| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2014 |
SÜMER ORAL (Manisa) - Sayın Başkan, Sayın Bakanlar, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, Türkiye, komşu ülkelerle ilişkilerine daima özen göstermiştir. Esasen, dış ilişkilerimizde geleneksel çizgimiz de bu olmuştur. Son derece zor bir coğrafyada bulunmuş olmamıza rağmen bu yaklaşımdan kesinlikle uzaklaşılmadı. Esasen, Büyük Atatürk'ten bu yana "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesi dış politikamızın daima vazgeçilmez temel eğilimi oldu ancak mevcut konjonktüre baktığımızda, güneyde sınır komşumuz olan Suriye ve Irak, ayrıca Orta Doğulu komşularımız Mısır ve İsrail'le farklı düzeylerde de olsa ciddi ihtilaflarımız var. Hatta Irak'ı bir ölçüde dışarıda tutsak dahi diplomatik ilişkilerimiz son derece bu ülkelerle sınırlı bir düzeydedir. Bu arada, Suudi Arabistan ve Katar'la da aramızın sıcak olduğunu ifade etmemiz pek mümkün değil.
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Kötü mü diyorsunuz?
SÜMER ORAL (Manisa) - Evet, yani çok sıcak olmadığını ifade ettim.
Geçmişte böyle bir dönem yaşanmadı. Orta Doğu'nun önemli üç aktörü, Mısır, Suriye ve İsrail'le aynı zaman diliminde bu derece gergin bir ortam olmamıştı. Bu ülkelerde bugün büyükelçimiz dahi yok.
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Katar'ı mı söylemek istediniz?
SÜMER ORAL (Manisa) - Katar'la da... Suudi Arabistan... Onu yani şu anlamda söyledim Sayın Bakan: Özellikle Mısır'daki o seçimler sırasında veya darbe sırasında farklı bir görüş içerisine girilmişti. Ayrıca o gerginlik bir süre daha devam etti. Mesela Haşimi olayında da gene tam bir mutabakat olmadığını sanıyorum.
Bu tablo kuşkusuz kendiliğinden ortaya çıkmış olamaz. Türk diplomasisi özellikle Orta Doğu politikasında önemli birikim ve tecrübeye sahiptir. Bu zengin kadro ve yapıyla bugünkü duruma nasıl gelinmiş olduğunu izah etmek gerçekten güç. Aslında, Orta Doğu çok duyarlı bir bölgedir. Türkiye yakın zamana kadar bu coğrafyada dikkatli ve ihtiyatlı bir politika izledi. Bunda da herhangi bir kaybı olmadı. Saygınlığını ve ağırlığını daima korudu. Önemli ihtilaflarda da aranan bir aktör oldu. Taraf olmaktan kaçındı. Doğrusu da bu idi. Bugün baktığımızda böyle bir durum söz konusu değil. Dış politikada hatırdan çıkarmayalım ki ülkeler kendi çıkarlarını daima önde tutar. Bu da son derece tabiidir. Dış politikaların temelinde de bu vardır. Ülkeler sivil toplum kuruluşları gibi hareket edemezler.
Orta Doğu, hepimizin bildiği gibi çok karmaşık bir yapıya sahip. Bu bölgenin en önemli sorunlarından biri barış sürecidir, çok da uzun bir süreçtir. Bugün bu konu henüz sonuçlanmış da değildir. Bu sürecin içinde hepinizin bildiği gibi Nobel ödülü almış 2 lider vardır. Gene bu süreç içinde Orta Doğulu 2 lider hayatını kaybetmiştir. Ama Orta Doğu barış süreci devam etmektedir. Bunları şu amaçla dile getirdim: Bu bölgenin ne kadar komplike bir coğrafya olduğunu ve ihtilafların ne kadar derinlere gittiğini ifade etmek istedim. Bu bölge ülkelerine dönük politikalarda ihtiyatlı yaklaşımın ne ölçüde önemli olduğunun altını çizmek istedim.
Sayın Başkan, dış politika alanında kendi iç dünyanızda bir düzen kurmak mümkündür, kurabilirsiniz de ancak reel politika vardır ve dış politikanın gerçekçi reel değerlendirmelere dayanması da şarttır. Çok heyecanlı ve iddialı biçimde "Komşularla sıfır sorun." diye yola çıkıldı. Bugün şöyle dönüp geriye baktığımızda yani on iki yılda sonuç alındı mı, sorunlar gerçekten sıfırlandı mı? Esasen bu kavram da temelinde doğru değildi. "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini benimsemiş ve uygulamış bir ülkede bu ifadeye gerek var mıydı, o da ayrı bir olay. Çünkü ülkeler arasında meydana gelen sorun tek taraflı olamaz, sorunun iki tarafı vardır. "Sıfır sorun" dediğinizde bu sorunun bir bakıma bizden kaynaklandığı anlamı da çıkar. Bu da gerçeklere uyan bir durum değildir. Bakın, temel hedefi, dış politikanın, "sıfır sorun" dendi ama sıfır sorun sağlanmadı, hatta sorunsuz ülke kalmadı. E o zaman demek ki hedefte bir başarı veya hedefe yaklaşmak gibi bir durum olmamış.
Kıbrıs sorunu yani bunu da sıfır sorun gibi mütalaa ediyorum. "Çözümsüzlük çözüm değil." dendi. Yıllarca bu tartışıldı. Rahmetli Denktaş'a yüklenildi, söylenmedik laf bırakılmadı. Ama Kıbrıs'a bugün dönüp baktığımızda farklı bir noktaya geldiğini temel parametreler itibarıyla söylememiz mümkün mü? Neticede Türkiye'nin izlediği politika, son üç yılda Orta Doğu'daki Türkiye'nin etkinliği ciddi ölçüde azalmıştır ve bu politika Türkiye'nin Orta Doğu'daki etkinliğini ciddi ölçüde aşağıya çekmiştir. Tabii her şey sonuçlarıyla ölçülür. Dolayısıyla bu politikaların da sonucunu görerek bir karar vermemiz lazım. Bugün gerek Avrupa'da gerek Orta Doğu'da dış ilişkilerde ne durumda olduğumuzun sağlıklı bir analizine ihtiyaç var. Unutmayalım Türkiye'nin Orta Doğu'daki ağırlığında Avrupa'yla ilişkilerimizin büyük katkısı vardır, bunu da görmek gerekir.
Sayın Başkan, biraz da Avrupa ilişkileri üzerinde durmak istiyorum. Türkiye-Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde fasıl açılmalar dışında belli bir durgunluk hissediliyor yani bunun aşılması gerekir. Bugün Türkiye, Avrupa Birliği'nin masasındadır ve o masada bir sandalyesi vardır. 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi, 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi bu sandalyemizi daha sağlam hâle getirmiştir. Bu yaşanan durgunluğu tamamen Avrupa Birliğine yüklemek de doğru olmaz, kendimize de bu konuda biraz bakmamız ve değerlendirmemiz lazım. Avrupa Birliğine dönük tavır, özellikle tavır ve söylemler belli bir üslup içinde olmalı. İlerleme raporlarında Avrupa Birliğince ülkemize karşı yapılan haksız eleştiriler olabilir. Sanırım bütün bunlara diplomasi diliyle cevap verme imkânına sahibiz. Yani burada bir yetersizlik yok dilimizde.
Bu arada, Avrupa müktesebatıyla ilgili olarak uyguladığımız bazı kanunlar var ama bunlar da zaman içerisinde Avrupa müktesebatına ters gelecek veya onların soğuk bakacağı birtakım gelişmeler olduğu da gerçek. Bunlardan bir tanesi Devlet İhale Kanunu. Devlet İhale Kanunu tamamen Avrupa Birliği müktesebatı kapsamında hazırlanmış ve bu Kanun'un hazırlanma döneminde özellikle Maliye Bakanlığından, Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğünden bir kadro aylarca Brüksel'de görev yapmıştı benim de bakan olduğum dönemde. Uzun uzun çalışmışlardır ama bugün gelin bakın, o kanunun ilkesinden, felsefesinden hayli uzaklaşılmıştır.
Gene Avrupa Birliğinin önem verdiği konulardan birisi bağımsız denetleme kurumlarıdır. Çünkü bunlar hem çağdaş kurumlardır hem de Türk ekonomisinde rekabeti kazandıracak kurumlardır. Burada siyasetin girmesini engelleyen kurumlardır. Buralarda zaman zaman gerilemeler olmuştur. Şimdi, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki bu durgun ortamı gidermekte büyük yarar var çünkü Avrupa Birliği, Türkiye bakımından fevkalade önemlidir, ekonomisi bakımındanda son derece önemlidir. Avrupa Birliğinde çeşitli tartışmalar oldu, işte "Avrupa Birliği gücünü devam ettirebilecek mi?" "Euro'nun durumu ne olacaktır?" şeklinde. Gene bilindiği gibi bugün Avrupa Birliği'nde bir bakıma ikili bir yapı var. 28 üyenin 18 üyesi euro bölgesinde, 10 ülkesi euro dışı, yani mevcut şartlara baktığımızda Türkiye'nin lehinde bir tablo var Avrupa Birliğinin genel yapısı ve koşullarında. Bunu görerek, bundan yararlanarak bize düşen konularda daha titiz olmamız gerekir diye düşüyorum. Ancak Avrupa Birliğine girme konusunda da içeride ve dışarıda samimiyet tereddüdü de yaratılmaması lazım. Yani ilk, 2002 sonundan itibaren, 2003, 2004, 2005'te atılan adımların aynı kararlılıkla devam etmesi gerekir yani bu izlenim de yaratılmalıdır.
Şimdi, Sayın Bakan, bir de şu konuda bilginizi rica edeceğim: Bu Avrupa Birliğine üye ülkelerin adedi daha fazla iken -15-16'larda iken- sık sıkı EKOFİN toplantıları yapılırdı. Yani üye ülkeler ile aday ülkeler zaman zaman -senede 1 veya 2 defa- bir araya gelir, önce aday ülkeler kendi aralarında toplanır, aday ülkelerin kendi ülkelerinde yapılırdı veya Avrupa Birliği üyelerinin yaptığı toplantılarda sabah onlar kendi aralarında yapar, öğleden sonra iki taraf -hem aday ve aday olmayan üye olanlar- bir araya gelirdi. Şimdi, tabii, çok azaldı aday ülke sayısı bir veya iki. Bu toplantılar yine devam ediyor mu? Çünkü çok yararlı toplantılardı. Onunla ilgili bir bilgi alacağım.
Bir de, bu G20 güzel bir şey, Türkiye'nin bu sene sonundan itibaren dönem başkanlığını ele alması. Ama burada, yani, enteresan, Cumhurbaşkanlığının Vizyon Belgesi'nde açık açık AKP döneminde Türkiye'nin G20'ye girdiği ifade edildi. Böyle bir durum yok. Türkiye, G20'ye -zabıtlara geçsin diye söylüyorum- üye olduğu zaman "AKP" diye bir parti yoktu. Sayın Recep Tayyip Erdoğan da İstanbul'da eski bir belediye başkanıydı girdiğinde, 99 Ağustos ve Eylülünde girdi. Buna rağmen...
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Ama devlet başkanlığı düzeyinde değildi.
SÜMER ORAL (Manisa) - Hayır efendim, o tamamen 2008 krizinin yarattığı bir ortamdır. Hayır efendim. O tabii, hepsini şey... "G20'ye onun döneminde girilmiştir." denince o mu anlaşılır Sayın Bakan? Yani niye öyle anlıyorsunuz? Açık açık bu ifade edilmişti.
Bu ifadeden sonra ben bir basın toplantısı yaptım, Meclis Genel Kurulunda söyledim, Değerli Arkadaşım Faik Öztrak 3 defa açıklama yaptı, en son gene Sayın Beşir Atalay böyle bir açıklama yapmış, ben duymadım ama. Yani, bunu da artık böyle "girdiydi" şeklinde falan söylemenin anlamı yok. Onu net bir şekilde ortaya koymak lazım.
Hatta, bakınız, G20'nin ilk toplantısına ben katılmıştım Türkiye adına Maliye Bakanı olarak ve şu 12 Aralık 1999 tarihli Resmî Gazete'de "G20 üyesi ülkeler bakanlar toplantısına katılmak üzere, 14 Aralık 1999 tarihinde Almanya'ya gidecek olan Maliye Bakanı Sümer Oral'ın dönüşüne kadar Maliye Bakanlığına Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik'in vekâlet etmesini yüksek tasviplerinize saygıyla arz ederim..."
Şimdi, bunlar ortadayken hâlâ zihin karıştırmaya gerek yok. Olabilir, bu o dönemde de olabilir, başka dönemde de olabilir ama... Yalnız şu önemli: Türkiye'nin ancak 2003'ten sonra ekonomik bir güce sahip olduğu söyleniyor. Bakın, demek ki Türkiye, G20'ye 2003'ten önce girmiş. Demek ki o ekonomik güce de sahipmiş. Bunu da kabul etmek lazım.
Bir de şunu söyleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum: Birleşmiş Milletler dünya nizamatını sağlarken tabii birçok yanlışları olabilir veya beklenen neticeyi alamayabilir, bazı uygulamalarda yanlış da yapabilir. Ama bunun düzeltilmesi "5 sayısı 188'den büyük mü?" diyerek çözülmez. Dünya nizamatının düzenlenmesi başka bir şeydir, ülke sayılarına göre netice almak ayrı bir şeydir. 5, evet, 188'den büyük değildir ama onu dengelerseniz de dünya nizamatını sağlayabilir misiniz, o da ayrı bir konudur. Yani bazı meseleler öyle kulağa hoş gelecek diye ve bazı dış olayları iç politikaya dönük dillendirmenin de doğru olmadığını ifade ediyorum ve teşekkür ediyorum Sayın Bakan.