KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkanım, çok mobbing uyguluyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Kavcıoğlu'na teşekkür ediyorum.

Sayın Çam, buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, sayın bakanlar, değerli kamu görevlileri, saygıdeğer basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2017 bütçesinin ülkemizde barış, kardeşlik, dostluk ve güzelliklere vesile olmasını diliyorum.

Hazine Müsteşarlığının, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun ve Sermaye Piyasası Kurulunun bütçe, kesin hesap, Sayıştay raporları ile Merkez Bankası ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun Sayıştay raporlarını görüşüyoruz.

Ne yazık ki Türkiye çok zor günlerden geçiyor. Türkiye tarihinin en karanlık dönemini yaşıyoruz. Bu karanlıktan ancak demokrasiyle, insan haklarıyla, hukukun üstünlüğüyle, basının özgürleşmesiyle, düşüncenin özgürce açıklanmasıyla, çoğulculukla ve birbirimize saygıyla çıkabiliriz. Ne yazık ki Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran iktidar, bugünkü krizi kendi kişisel gelecekleri için fırsata dönüştürme yarışındalar. Dolayısıyla, bu tavır diğer bütün güncel sorunlarımızı gölgede bırakmakta ve Türkiye toptan bir kötü yönetim sorunuyla baş başa kalmıştır. AKP'nin totaliter bir rejim kurma hevesiyle Anayasa'dan, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından, basın özgürlüğünden, çağdaş değerlerden uzaklaşması Türkiye ekonomisini hızla büyük bir krize sürüklemektedir. Yaratılan siyasi krizle birlikte ekonomik kriz de giderek derinleşmekte ve ne yazık ki iktidardakilerin bu kriz karşısında geliştirmiş oldukları tek bir ekonomik önlem bulunmamaktadır. Türk parası büyük oranlarda değer kaybediyor. Hisse senetlerinin fiyatı azalıyor. Bütün baskılara rağmen Hazinenin iç borçlanma faizleri artıyor, borçlanmanın vadesi azalıyor. Hazinenin kendi açıklamasına göre 2015 yılında yüzde 9,5 olan iç borçlanmaların ortalama faizi 2016 yılında yüzde 10'a, borçlanmanın ortalama vadesi yetmiş iki aydan altmış dokuz aya indi. Türkiye, Avrupa Birliği hedefinden uzaklaştıkça ekonomi büyüme ivmesini kaybetmektedir, millî geliri, dolayısıyla kişi başına geliri hızla azalmaktadır. Türkiye ekonomisi son dört yıldır neredeyse büyüyemiyor ve gelecek yıllarda da potansiyeli kadar büyümesini kimse beklemiyor. 2012 yılında sadece yüzde 2,1, 2013 yılında yüzde 4,2, 2014 yılında yüzde 3, 2015 yılında yüzde 4 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl da yüzde 3 civarında bir büyümede kalacağı anlaşılıyor. 2017 yılında bu Hükûmet yüzde 4,4, uluslararası kuruluşlar, örneğin IMF 2017 yılında Türkiye'nin büyümesinin yüzde 3'te kalacağını tahmin etmektedir. Türkiye böyle giderse yıllarca büyümede potansiyele ulaşamayacak, Türkiye'nin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 3'te takılıp kalacaktır.

Millî gelirin yüzde 5'ine yakın bir oranına cari işlemler açığı veren Türkiye'ye yabancı sermayenin artık ne uzun vadelisi ne de kısa vadelisi geliyor, aksine kaçıyor. Ne Türk özel sektörü ne de yabancılar artık Türkiye'ye eskisi gibi yatırım yapmıyor. Türk parası son iki yılda yüzde 40'a yakın değer kaybetti ama ihracatımız aynı dönemde yüzde 10'dan fazla azaldı.

İşsizlik oranı yüzde 10'un üzerinde kronikleşmiş gözüküyor. 2015 yılında yüzde 10,3 olan işsizliğin bu yıl da yüzde 10,5'u aşacağı anlaşılıyor, önümüzdeki yıllarda yüzde 10'un altına inmeyeceği anlaşılıyor. İş aramadığı için devletin işsiz saymadığı vatandaşlarımızı da dikkate aldığımızda gerçek işsizlik oranı yüzde 20'lerde seyrediyor. Çalışmak isteyen her 5 gençten 1'i ne yazık ki iş bulamıyor.

Bütün bunlar bir topyekûn yoksullaşmaya işaret etmektedir. Hiç kimse kendi siyasal fantezi ve ihtirasları için Türk halkını daha fazla yoksullaştırma hakkına sahip değildir ve olmamalıdır. Bugün yaşadığımız ve gelecek yıllarda da yaşamaya devam edeceğimiz anlaşılan bu olumsuzluklar ortada dururken Hükûmetin son yıllarda yürürlüğe koyduğu tek bir önlem bulunmamaktadır. Aslında haksızlık da etmemek lazım, geçtiğimiz aylarda çok önemli bir önlem alındı, vatandaşların -dikkat edin- batık kredi borçları değil, bir şekilde döndürdükleri kredi kartı ve tüketici kredi borçlarının 27 Eylül 2016 tarihindeki ödenmemiş bakiyesinin yetmiş iki ay vadeyle ödenmesi için bir düzenleme yapıldı. Kredi kartlarında taksit sayısı artırıldı. Bu kararları uygulayan kamu bankaları da dâhil kaç banka var gerçekten merak ediyorum. Ekonomideki kötü gidişatı durduracak önlem alınmadığı gibi hem iç hem de dış politikadaki büyük yanlışlıklarla kötüye gidişi hızlandırmaktadır. Türkiye'nin bugün karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar öyle kredi kartı taksitini artırarak, borçlu olan vatandaşı biraz daha borçlandırarak aşılacak kadar küçük şeyler değil.

İktidar sahipleri, Türkiye ekonomisinin kontrolsüz bir şekilde yuvarlanmakta olduğu bu krizin nedenini küresel ekonomideki gelişmelere bağlayıp hiçbir sorumlulukları yokmuş numarası yapmayı tercih ediyorlar. Evrensel değerlerden, çağdaşlıktan, demokrasiden, hukuktan, insan haklarından, bağımsız yargıdan, kuvvetler ayrılığından, basın özgürlüğünden uzaklaşıp vicdansız, baskıcı, otoriter bir rejime doğru hızla yuvarlanıyoruz. Sürücüsü kendi derdine düşmüş, vitesi boşta yokuş aşağı inen bir kamyon gibiyiz. Böyle bir ülkeye kim güvenir de yatırım yapabilir? Türk özel sektörü bile kendi ülkesine artık eskisi kadar yatırım yapmıyor. Özel sektörün yatırımları son beş yıldır artmıyor, aksine azalıyor. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları hızla azalmakta. Komşu ülkelerin içini karıştırarak, Osmanlıcılık oynamaya çıkıp Orta Doğu'nun kanlı terör örgütlerinin temel hedefi hâline getirilmiş bir ülkeye kim güvenir ve kim yatırım yapar? Şort giydi diye kadınları tekmeleyen meczupların mahkemelerde fevkalade müsaadeye mazhar kişi olarak ağırlandığı, buna karşılık muhalif diye gazetecilerin zindanlara atıldığı bir ülkeye tatil yapmak için kim gönül rahatlığıyla gelebilir? Avrupa Birliği gibi uygar bir hedeften uzaklaşıp tek adamlık gibi bir karanlığa doğru yol almış bir ülkede ekonominin aydınlığa çıkmasını kimse beklememeli.

Sayın Bakan, geçenlerde Dünya Yatırım Konferansı'nda, yabancı yatırımcıları ikna etmek için "En kötü şey arkamızda kaldı." demişsiniz ama bugün bakıyoruz, bunlar Türkiye'nin iyi günleri. Böyle giderse gelecek günlerimiz bu günlerden bile kötü olacak. Bunu bir temenni olarak söylemiyorum, önümüzdeki veriler ve önümüzdeki olaylar bize bu fotoğrafı göstermekte. Hükûmet, Türkiye ekonomisinin bugün karşıya olduğu riskler konusunda üç maymunu oynamaktadır. Türk parası hızla değer kaybetmektedir ve bu durum hem devletin hem de özel sektörün borç yükünü büyük ölçüde artırmaktadır. Hazinenin 713 milyar liraya yükselmiş olan borçlarının yüzde 35'inden fazlası dış borç yani dövizle alınmış borç durumundadır. Dolar kurunda yaşanan her yüzde 10'luk artış Hazinenin borcunu 25 milyar lira artırmaktadır. Özel sektörün sadece dış borçlanmadan kaynaklanan döviz borcu 299 milyar dolar düzeyinde bulunmaktadır ve dolar kurunda yaşanacak her yüzde 10 oranındaki artış sektörün borç yükünü 90 milyar lira büyütmektedir. Borç yükü artan devlet, borcunu ödeyeceği parayı ya halktan daha fazla vergi isteyerek ya da kamu yararına yapacağı bazı harcamaları kısarak ya da daha fazla borçlanarak ya da bu olumsuzlukların tümünü bir arada yaparak bulacaktır. Borç yükü artan özel sektör ise borç ödemesini yapabilmek için daha az yatırım yapacak ve daha az insan çalıştıracaktır.

Piyasada 3T tehlikesinden söz ediliyor. Gazeteler Türkiye'nin en büyük şirketlerinden biri olan TÜRK TELEKOM'un büyük ortağının Türk bankalarına olan borçlarını ödeyemediğini yazıyor. AKP'nin SPK aracılığıyla ve iktidar olması nedeniyle doğrudan kontrol ettiği bazı büyük şirketlerin yüksek iç ve dış borçlarının bankacılık sektörünün uykularını kaçırdığı kulaktan kulağa konuşuluyor. Bu şirketlerin Türkiye'den kullandığı ya da yurt dışından kullanıp Türk bankalarının garanti verdiği yüksek borçlarının Türk bankacılık sistemi için büyük bir risk oluşturduğu iddiaları var. Özel ve yabancı sermayeli bankaların bu şirketler nedeniyle üstlendiği riski kamu bankalarına yüklemek gibi bir formül üzerinde çalıştığı kulaktan kulağa konuşuluyor. Diğer 2T: Türk Hava Yolları ve Turkcell. Ekonomi bürokrasisinin işini gücünü bırakıp AKP'nin kontrolünde bulunan ve borcunu ödemekte zorlanan büyük şirketlerin ya da bu şirketlerin ortaklarının milyarlarca dolarlık borcunu Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıflar Bankası gibi kamu bankalarının açtığı kredilerle ödenmesine yönelik planlar üzerinde çalıştığı söyleniyor. Yani zor durumdaki AKP'ye yakın şirketlerin, bankacıların deyimiyle kredilerinin kamu bankaları tarafından yüzdürülmesinin bankacılık sistemi üzerinde nasıl bir risk yaratacağının farkında olmadıklarını düşünüyoruz. Örneğin, TÜRK TELEKOM'un borcunu zamanında ödeyemeyen ortağının kamu bankaları tarafından açılacak yeni kredilerle kurtarılmaya çalışıldığı bilgileri yanlış mıdır, bunu bugün burada duymak isteriz.

Bu yoksul halkımızın, işçimizin, memurumuzun, esnafımızın, köylümüzün, işsiz gencimizin, daha yolun başındaki öğrencimizin geleceğini, sermayesi yine bu insanlar tarafından kuruş kuruş ödenmiş vergilerden oluşan kamu bankalarının açtığı kredilerle oluşturulan yandaş havuzlarında boğmanıza izin vermeyeceğiz. Batık yandaş şirketleri su üzerinde tutmak için bu havuza kamu kaynaklarını pompalamaya artık son vermeniz gerekiyor. AKP'nin şimdiye kadar övündüğü en önemli ekonomik gelişme, kamu açıklarının millî gelire oranı, dolayısıyla da kamu borcunun millî gelire oranı olmuştur. Kâğıt üzerinde Türkiye bu göstergelerde birçok ülkeden daha iyi konumda gözüküyor. Ancak nedense bu olumlu göstergeler Türkiye ekonomisinin diğer alanlarına gerektiği kadar yansımıyor. Bunun bir nedeni AKP rejiminin giderek diktatörlüğü doğru evrilmesi ise diğer önemli nedeni ise kamunun gelecekte karşı karşıya kalması olası finansal risklerin büyüklüğüdür. Türkiye "yap-işlet-devret", "yap-kirala-devret" gibi isimlerle anılan kamu-özel işbirliği projeleriyle geleceğe dönük olarak büyük riskler üstlenmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - AKP rejimi, kamu mülkiyetinin tümüyle devredilemeyeceği alanlarda yani kamunun yapması gereken yatırımları kamu-özel işbirliği projeleriyle gerçekleştirmeye dönük ve Türkiye'nin geleceğini tehdit eden bir strateji izlemektedir. Makro hedeflere uygun olup olmadığına bakılmadan, kamunun çıkarları korunmadan, çevreye verdiği zararlar göz ardı edilen, doğal ve kültürel varlıklar yok edilerek gerçekleştirilen bu yatırımların gelecekte çok ciddi finansal risklere yol açacağı şimdiden ortaya çıkmıştır. Kamunun denetimi dışına çıkarılarak icra edilen bu yatırımlar için milyarlarca dolarlık borç üstlenim garantileri ve talep garantileri verilmiştir. Sayıştayın Karayolları Genel Müdürlüğü'yle ilgili raporundan anladığımız kadarıyla proje maliyeti 6,3 milyar dolar olan Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu için 13,7 milyar dolar yani maliyetinin 2 katından çok, proje maliyeti 3,5 milyar dolar olan üçüncü köprü ve otoyollar için 5,7 milyar dolarlık talep garantisi verilmiş durumda. Devletin bu kadar cömert talep garantisi vermesine yani "Sen iş yapamazsan bile paranı ben misliyle öderim." demesine rağmen nedense bu projeleri yapan şirketler, uluslararası finans kuruluşlarında kredi bulmakta zorlanmaktadır. Bu kadar talep garantisine rağmen bir de bu kuruluşların aldıkları borçlar için hazinemiz "Onlar ödeyemezse ben ödeyeceğim." anlamına gelen borç üstlenim garantileri vermektedir. Şimdilik 3 proje için yani Avrasya tüneli, üçüncü boğaz köprüsü ve Gebze-Orhangazi İzmir otoyolu için hazinenin borç üstlenim garantisi verdiği tutar, Sayın Bakanın da söylediği gibi, 8,7 milyar dolardır. Toplam yatırım bedeli 10,2 milyar euro olan 20 şehir hastanesi için Sağlık Bakanlığının yani devletin yılda 2,3 milyar euro kira ödeyeceği söyleniyor. Eğer böyleyse, korkunç bir rakam. Devlet bu hastanelere on yılda 23 milyar euro, yirmi beş yılda 57 milyar euro ödeyecek. On yılda kira olarak ödeyeceğin parayla 40 tane şehir hastanesi kurulabilir. Hatta yıllık 2,3 milyar euro olan kira bedelinin ABD'nin ya da Avrupa Birliğinin enflasyonu kadar her yıl artırılacağı dikkate alındığında rakamlar çok daha yüksek noktalara tırmanacaktır.

Kamu-özel iş birliği projelerinde kamu adına sözleşmelerde yer alan mali yükümlülüklerin, hazine garantilerinin ileride kamu maliyesini nasıl ve ne büyüklükte bir risk altına soktuğu bilinmemektedir. Bu projelerin sözleşmelerinin mali disiplini aniden bozacak riskler taşıdığı bilinmektedir. Bu sözleşmeler Türkiye ekonomisinin yılda ortalama 5-6 oranlarında büyüyeceği varsayılarak imzalandı. Büyüme temposunun yüzde 2-3'e kadar indiği dikkate alınırsa, kamu maliyesinin ileride bu projeler yüzünden karşılaşacağı riskin büyüklüğü anlaşılır.

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlar mısınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

Bu projeleri üstlenen grupların AKP iktidarına yakın firmalardan oluştuğu gizlenemeyecek bir gerçektir. Bu kayırmacı anlayışın hem ekonomik hem siyasi birçok sorunun kaynağı olduğu unutulmamalıdır. Yandaş yatırımcılara kıyak çekeceğiz, havuzları dolduracağız diye çocuklarımızın geleceğiyle oynamaktan ne yazık ki çekinmiyorsunuz.

Türkiye'nin bugün içerisinde bulunduğu yatırımsızlık ve düşük ekonomik büyüme sorununun temel nedenlerinden önemli biri de sermaye piyasalarının yeterince gelişmemesidir. Ne yazık ki, sermaye piyasaları yatırımcıların yeterince fon bulabilecekleri bir büyüklüğe, derinliğe ve güvene ulaşamadı, sığlıktan kurtulamadı. Bu nedenle de sermaye piyasaları, ekonominin büyümesine ve reel sektöre yeterince destek verememekte ve yurt içi tasarrufların artmasına katkı sağlayamamaktadır. Bunun en önemli nedeni de Türkiye'nin içerisinde bulunduğu siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ve güvensizliktir; diğer bir önemli nedeni de görevi sermaye piyasalarını geliştirip büyütmek olan kurum ve kuruluşların bütün enerjisini faizsiz finans kuruluşlarını büyütmeye ayırmış olmalarıdır. Merkez Bankası Yasası'nda Bankanın görevi şöyle tanımlanıyor: "Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler." Görevi bu olan Merkez Bankası, bu yıl da dâhil son on yılda sadece iki yıl enflasyon hedefini yakalayabilmiştir. O yıllardaki enflasyon hedefleri de önceden yüzde 4 olarak belirlendikten sonra yükseltilmiş hedeflerdir. Enflasyon hedefinin bu yıl ve gelecek yıl da gerçekleşmeyeceği de artık ortadadır. Temel amacı fiyat istikrarını sağlamak olan bir Merkez Bankasının büyüme ve istihdam politikalarına da yeterince destek verdiği söylenemez. Eğer böyle bir destek verilmiş olsaydı Türkiye ekonomisi bu son yıllarda emeklemez, işsizlik oranları da bu ölçüde yüksek seyretmezdi.

Sayın Başkan, var mı birkaç dakikalık zamanım?

BAŞKAN - Sayın Durmaz konuşmasını geri çekti, size birkaç dakika ilave vermemi şey yaptı. Onun için, birkaç dakika daha ilave veriyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Benden önce Sayın Zekeriya Temizel, Sayın Bakanımız da söyledi özellikle bu TMSF'nin el koyduğu şirketlerle ilgili... TMSF Başkanı Sayın Şakir Ercan Gül 4 Ekimde yaptığı açıklamada TMSF'ye devredilen şirket sayısının 252'ye ulaştığını açıkladı. Ancak TMSF Başkanının bu açıklamasından sonra da TMSF'ye devir uygulaması devam ediyor. Örneğin son olarak Düzce ve Tokat gibi Anadolu illerinde toplam 28 şirkete daha el konuldu. Yine, 15 Ekim 2016 itibarıyla el konulan holding ve şirket sayısı 300'e yaklaşırken, TMSF yönetimine geçen şirketlerin toplam değeriyle ilgili olarak 13 milyar dolardan 40 milyar dolara kadar bir rakamın olduğunu söyledi. El konulan holding ve şirketlerin sayısı her geçen gün artarken devlet şu an Türkiye'nin en büyük holdingi konumuna geldi, Koç Holding ve Sabancı Holdingi geride bırakmış durumda.

Son olarak, 15 Ekimde Düzce'de el konulan Bolu Dağı'nın ünlü et lokantalarından İsmail'in Yeri'yle de devlet et, köfte, ızgara, kebap sektörüne de böylelikle girmiş oldu. El konulan şirketlerin bir bölümünün halka açık olduğu ve hisselerinin Borsa İstanbul'da işlem gördüğü için şirketlerin akıbeti de merak konusu. TMSF Başkanı şirketlerin ya tasfiye edileceğini ya da satılacağını açıkladı ama satışın nasıl yapılacağı ve sürecin şeffaf olup olmayacağı konusunda sorular gündeme geliyor. Kanun hükmündeki kararnamelerle satışlara karşı dava açma, yargıya gitme yolları tümüyle kapalı. Ayrıca, şirketlerin AKP'ye yakın iş adamlarına ya da kişilere satılacağı iddiaları da ortaya atılıyor. 12 Ekimde bu endişeleri ve iddiaları doğrulayan bir gelişme de yaşandı. Hükûmete yakın iş adamlarından Galip Öztürk, Türkiye'nin en büyük altın madenlerinin sahibi Koza İpek Holding'in tüm hisselerini almak için TMSF'ye başvurduğunu açıkladı. Galip Öztürk'e ait Metro Holding'in bu başvurusuna tepki gösteren Koza İpek Holding'in yurt dışında firarda olan sahibi Akın İpek, Twitter'dan şu açıklamayı yaptı: "Kasasında 600 milyon dolarlık nakdi ve 20 milyar dolar değerinde maden kaynağı olan bir şirketi değeri 10 milyon lira bile olmayan bir şirket alamaz. Arkasında başka işler var."

Dolayısıyla, TMSF yöneticilerinin ve ilgili Sayın Başbakan yardımcılarının bu konuya açıklık getireceğini düşünüyor, 2017 Bütçesinin ülkemize başarı ve hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.