| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 25 .11.2014 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Komisyonumuz saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarımızın çok değeli yöneticileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi bir gün diliyorum.
24'üncü Dönemin son bütçesini görüşüyoruz. Bu bütçenin Maliye Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Ne yazık ki, bu bütçe de AKP Hükûmetinin son yıllardaki bütçe uygulamaları, küçük bir azınlığın mutluluk ve refahını artırmasına daha fazla katkı sağlamaya yönelik sonuçlar vermiştir, AKP Hükûmeti, gerek bütçe gelirlerini toplarken, gerekse de harcarken yoksul kesimlerden zengin kesimlere doğru çok önemli bir kaynak transferinde bulunmaktadır.
Hazine Müsteşarlığının, merkezî yönetimin bütçe dengesi ve finansmanı istatistiklerine baktığımızda, 2013 yılında devletin topladığı her 100 liralık verginin 69 lirasının dolaylı, 31 lirasının ise dolaysız vergilerden oluştuğu gözükmektedir. 2014 yılında da bu tablonun çok fazla değişmediğini ne yazık ki görmekteyiz. AKP iktidarı ek gelire ihtiyaç duyduğunda, her defasında KDV, ÖTV ve benzeri dolaylı vergilere başvurmaktadır.
Herkesin kabul ettiği gibi, nihayetinde tüketici tarafından ödenen KDV, ÖTV ve benzeri dolaylı vergiler, ödeyenlerin gelir ve servetleriyle doğrudan ilişkili olmadığı için vergilendirmede çok büyük adaletsizliklere neden olmaktadır. Dar gelirliler gelirlerinin tamamını ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla harcadığı için dolaylı vergilere dayanan bu sistem, sürekli yoksulların yani en alttakilerin aleyhine işlemektedir.
Sayın Bakan sık sık Türkiye'deki kurum kazançları üzerinden alınan vergilerin AKP iktidarı döneminde 31 puan düşürülerek, yüzde 34'e kadar indirmekle övünmektedir. Aynı ölçüde indirimi ücretler üzerindeki vergi yükünde de görmek isterdik ama ne yazık ki bunu görememekteyiz. Oysa Türkiye, asgari geçim indirimi öncesi yüzde 44,5, indirim sonrası ise yüz de 37,4'ü bulan vergi ortalama yüküyle OECD ülkeleri arasında ilk sıralarda gelmeye devam etmektedir.
Bu oranlar bize başka bir şeyi daha göstermektedir. Türkiye'de sermaye üzerindeki vergi yükü, dolayısıyla gelirinin önemli bir kısmını sermaye kazançları üzerinden elde eden zenginler üzerindeki vergi yükü, ücretlilerin üzerindeki vergi yükünden daha düşüktür ne yazık ki.
AKP Hükûmeti ücretler üzerinden daha yüksek oranda vergi alarak, sermaye kesimine, diğer bir ifadeyle zenginlere kaynak aktarmaktadır.
Kaldı ki ücretliler vergilerini kaynaktan öderken, yani yüzünü bile görmedikleri bir parayı vergi olarak devlete öderken, şirketler, çoğunlukla yasalardaki boşlukları öylesine ustaca kullanıyorlar ki milyonlarca liralık kazançları vergisiz kalabilmektedir.
Sayın Bakan, bütçe sunuş konuşmasında eşi çalışmayan 4 çocuklu bir asgari ücretlinin gelir vergisi yükünün sıfırlandığını hatırlattı. Hatta Gelir Vergisi Kanun Tasarısı'nda 3 çocuklu bir ailenin gelir vergisini sıfıra indirmeyi hedeflediklerini de açıkladı. Asgari ücretten hiç vergi alınmadığında eline yaklaşık 950 lira geçer.
Sayın Bakan, 5 nüfuslu bir ailenin bu parayla nasıl geçinebileceğini düşünüyor musunuz acaba? Kişi başına 200 liradan daha az bir kazançla, insanların daha fazla çocuk doğurmaya teşvik edilebileceğini kabul etmek asla mümkün değildir. Eğer sahiden asgari ücretliyi korumak istiyorsanız, bunun yolu çocuk sayısına göre azalan bir vergilendirmeden öte asgari ücreti brüt değil, net olarak belirlemekten geçer ve ILO normlarına göre işçiyi sadece tek başına değil 4 kişilik bir aileyi baz alarak hesaplanmalı ve asgari ücretin buna göre belirlenmesi gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milyonlarca liralık faiz gelirinin sadece yüzde 10-15 oranlarında vergilendiren, yabancıların faiz gelirinden ise hiç vergi almayan bir sistemde adaletten söz edemeyiz.
Biz bunları söylerken, Sayın Bakanın "Sermayeyi daha fazla vergilendirirsek kaçar." diyeceğini biliyorum. "Sermaye kaçar." diye vergi yükünü serbest dolaşma şansı olmayan, başka bir ifadeyle kaçma şansı olmayan işgücünün üzerine yıkmanın nasıl büyük bir adaletsizlik olduğunu artık bütün dünya gördü ve görmeye devam ediyor. Serbest sermaye hareketlerinden herkesin kazançlı çıkacağına ilişkin liberal görüşler dünyada çöktü ama bizde hâlâ yaşamaya devam ediyor.
IMF bile 2011 yılından bu yana sermaye hareketlerine denetim getirilmesini, kriz zamanlarında sermayenin aşırı sınır hareketlerinin kısıtlanmasını talep eder hâle gelmiştir. Bu Hükûmet, bırakın sermaye hareketlerini kısıtlamayı, kendi vatandaşından aldığı vergiyi yabancı yatırımcılardan alamayacak kadar uluslararası sermayeye teslim olmuş durumdadır. Uluslararası sermayenin elde ettiği kazançlardan tek kuruş vergi almaya korkan AKP Hükûmeti, kendi yoksul çalışanlarını vergilendirmek için ise küçük kurnazlıklar peşinde koşmaktadır.
"Alt gelir diliminden alınan vergi oranını düşürdük." diye propaganda yaparken, yoksulları daha fazla vergilendirmek için ayak oyunları yapıp gelir vergisi tarifesini kullanıyorsunuz. Geçen yıl gelir vergisi tarifesindeki en alt dilimi, yani yüzde 15 oranında vergilendirilen dilimi sadece yüzde 2,8 oranında artırarak 10 bin 700 liradan, 11 bin liraya çıkardınız. Bu yolla da belki Türkiye tarihinde ilk kez asgari ücretle çalışanlar yıl sonunda yüzde 20'lik vergi dilimine girdiler. Böylece, 2014 yılında ücretleri yüzde 2,8'den fazla artan ücretlilerin vergi yükünü de böylelikle artırmış oldunuz. Aynı kurnazlığı önceki yıllarda da yaptınız. Önceki yıllarda da gelir vergisi tarifesindeki dilimleri enflasyondan daha düşük oranlarda artırarak ücretlilerin üç beş kuruşuna ne yazık ki göz diktiniz.
Türkiye'de, ekonomik büyümeden zenginlerin giderek daha fazla pay alması, servetin giderek daha küçük bir azınlığın elinde toplanmasına ve dolayısıyla, eşitsizliğin hızla büyümesine yol açmaktadır. Eşitsizlik düzeyi yükselen ülkelerde siyaset de dengesizleşir ve dengesiz bir siyasetin dengesiz bir ülkeyi yönetmesi kadar da tehlikeli bir şey, maalesef, yoktur. Dengesiz siyaset ne yapar arkadaşlar, maliyeti nedir? Dengesiz siyaset mesela, maden ocaklarına yaşam odası yapmak yerine kendisine onlarca, yüzlerce odası olan saraylar yapabilir. Dengesiz siyaset mesela, ayağına giyecek lastik ayakkabı bulamayan madenci babalarının ülkesinde kendisine milyonlarca dolara özel uçaklar alabilir. Dengesiz siyaset mesela, açlık sınırını bile karşılayamayan asgari ücretten vergi alırken, keyfî harcamalarla, önceliği olmayan yatırımlarla yandaşlarının milyarlarına milyar katabilir. Dengesiz siyaset mesela, enflasyonun yüzde 10'u zorladığı bir dönemde yandaşı sarı sendikayla el ele vererek kamu emekçilerinin ücretlerine yüzde 3 zam yaparken Cumhurbaşkanının bütçesini yüzde yüz oranında artırmaktan maalesef, üzüntü duymaz, utanç duymayabilir. Dengesiz siyaset mesela, yandaşa elektrik santralı kurdurmak için yoksul köylülerin bir avuç toprağına "acele kamulaştırma" adı altında el koymaktan da çekinmez ve yüzü kızarmaz.
AKP iktidarının bu tür dengesizlikleri bu toplumunun dokusunu giderek bozmaktadır ve ekonominin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Türkiye, bu iktidarın sadece mezhepçi politikalarıyla değil bu tür dengesiz politikaları yüzünden de ortasından ikiye çatlayacak bir noktaya sürüklenmektedir. İnsanları inançlarına göre ayrıştırıp bundan oy devşirmeyi ticaret hâline getirmiş olan AKP Hükûmeti, uyguladığı gelir politikalarıyla da ülkeyi varlar ve yoklar arasında bölünmüş bir toplum olmaya doğru itmektedir. Kaldı ki, zengin kesimlere kaynak aktarımı sadece vergi politikalarıyla yapılmıyor. Bunun yanı sıra, kamu ihalelerini gerçek değerinin altında veya üstünde yandaş sermaye gruplarına kazandırarak devlete ait varlıkları piyasa fiyatlarının çok altında belli gruplara devrederek, belli gruplardan yüksek fiyatlarla devlete mal ve hizmet alımı yapılarak ve benzeri yollarla belli kesimlere kaynak aktarılmaktadır.
Benden önce Sayın Ayaydın söyledi özelleştirmeyle ilgili, başta Et Balık, SEKA, limanlar, Sümerbank, TEKEL, madenler, şeker fabrikaları, TEDAŞ, SSK hastane ve eczaneleri, TÜPRAŞ, PETKİM, TÜRK TELEKOM olmak üzere yaklaşık 130'a yakın kalem özelleştirilmiştir AKP'nin on iki yıllık döneminde.
Dünün Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın ikide bir "Seksen yılda yapılanın şu kadar fazlasını yaptık." dediği şey, seksen yılda Türkiye Cumhuriyeti devletinde yapılanın satılmasıyla elde edilen gelirlerin ürünüdür. Bu, sıkışan bir iş adamının varlıklarını satıp borçlarını ödemesine benzer aynı zamanda. Borçlar azalır ama sonunda elinde dar zamanlar için hiçbir varlık kalmaz. Türkiye'nin durumu buna benziyor. En riskli çözüm yolu ise budur. Zira, bir sonraki sıkışmanızda satacak bir şeyiniz kalmamışsa ya da gelir getiren kuruluşunuz yoksa o zaman ne yapacaksınız, bunu merak ediyorum. Bu, bazı ülkelerin yaptığı gibi iflas bayrağını çekmekten başka bir şey değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim amacımız asla zengin düşmanlığı, sermaye ve özel sektör düşmanlığı değildir. Amacımız adalet. Tabii ki, ülkemizdeki zenginlerin bir kısmı toplumumuza gerek sağladıkları istihdam gerek yaptıkları üretim ve ihracatla büyük katkılar sağlıyor. Bizim sözümüz, sırtını bu iktidara dayayıp ülkedeki her bir metrekareden rant çıkarmaya çalışanlara ve onların önüne yatıp nemalanan siyasetçileredir. Üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, 17, 25 Aralık, operasyonları, AKP döneminde bu şekilde kaynak aktarılan kesimlerin kimler olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu şekilde kaynak aktarılan sermaye gruplarının da nasıl bir diyet ödediklerini kontrol etikleri gazetelerin manşetlerine ve televizyonlarının ekranlarına yansıyan çarpık mesajlara bakarak ölçebiliriz.
Ne yazık ki, on iki yıldır bütün gücü ve iktidarı elinde tutan AKP hükûmetleri, toplumun değil, sadece kendi yararına olan politikaları uyguluyor. Kamu İhale Yasası'nın on iki yılda 30 defa değiştirilmesinin başka bir izahı acaba var mıdır? Kamu ihalelerini belli gurupların kazanması için gösterilen bunca ahlak dışı çaba hangi toplumsal yararla açıklanabilir, bunu merak etmekteyiz. Kaldı ki, AKP Hükümeti, bütçe kapsamından ve dolayısıyla da bu Meclisin denetiminden, kamuoyunun gözetiminden kaçırdığı birçok uygulamayla bu ülkenin kaynaklarını âdeta talan etmektedir. Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, şehir hastaneleri ve daha birçok proje, ileride çok büyük kamu zararına yol açabilecek yöntemlerle yandaş şirketlere ihaleyle verilmiştir. Bugünün Türkiye'si çok büyük bir kesim için, işsizlik, düşük ücret, kötü çalışma koşulları, iş cinayetlerinde her an ölüm tehlikesi, kalitesiz eğitim, kalitesiz sağlık hizmeti, adil olmayan bir adalet sistemi, güvenilmeyen bir güvenlik teşkilatı gibi anlamlar taşırken çok küçük bir kesim için ise büyük fırsatlar ülkesi olmuştur. Türkiye, bir taraftan, birkaç yüz bin kişinin yüksek duvarlı özel sitelerde yaşadığı, çocuklarını pahalı okullarda okuttuğu, yüksek kalitede sağlık hizmeti aldığı, oturduğu yerden servetine servet kattığı; diğer taraftan ise milyonlarca insanın her konuda güvensizlik içerisinde yaşadığı, sıradan bir eğitim aldığı, hastalanmamak için dua ettiği bir ülke konumuna doğru süratle sürüklenmektedir. Yan yana yaşayan fakat birbirini pek tanımayan, diğerlerinin nasıl yaşadığını tahayyül bile edemeyen, aralarındaki duvarların ha bire yükseldiği iki toplum hâline geliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Maliye Bakanlığının bütçesini görüşürken KESK'e bağlı, Kamu Emekçileri Sendikasına bağlı Büro Emekçileri Sendikasının göndermiş olduğu imzalarla ilgili de bir paragrafı okuyup bu toplanan imzaları da Sayın Maliye Bakanımıza sunmak isterim.
Gönderilen dilekçelerde aynen şunu söylemektedirler: "Gelir dağılımındaki adaletsizliğin her geçen gün daha da derinleştiği günümüzde kamu emekçilerinin kazanılmış hakları ellerinden alınmakta, maaşlara yapılan artışlar da cebimize girmeden başta doğal gaz, elektrik olmak üzere tüketim maddelerine yapılan zamlarla buharlaşmaktadır. Kamu emekçileri için ağustos ayında imzalanan toplu sözleşmede 2014 yılı için 175 TL, 2015 yılı için ise yüzde 3, artı, yüzde 3 maaş artışı yapılmıştır. 2014 Ocak ayında kamu emekçilerine ödenen ve ortalama yüzde 6'ya denk gelen net 123 liralık maaş zammı daha yılın ilk yarısında açıklanan enflasyon rakamlarının altında kalmıştır. 2 milyonu aşkın kamu emekçisi MEMUR-SEN'in enflasyon farkı talep etmemesi nedeniyle mağdur edilmiş, milyonlarca kamu emekçisinin alım gücü ve refah gücü düşmüştür.
2015 yılı bütçesi Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda, iş kolumuzda kurumlarda çalışan emekçilerin taleplerini içeren dilekçeyi Sayın Maliye Bakanımıza iletmede aracı olmanızı diliyoruz." Bana göndermiş oldukları bu imzaları da danışmanınız aracılığıyla sizlere iletmek isterim.
Son sözüm: Özellikle sunuş konuşmanızda çevreyle ilgili duyarlılığınız için Sayın Bakanım, çok teşekkür ederim. Sayın Akçay'ın dile getirmiş olduğu gibi, sadece Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanının değil, başta Sayın Cumhurbaşkanının da çevre konusunda duyarlı olmasını istiyoruz. Evet, 75 milyonluk devasa bir ülkede yeni binalara ihtiyaç var, yeni kurumlara ihtiyaç var ama bu kurumlar yapılırken doğru yerlerde ve doğru bir şekilde planlanması, hukuka aykırı binaların yapılmaması, çevreyi katleden değil, başka yerlerde yapılıp oranın da güzelleştirilmesi ve zenginleştirilmesinin doğru olacağını düşünüyorum ve bu konudaki çevreyle ilgili duyarlılığınızın daha da yükseltilmesini talep ediyorum.
2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, tüm Komisyona ve çok değerli zevata saygılarımı sunuyorum.