KOMİSYON KONUŞMASI

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Hoş geldiniz.

İstihbarata kafa yorduğunuzu ifade ettiniz, bu örgütü de "cemaat" olarak tabir edildiği dönemde de yakından bir dönem tanıdığınızı. Daha önce konuştuğumuz bazı uzmanlar şunu ifade ettiler: 1980'lerden beri adliye, mülkiye, harbiye kadrolaşmasına yönelik bir hareket olduğunu. Şimdi de işte KPSS imtihanı sorular verilmesi, başka noktalarda başka soruların verilmesi gibi şeyler gündemde. Bununla alakalı, bu dönemde sizin dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? İlk olarak onu sormak istiyorum.

İkinci olarak da, sizin belki Zamandan ayrıldığınız dönemdi değil mi 28 Şubat dönemi?

GAZETECİ YAZAR FEHMİ KORU - Ben 1998'de ayrıldım.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - O dönem itibarıyla devamlı siyasete dâhil işte 54'üncü Hükûmet aleyhine Fetullah Gülen'in konuşmaları var, akabinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'le yakın olduklarına dair haberler var. Bu noktada, siyasetten uzak olarak bu hareketi değerlendiriyor musunuz? Yoksa orada da bir iktidara yakın olma durumu gözlemlediniz mi?

Ben bir de sizin aynı zaman ilahiyatçı kimliğiniz var. Eşiniz Hanımefendi de akademisyen, biliyorum. Başörtüsü yasağıyla da karşılaşmıştır, onun için belki biraz da şahsi açıdan da soracağım ama ilahiyatçı kimliğinizle Fetullah Gülen'in "Başörtüsü füruattır." ifadesi, başörtüsü yasağı çıktığı zaman, bu gruba ait öğrencilerin hiç direnmeyip farklı yöntemler seçmesi ve başörtüsüyle okula devam edebilmek için mücadele eden kızlar üzerinde baskı uyandırması... İşte Meclisteki Merve Kavakçı olayında yine Gülen hareketinin tamamen dönemin iktidarı yanında yani hani ben bir örnek üzerinden soruyorum ama bu işte başka noktalarda, başka tavizler olabilir, hani dinî açıdan taviz ya da "harama cevaz" şeklinde düşünülecek şeyler olabilir. Bununla alakalı toplu olarak hareket etmelerine, ilahiyatçı gözüyle, bununla alakalı da bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Bir de son olarak şunu sorayım, üç soru oldu ama dördüncüyü sorayım: Demin "geri döndürülme" ifadesini kullandınız. Burada sanki bir mecburiyet varmış gibi, "Zamandan ayrıldıktan sonra geri döndürüldüm." gibi bir şey söylediniz. Sanki ben burada bir, sizin aslında arzu etmediğiniz bir ısrar ya da başka bir baskı mı vardı yani sakıncası yoksa, paylaşmak isterseniz. Öyle bir şey, kelimeyi kullanışınızdan öyle bir şey algıladım. Çünkü bu insanların insanları tehdit ettiği, şantaj yaptığı gibi başka şeyler duyuyoruz da onu netleştirmek istedim.

Teşekkür ederim.

GAZETECİ YAZAR FEHMİ KORU - Ben teşekkür ediyorum.

En sonuncudan başlayayım. Öyle bir şey yok. Bana en etkili şey şu oldu: "Eğer bu gazeteden ayrılırsan sensiz bu gazete sıfırlanır, sen bunun kurucususun." Gerçekten de kendi ellerimizle kurduğumuz, sıfırdan belli bir noktaya getirdiğimiz, insanların övünerek ceplerinde taşıdığı -ben 1986'lar, 1987'lerden bahsediyorum- bir gazetenin bensiz olamayacağı gibi bir kanaate vardığım için 1997'deki ayrılışımdan sonra döndüm ama 1998'de artık kendimce orada barınmamın doğru olmadığı kanaatine vardığım için de bütün baskılara -yani yine aynı, moral baskılar bunlar, manevi baskılar- rağmen dışarıda kalmayı tercih ettim ki yani herhangi bir yerden teklif alarak ayrılmış değilim. Nitekim birkaç ay da işsiz kaldıktan sonra ancak Yeni Şafak'ta çalışmaya başlamıştım. Dolayısıyla, başka türlü bir baskı, tehdit falan yok.

Şimdi, bunlar siyasetle ilgililer, baştan itibaren. Ama bunu kabul ettirmelerinin en kolay olduğu yaptıkları işlerin mahiyetidir. Yani baktığınız zaman, evet, dershane açıyorlar, evet, yurt açıyorlar, evet, okul açıyorlar, sonradan üniversite açtılar. Kapatılan 17 tane üniversite var ve onlarla irtibatlı olarak açılmış olan yerler bunlar. Tabii bu izinleri verenler hep siyasiler. Siyasilerin iki dudağı arasında işler yapıyorlar. Dolayısıyla, her zaman siyaseti yakından gözleme ve onların kendi üzerlerine öfke yansıtmayacağı tarzda davranma ihtiyacında olduklarını hissettiriyorlar. Diyelim, dönemin özelliklerine göre Bülent Ecevit önemliyse, kendilerine gelebilecek olan öfkeyi azaltma noktasında, onunla yakınlaşmaları anlaşılabilir bir şey veya bir başkasıyla. Şimdi, tabii, Refah Partisiyle veya o çizgideki partilerle araları iyi değil ama biliyorlar ki oradan kendilerine herhangi bir zarar gelmez. Dolayısıyla da o iyi olmamalarını veya başkalarıyla daha iyi olabildiklerini fazla önemsediklerini zannetmiyorum o esas yönetici olan kadronun. Dolayısıyla, siyasetle baştan beri ilgililer. Beni şaşırtan şey bu darbe konusu. Çünkü en fazla hassas olduklarını ifade ettikleri, bunu belli ettikleri konuydu darbe. Yani askerî darbeler, 27 Mayıstan başlayarak Fetullah Gülen'in şahsen zarar gördüğü şeylerdir ve en çok korktukları da herhangi bir darbe sonrasında -yani mesela 28 Şubattaki tedirginlikleri oydu- askerlerin kapatmalarıydı kendilerinin hizmetlerini. O bakımdan, siyasetle yakından ilgilendiler.

Kitapta yine anlattığım bir olay vardır, 1995'ti zannediyorum. Ankara'da gazetelerin temsilcileriyle bir araya gelip şu anda... Hatta bir komutanın da -ismini vermeyeyim ama Hava Kuvvetleri Komutanı o dönemin- olduğunu belli ederek "O bir darbe girişiminde bulunmaya hazırlanıyor." diye mesaj verdi ve bu ertesi gün gazetelerimizde herkes yazdı bunu, ortalık karışmıştı. Yani darbeler konusunda hassasiyet gösteren, hassasiyet gösterdiğini bildiğimiz bir şeyin sonunda darbeye müracaat etmesi, darbe yoluyla ne istiyorsa onu gerçekleştirme amacını kendisine benimsemesi beni çok şaşırtmıştır. Dolayısıyla, siyasetle yakından ilgilenmelerini onlara destek veren insanların sorun etmemesi bundan dolayı, siyaset her şeyi belirlediği gibi onların varlığını da veya yokluğunu da belirliyor.

Şimdi, tabii, korku, ürküntü birtakım şeyler yapmaya sevk ediyor. Şimdi, benim bildiğim dönemlerde yani işte, o bahsettiğiniz "Füruattır." açıklaması yapılana kadar, bırakın onlara mensubiyet belirten kızların, kadınların başlarını açmasını, ağızlarını bile açmasına müsaade etmiyorlardı. Yani kendi hanımları, kendi kız çocukları daha çok küçük yaşlardan böyle örtüyorlardı. Yani başka Müslüman hanımlarla, başörtülü hanımlarla, başka kişilerle, başka ülkelerden kendilerine konuk gelenlerle bir araya geldiklerinde onları hemen tanıyordunuz yani bunlar bu cemaatin mensuplarıdır diye. Sonraları, 28 Şubat döneminde o baskılar daha büyük öfke doğurmasın diye -onların dinî yönden herhangi bir yerden fetva almaları da gerekmiyor biliyorsunuz, zaten dinî bir cemaat ve en başlarındaki kişi de "Şöyle yapın." dediği zaman o yapılması gereken bir şeye dönüşüyor- birdenbire böyle bir dönüşüm yaşadılar. Yani o ilahiyatla veya başka bir şeyle anlatılabilecek bir şey değil, başka bir şey yani.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Hoş geldiniz.

İstihbarata kafa yorduğunuzu ifade ettiniz, bu örgütü de "cemaat" olarak tabir edildiği dönemde de yakından bir dönem tanıdığınızı. Daha önce konuştuğumuz bazı uzmanlar şunu ifade ettiler: 1980'lerden beri adliye, mülkiye, harbiye kadrolaşmasına yönelik bir hareket olduğunu. Şimdi de işte KPSS imtihanı sorular verilmesi, başka noktalarda başka soruların verilmesi gibi şeyler gündemde. Bununla alakalı, bu dönemde sizin dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? İlk olarak onu sormak istiyorum.

İkinci olarak da, sizin belki Zamandan ayrıldığınız dönemdi değil mi 28 Şubat dönemi?

GAZETECİ YAZAR FEHMİ KORU - Ben 1998'de ayrıldım.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - O dönem itibarıyla devamlı siyasete dâhil işte 54'üncü Hükûmet aleyhine Fetullah Gülen'in konuşmaları var, akabinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'le yakın olduklarına dair haberler var. Bu noktada, siyasetten uzak olarak bu hareketi değerlendiriyor musunuz? Yoksa orada da bir iktidara yakın olma durumu gözlemlediniz mi?

Ben bir de sizin aynı zaman ilahiyatçı kimliğiniz var. Eşiniz Hanımefendi de akademisyen, biliyorum. Başörtüsü yasağıyla da karşılaşmıştır, onun için belki biraz da şahsi açıdan da soracağım ama ilahiyatçı kimliğinizle Fetullah Gülen'in "Başörtüsü füruattır." ifadesi, başörtüsü yasağı çıktığı zaman, bu gruba ait öğrencilerin hiç direnmeyip farklı yöntemler seçmesi ve başörtüsüyle okula devam edebilmek için mücadele eden kızlar üzerinde baskı uyandırması... İşte Meclisteki Merve Kavakçı olayında yine Gülen hareketinin tamamen dönemin iktidarı yanında yani hani ben bir örnek üzerinden soruyorum ama bu işte başka noktalarda, başka tavizler olabilir, hani dinî açıdan taviz ya da "harama cevaz" şeklinde düşünülecek şeyler olabilir. Bununla alakalı toplu olarak hareket etmelerine, ilahiyatçı gözüyle, bununla alakalı da bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Bir de son olarak şunu sorayım, üç soru oldu ama dördüncüyü sorayım: Demin "geri döndürülme" ifadesini kullandınız. Burada sanki bir mecburiyet varmış gibi, "Zamandan ayrıldıktan sonra geri döndürüldüm." gibi bir şey söylediniz. Sanki ben burada bir, sizin aslında arzu etmediğiniz bir ısrar ya da başka bir baskı mı vardı yani sakıncası yoksa, paylaşmak isterseniz. Öyle bir şey, kelimeyi kullanışınızdan öyle bir şey algıladım. Çünkü bu insanların insanları tehdit ettiği, şantaj yaptığı gibi başka şeyler duyuyoruz da onu netleştirmek istedim.

Teşekkür ederim.

GAZETECİ YAZAR FEHMİ KORU - Ben teşekkür ediyorum.

En sonuncudan başlayayım. Öyle bir şey yok. Bana en etkili şey şu oldu: "Eğer bu gazeteden ayrılırsan sensiz bu gazete sıfırlanır, sen bunun kurucususun." Gerçekten de kendi ellerimizle kurduğumuz, sıfırdan belli bir noktaya getirdiğimiz, insanların övünerek ceplerinde taşıdığı -ben 1986'lar, 1987'lerden bahsediyorum- bir gazetenin bensiz olamayacağı gibi bir kanaate vardığım için 1997'deki ayrılışımdan sonra döndüm ama 1998'de artık kendimce orada barınmamın doğru olmadığı kanaatine vardığım için de bütün baskılara -yani yine aynı, moral baskılar bunlar, manevi baskılar- rağmen dışarıda kalmayı tercih ettim ki yani herhangi bir yerden teklif alarak ayrılmış değilim. Nitekim birkaç ay da işsiz kaldıktan sonra ancak Yeni Şafak'ta çalışmaya başlamıştım. Dolayısıyla, başka türlü bir baskı, tehdit falan yok.

Şimdi, bunlar siyasetle ilgililer, baştan itibaren. Ama bunu kabul ettirmelerinin en kolay olduğu yaptıkları işlerin mahiyetidir. Yani baktığınız zaman, evet, dershane açıyorlar, evet, yurt açıyorlar, evet, okul açıyorlar, sonradan üniversite açtılar. Kapatılan 17 tane üniversite var ve onlarla irtibatlı olarak açılmış olan yerler bunlar. Tabii bu izinleri verenler hep siyasiler. Siyasilerin iki dudağı arasında işler yapıyorlar. Dolayısıyla, her zaman siyaseti yakından gözleme ve onların kendi üzerlerine öfke yansıtmayacağı tarzda davranma ihtiyacında olduklarını hissettiriyorlar. Diyelim, dönemin özelliklerine göre Bülent Ecevit önemliyse, kendilerine gelebilecek olan öfkeyi azaltma noktasında, onunla yakınlaşmaları anlaşılabilir bir şey veya bir başkasıyla. Şimdi, tabii, Refah Partisiyle veya o çizgideki partilerle araları iyi değil ama biliyorlar ki oradan kendilerine herhangi bir zarar gelmez. Dolayısıyla da o iyi olmamalarını veya başkalarıyla daha iyi olabildiklerini fazla önemsediklerini zannetmiyorum o esas yönetici olan kadronun. Dolayısıyla, siyasetle baştan beri ilgililer. Beni şaşırtan şey bu darbe konusu. Çünkü en fazla hassas olduklarını ifade ettikleri, bunu belli ettikleri konuydu darbe. Yani askerî darbeler, 27 Mayıstan başlayarak Fetullah Gülen'in şahsen zarar gördüğü şeylerdir ve en çok korktukları da herhangi bir darbe sonrasında -yani mesela 28 Şubattaki tedirginlikleri oydu- askerlerin kapatmalarıydı kendilerinin hizmetlerini. O bakımdan, siyasetle yakından ilgilendiler.

Kitapta yine anlattığım bir olay vardır, 1995'ti zannediyorum. Ankara'da gazetelerin temsilcileriyle bir araya gelip şu anda... Hatta bir komutanın da -ismini vermeyeyim ama Hava Kuvvetleri Komutanı o dönemin- olduğunu belli ederek "O bir darbe girişiminde bulunmaya hazırlanıyor." diye mesaj verdi ve bu ertesi gün gazetelerimizde herkes yazdı bunu, ortalık karışmıştı. Yani darbeler konusunda hassasiyet gösteren, hassasiyet gösterdiğini bildiğimiz bir şeyin sonunda darbeye müracaat etmesi, darbe yoluyla ne istiyorsa onu gerçekleştirme amacını kendisine benimsemesi beni çok şaşırtmıştır. Dolayısıyla, siyasetle yakından ilgilenmelerini onlara destek veren insanların sorun etmemesi bundan dolayı, siyaset her şeyi belirlediği gibi onların varlığını da veya yokluğunu da belirliyor.

Şimdi, tabii, korku, ürküntü birtakım şeyler yapmaya sevk ediyor. Şimdi, benim bildiğim dönemlerde yani işte, o bahsettiğiniz "Füruattır." açıklaması yapılana kadar, bırakın onlara mensubiyet belirten kızların, kadınların başlarını açmasını, ağızlarını bile açmasına müsaade etmiyorlardı. Yani kendi hanımları, kendi kız çocukları daha çok küçük yaşlardan böyle örtüyorlardı. Yani başka Müslüman hanımlarla, başörtülü hanımlarla, başka kişilerle, başka ülkelerden kendilerine konuk gelenlerle bir araya geldiklerinde onları hemen tanıyordunuz yani bunlar bu cemaatin mensuplarıdır diye. Sonraları, 28 Şubat döneminde o baskılar daha büyük öfke doğurmasın diye -onların dinî yönden herhangi bir yerden fetva almaları da gerekmiyor biliyorsunuz, zaten dinî bir cemaat ve en başlarındaki kişi de "Şöyle yapın." dediği zaman o yapılması gereken bir şeye dönüşüyor- birdenbire böyle bir dönüşüm yaşadılar. Yani o ilahiyatla veya başka bir şeyle anlatılabilecek bir şey değil, başka bir şey yani.