçeği görmezden gelerek ve izlediği mezhepçi dış politikayla İran yönetimini karşısına almıştır.
ABD'yle yapılan ikili bir anlaşmayla Malatya Kürecik'te konuşlandırılan füze radarı İran'ı tedirgin etmiş, AKP Hükûmetinin yaptığı açıklamalar İran'ı ikna etmemiştir. İran herhangi bir tehdit durumunda ilk önce Kürecik'teki tesisleri vuracağını açıklamıştır.
Bir paragraf da Mısır... Arap dünyasının ve bölgenin lider ülkesi Mısır'la ilişkiler AKP'nin Müslüman Kardeşler sevdası yüzünden kopmuştur. Mısır yönetimini darbeci ilan eden AKP, sadece Kahire'deki diplomatik temsilciliğini değil, bölgedeki ağırlığını da kaybetmiştir. Mısır-Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler büyük yara almıştır.
Son cümlem: Libya... Davutoğlu'nun bavulla para götürdüğü, miting düzenlediği Libya'daki çatışmalar tekrar şiddetlenince ülkedeki diplomatik personel tahliye edilmiştir. AKP'nin hesapları Libya'da da ne yazık ki tutmamıştır diyorum ve uyguladığınız bu dış politika ve uygulamış olduğumuz bu AB politikasıyla Türkiye'nin daha ileri gitmesi mümkün değildir. İnşallah, önümüzdeki Hazirandan sonra, bütün bunları çözecek ve kurtaracak olan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında daha mutlu bir Türkiye, daha barışçıl ve komşularımızla iyi ilişkiler içerisinde olan bir Türkiye olacaktır.
Bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.