KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, Sağlık Bakanlığının çok değerli yöneticileri, kamu kurum ve kuruluşlarının değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2017 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesinin ülkemize sağlık, barış ve kardeşlik getirmesini diliyorum.

Tabii, çok üzüldüm Sayın Bakanın tutum ve davranışlarına istinaden. 1920'den günümüze kadar olan Sağlık Bakanlarını şöyle bir masaya yatırdığımızda, rahmetli Refik Saydam, 4 Mart 1925'te Sağlık Bakanı oluyor ve 25 Ekim 1937'de de Sağlık Bakanlığı görevi bitiyor. Doksan küsur yıllık cumhuriyetimizde en uzun Bakanlık yapan Doktor Refik Saydam.

İkincisi: 20 Kasım 2002'de göreve gelen ve 24 Ocak 2013'te görevi sonlanan, görevi bir başka arkadaşına devreden Sayın Recep Akdağ. Ama Sayın Recep Akdağ 24 Mayıs 2016'da tekrar Sağlık Bakanlığına geldi. Görüyoruz ki bu böyle devam ettiği sürece Sayın Recep Akdağ on iki yıllık aralıksız Sağlık Bakanlığı görevini yapmış olan Refik Saydam'ın on iki yıllığını egale edecek ve onu geçecek ve Türkiye'de en uzun Sağlık Bakanlığını yapmış biri olarak tarihe geçecek. Bu kadar uzun yıllar Sağlık Bakanlığı yapmış Sayın Bakanımızın bir milletvekili arkadaşımızın konuşmasını "Yalan söylüyorsun! Yalancısın!" gibi kelimelerle itham etmesini kabul etmek mümkün değildir. Bu olsa olsa bir siyasi hazımsızlık olabilir, bir siyasi sindirim sisteminden kaynaklanan bir sorun olabilir. Bir meslektaşına, bir milletvekili arkadaşına "Sonuna kadar burada otur, cevabını alacaksın." demek yerine... Eğer Sayın Aytuğ Atıcı buradan giderse hatta şunu söyleyebilirdi o zaman "Bak, geldi burada nutuk attı, eleştirdi gitti, beni dinlemedi bile." deme şansı varken milletvekili arkadaşımıza bu şekilde davranmasını şiddetle protesto ediyorum ve doğru bulmadığımı, onaylamadığımı bir kez daha söylemek istiyorum.

Şimdi ben de bir şeyler söyleyeceğim. Sayın Bakanın da bana "Yalancısın, yalan söylüyorsun!" demesini bekliyorum.

Sağlıkta yaklaşık olarak on dört yıldır devam eden bir rüzgâr var; "Sağlık reformu yapıldı, her şey düzeldi, herkes çok memnun, sağlıkta çağ atladık." gibi buna benzer birçok söylem var. On dört yıllık AKP Hükûmeti döneminde sağlıkta hiç mi iyi şeyler yapılmadı, hiç mi doğru şeyler yapılmadı? Kuşkusuz iyi şeyler var, doğru şeyler var bu yapılanlarda, zaten hep söyledik, söylüyoruz da. Şimdi, kapanış konuşmasında Sayın Bakan "Bunun karnesi sandıktır. 2002'den günümüze kadar olan sandık sonuçları her şeyi gösteriyor." diyecek, işi sandığa bağlayacak ve başarı oranını da oradan ölçecek ama Türkiye'de sağlıktaki gelişmeleri sadece seçimlere bağlamanın doğru bir şey olmadığını belirtmek istiyorum.

Şimdi, söyleniyordu, "Herkesin sağlığı doğduğu günden itibaren emin ellerde olacak." deniliyordu ama gerçek öyle mi? Bana göre değil.

Samsun'da iki buçuk aylık Kübra bebek açlıktan öldü. "Alamıyordum, mama bile alamıyordum. Gücüm yetmiyordu." diyordu annesi. Konya'da ise kırk günlük "Ayaz bebek" soğuktan can verdi. Yaşadıkları kerpiç evin penceresinin camları bile yoktu, naylonla örtülmüşlerdi.

Yine, "Artık herkesin genel sağlık sigortası olacak." deniyordu. Gerçek böyle mi? Değil. Evet, adı "genel sağlık sigortası" ama işsizlik sigortasından yararlanamayan işsizler, sigortasız çalışanlar, emeklilik için prim gününü doldurup yaşa takılanlar, kısmi zamanlı çalışıp primleri ayda otuz günden az yatanlar, primini ödeyemeyen esnaf ve sanatkârlar, primini ödeyemeyen çiftçiler, primini kendisi ödemesi gerekip de ödeyemeyenler yani prim borcu olan milyonlarca yurttaş sağlık hizmeti alamıyor. Söyleyin, "Yalan." deyin.

"Bütün hastaneleri sigortalılara açtık." dediniz. Evet; sigortalılar hepsinde değilse de Sosyal Güvenlik Kurumuyla sözleşme imzalayan özel hastanelerde tedavi olabiliyorlar, yalnız milyarlarca liralık faturayı ödeyebilmeleri gerekiyor. Bu kadar parayı ödeme gücü olmayan vatandaşlar sigortalı olsa bile özel hastanenin kapısından içeri giremiyorlar.

"Hastanelerde rehin kalma ayıbına son verdik." diyordunuz. Gerçek mi? Değil. Hastaneler faturayı ödeyemeyen hastaları artık rehin alamıyor, hastaya senet imzalatıyorlar, sonra icra memurları geliyor. Ödeyemeyenlere de hapishane yolu görünüyor. Bu şekilde hastane borcu olan vatandaş sayısı o kadar arttı ki, Hükûmet seçim öncesi hastane borçlarına af getirmek zorunda kaldı.

"Biz gerekli düzenlemeleri yaptık ama doktorlar hastalara ilgi göstermiyor, yeterli süre ayırmıyor." diyorsunuz. Doğru mu? Tabii ki, değil. Telefonla randevu sisteminde hastaya verilen süre on dakikayı bile bulmuyor. Randevusuz hastalar da eklenince hasta başına düşen toplam süre beş dakikaya kadar iniyor. Günde 100-150 hasta bakmaya zorlanan bir doktor hastaya ne kadar zaman ayırabilir ki? Yalansa deyin ki "Yalan."

"Genel sağlık sigortası primini ödeyemeyen vatandaşların primlerini devlet ödüyor." diyorsunuz. Gerçek öyle değil. Yasaya göre aylık geliri asgari ücretin üçte 1'inden fazla olan her vatandaş prim ödemek zorunda. Devlet, aylık geliri 400 TL'nin üzerinde olan herkesi zengin kabul ediyor. Aylık 288 TL'ye kadar genel sağlık sigortası primi istiyor. Ödemeyenleri hem borçlu kaydediyor hem de sağlık hizmetinden mahrum bırakıyor.

"Bütün çocuklar koşulsuz olarak genel sağlık sigortasından faydalanıyor." diyorsunuz. Ancak 18 yaşın altındaki çocuklar annesinin, babasının sigortasından ya da prim ödemeden genel sağlık sigortasından faydalanabiliyor. 18 yaşını bitirmiş olup okumayan çocuklar, lisede okuyup 20 yaşını bitirmiş çocuklar, üniversitede okusa dahi 25 yaşını bitirmiş çocuklar annesinin, babasının sigortasından faydalanamıyor. Hiçbir işte çalışmasalar, hiçbir gelirleri olmasa dahi aileleri genel sağlık sigortası primi ödeyemezlerse sağlık hizmetleri alamıyorlar.

"Genel sağlık sigortası olanlara sağlık hizmeti ücretsiz." diyordunuz. Öyle mi? Sağlık hizmeti alabilmek için genel sağlık sigortası primi ödemek yetmiyor. Ayrıca telefonla randevu alırken başlayıp muayene ücreti, reçete bedeli, ilave ücret, istisnai sağlık hizmeti diye devam ediyor, tam 12 kalem katılım payı ödemek gerekiyor. Çalışma Bakanının açıkladığına göre, 2014 yılında sadece muayene ücreti, ilaç ve reçete katılım payı olarak cebimizden 3,5 katrilyon lira özel hastanelere "ilave ücret" adıyla ödendi arkadaşlar.

Muayene katılım sadece 2 TL deniyordu. Doğru mu? Değil. Kanun çıkarken öyle yazdılar ama genel sağlık sigortasının yürürlüğe girdiği daha ilk gün muayene ücretlerine zam yapıldı. Artık, devlet hastanelerinde yazılan her bir reçete için 8 TL, özel hastanelerde yazılan her bir reçete için 15 TL muayene ücreti ödeniyor. Üstelik, daha önce muayene ücreti ödemeyen SSK'lı aktif çalışanlar, yeşil kartlılar, kamu çalışanları ve emeklileri ile aile bireyleri de artık ücret ödemek zorundalar.

"Bıçak parasını kaldırdık." diyordunuz. Bıçak parası kalkmadı, özel hastanelerde "ilave ücret"e dönüştü, üstelik de kasatura parası oldu. "Yüzde 20'yi geçmeyecek." dediler, önce yüzde 30, sonra yüzde 70, daha sonra yüzde 100 ve en sonunda yüzde 200 oldu. Zaten denetlenemediği için özel hastaneler vatandaşlardan ne tutturabilirlerse alıyorlar. Sosyal Güvenlik Kurumunun verilerine göre 2012 yılında özel hastaneler sigortalı yurttaşlardan 14,5 katrilyon lira bıçak parası aldı arkadaşlar.

"Sağlıkta başvuru oranı 8,2'ye çıktı, herkes istediği gibi tedavi oluyor." diyordunuz. Evet, yurttaşlar sağlık kurumlarına daha fazla müracaat ediyorlar ama bu daha çok tedavi olabildiklerini göstermiyor. Bunun en açık göstergesi acil servislerdeki izdiham. Tedavi olamayan soluğu acil serviste alıyor. 77 milyonluk, 80 milyonluk nüfuslu Türkiye'de bir yılda acil servislere başvuran hasta sayısı 115 milyonun üzerinde. İşlerin iyi gitmediği ortada arkadaşlar. Üstelik sürekli olarak hasta sayısının artmasıyla övünen yetkililere sormak lazım, kim hasta ediyor bizi arkadaşlar, biz neden hastalanıyoruz?

"İlacımı istediğim eczaneden, üstelik yüzde 80 ucuza alıyorum." diyordunuz. Sosyal Güvenlik Kurumu birçok ilacı ödeme listesinden çıkarttı, bu ilaçların parasının tamamını vatandaşlar ceplerinden ödüyor. Üstelik, Sosyal Güvenlik Kurumu hesaplama yaparken benzer, eşdeğer ilaçların en ucuzunu esas alıyor, aradaki fark da hastaların cebinden çıkıyor. Bu durumda, bir sigortalının aldığı ilaç için ödediği para o ilacın fiyatından bile daha fazla olabiliyor. Edirne'de, ilacını bulamadığı için sabık Şehircilik Bakanından yardım isteyen kanser hastasının uğradığı dilenci muamelesini de henüz daha unutmuş değiliz.

"Hükümetimiz işçi sağlığına çok önem veriyor, gereken tedbirleri alıyor ancak bu işin fıtratında ölüm de var." diyorsunuz. Soma, Ermenek, Isparta, Torunlar, Tuzla, Davutpaşa, Ostim, Kozlu, biraz önce de işte aşağıda bulunan bir çalışan arkadaşımızın kafasına mermer düştü. AKP döneminde en az 16.500 işçi iş cinayetlerinde can verdi. Bunlar sadece resmî istatistiklere girenler. Resmî istatistiklere girmeyenlerle beraber AKP'nin on dört yıllık iktidarı döneminde yaklaşık 20 bin işçi hayatını kaybetti. İş cinayetlerinin sebebinin kader, fıtrat değil, patronların kâr hırsı olduğunu biliyoruz. İş cinayetlerinin sorumlusu patronlar ve işçi sağlığı, iş güvenliği konusunda gerekli önlemleri almak yerine bu alanı daha da kontrolsüz, denetimsiz hale getiren AKP iktidarıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - "Taşerondan hizmet satın alıyoruz, hem ucuz hem de kaliteli." diyorsunuz. Gerçek öyle değil. Sağlık Bakanlığı taşeron bakanlığına dönüştü. Taşeronlaşma ise sağlık hizmetinin kalitesini düşürüyor, hastaların hayatını tehdit ediyor. 26 Mayıs 2009 gecesi Bursa Devlet Hastanesinde çıkan yangında 8 hasta hayatını kaybetti. Raporlar yangının çıkış sebebini ortaya koydu. Radyoloji ihalesini alan taşeron firma yangına dayanıksız ucuz kablo kullanmıştı. Sağlıkta taşeron uygulaması maliyetleri düşürmüyor ama hayatları ucuzlatıyor. 2002 yılında sağlıkta 11.800 taşeron işçisi varken 2016 yılında 150 bin taşeron işçisi var arkadaşlar. Sağlıkta hedefimizin özelleştirme olduğunun itirafıdır bu. AKP'nin sağlık reformundan faydalanan tek kesim özel hastane patronları oldu. AKP döneminde Sağlık Bakanlığının hastane sayısı yüzde 10 artarken özel hastane sayısı yüzde 102, Sağlık Bakanlığının yatak sayısı yüzde 13 artarken özel hastane yatak sayısı yüzde 207 arttı. Asıl büyük patlama ise hasta müracaatlarında gerçekleşti. Sağlık Bakanlığında yüzde 153, özel hastanelerde yüzde 1.152 artış oldu. Artık hepimiz özel hastanelere mahkûm durumuna geldik.

"Sağlıkta ne yapıyorsak vatandaş için yapıyoruz." diyordunuz. Sağlık reformundan en çok yandaşlar nasipleniyor. Özelleştirilen Tekelin İstanbul Unkapanı'nda altın kıymetindeki binası ilansız, ihalesiz yandaş bir özel hastane grubuna devredildi, şimdilerde para basıyorlar. Bezmiâlem Valide Sultan'ın fakir fukara, garip gureba için yaptırdığı Osmanlı yadigarı Vakıf Gureba Hastanesi bile özelleştirildi. "Paranın dini, imanı olmaz!" diye boşuna dememişler.

"Vatandaşlarımıza ambulans uçaklarımızla hizmet ediyoruz." diyordunuz. Sağlık Bakanlığı hava ambulanslarıyla övünüyor, Sayın Bakanın öğleden önceki konuşmasında da var. Oysa 2014 Şubat ayında Van'ın Gürpınar ilçesi Yalınca köyü Çeli mezrasında 1,5 yaşındaki Muharrem bebek zatürreden öldü. Yollar kapalı olduğu için ambulans gitmedi, babası 16 kilometre boyunca çocuğunun cenazesini çuvalla sırtında taşıdı.

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Son sözlerim.

"Sağlık harcamalarının büyük bölümü devlet tarafından yapılıyor." Gerçek mi? Değil. Türkiye'de 2012 yılında gerçekleşen 72 milyar 820 milyon TL'lik toplam sağlık harcamasının yüzde 79,5'u; 57 milyar 892 milyon TL'si kişiler tarafından prim ödemesi ve cepten ödeme olarak yapıldı. Kişi başına yıllık 1.009 TL olan sağlık harcamasının 785 TL'si kişilerin kendileri tarafından yapılırken yalnızca 224 TL'si devlet tarafından yapıldı.

"En geniş aşılama programı uygulayan ülkeler arasındayız." diyorsunuz. Türkiye'de 2003-2008 döneminde 100 çocuktan 81'inin bütün aşıları yapılabiliyorken tam aşılı çocukların oranı 2008-2013 döneminde yaklaşık yüzde 9 azalarak 100 çocuktan ancak 74'ünün aşıları yapılabilmiştir. Başka bir ifadeyle, son beş yıllık dönemde tam aşılı çocuklarımızın oranı ne yazık ki azaldı.

"Kızamığın kökünü kazıdık." dediniz, Sayın Sağlık Bakanımız Recep Akdağ, sık sık söylüyordunuz, oysa kızamık Türkiye'de üç yıldır salgın hâlinde. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre ülkemizde 2011 yılında 111, 2012'de 698 kızamık hastalığı saptandı. Türkiye, 2012 yılında 194 ülke arasında kızamığın en sık saptandığı 52'inci ülke konumundaydı. 2013 yılında yaklaşık 8 bin vakayla Türkiye kızamıkta Avrupa şampiyonu, dünya üçüncüsü oldu, Sağlık Bakanlığı suskunluğunu korumaya devam ediyor.

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlar mısınız. Teşekkür ediyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - "Bebek ölüm hızı binde 7-8'e düştü." dediniz...

Daha fazla bir şey söyleyemiyorum.

Son sözüm şu Sayın Başkan: Sayın Bakan, biz 5 kardeşiz. En büyük ablam 1948 doğumlu, İzmir'in Menderes ilçesinde oturuyor. Salı günü hastalanıyor, alıyorlar Gaziemir Devlet Hastanesine götürüyorlar. Gaziemir Devlet Hastanesi iğne yapıyor, "Geçer." diyor, gönderiyorlar. Gece ablam fenalaşıyor, tekrar geliyor, aynı iğneyi bir daha yapıyorlar, "Bir şeyin yok." diyorlar, gidiyor. Sabah çok kötü oluyor, ablamı alıyorlar, İzmir'de özel Gazi Hastanesine götürüyorlar, yapılan tetkikler sonucunda "Çok acil ya 9 Eylül Üniversitesine veyahut da Ege Üniversitesine gitmen gerekiyor." diyorlar. Ege Üniversitesine götürüyorlar. Yapılan tetkikler sonucunda... Kalp krizi geçiriyor, farkına varılmıyor, Gaziemir Devlet Hastanesinde. Emboli yapıyor, ince bağırsağa gidiyor, ince bağırsakta tıkanıklık yaratıyor. Ege Üniversitesindeki doktorların bana söyledikleri, bu tip müdahalelerde dört saati geçtiği andan itibaren ince bağırsak kangren olur, çürür ve yaşama tutunması çok zor olur. İki gündür İzmir'deyim. Ege Üniversitesi Genel Cerrahi Bölümünde 2 metrelik ince bağırsak alınıyor, 10 cm'lik ince bağırsakla kalın bağırsağa bağlanıyor ve şimdi ablamın oradan gelecek acı haberini beklemekle karşı karşıyayız.

BAŞKAN - Allah şifa versin.

MUSA ÇAM (İzmir) - Siz "Sağlıkta çok şey yapıldı, çok şey yapıldı." diyorsunuz da, bu sadece benim yaşadığım şu anda ama her gün Türkiye'de buna benzer yüzlerce olay yaşanıyor ve yüzlerce mağduriyet var. Biz bunları söylediğimiz için yalancı oluyoruz.

BAŞKAN - Sayın Çam çok geçmiş olsun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Çok teşekkür ederim.

Ayrıca Bakan Yardımcısı Sayın Ahmet Baha arkadaşımıza da -dört yıl burada birlikte görev yaptık- görevinde başarılar diliyorum.

Teşekkür ediyorum.