KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; ben Plan ve Bütçe Komisyonunda kaç Millî Savunma Bakanlığı bütçesi görüşmesine katıldım tam olarak bilemiyorum ama onlarca var. Her zaman, konuşmaya tereddütsüz bir şekilde Silahlı Kuvvetlerimize duyduğumuz güveni dile getirerek başladım. Şehit olacağını bile bile verilen emri gözünü kırpmadan yerine getiren Astsubay Başçavuş Ömer Halisdemirlerin olduğu bir orduya karşı da zaten farklı bir duygu beslenmesi mümkün olmaz. Kaldı ki ben ailesinin tüm yetişkin erkekleri Kurtuluş Savaşı'nda şehit olan İstiklal Madalyalı bir ailenin çocuğuyum, farklı düşünmemi zaten kimse beklemesin. Ancak değerli arkadaşlar, 15 Temmuz hain darbe kalkışması sırasında ne olduğunu tam olarak anlayamamanın ve sürekli olarak da belirli sorulara yanıt aramaktan ötürü içi rahat etmeyen, sürekli huzursuz olan bir insan hâline geldim. Bizler halkın temsilcisiyiz, halk bize ne olduğunu soruyor. Söyleyebildiğimiz tek şey ordu içerisinde bir grup Fetullahçı terör örgütü mensubunun darbe girişiminde bulunduğu, demokrasiden yana tüm güçlerin ölümü göze alarak karşı koyması sonucunda da darbecilerin amacına ulaşamadıkları. Sayın Bakan da neredeyse kelimesi kelimesine bu tanımı yaptı.

Buraya kadar tamam da değerli arkadaşlar, bir sürü de yanıtlanmayan soru var. İlk olarak, Fetullahçı terör örgütünün örgütlenme yapısına ve hiyerarşisine baktığımızda bu tanımlamadan ibaret olmadığını görüyoruz bu olayın. Fetullahçı terör örgütü kendisine "imam" dedirten -imamlıkla ilgisi olmamasına karşın- imamlarla örgütleniyor. İmamdan talimat almadan kimse hareket etmiyor. Bu, örgütlenme şemalarında çok net bir şekilde görülüyor. Neredeyse Türkiye'de her kurumun bir imamı var. Silahlı Kuvvetlerde her kuvvet komutanlığının bir imamı var. İstihbaratımızın imamı var. İmam da imam her taraf. Bunların darbe teşebbüsü sırasındaki etkinliğini ortaya çıkan her görüntüde çok net olarak görüyoruz. Gerçek anlamıyla bir yönetici gibi ortalıkta dolaşıyorlar. Belki askerî kıyafetli imamlar da var ya da vardı, umarız şimdi yoktur. Bu durum karşısında bu olayı sadece bir grup "Fetullahçı terör örgütü giysisi giymiş asker" diye sınırlandırıp tanımlamanın bu sorunun çözümü açısından yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer gerçek bir çözüm arıyorsak önce sorunu tam olarak bir tanımlamamız gerekiyor; bu, burada yetmiyor. Bunun, bu darbe girişiminin sıradan bir iktidar mücadelesinden ibaret olmadığı da ortaya çıkıyor. Bunun altında Türkiye Cumhuriyeti'ni parçalamayı amaçlayan emperyal güçlerin parmağını çok net olarak görüyorsunuz, hatta gözümüzün içine sokuyorlar "Biz buradayız." diye. Bu koşullar altında bu soruların hepsinin yanıtlanması gerekiyor bizim açımızdan, en azından tartışılması gerekiyor. Zaten bu noktaya geldiğimizde ikinci önemli soru ortaya çıkıyor: Bu imamlar devlet içerisinde bu kadar güçlü bir hâle nasıl geldi, nasıl örgütlendi? Özellikle de bizim "Göz bebeğimiz." dediğimiz Silahlı Kuvvetlerde her defasında tüm güvenimizi arkasına koyduğumuz bu kurumda nasıl örgütlendiler? Bunun da yanıtını henüz bulamadık. İşin garip kısmı, herkes bu olayın farkında, burada böyle bir Fetullah terör örgütü örgütlenmesi var, herkes birbirini de uyarıyor ama nasıl oluyor da bu kurum harekete geçemiyor, bunu bir türlü anlayamıyorum. Bunca yıllık devlet deneyimim bana bunu önleyecek kadar bir birikim sahibi olunmadığını kabul ettiremiyor. Bizim bu birikimimiz var, bizim devletimiz öyle sıradan bir devlet falan değil.

Bu sorular yanıtsız kaldıkça bu toplumun geleceğe güven altında bakması o kadar kolay bir olay değil. Çözümler konusunda da bu kadar fazla kuşku olmaya başlayınca bu güvensizlik daha da artıyor.

Değerli arkadaşlar, kanun hükmündeki kararnamelerle tam 381 maddede değişiklik yapıldı, değişik kurumlarda değişiklikler yapıldı. Bu 381 maddenin 225 maddesinin sadece Millî Savunma Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerle ilgili olduğunu mutlaka hesaplamışsınızdır. Bütün kanun hükmündeki kararnamelerin yani 10 kanun hükmündeki kararnamenin toplam madde sayısı 381, 225 tanesi tamamen Millî Savunma Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlere ait. Bunun içerisinde askerî hastanelerin sivile dönüştürülmesinden tutun, liselerin kapatılmasına kadar, görevden almalara kadar, kısacası her şey var. Yani birdenbire bin yıllık bir kurum 225 tane değişiklikle olduğu gibi değiştirildi, yapılandırıldı. Değiştirilemez demiyorum ancak bu kurumda her kurumun yerleşmesi ve kabul görmesi için geçen, denenen deneme sürelerini arka arkaya koyduğunuz takdirde, bu olaya "Ya, gerçekten burada çözüm mü üretildi?" sorusunu sormaktan da insan kendisini alamıyor. Bu ne? Bu kurumların hepsi gerçekten böyle bir olayın beslenmesi için mi şimdiye kadar çalıştılar, yoksa bu olayları veya bu kurumları yönetenler miydi bu olayın sorumluları? Onlarsa onlar nerede? Bu soruların yanıtı olmadan bu iş olmuyor Değerli Bakan. Eğer bu örgütlenme Türkiye'nin neredeyse bütün kurumlarındaysa -bütün kurumlarında olduğunu da görüyoruz zaten- hatta uluslararası kurumlarındaysa sizi uluslararası kurumlarda temsil eden insanlardaysa o zaman bütün düzenlemenin neredeyse üçte 2'si niye sadece Silahlı Kuvvetlerde? Kaldı ki bunların içerisinde çok küçük bir grubun bu olayı yaptığını biliyoruz. Hatta, Silahlı Kuvvetlerin silahlarını, elbise giymiş farklı insanlar da kullanıyor. Yani soruları çoğalta çoğalta bir hâl oluyoruz.

Değerli milletvekilleri, en anlaşılmaz konu da -daha önceden de dile getirdim- bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunda bu konuyla doğrudan doğruya ilintili yapılan bir araştırma. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonuna binlerce, binlerce dilekçe geliyor. "Askerî okullarda, harp okullarında mobbing uygulanıyor bize. Bu okullardan uzaklaştırılmak için canımızdan bezdiriliyoruz, işkence görüyoruz. O nedenle oradan ayrılmak zorunda kaldık." diyorlar. Binlercesi geliyor, binlercesi. Raporunda Dilekçe Komisyonu çok net bir şekilde bunu yazıyor. Bütün değerli arkadaşlarımızın şu raporu açıp okumasını istiyorum veya en azından öneriyorum. "Askerî okullarda ayrımcılığa uğradıklarını, haksız olarak ilişkilerinin kesildiğini iddia ederek konunun araştırılması, askerî okullardan ilişiği kesilenlerden istenilen tazminatlar vesaire gibi dilekçeleri bu konuda çok sayıda başvuru olması nedeniyle ayrıntılı olarak incelemek zorunda kaldık." diyor. İnceliyorlar, rapora bağlıyorlar. Raporu ayrıntısıyla anlatamam. Kalın, büyük bir rapor. Sonucu şu: "Evet, bu olaylar var." deniyor. Çözüm? İnanamazsınız arkadaşlar ama "Ödeyecekleri tazminatı yüzde 50'ye indirecek bir kanun teklifinde bulunalım." diyorlar ve bu öğrencilerin ödeyecekleri tazminatları yüzde 50'ye indiriyorlar -şimdi tamamı kaldırıldı kanun hükmündeki kararnameyle- ve olay kapatılıyor. Ve bu kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkıyor. Ya, bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, bu nasıl bir olaydır? Yani, bu, imam darbesiyse acaba bu insanlar kalkıp da insanların akıllarını da alabilecek bir dua mua -Allah göstermesin de- yani öyle bir şey mi buldular, efsun mu buldular, neyin nesidir bu olay, nasıl akıl tutulur burada? Ve benim asıl anlamadığım, kabul edemediğim, yani, ordudaki bu hiyerarşi içerisinde, böyle bir şikâyeti alan komutanlar, üstler bu olay karşısında nasıl sessiz kalırlar? Bunu anlayamıyorum, bunu bana birisinin mutlaka anlatması lazım. Bunlar anlatılmadığı sürece ya biz kafayı yiyeceğiz belirli bir süre sonra ya da herkese kuşkuyla bakan, gözleri fıldır fıldır dönen insanlar hâline geleceğiz.

Değerli milletvekilleri, eğer kurumlarınız kendilerini demokratik ve laik demokrasinin savunmasını yapabilecek nitelikte görmüyorlarsa, bu özelliklerini yitirdiyse bunlar için alelacele yapılacak düzenlemelerin gelecekte aynı sonuçları doğurmayacağını kimse iddia edemez. Temel olan, yapısal reformlarını yapmaktır. Bu yapısal reformlarını yaparken de insanların daha rahat konuşabildikleri, daha rahat söyleyebildikleri çünkü baskı altında oldukları... Yani, bir darbe teşebbüsünden sonra askerlere "Gerçek anlamda bir örgütlenme getirin, yapısal değişiklik yapalım." dediğiniz zaman sadece o günkü olay üzerinden davranmayacaklarını düşünemezsiniz. Onlar da mobbing altındadır, baskı altındadırlar belki de. Dolayısıyla, bu yapısal değişiklikleri ve reformları yapmak çok geniş kapsamlı bir çalışma gerektirir. Bizim ihtiyacımız olan bu. Bu toplumsal kâbustan uyanmamız için mutlaka yapılması gereken bu değerli arkadaşlar.

İlk defa olarak kâğıtlarıma dikkat ederek konuşuyorum çünkü söylediklerimin ciddi anlamda aynı tutarlılık içerisinde gitmesini, tutarlılığının bozulmamasını istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, artık uluslararası politikada saygın hâle gelmek o ülkenin demokratik niteliğiyle, gelişmişliğiyle, hukuka saygısıyla vesaireyle ölçülmüyor. Temel ölçüler aslında bunlar. Artık uluslararası camiada, maalesef, itibarlı olmanın yolu savunma sanayilerinin güçlü olmasından geçiyor. Eğer savunma sanayiniz güçlü değilse ve özellikle de belirli silahları bizzat siz kendiniz yapıp geliştirmiyorsanız... Çünkü başkalarından aldığınız silahların hiçbir önemi falan yok. Milyonlarca dolar vererek aldığınız füzelerin içerisindeki programlar eğer başkalarınınsa onun içerisine mutlaka bir şeyler koymuşlardır onlar. Kullanmaya kalktığınız zaman, gönderdiğiniz yere değil, büyük bir olasılıkla gelip yeniden sizi vurur. Bu durumda, yapacağınız tek olay, kendi silahlarınızı geliştirmektir ve özellikle de bu şekildeki -yani mekanik silahları kastetmiyorum tabii ki, bunu anlıyorsunuz- çalışmaların bu ülkenin ulusal birimleri tarafından yapılması gerekir. Bunlar, gerçek anlamıyla devletin teşebbüsleridir. Her ülkenin, her devletin bu şekildeki kuruluşlarla geliştirmiş olduğu silahları vardır. Hatta bu silahlara çok abartılı birtakım söylentiler falan yayarak da varlıklarını bizzat kendileri deşifre etmeye çalışırlar.

Bizim de bu tür kurumlarımız var değerli arkadaşlar. Devlet laboratuvarı dediğimiz, geçen bütçede övüne övüne, yaptıkları füzeleri anlattığımız kuruluşlarımız vardı. TÜBİTAK'a bağlı SAGE'miz vardı, Uzay Enstitümüz vardı, Kriptoloji Enstitümüz vardı, ROKETSAN'ımız var. Bunların hepsi var, "vardı" derken kastım ortadan kalktıkları anlamında falan değil. SAGE'nin son füzelerini ROKETSAN seri hâlde üretmeye başlıyor ve bu füzeleriniz gerçekten dünyayı kıskandırıyor şu anda, ciddi anlamda kıskandırıyor. Amerikalıların ortaklık tekliflerini, şunlarını, bunlarını falan duyuyorsunuz. Demek ki yapabiliyorsunuz, yapılıyor da zaten.

Ama asıl burada söylemek istediğim enstitü Kriptoloji Enstitüsü. Eğer siz kriptolarınızı başkasının yaptığı programlarla sağlamaya çalışıyorsanız yani kendinizi aldatıyorsunuz, böyle bir komiklik olmaz. Dolayısıyla, bunu kendinizin yapması lazım. Bizim Kriptoloji Enstitümüz inanılmaz başarılı kriptolar yaptı değerli arkadaşlar ve sizi temin ederim ki aldığım bilgiler, dışarıdan duyumlarım, hepsi beraber geldiğinde, yabancı istihbarat örgütleri neredeyse kafayı yiyorlardı. Çözemiyorlar bir türlü kriptoları. Hatta ve hatta bu, bizim menfur çuval olayımız vardır ya, çuval geçirme olayı askerlerin başına, bunun nedeninin bile bu kriptoları çözmek adına olduğu söylenir çünkü daha sonradan alınan telsizlerin hepsinin söküldüğü, onunla ilgili birimlerinin çıkartıldığı, sonra yeniden takıldığı söylenir. Yapılmış diyemem tabii ki, söyleniyor. Ama bunun yapıldığından ben eminim, başkalarını bilmem. Ve bunu çözemediler. Ne yaptılar ondan sonra? İşte, tuttular, Kriptoloji Enstitüsünü, SAGE'yi, hepsini Fetullahçı terör örgütüne teslim ediverdiler. Bunlara bu teslim edildiği zaman, bunlar götürdüler bütün bu şifrelerin hepsini Amerikalılara teslim ettiler değerli arkadaşlar. "Yahu, bu telefonlar çözülmezdi." olayı birdenbire bitiverdi. Bir ülkenin ihaneti budur. Şimdi, bu kurumları bile biz nasıl koruyamadık? Yani, bir Kriptoloji Enstitüsü gibi bir kurumun, yani bilemiyorum ama sorumlusu olanın her Allah'ın günü gidip de bunları denetleyecek kadar önem vermesi gereken bir kurum olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu süreçlerden geçtik, geldik, bir de darbe teşebbüsü geçirdik. Şimdi, bu kurumların yeniden oluşturulması gerekiyor. Burada iki tane olayınız var: Bu insanların sınavlarda hile yaparak, çalarak, şunu yaparak, bunu yaparak şu anda kamunun belirli yerlerine, üniversitelerin belirli yerlerine, eğitim kurumlarının belirli yerlerine getirilmesindeki haksızlığı ortadan kaldıracak bir adım atmadık daha. Bu ayrı bir olay ama asıl bu kurumlarımızın yeniden kurumlaştırılması gerekiyor, yapılandırılması gerekiyor.

Ben, Türkiye'de adam yokluğu diye tanımlanan kaliteli insan eksikliği diye bir kavramı kesinlikle kabul etmiyorum. O SAGE'nin çalışmalarını ben en bunaldığım zamanda buradan, kalkar ta Samsun Yolu'nda, oraya kadar giderdim. "Ya, ne yaptınız, ne ettiniz?" falan diye sorardım. Oradakilerin "Ya, biz buradan, soba borusundan bir şey fırlatsak ertesi gün Amerikalılar gelip de 'Siz ne attınız?' diye soruyorlar." dediklerini hatırlarım. Soba borusuyla bir şey atsalar... Bu, heyecan verecek bir olaydır. Bunun için doğru organizasyonlara ve doğru insanlara ihtiyacınız var, bir de kendi kendini kontrol edecek bir sisteme. İnsanlar ne kadar ne olurlarsa olsunlar sürekli olarak onların peşinde dolaşamazsınız. Otokontrol sistemlerini oluşturmanız gerekiyor. O nedenle, bu organizasyonların büyük bir hızla yeniden yapılması gerekliliğini, farklı bir düşünceyle yapılmaması gerektiğini söylüyorum.

Sözlerimi bitirmeden önce bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum Sayın Bakanım. Sayın Cumhurbaşkanı da söyledi, siz de söylediniz. Cumhurbaşkanının söylediği yer Birleşmiş Milletler, burası Plan Bütçe Komisyonu. Bizim, savaş belasından kaçan zavallılara -öyle tabir edelim- harcadığımız paranın 13 milyar dolar faturalı olduğunu söylüyoruz, faturalı harcama yaptığımızı söylüyoruz. Güzel. Yani, kalkıp da bu ülkede "Bu yardımları niye yaptınız?" diyebilecek bir Allah'ın kulu yok, öyle bir derdimiz de yok. Peki, burası Plan Bütçe Komisyonu, bu 13 milyar doları nereden yaptık arkadaş biz, hangi bütçeden yaptık? 13 milyar dolar dediğiniz olay 40 milyar lira yapar. Değişik yıl bütçelerine dağıtsanız bile bu harcamaları yapan kuruluşların Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip de "Ey Türkiye Büyük Millet Meclisi, biz böyle sosyal bir görev görüyoruz. Bu nedenle şu, şu, şu harcamaları yapıyoruz. Hadi bize ödenek verin." demesi gerekmez mi? Nerede arkadaşlar bu, nerede, nereden yaptık? Siz bunu bu şekilde ortaya koymadığınız zaman, uluslararası kuruluşlar ya da buna katılma konumunda olan devletler size soruyorlar. "12,5 milyar dolar yardım yaptık." Güzel. "Nasıl yaptınız?" İşte orada duruyoruz. Bize bir şey gelmedi, bu Komisyondan bir şey sorulmadı. Niye yedek ödenek istemediniz? O yetmiyorsa daha fazlası da verilirdi, niye istenmedi bu, bütün dünyaya niye göstermediniz bunun hangi bakanlıklardan, hangi kuruluşlardan yapıldığını? Sağlık Bakanlığından mı yaptık, Bayındırlık Bakanlığından mı yaptık, nereden yaptıysak bütün bunların hepsini niye ortaya koymadık ve niye ortaya koymuyoruz hâlâ?

Büyük devlet olmanın yöntemleri, büyük devlet olmanın adımları gerçekten bellidir. Büyüksünüzdür ama küçük adımlar attığınız zaman büyüklüğünüz belli olmaz, gürültüye gider. Şu anda belki de devletimiz kuruluşundan beri -yani ta Osmanlının kuruluşundan beri alın isterseniz- en hassas dönemlerinden birisini yaşıyor. Tehlikeli dönemini demiyorum, hassas dönemlerinden birini yaşıyor. Bu hassasiyette saniyelerin değeri vardır. Buralarda özellikle de bilgiye, birikime ve birlikte çalışmaya da ihtiyaç vardır.

Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. Yani, savaşsız, silahları sadece savunma amaçlı olarak kullanıldığı bir ülkedir bizim hayalimiz. Mustafa Kemal'in ve Misak-ı Millî sınırları içerisindeki "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkeleri çerçevesinde götürülen bir ülke olmasını temenni ediyoruz ama zorunda kaldığımız zaman da canavar kesilmek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Temizel.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Ben teşekkür ederim.

Bütçeniz hayırlı olsun Sayın Bakanım.