KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcıları, değerli milletvekilleri; biz burada bir Hükûmet bütçesi görüşüyoruz. Yani buradaki işimiz sadece rakamlardan ibaret değil. Aslında işimiz her ne kadar rakamlardan ibaret değil diyorsak da rakamlar da burada yok zaten. Dolayısıyla, burada yaptığımız iş Hükûmetin eylemlerini, eylemlerini doğuran nedenleri tartışma noktasında ister istemez yoğunlaşmak zorunda. Dolayısıyla, bizler Hükûmet üyelerinin demokrasi, hukuk ve teamüllerle bağdaşmayan her tavrını, her söylemini bütçe görüşmeleri çerçevesinde tartışmak zorunda kalıyoruz. Bütçenin konusu bunlar oluyor.

Değerli arkadaşlar, bizler demokrasilerde demokratik hakların elde edilmesi savıyla silaha sarılmayı asla kabul etmeyen insanlarız. Gerçi başka nedenlerle de silaha sarılmasını kabul etmiyoruz ama özellikle demokratik hakların elde edilmesindeki silah kullanılmasını ve terörü kesinlikle ve kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu gerçeği her fırsatta haykırıyoruz. Terörün her türlüsünün yok edilmesini ve bu konuda verilecek olan mücadeleleri koşulsuz destekleyeceğimizi her defasında yeniden açıklıyoruz. Ancak terörle mücadele adına demokrasi dışı eylemler söz konusu olduğunda sergilenen tepkilere "terör destekleyicisi" diye bir sıfat ekleyerek bu mücadeleyi yıllardan beri savunanlara saldırılmasını asla doğru bulmuyoruz. Bu bir tavır yani demokratik kurallarla bağdaşmayacak tavırlara karşı sergilenen bir tepkiye doğrudan doğruya "terör destekleyicisi" yaftasının yapıştırılmasını kesinlikle demokrasimizin geleceği açısından doğru bulmuyoruz.

Değerli milletvekilleri, terör örgütü bahane edilerek demokratik siyaset yok edilemez. Terör, demokratik siyaset içerisinde yok edilir. Çünkü, terörün insan kaynaklarını kurutmanın yolu demokratik katılımcılığı artırmak, hukuk devletini güçlendirmektir. Demokratik siyasete soyunanları siyaset dışı bırakmak hiçbir zaman çözüm olmamıştır, olmamaktadır. Ama, buna karşın hemen yanımızda olan masalar şu anda boş. Tepkilerinde haklıdırlar, haksızdırlar onları tartışmak istemiyorum çünkü biraz önce belirttiğimiz yaftanın bir kısmı hemen anında bu tarafa doğru döner, öyle bir şeyi kastetmiyorum. Yalnız, yıllardan beri savunduğumuz bir olay var. Eğer demokratik siyasetin içerisinde teröre bulaşmadan, terörü doğrudan desteklemeden siyaset yapılıyorsa söylem ve eylemler nedeniyle hiçbir şekilde kişilerin hürriyetlerinin, özellikle de Meclisteki çalışmalara katılma özgürlüklerinin sınırlandırılmaması gerekir diyoruz; net olarak söylenilen olay bu.

Elbette ki hukuk karşısında herkes eşittir, kimseye ayrıcalık tanınamaz. Yargının davetine icabet etmemenin gerekleri bütün yurttaşlara eşit olarak uygulanır; burada hiç kimsenin bir derdi yok. Ama, bu kurallar herkese eşit olarak uygulandıktan sonra, sonuçlarıyla ilgili tartışmalarda daha önceden Anayasa Mahkemesinin verdiği bir karar, seçilmiş insanların temsil ettikleri kişilere karşı sorumlulukları nedeniyle eğer bir suçüstü durumu söz konusu değilse yani anında durdurulması veya tutuklanmasını gerektirecek herhangi bir neden yoksa o suçun sübut bulmasına kadar, kanıtlanmasına kadarki süreç içerisinde o kişilerin Parlamentodaki görevlerini yapmalarına devam etmesi istenilir; olay bundan ibarettir. Bizim açtığımız tartışma, bizim söylemeye çalıştığımız konu bunun dışında bir şey değildir. Hukuk, herkes için gereklidir, herkese eşit şekilde uygulanır; burada tamam. Ama, burada bir de Parlamentonun gelenekleri var, katılımcı siyaset var, demokratik siyaset var. Bunları yavaş yavaş dışladığınız andan itibaren, mücadelesine ortak olarak hep beraber vermeye çalıştığımız teröre aslında destek orada olur. Demokratik siyaset bitti, insanların herhangi bir hakkı kalmadı, eh, bundan sonra ne olacak? Terör olacak. Belki de en tehlikeli yorum bu, üzerinde en fazla durulması gereken konu kesinlikle bu; bu konuyu göz ardı etmemiz gerekiyor.

Bu süreçler kesinleştiği takdirde, zaten o insanların takibinde, vesairesine herhangi bir sorunumuz yok. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlet. Ama, bu tür kararların insanlar açısından eşit olarak uygulanması, dolayısıyla da demokrasimizin niteliğinin dünyanın neresinde olursa olsun tartışmaya açılmaması gerekiyor. Hiç kimse yargının yerine geçerek kesin hükümler kuramaz değerli arkadaşlar. Hiç kimse "Yargı haklıdır." da diyemez, "Haksızdır." da diyemez, eleştirebilirsiniz yargıyı, ayrı bir olay. Ancak, yargının yerine hüküm kuramaz, "Bunlar şu suçu işlediler, cezalarını çeksinler." olayı yargının işidir. Eğer böyle bir olay, "Yargının yerine geçemezsiniz." demek teröre destek olarak algılanıyor ise işte o denizin bittiği yer, umudun tükendiği noktadır. Bizler umudu canlı tutmak zorunda olan insanlarız. Demokratik siyaseti yargılama yapılmadan mahkûm etmek terörle mücadele değil, teröre destek açmak, onun yolunu açmaktır. Terörle sonsuza kadar mücadele ama demokratik siyasete de destek vermek zorundayız.

Değerli arkadaşlar, şu anda günün tartışması bu. Hele yanımızda da bu olay yaşanıyor ise bunu yok saymamız mümkün değil. Bu koşullar altında bir bütçe tartışması yapıyorsunuz. İşin garip kısmı da yaptığımız tartışma, bazen daha önce ne yaptığımızın unutulmasına kadar gidiyor biraz önce değerli arkadaşımızın dediği gibi. Akraba Topluluklarla ilgili benim bildiğim bugün görüşeceksiniz bütçeyi. Daha önceden görüşüldü de biz mi atladık onu bilmiyorum.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Numan Bey'le görüştük diye ben...

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Hayır, Yurtdışı Türkler şimdi.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Dolayısıyla, eleştirmek için söylemiyorum yanlış anlamayın, bağışlayın Sayın Vekilim, öyle bir derdim yok. Sadece olaylar öyle birbirinin içerisine giriyor ki "Ya, biz ne yapıyorduk, neyi kararlaştık?" falan demeyi de unuttuk.

2 Sayın Başbakan Yardımcısı 2 tane ayrı konudaki yaklaşık 10'a yakın bütçeyi kırk beşer dakikadan doksan dakikada anlattılar. Benim sürem on dakika. Başkan bugün görüşülecek bütçeleri okurken hemen dakika tuttum, adlarının okunması kesinlikle elli sekiz saniye sürdü; olay bundan ibaret, neyin tartışmasını yapıyoruz. Dolayısıyla, gündemi tartışmak, hiç değilse demokrasimizle ilgili olarak herkesin kafasındaki soruları, birbirlerine karşı yanlış algılamaları ortadan kaldırmak çok daha önemli. Biraz önce Sayın Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, burada, gerçekten takdirle karşıladığımız bir açıklamada bulundu, çok önemsiyoruz; olay budur. Olayın konuşulmasıdır esas olan, olayı konuştuğunuz zaman olayı çözüyorsunuz zaten.

Cumhuriyet Vakfı, benim de bir zamanlar mütevelli heyet üyesi olduğum bir vakıf. Dolayısıyla, bir vakıf senedinin seçimle ilgili maddesinin farklı zamanlarda, farklı şekilde yorumlanması yüzünden Türkiye'de böyle bir kıyamet kopar mı? İstediğiniz zaman, istediğiniz kişiyle istenilen bağlantının kurulduğu bir süreç geçirdik biz. Her şeyin Ergenekon'a eklendiği, Ergenekon'la hiç ilgisi olmayan cinayetlerin onların içerisine atıldığı, torbaların ağzına kadar doldurulduğu zamanlar yaşadık. Cumhuriyet gazetesi yeri belli olan, kurucusu belli olan, kimin talimatıyla kurulduğu belli olan bir vakıf gazetesi. Sürekli olarak o vakfın yöneticileri ve yazarları bedeller ödemiştir. Rahmetli İlhan Selçuk, şu anda her şeyiyle beraber haksızlığı ortaya çıkmış ve bir örgüt olayı olduğu anlaşılan Ergenekon darbesinin üzüntüsüyle öldü; olay o. O yaştaki bir insan oralara tıkıldı. Dolayısıyla, Cumhuriyet gazetesinin çalışanları her zaman bir bedel ödediler, ödüyorlar da. Ama, işin garip kısmı, o vakıf yöneticilerinin içerisinde gazeteye şimdiye kadar bir satır yazı yazmamış insanlar da var.

Şimdi, bu şekilde çözülecek tamamen hukuki bir sorun, ki Vakıflar Genel Müdürlüğünün yaklaşımı da gayet makul ve de "Bunu kendi içinde çözsünler." diyor ise... Ha, bu arada özellikle belirtirim, kayyum, vesaire konuları, diğer gazeteler gibi büyük bir varlığın üstüne oturup da bir şey yönetmeyecek orada. Cumhuriyet gazetesinin adı vardır, adı değerlidir. O da yok edildiği takdirde cumhuriyetin nasıl bir zarar göreceğini yani genel cumhuriyetin nasıl bir zarar göreceğini hep beraber görürüz. Olay bu şekilde basit olarak çözülecekken Türkiye'nin birinci gündem maddesi oldu. Yönetim kurulu 7 kişiyle karar vereceğine -haklı olarak; yanlış olarak daha doğrusu, daha sonraki itirazlar haklı- 6 kişiyle yapmış bunu. Ama, bu, bir yorum olayı. Bunun düzeltilmesi konusunda Cumhuriyet gazetesine böyle bir hak tanındığı andan itibaren, hele Sayın Bakanın şu andaki açıklamalarıyla Cumhuriyet gazetesi onu bir gün içerisinde çözmüyorsa onların yönetim yeteneğinden şüphe etmek gerekir; olay bu kadar basit. Ama, şu anda Sayın Bakanın söylediği çerçevede Cumhuriyetin sorununu çözecek olan insanlar içeride. Ne yapacaklar? Nasıl karar verecekler? Yani kalkıp da başka bir suçlama söz konusuysa şu 2 tane olayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Ha, vakfa da bu şekilde birtakım şeyler olmuşsa, tasallutlar olmuş ise o ayrı bir soruşturma konusu. "Var." demiyorum asla, üstüne de kondurmuyorum ama olacak bir olay ise. Yani, çözülecek bir olayı bile bu kadar karmaşık ve Türkiye'nin temel sorunlarından birisi hâline getirmek şu andaki bizlerin görevi olmamalı. Biz burada çözücüyüz. Bunu çok önemsemek gerekiyor değerli arkadaşlar. Plan ve Bütçe Komisyonunda en azından "Şu olay şöyle çözülebiliyor, şöyle öneriler de çıktı." denilmesi gerekiyor buradaki konuşmalarımız sırasında. Bu, çok önemli bir olay. O nedenle, özellikle, Cumhuriyet gazetesiyle ilgili yaklaşımın bir şekilde sonuçlandırılmasının yolu açılacak adımlar atılırsa bizim bu konudaki teşekkürlerimiz ayrıca edilir.

Değerli arkadaşlar, elbette ki süre yetmeyecek ama iki konuya dikkatinizi çekmek zorundayım bütçe görüşmesi adına.

BAŞKAN - Ek süre verdim ben.

Buyurun efendim, devam edin siz.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Ben bu bütçelerin bu şekilde görüşülmesini ve özellikle de 2015 yılı kesin hesap tasarısının buralardan kabul ve ibrayla geçmesini bu hâliyle ve bu hâlleriyle -çünkü, Sayıştayın raporlarında bile dünya kadar eleştiri var- geçmesini vicdani bulmuyorum, kesinlikle vicdani bulmuyorum. Hiç değilse burada direkt olarak sorgulanan olayların ne şekilde çözüldüğü konusunun yanıtlarını aldıktan sonra bunların ibra edilmesi gerekir. Bunlarla ilgili şu önünüzde yığılı, incelemeye bir türlü fırsat bulamadığınız dokümanların içerisinde çok fazla argüman var. Araştırmışlar, yazmışlar ve söylemişler.

"İki konu" derken kastım, birincisi TİKA'yla ilgili. Sayın Bakan TİKA'yı anlatırken sürekli olarak yatırımcı bir kuruluş gibi konuştu, "Yaptık.", "Ettik." "Şunu da yaptık, bunu da ettik." diye. Bu tür ajanslar, değerli arkadaşlar, yatırımcı kuruluş değildir, destek kuruluşudur, yardım eder. Zaten bütçesinin yüzde 90'ı da transfer ödemesidir, başka bir şey değil. Yani, onlarla ilgili olarak çözümler üretebilir, onlara yol gösterici olabilir, yeni tasarımlar yapabilir; ondan sonra o insanlar onların önerdikleri bu işleri yapmaya kalktıkları zaman da bütçesi olanakları çerçevesinde onlara destek verir. Olay budur. Eğer Almanların TİKA'sı yani onların da öyle bir ajansı var, Türkiye'de gelip de örneğin, vergi dairesinin otomasyonu projesiyle ilgili olarak Türkiye'deki meslektaşlarına destek vermiş ise o "Türkiye'deki otomasyon yatırımını yaptık." diyemez, yoktur öyle bir olay. "Biz o proje konusunda destek verdik." diyebilir, "Oradaki insanları eğittik." diyebilir. Sizin de diyeceğiniz olay budur. "Yatırım yaptık. Şunu yaptık, bunu yaptık." Biz işgal devleti miyiz? Onlar ayrı devlet, kararlarını kendileri veriyorlar. Biz onlara sadece yardım ederiz. Bu, TİKA'yı ciddi anlamda yıpratıyor. Çünkü, başka yerlerde net olarak duyuyoruz. Birileri kendilerininkini örnek verdiği için ben burada örnek verdim. Ben bu tür olaylara tanık oldum.

Sizin kalkınma ajansınız "Yaptık.", "Ettik." diyor, rağmen yapıyor. Hayır, siz rağmen yapmıyorsunuz, ben rağmen yapmadığınızı biliyorum. Olmaz zaten, yapamazsınız. Dolayısıyla, siz iş birliği örgütüsünüz. Adı üstünde iş birliği. İş birliği yapacaksınız onlarla, başka bir şey yapamazsınız.

Diğer konu Dil ve Tarih Kurumuyla ilgili. Şimdi, mademki bir bütçe yapıyorsunuz ve sürekli olarak da hep merak konusudur. Dil ve Tarih Kurumunun özellikle de Atatürk'ten intikal eden ve Cumhuriyet Halk Partisinin kayyumu olduğu, gözlemcisi olduğu, yöneticisi olduğu hisselerden bu kurumlara ne geldi? Şimdi, doğal olarak bizim Anayasa'mızın -yani bir Anayasa'da bu kadar ayrıntılı bir olay olur mu ama oluyor- 134'üncü maddesi bu iki tane kurumu resmen düzenlemiş. Bir Anayasa hükmü bu. "Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk'ün manevî himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzelkişiliğine sahip Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu" diye böyle bir kurumumuz var, Anayasa hükmü. Gelirlerinin büyük bir kısmı İş Bankasının gelirleri olduğu gibi. Yani, yüzde 29 oranındaki bu hisselere İş Bankasından tekabül eden kâr, bu kurumlara olduğu gibi aktarılıyor. Yani, Cumhuriyet Halk Partisinin bu gelirle uzaktan yakından zerre kadar ilgisi yok, elini bile sürmez. O gelir olduğu gibi bu kurumlara aktarılır. Şimdi, burada ben bütçeyi aradım aradım, net olarak göremedim. İş Bankasından ne kadar geldi ve siz bu parayı nerede kullandınız? Bunun burada söylenmesi gerekiyor mademki Anayasa hükmü. İş Bankasından bu kurumlara bu vasiyet gereği ne kadarlık gelir geldi ve biz bunları nerelerde kullandık? Bu bütçelerin buna yanıt vermesi lazım. Belki görmedim, vardır. Bunu gördüğümüz zaman büyük ölçüde burada yaptığımız bütçenin bir anlamı olacak.

Sabrınız için teşekkür ediyorum.