KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Bütçe Tasarısı üzerindeki çalışmalarımıza bugün başlamıyoruz ama başlamış sayılıyoruz. Hayırlı olsun. Umarız elde edilecek sonuç müşterek aklın süzgecinden geçtikten sonra olgunlaşır ve sorunlarla dolu bir yıla dayanacak güçlü bir ekonomik ve mali programın temelini oluşturur. Temennimiz bu olmakla birlikte, bu sonuca ulaşabilir miyiz, ciddi kuşkularımız var ancak inşallah yanılırız.

Değerli arkadaşlar, sonuca ulaşmak için öncelikle sorunun tanımında en azından bir müşterek zemin yaratmamızın zorunluluğunu sanıyorum hepiniz kabul edersiniz. 2017 yılı bütçesi üç konudan ötürü çok çok önemli. Yani diğer klasik bütçeler gibi tartışılmaması gereken bir bütçe. Bunu üç ayrı konu nedeniyle ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.

Bir defa, ülkemiz etkilerini henüz tam olarak hesaplayamadığımız alçakça bir darbe teşebbüsünden geçti. Bu teşebbüsü ordu içerisindeki FETÖ'cülerin gerçekleştirdiği bir darbe olduğu şeklindeki algılama bizi çok yanıltır. Darbeye kalkışan örgütün sadece ordu değil devletin tüm kurumlarında örgütlendiği, devletin her kurumu için bir imam atadığı, kendisine "imam" unvanı verilmiş imamlıkla ilgisi olmayan bu imamlar arasında bir hiyerarşinin oluşturulduğu, tamamen ortaya çıkarılamayan bu örgütlenmenin Türkiye'nin ekonomik ve sosyal yapısında daha ne gibi maliyetler doğuracağını tam olarak bilmiyoruz. Darbeye teşebbüsü isteyen süreçteki, özellikle kamu yönetimindeki uygulama süreçlerinin ve elde edilen rakamsal verilerin çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Afrika başta olmak üzere son yıllarda açılan büyükelçilikler ve temsilciliklerin faaliyetlerine, Anadolu kaplanlarının ihraç kapasitelerindeki ani değişikliklere ve özellikle 15 Temmuzdan sonraki düşmelere, ihracattaki ani pazar kayıplarına çok ayrıntılı çalışmalar yaparak mutlaka ve mutlaka bakmak zorundayız.

Darbe teşebbüsünü izleyen süreçte bizim sürekli olarak gözümüzü diktiğimiz vergi gelirlerinde sanki bunun işaretlerini görür gibi olduk. Katma değer vergisinde tahsilat oranı yüzde 48'lere yani yüzde 50'nin altına kadar düştü. Bütün bunlardan mutlaka bir sonuç çıkarmamız gerekmiyor ama buralarda gerçekten böyle bir sonuç var mıdır, yok mudur diye mutlaka ve mutlaka bakmamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, bu bütçenin yapılması sırasında ikinci göz ardı etmeyeceğimiz husus, ülkemizin bir ateş çemberi içerisinde olması. Ülkemiz, sınır güvenliği ve Orta Doğu'nun yeniden biçimlendirilmesi nedeniyle sıcak çatışmaların eşiğinde, bu çatışmalara girme riskiyle karşı karşıya. Buradan kaynaklanacak sorunların mali yükü konusunda elbette kesin bir kestirimde bulunamazsınız ancak böyle bir harcamanın muhtemel olduğunu, kademe kademe bu olayların gelişme ihtimaline karşı bütçemize bir B planı daha hazırlamamız gerekliliğini buradan hepinize hatırlatmak isterim, bunu göz ardı edemezsiniz. Kaldı ki ülkemizde terör nedeniyle zaten ne zamandan beri bir çatışma içerisindeyiz. Bu ve yeni unsurları dikkate aldığımızda, bu bütçemizde bir B planı daha yapma gerekliliğini sizlerin bilgisine sunmuş oluyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçemizin değerlendirilmesinde normal bütçelerde olmayan üçüncü bir konu da ülkemizin şu anda olağanüstü hâl uygulaması içerisinde olması. "Zaten olağanüstü hâl uygulaması içerisindeyiz, kanun hükmünde kararnamelerle her şey istenildiği gibi yapılıyor, bu bütçenin ne manası var? Bu bütçenin geçerliliği ne olacak?" diye düşünülebilir, düşünülmesi de yanlış olmaz ancak bu bütçenin önemini daha fazla artırır. Bu bütçede keyfîlikler nedeniyle yeniden mali disiplinin bozulduğuna ilişkin veya bozulma olasılığının olduğuna ilişkin her algı, her sinyal büyük bir hızla değerlendirilmeli. Asıl, bütçeyi uygulayanların bu kararnamelerle yapılacak olan düzenlemelere bu açıdan çok daha hassas bir şekilde bakmaları gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, 2017 bütçe uygulama dönemini etkileyecek hususlar sadece bu üç konudan ibaret değil. Dünya da 2008 yılında girmiş olduğu krizden çıkamadı ve galiba da 2008 yılının teğet geçen sonuçlarını önümüzdeki süreçte yaşayacak gibi gözüküyoruz. Genellikle neoliberal, Kopenhag kriterci yaklaşımlar ülkemizi değil, tüm dünyayı ciddi toplumsal yıkımın eşiğine getirdi. Dış borca bağımlı, tüketime dayalı ve istihdam yaratmayan ekonomi politikalarının yarattığı sorunlar dünya ekonomileriyle birlikte ülkemizi de tehdit eder hâle geldi. Çok övündüğümüz büyüme rakamlarına ihracatın, yatırımın ve tüketimin katkılarına bakarsanız ne demek istediğim daha net anlaşılır.

Değerli milletvekilleri, 2016 yılı gayrisafi yurt içi hasıla artışına baktığınızda, bunun içerisinde ihracatın payı eksi 1,1 -ihracatın katkısı yok- yatırımın payı 0,2; sadece tüketim yüzde 4,5. Eksi rakamlarını çıkarsanız da gayrisafi yurt içi hasıla artışı 3,2.

Burada size 1974 yılıyla ilgili bir hatırlatma yapmak istiyorum: 1974 yılında birinci petrol şokunda Türkiye, üretimi için, fabrikaların üretimi için ihtiyaç duyduğu yarı mamul maddeleri yurt dışından ithal edemediği için, bunun için döviz yaratamayan bir ekonomi olduğu için çöktü, asla unutmamalı. Petrol giderlerini falan karşılamaması olgusu petroldeki aşırı artıştı birdenbire; 8 dolardan 40 dolarlara çıktı, daha sonra 100 küsur dolarlara çıktı, o ayrı bir olay. Ama, bir ekonomi eğer bütün üretimini yüzde 80'ini, 85'ini dışarıdan ithal ettiği girdilere bağlar ve de döviz kazanamazsa eğer, bunları ithal etmek için döviz kazanamazsa işte bu olay bir felaket olur. İnşallah böyle bir felaketle karşı karşıya gelmeyiz ama bunları kesinlikle göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Bu durumda, sadece tüketerek büyüyoruz. Peki, tüketimin kaynağı ne? Bunun için tasarruf oranlarına bir bakmamız gerekiyor. Orta Vadeli Plan'ınızda bizim 2016 yılındaki tasarruf oranımızın yüzde 13,5'e gerilediğini görüyoruz, yüzde 13,5. Hâlbuki bunu 15,6 olarak öngörmüştük 2016 bütçesi için, daha mürekkebi kurumamış olan bir bütçe. Hâlbuki bu dönemde dünya ortalaması yüzde 25,4; dünya ülkeleri ortalama olarak yüzde 25,4 tasarruf ederken Türkiye yüzde 13,5 tasarruf ediyor. Gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 31,2'ye çıkıyor, Asya'nın gelişmekte olan ülkelerinde yüzde 41,3 oluyor, Avrupa'nın gelişmekte olan ülkelerinde -Polonya'sında, Romanya'sında, Bulgaristan'ında, vesaire- yüzde 17,7. Polonya, Romanya, vesaire, bütün onların hepsini dikkate aldığınızda 17,7; buna karşılık 13,5.

Değerli milletvekilleri, bu tasarrufun içinde kamunun payının sadece 2,7 olduğunu da bu arada özellikle dikkatlerinize sunmak istiyoruz. Özel tasarruflar düşüyor, kamu tasarrufları da yerinde sayıyor, hatta o da düşüyor. Bu durum karşısında ne yapılır? Kuşkusuz, büyümenin finansmanı için dış kaynağa ve yabancı sermaye girişlerine bağlanmış bir ülkede pek fazla seçenek kesin olarak olmaz çünkü bu açıdan da deniz bitmek üzere. Sermaye girişi yıllık 50 milyar dolarlara kadar çıkmışken şimdi 20 milyar dolara kadar düşmüş vaziyette, yavaşladık. Oysa, Türkiye'nin sağlıklı ve istikrarlı büyümesi için yatırımı sürdürmesi gerekiyor, bu yatırım için de kaynağa ihtiyacı var.

Zaten ülke yeteri kadar borçlandı, gırtlağına kadar borçluyuz. Merkez Bankası verilerine göre Temmuz 2016 itibarıyla reel sektörün yabancı para borçlarının toplamı 308 milyar dolar. Elimizdeki en resmî veri bu olduğu için kullanıyorum; daha sonra 314 milyar dolara kadar çıktı, indi, onu biliyorum. Şirketler kesiminin yabancı para borçları Türk lirasından çok çok daha fazla. Daha da önemlisi, şirketler kesiminin döviz riski 200 milyar doları buldu. Bu çok yüksek bir risk; sadece şirketler kesimi değil, bankalar için de, ekonomi için de bir tehdit.

Özel sektörün son yıllardaki sabit sermaye yatırımlarındaki yavaşlama artık gözle görülür bir durumda, bunu inkâr etmek mümkün değil. Bankacılık sektörü kendisine göre, son açıklamalarıyla, desteklemeye çalışıyor bunları, desteklemeye çalışıyor, öyle bir niyet görüyorsunuz, Sayın Başbakanın tehditlerinden öte böyle bir olgu olduğunu da görüyorsunuz çünkü kredilerdeki büyüme hızlı büyük bir hızla sıfıra doğru yaklaşıyor, kredi talep eden yok. Kredi talep eden olmadığı gibi şu anda yüzde 2'ler düzeyine kadar indi, mevduatın artış hızı da sıfır, değerli arkadaşlar, sıfır, mevduat artmıyor. "Faizleri sürekli düşürelim." derken bunun başka bir etkisinin de olabileceğini hesaplamak gerekiyor. Şu anda mevduatın büyüme hızı sıfırlara kadar inmiş. Bankalar neredeyse varlıklarının tamamına yakın bir kısmını şüpheli alacakları nedeniyle karşılık ayıracak hâle geliyorlar. Bunları görmemezlikten gelemezsiniz. Bu durumda yatırımlara gidecek olan kaynağı yaratmanız çok zor. İşsizlik artacak, genel işsizlik yüzde 11'lere kadar dayanacak, genç işsizlik yüzde 20'leri aşacak. Neoliberal politikaların gereği olarak devletin ekonomiden elini çekip üreten ve öncü olmaktan çıkmasıyla, zaten geri kalmış bölgelerde bu yıkım kendini çok daha fazla hissettirdi, herkes kentlere yığılıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, "Bu kısır döngüden nasıl çıkılır?"ı hepimizin birbirimize sorması gerekiyor; nasıl çıkacağız? Ekonomistlerin hepsinin oy birliğiyle, diğer arkadaşlarımızın da kesinlikle yaşamlarından çıkarttıkları sonuçlarla diyecekleri olay, bana göre, "Öncelikle büyüme modelimizi sorgulamak zorundayız." olmalı.

Kamu tasarruf üretmiyor, özel kesim tasarruf üretmiyor. Borç alıp yatırım yapmaya çalışıyoruz, onlar da azalıyor çünkü dövizde ortaya çıkacak olan yükümlülükler nedeniyle hiç kimse dövizle borçlanmaya cesaret edemiyor. Bütün ekonomimizi bağladığımız inşaat ve konut sektöründen yeniden sisteme geri dönüş olmuyor değerli arkadaşlar. Binlerce liraya, yüz binlerce liraya, hatta milyarlarca liraya daireler satılıyor, şu oluyor, bu oluyor, sisteme dönüş yok. Elde edilen paralar bir yerlere gidiyor. Bunu görmemezlikten gelemezsiniz veya "Farkına varmadık." da denilmesi mümkün değil. Sizin desteklediğiniz, dinamo sektörü olarak dediğimiz bir sektörümüz üretmiyor, sisteme geri dönmüyor buradan bir kaynak ama bankalardan, her taraftan harıl harıl krediler vesaireler buraya akıyor.

Değerli arkadaşlar, borca bağımlı, tüketime dayalı istihdam yaratmayan ekonomi politikalarının yarattığı sorunlar gerçekten kolay kolay çözüleceğe benzemiyor, bunu çok ciddiye almamız gerekiyor. Ve özellikle de yeniden yatırımla ilgili ve yarattığımız bütçe dışı fazlayla kamusal tasarrufları artırmak suretiyle... Kamusal tasarrufların sadece bireysel emeklilik sigortası ya da asgari ücretteki sigortalılık tavanını 7,5 kata çıkarmayla sağlanamayacağını da öncelikle bir kabul edelim. Başka çözümler bulmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bütçemizde "bütçe dışı fazla" olarak koyduğumuz rakamlar tasarrufun bir karşılığı değil. Başlangıçta onları gördüğümüz zaman seviniyoruz, "Aa, bütçemiz bayağı fazla vermiş, çok iyi bir olay." diyoruz. Örneğin 2017 bütçesinde faiz dışı fazlamızın 10,7 milyar lira olduğunu görüyoruz, diyoruz ki: "Güzel, bütçede en azından faiz dışı olarak böyle bir fazlamız oluşuyor." Ancak, bu arada bir şeyi gözden kaçırıyoruz, değerli arkadaşlar, o da IMF tanımlı faiz dışı fazla konusu maalesef bizim verilerimize uymuyor. IMF -tabii, artık IMF değil, bütün dünya ve borç verenler de böyle diyor- diyor ki: "Bir ülkenin bu kapasitesini belirleyebilmek için bir defalık gelirlerinin sanki sürekli elde edilecekmiş gibi bütçeye konulması bir anlam ifade etmez." Yani özelleştiriyorsanız, varınızı yoğunuzu satıyorsanız bir defalık bu gelirler gerçek anlamıyla faiz dışı fazlanın hesabında dikkate alınmıyor. Merkez Bankası aşırı kâr edip de birdenbire size milyarlarca lira aktardığı zaman bunu da saymıyor. O zaman bu rakamları çıkartıyorsunuz. Sizin giderlerinizi vergi gelirlerinizle karşılama kapasiteniz ne kadar, buna bakılıyor. Karşılıyorsanız, tamam, iyi ülkesiniz, açık vermiyorsunuz; karşılayamıyorsanız işte orada iniş başlamış oluyor. 2017 yılı için özelleştirme gelirlerini çıktığımız zaman, artık bütçemiz faiz dışı fazla vermiyor, şu yapacağınız bütçe faiz dışı fazla vermiyor, 2,3 milyar açık veriyor, diğer bütün verilerin hepsinin de olması karşılığında. Merkez Bankasından elde edilecek gelir bunun içerisindeyse, tam olarak göremediğimizden onu inmedik, onu da eklersek eğer onun içerisine büyük bir ihtimalle 3,5 milyar civarında falan net bir açıkla karşı karşıyayız. Bütçe açığımız da bu durumda 59,8 milyara kadar yükselmiş oluyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, olay bu, bu gerçeği göz ardı etmemek gerekiyor. Daha fazla rakamlara boğmadan...

Peki, "Bu ülkede yapılan yatırımlar, şunlar bunlar nedir?" olgusunu elbette ki sizler sormuyorsunuz tabii; Plan ve Bütçe Komisyonunun üyelerisiniz ancak yurttaşların hepsi soruyor. Biz büyüme modelimizi sorgulayalım diyoruz ama şu anda dev gibi Deli Dumrul yatırımlarımız var; geçenden 110 lira, geçmeyenden 500 lira alıyoruz, hatta geçmeyenleri yakında hapse de atacağız. Bu yatırımlardan dünyanın en derin deniz tünellerini açarken, büyükşehir hastanelerini yaparken demek ki bizim programımızın doğru bir program olması gerekiyor. Büyümeyi veya büyüme programımızı yeniden gözden geçirmenin bir anlamı yok diyebiliriz. Bizim şimdiye kadar Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışmadığımız hep bu oldu. Siz bu saydığımız yatırımları önünüzdeki bütçelerde görüyor musunuz? Görmüyorsunuz çünkü bunlar devletin yatırımları değildi. Bunlar 1980'li yılların başında Dünya Bankasının yaratmış olduğu yeni bir finansman yöntemi veya finansman politikası çerçevesinde yaptırılan işler. Kamunun gereksinim gördüğü işlerin yatırımını özel sektör yapacak, sonra onu işletecek, para kazanacak, sonra kamuya devredecek. Yapılışı itibarıyla iyi, yapılışı itibarıyla, teoriği itibarıyla doğru. Peki, buralardan para kazanmazsa ne olacak? Hemen bu bunun arkasından geliyor. Bu durumda diyor ki: "Tamam, ben bunu yapayım ama buradan, gerçekten, örneğin köprüden şu kadar araç geçmezse, hastaneye şu kadar insan gelmezse, yaptırdığımız yurda şu kadar öğrenci gelip yatmazsa ne olacak?" İşte o durumda garanti veriyorsunuz ve bu garantiler belirli bir süre sonra sizin bütçenize yansıyor. Başlangıçta kararının verilmesi sırasında yansımıyor, ihalenin yapılması sırasında ortaya çıkan maliyetler, geri dönüş veya karşılanacak olan geçiş sayılarıyla ilgili hiçbir ilginiz yok ama maliyeti belirli bir süre sonra size yeniden geliyor ve yansıyor. Biz bunu şimdiye kadar pek tartışmadık, buralarda tartışmadık. Gerçek maliyet konusunda da, sizi temin ederim, bir veriye de ulaşamadık. Devlet de ulaşamadı galiba ki sonuç olarak devlette de çok yakınımız var, Sayın Maliye Bakanı en yakınımız en azından, ona sorup ondan almamız gerekiyor. Yok ortalıkta böyle bir veri. Çünkü, bu şekilde girmiş olduğumuz taahhütler nedeniyle gelecek süreçlerde ne kadar ödeyeceğimizi, bir şeyi bilmiyorduk. 2015 yılında Muhasebat Genel Müdürlüğü bir tebliğ yayınladı. Bu şekilde ortaya çıkacak yükümlülüklerin altta nazım hesaplarda, bilançonun altında nazım hesaplarda gösterilmesi gerektiğini söyledi; kutluyorum, çok geç kaldı ama kutluyorum. Bu çerçevede, Sayıştayın uygunluk bildiriminde de ilk sonuç alındı.

Tabii, bu arada, hiçbir şekilde görülmeyen başka veriler de var bu bütçenin içerisinde yani tek garanti verilmiyor, geçme garantisi falan verilmiyor. Belirli bir süre sonra olay ilerledi, bu dev yatırımların yapılması için dışarıdan kaynak bulmak gerekti, o kaynakları bulmak için de birisinin garanti vermesi gerekti. Hazinenin garantisi olmadan, devletin garantisi olmadan hiç kimse kalkıp da orada "Biz köprü yapıyoruz ya. Buradan geçecek olan insanlardan zorla bu paraları alacağız nasıl olsa, devlet bizim arkamızda, dolayısıyla, bunları öderiz."e inanmıyor kimse, "Hazine garanti versin." diyor. İşte bunu siz bütçenizde görüyorsunuz. 2017 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın o 20'nci sayfasına bakarsanız eğer -12'nci madde, orada çok net bir şekilde- Hazinenin vereceği garantiler artık burada yer almaya başladı. Ama yine de bir istisnamız var yani bu olayları derleyip toparlamakta onun için inanılmaz derecede zorlanıyoruz. Bu tebliğin çıkmasından önce verilmiş olan garantilerde "Buradaki limitler dikkate alınmaz." diye bir uygulama var. Bu sene içerisinde KİT'lere, belediyelere, vesairelere Hazine 4 milyar dolar garanti verecek, güzel. Onun dışında, toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 1'ine kadar -yani aşağı yukarı 6,4 milyar lira yapıyor- o kadarlık da iç borçlanma senedi ihraç edecek. Bunları büyük ölçüde bankaların kullanmış oldukları veya vermiş oldukları kredilerin bir nevi geri dönüşü gibi kullandıracak, başka çaresi yok çünkü, başka türlü kullanılacak bir olay değildir o. Diğer taraftan, bir de (3)'üncü fıkrasına göre, bu yıl içerisinde, daha önce verilenler hariç -üçüncü köprü, Körfez Geçişi, şehir hastaneleri, Boğaz Tüp Geçişi vesaireleri falan hariç, bunun içerisinde yok- onlar için de ayrıca 4 milyar dolar daha Hazine garantisi verecek.

Bu şekilde garantileri veriyoruz, güzel, yapılıyor, seviniyoruz. "Dünyanın en derin tüneli." diyoruz, "En geniş köprülerinden biri." diyoruz. Geçildiği zaman da gerçekten insan keyif alıyor, "Yapanlardan Allah razı olsun." diyor geçerken. Ödemeye geldiği zaman tüyleri diken diken oluyor, sorun orada.

Şimdi, buralardan geçiş garantileri nedeniyle Karayollarının üstlendiği, Devlet Hava Meydanları İşletmesinin üstlendiği yolcu garantileri, geçiş garantileri var ayrıca; bunlardan gelecek olanı bilmiyoruz, ne geleceğini kesin bilmiyoruz. Bu sene, işte, Sayıştayın bu raporunda hiç değilse Karayolları Genel Müdürlüğüyle ilgili olarak denetim raporunda iki tane konuya yer verilmiş iki projeyle ilgili. Gebze-Orhangazi-İzmir Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Projesi'nde verilen toplam garanti tutarı, değerli arkadaşlar, 40 milyar 99 milyon, o kadarlık garanti verilmiş, "Bu kadar insan geçecek." demiş. Bu rakam ayrıca enflasyon oranında sürekli olarak güncellenecek.

Kısacası, Körfez Geçişi ve otoyol bağlantı yolları nedeniyle vermiş olduğumuz garanti toplamı gelecekte bize... İnşallah gelmez. Ekonomimiz müthiş şekilde canlanır, oradan tahminlerin üstünde geçiş olur, şu olur bu olur vesaire olur, o ayrı bir olay ama olmazsa maliyeti bu.

Aynı şekilde, Kuzey Marmara Otoyolu Projesi, Üçüncü Boğaz Köprüsü dâhil. Sayıştay raporuna göre, verilen toplam talep garantisi tutarı 16 milyar 700 milyon. İki proje için verdiğimiz garanti tutarı 56 milyar 800 milyon.

Şimdi, yaptığınız bütçeyle ilgili olarak neleri ıskalıyoruz, neleri kontrol ediyoruz, neleri kontrol edemiyoruz konusunu sanıyorum net olarak ortaya koyabildik. Net olarak koyamadık da en azından ortaya koymaya çalıştık, çünkü bütün bu projeleri falan bilmiyoruz.

Değerli arkadaşlar, Dünya Bankasının yaratmış olduğu bu finansman modeli, "1980'li yıllarda dedi." biraz önce ama aslında 1980'li yıllarda falan değil, neredeyse iki yüz sene önce başlıyor. İstanbul'daki tünel -dünyanın en kısa tüneli yani Guinness Rekorlar Kitabı'na giren tüneli- ve tramvay hatları, Haydarpaşa Limanı gibi bir sürü yatırım aynen bu yöntemle yapılmış; yap-işlet. Sonucu ne olmuş? Allah bir daha göstermesin, Düyun-ı Umumiye. Yani "Tek bir kuruş para cebimizden çıkmıyor, ne güzel tünel yaptırdık, tramvaylar çalışıyor, Haydarpaşa Limanı'mız var, işletiliyor." derken o zamanın padişahları, onların borçlarını daha sonra genç cumhuriyet kapatıyor. Suimisal misal olmaz, bunu suimisal olarak kabul edelim. Ama biz bu filmi görmüşüz, biz görmesek bile büyüklerimiz görmüş, görmüşüz. Bu tür olaylardan kesin olarak çıkan sonuçlar konusunu incelediğiniz zaman, böyle bir teklifle gelindiği zaman tüyleriniz diken diken olur. O nedenle, daha önceden gelen projelere... 1980'de başladı, rahmetli Özal'la başladı bunlar. O zamandan bu zamana 180'e yakın proje yapıldı. Büyük bir kısmı 2002'den sonra yapıldı, ayrı bir olay ama yapıldı bu projeler. Ama, şimdiye kadar bütün örneklerin hepsiyle ilgili karşılaşılan sorunları göz önüne aldığımızda, bizim gelecekle ilgili olarak bu bütçe içerisinde ciddi anlamda bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Mehmet Şükrü Erdinç geçti)

BAŞKAN - Sayın Temizel, yirmi yedi dakika oldu, sürenizi kesmedim, bilginiz olsun.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Çok teşekkür ederim, sağ olun. Özür dilerim o zaman. Ben süreye uymaya çalışacaktım.

BAŞKAN - Toparlarsanız memnun oluruz.

Buyurun.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şimdi, değerli arkadaşlar, bir bütçe kanunu yapıyoruz. Bütçe kanununun, ciddi anlamda sorunlarla boğuşacak bir ülkenin mali yönetiminin temeli olduğunu da biliyoruz. Sorunların sadece birkaç tanesine değinmek suretiyle nelerle karşı karşıya kalacağımızı anlatmak mümkün değil. Ancak, ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunlarda klasik bütçe ve klasik yatırım tanımlarına dayanarak, bunlarla sınırlı kalarak bu bütçenin yeterli olmayacağını düşünüyorum. Hem esnekliğinin hem de şeyler arasındaki değişikliklerini dikkate alarak uygulanabilecek ikinci bir çalışmanın, özellikle Maliye Bakanlığı tarafından yapılması gerekiyor bu, onun tarafından yapılacağını umuyorum.

Nasıl olsa bu değerlendirmelerimize diğer bütçelerde de devam ederiz diyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Temizel.