| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 25 .11.2014 |
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; ben de Maliye Bakanlığı 2015 Bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım, bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan önce Sayın Bakana iki konuda teşekkür sunmak istiyorum. Birincisi, hiçbir bakanın yapmadığı ve sizin yaptığınız... Bakanlıklar sunuş konuşmalarında hep böyle 100 sayfalık kuşe kağıtlarına yazılmış, resimlerle süslenmiş... Çünkü, parayı onlar kazanmadığı için, paranın nasıl harcandığını bilmedikleri için lüks sunuş konuşması hazırlarlar. Sizin ki son derece mütevazı çünkü Maliye Bakanlığı parayı zor topladığı için harcamayı da zor yapıyor, bu konuda teşekkürümü sunuyorum.
İkinci teşekkürüm de, hiçbir bakan bugüne kadar yapmadı, bir tek siz yaptınız. Sunuş konuşmanızda, bir önceki bütçenin sunuş konuşmasında bizim yapmış olduğumuz eleştiriler ve sorularımızı da, Sayıştayla ilgili, onları tek tek bugünkü konuşmanızda dile getirdiniz, bu bakımdan da size teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, değerli Komisyon üyeleri; Bütçeyi hazırlayan, kamu harcamalarını koordine eden ve kamu gelirlerini toplayan bir Bakanlık olması dolayısıyla, Maliye Bakanlığı bütçesi ile ilgili olarak, gerek süre sınırı ve gerekse de bütçe geneli üzerinde dile getirdiğim hususlarda tekrara düşmemek için temel bazı noktalara değinmek istiyorum.
"Bütçe ve kamu mali yönetimi" denince ilk akla gelen, Maliye Bakanlığının yetkilerine paralel olarak sorumlulukları da vardır. Bu sorumluluklardan birincisi bütçe hakkına ve mali yönetim mevzuatına uymaktır. Ancak, Bakanlığın, 2013 yılı Sayıştay raporuna baktığımızda kimi yanlışların olduğunu görmekteyiz. Denetim tespitleri içinde, kamuya ait taşınmazların kayıt işlemlerinin yapılmamış olması, bu taşınmazların muhasebe kayıtlarına ve mali tablolara doğru yansıtılmaması gibi hususlar olduğu gibi, kiraya verilen kıyı alanlarında mevzuata aykırı tesislerin yapılarak ticari amaçlı işletildiği ve tesislerin usulsüz şekilde kullanımına devam edildiği gibi önemli tespitler de bulunmaktadır.
Bir diğer önemli tespit ise yedek ödenekten yapılan aktarmaların tamamının kamuoyuna açıklanmamasıdır. 5018 sayılı Kanunun 23'üncü maddesinde ödenek yetersizliği veya öngörülmeyen hizmetler için genel bütçe ödeneklerinin yüzde 2'sine kadar Maliye Bakanlığı bütçesine yedek ödenek konulabileceği ve mali yıl içinde yedek ödenekten yapılan aktarmaların tür, tutar ve idareler itibarıyla dağılımının yılın bitimini takip eden on beş gün içinde Maliye Bakanlığınca ilan edileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak, Bakanlık, 2013 yılında yedek ödenekten yapılan 38,3 milyar Türk lirası aktarmanın yerine sadece başlangıç ödeneği olan 949 milyon TL'yi kamuoyuna açıklamıştır. Yedek ödenek tutarının kanuni sınırının çok üzerinde, bütçenin yaklaşık yüzde 9'una ulaşması Bütçe Kanunu'nun 6'ncı maddesine dayansa da kanunilik bu durumu hukuki yapmamaktadır. Evet, yedek ödeneğin bu düzeye gelmesi 5018 sayılı Kanun'dan kaynaklanmış olsa bile bir şekil şartı sonucu olup, aktarılacak paranın önce yedeğe alınması zorunluluğun getirdiği bir sonuçtur. Ama ne olursa olsun böyle bir görüntü verilmemesi için 5018 sayılı Kanun'da değişiklik yapılması kanaatindeyim.
Bununla birlikte, şekli ne olursa olsun yedek ödenekten çıkan her ödeneğin kime, ne kadar, niçin aktarıldığının yıl sonunda açıklanması hem kanun gereği hem de şeffaflığın gereğidir. Burada hukuksuz ve gizli bir iş olmadığına göre yedek ödenekten yapılan aktarmanın tamamının açıklanmaması doğru bir yaklaşım değildir. Tüm bunlardan önemli olanı ise, bütçe ve kamu mali yönetiminden sorumlu olan Bakanlığın uygulamalarıyla diğer kurumlara örnek olması gerekliliğidir. Başta siz uyacaksınız ki diğer kamu idareleri de uysun.
Kamu gelirlerinin temelini oluşturan vergilerin içinde gelir ve servet üzerinden alınan dolaysız vergilerin çok düşük oluşu ekonominin hâlâ ciddi ölçüde kayıt dışı olduğunu göstermektedir. Şüphesiz kayıt dışı ekonomi mücadelesinde yeterince mesafe alınamamasında vergi bilincinin oturmayışı, denetimde yetersizlikler ile vergi mevzuatının eski ve karışık oluşunun önemli payı bulunmaktadır.
Özellikle son dönemde ön plana çıkan vergi denetimine parantez açmak istiyorum. Vergi denetimi, siyasal bir sopa değil mali bir araçtır. Denetimde amaç sadece vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi olmalı. Mükellefler adil, objektif ve bağımsız şekilde değerlendirilmelidir. Aksi durum, vergi denetiminin de, vergi müfettişinin de ciddiyet ve saygınlığına zarar verecektir. Diğer husus olan vergi mevzuatının eski ve karışık olması da önemli bir sorun ve burada da mesafe alınamamaktadır. İşte yıllardır gelir vergisi reformu dendi, yasalaşmadı; şu an komisyonda ve büyük ihtimalle kadük kalacak. Zaten tasarıda reform adına bir şey de yok, bu hâliyle yasalaşsa ne olacak, o da ayrı. Vergi Usul Kanunu, tıpkı gelir vergisi gibi elli yıllık ve sürekli yamalarla ayakta duruyor ama hâlâ ortada yeni vergi usul kanunu tasarısı yok. Oysa vergiye uyumda sade, basit ve çağdaş normların gerekliliği yadsınamaz.
Bütün bunlar on iki yıllık AKP döneminde de yapılmadığı içindir ki, hâlâ dolaylı vergilere dayanan bir vergi sistemimiz var. Aslında Türkiye'de vergi yükü yüksek değil, OECD ve Avrupa Birliği ülkelerinin altında, millî gelirin yüzde 27-28'i. Ama ülkemizde vergi kompozisyonu çarpık. Bakınız, vergi gelirlerinin üçte 2'si harcamalardan elde edilirken, gelir üzerinden alınması öngörülen vergiler toplamı, 2015 yılı için öngörülen millî gelirinin sadece yüzde 6'sı, oysa Avrupa Birliği ortalaması ise yüzde 13. Yine, beyana dayalı gelir vergisi öngörülen vergi gelirlerinin yüzde 1,1'i yani sadece 4,3 milyar Türk lirasıdır; oysa aynı dönem için öngörülen özel iletişim vergisi ise 4,7 milyar. Evet, şimdi anlaşılıyor mu AKP'nin 2004'te kalıcı hâle getirdiği özel iletişim vergisinden neden vazgeçemediği? Bakınız, sırf özel iletişim vergisinden gelen para 2003-2013 arası 40 milyar ve 2014 sonu itibarıyla bu tutar 44,6 milyar Türk lirası olacak. Yani, vergi toplanamayan bir ülkede özel iletişim vergisi büyük bir gelir kaynağı hâline dönüşmüştür.
Bütçenin gider ayağında ise, karşımıza yine kamu harcama reformu yapmanın zarureti bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Kalkınma için tasarrufa ve yatırıma ihtiyaç duyan ülkemizde kamu harcamalarının etkin ve verimli olmasını sağlamak için gerek bu harcamaların rasyonelleştirilmesi, gerekse de özellikle cari harcamaların disipline edilerek israfın önlenmesi önem arz etmektedir. Zira, bugün bakıyoruz ki, kamuda faiz dışı giderler ha bire artıyor, cari harcamalardan kısıntı olmuyor, verimsiz harcamalar, israf devam ediyor. Faiz ödemeleri, SGK açığı gibi transfer harcamalarını da düşündüğümüzde kamuda tasarruf yapılacak geriye sadece yatırımlar kalıyor. Yatırım harcamalarından yapılacak tasarruf ise bugün Türkiye'nin en az ihtiyaç duyacağı şey.
İzninizle AKP döneminde çok fazla ön plana çıkan özelleştirme ile ilgili birkaç hususa da değinmek istiyorum. Ülkemizde 1986'dan bu yana toplam 60,2 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştır. Bu özelleştirmenin 52 milyar dolarlık kısmıysa AKP dönemine aittir. Tabii ki, 52 milyar dolarlık bir özelleştirme geliri Türkiye gibi bir ülkede ciddi bir gelirdir ve AKP bunu kullanmıştır. Ki, maliye teorisinde, bir olağanüstü borç yönetimi şekli olarak sayılan kamu varlıklarının satılması yani özelleştirme kamu borcunun düşürülmesine de katkıda bulunmuştur. Özelleştirmedeki bu AKP performansında likiditenin bol olduğu dünya konjonktürü kadar AKP İktidarının kuralsız, hukuksuz gözü kara özelleştirme anlayışının da ciddi payı bulunmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Hemen bunu size delillendirmek isterim. AKP döneminde yapılan bazı büyük özelleştirmeler idari yargıca iptal edilmiş, bunun üzerine AKP Hükümeti, özelleştirmelerin üzerinden beş yıl geçtikten sonra mahkemelerin vereceği iptal kararlarının uygulanmayacağı yolunda bir Bakanlar kurulu kararı çıkardı. Bu bariz hukuksuz karar Danıştay tarafından iptal edildi. Bunun üzerine AKP yılmadı, bu kez bu hukuksuz hükmü bir kanun maddesi hâline getirerek idari yargıyı baypas etmek istedi. 2012'de yasalaşan 6300 sayılı Kanun'un Genel Kurul görüşmeleri sırasında AKP'nin bir gece yarısı operasyonuyla, bir önergeyle Bakanlar Kurulu organına özelleştirilme sonrasında yargı organı tarafından verilen veyahut da verilecek olan yargı kararlarını uygulamama ve yargı kararlarının yerindeliğini denetleme, hatta yargı kararları yerine geçecek işlemler tesis etme yetkisi verildi. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi konuyu Anayasa Mahkemesine taşıdı ve mahkeme 3 Ekim 2013'de söz konusu düzenlemeyi iptal etti. Bizler "Bu hukuksuzluklar nasıl ortadan kaldırılır?" diye beklerken, AKP yine şaşırtmadı ve bu kez aynı kanun hükmünü geçtiğimiz eylülde çıkan 6552 sayılı torba kanuna, hani şu "Soma kanunu" diye geçen ve çuvala dönüşen kanuna koydu. Peki ne oldu? Tahmini zor değil, Anayasa Mahkemesi, bir ay dahi geçmeden, yine partimizin müracaatıyla, 2 Ekim'de söz konusu hükmü yine iptal etti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Ama Hükûmet buna da inat edecek, mutlaka yeni bir şey, bir yol bulmaya çalışacak.
Diğer bir inat örneği ise kamu ihale mevzuatına yöneliktir. İhale mevzuatı, kamu adına harcanan paraların şaibesiz ve şeffaf kullanılmasını temin ettiği gibi, kamu harcamalarını kontrol altına alabilmek ve bu harcamaların etkinliğini sağlayabilmek açısından da önem arz ediyor. AKP Hükûmeti, bugüne kadar sayısız kanun değişikliği yapmış ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nda "u" harfine gelen istisnalar için neredeyse alfabede harf kalmamıştır. Hükûmet böyle yaptığı içindir ki, Sayıştay raporlarına yansıdığı üzere, bazı kurumlar da ihale mevzuatını önemsememekte, ona uymamaktadır. Bu durum ne şeffaf bir hukuk devleti ne de çağdaş kamu mali yönetim anlayışıyla bağdaşmaktadır. En iyisi, Kamu İhale Kanunu'nu ortadan kaldıralım, Kamu İhale Kurumunu da feshedelim ki hem siz rahatlayın hem de bütün kamu rahatlasın.
Biliyorsunuz, 2014 yılı için kamu personeline 123 lira zam yapıldı. Ortalama yüzde 6'ya denk gelen bu zamla birlikte enflasyon farkı öngörülmedi. Şimdi bakıyoruz 2014 enflasyonuna, Hükûmetin beklentisi yüzde 9,4 yani memurlar açısından maaş zammı enflasyonun altında. Üstelik memur maaş katsayısı değişmediği için 2014 yılında aile yardımı, çocuk parası, ek ödeme, özel hizmet tazminatı, ek ders, fazla mesai gibi unsurlarda artış da olmadı.
Sayın Bakanım, siz başta olmak üzere pek çok AKP yetkilisi yıllardır hep şunu söyledi: "Kamu çalışanlarını enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz." Güzel ama 2014 için diyorsunuz ki "Toplu sözleşme hükümleri böyle, ne yapalım?"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlayınız.
AYDIN AĞAN AYAYDIN
(İstanbul) - O toplu sözleşmelerin nasıl yapıldığını, hangi sendikalarla nasıl pazarlık yapıldığını çok iyi biliyoruz.
Konuşmama son vermeden önce iki konuyu da dikkatlerinize sunmak istiyorum. Başkanımın da bir iki dakika ilave süre vermesini özellikle rica ediyorum.
BAŞKAN - Beşinci dakikadasınız.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Belediyelerde memur statüsünde görev yapan güvenlik personeli haksızlığa uğramakta, mağduriyet yaşamaktadır. Belediyede görev yapmakta olan güvenlik personelinin fazla mesai ücreti, her yıl, bütçenin (k) cetvelinde düzenlenmekteydi. 666 sayılı eşit işe eşit ücret kanun hükmünde kararname çerçevesinde 2013 bütçesinde bu personel için fazla mesai öngörülmedi. Oysa bu personel diğer memurların aksine haftada kırk sekiz saat çalışmakta, tatil, bayram demeden görev yapmakta. Şimdi, sormak istiyorum: Neden bu memurlara bilfiil çalıştıkları hâlde fazla mesailerini vermiyorsunuz? Fazla mesai verilmiyorsa bu çalışma Anayasa'mızda yasaklanmış angaryaya dönüşmüyor mu? Üstelik yine belediyede çalışan zabıta ve itfaiyeciler emeklerinin karşılığını alırken bu memurlar AKP'nin güvenliği özel sektöre taşere etme zihniyetinin mi kurbanı oluyorlar? Onu merak ediyorum. Bu konuda bir önergemiz olacaktır.
Sayın Bakanım, burada bir mağduriyet vardır. Bu mağduriyeti hep beraber burada, iktidarıyla muhalefetiyle giderelim.
Bir diğer husus, alkollü içeceklerde ÖTV düzenlemesine ilişkin. Sözde vatandaşları alkolden korumak için yasaklar çıkaran AKP'nin bu amaçla yaptığını iddia ettiği vergi uygulamaları aynı vatandaşı daha çok ağır alkol tüketimine sevk etti, üstelik vatandaşları düşük kalite yüksek ağır alkol içeren markalaşmamış, kalitesiz, ucuz içkilere yöneltti. Bugün, Türkiye'de biradan şarabın 2 katı vergi alınmaktayken, biranın vergi nedeniyle artan fiyatından dolayı insanlar düşük vergilendirildiği için ucuz kalan şarap tüketimini tercih etmekte. Değişen bu tüketim alışkanlığıyla içki tüketiminde alınan ağır alkol oranı yükselmektedir. Bira ve rakıda alkol derecesine göre ÖTV alınırken şarapta bu yapılmamakta, alkol derecesi artsa da aynı vergi alınıyor, üstelik şaraba dönük bu vergisel teşvik Türk şarapçılığına yaramadı. Bu teşviklere rağmen, şarap ihracatı azaldı, şarap ithalatı son on yılda 4 kat arttı. AKP'nin yanlış vergi uygulamaları sonucunda ağır alkolü daha fazla tüketen, kalitesiz, sağlıksız, riskler içeren ama ucuz içkiler vatandaşların tercihi oldu. Bu duruma yol açan vergisel düzenlemelerin gözden geçirilerek rekabete aykırı, ekonomik doğrulara ters ancak her şeyden önce insan sağlığını tehlikeye atan içkilerin üretimine zemin hazırlayan bu düzenlemeye de son verilmesi lazımdır.
Maliye Bakanlığımızın 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.