| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri a) Orman ve Su İşleri Bakanlığı b) Orman Genel Müdürlüğü c) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ç) Meteoroloji Genel Müdürlüğü d) Türkiye Su Enstitüsü |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 16 .11.2016 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Arkadaşlar işlerini bitirsinler, resimlerini çeksinler de. Hayatta bir dikili ağacı olan insanların bu anını kesinlikle bozmamak gerekiyor.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; bilmem içinizde Ahmet Hamdi Başar adı kendisine bir şey ifade eden arkadaşımız var mı? Ahmet Hamdi Başar bir ekonomist, maliyeci. Ama çok ilginçtir Keynes'ten önce Keynes. Keynesyen teoriyi bulmuş adam. Özellikle Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkmış genç cumhuriyet, parasal ekonomiye geçişle ilgili mücadeleleri, arkasından 1929 buhranı Türkiye kaynak bulamamanın sıkıntısı içerisinde kıvrım kıvrım kıvranıyor. Ahmet Hamdi Başar diyor ki: "Bizim paramızın kaynağı Merkez Bankasındaki birkaç yüz kilo altın olamaz. Bizim paramızın kaynağı Konya Ovası'ndaki buğdaydır, Karadeniz'deki fındıktır, Ege'deki incirdir, şuradaki bor madenimizdir, buradaki bakır madenimizdir. Dolayısıyla bunları üretebildiğiniz sürece para basabilirsiniz. Zaten o parayı alanlar da bu ürünleri talep edecekleri için herhangi bir sorunla bu ekonomi karşılaşmaz." Bu gerçekten Keynes'ten önce Keynesyen teori. Atatürk'e kadar iletiliyor Ahmet Hamdi Başar'ın görüşleri ve Atatürk danışman olarak kendisinin istihdam edilmesi talimatını veriyor.
Ahmet Hamdi Başar'ın Atatürk'le beraber bir Konya seyahati var. Konya seyahatini daha sonradan kitaplaştırıyor "Atatürk'le üç ay" diye çünkü üç aya yakın sürmüş bu seyahat. Ahmet Hamdi Başar, tren Konya Ovası'ndan geçerken ovaya bakıyor, böyle çürük çarık buğday tarlaları ama sonuç olarak buğday. Diyor ki: "Eğer bir vagon ötemde duran Atatürk'e ulaşır, bu teorimi anlatırsam. 'Tamam, kaynağı bu şekilde yaratın ve derhâl Konya Ovası'nı sulamaya başlayın' derse, buradaki buğdaylar deniz gibi dalgalanmaya başlayacak. Burada elde edilen gelirlerle daha neler yapılabilir neler?" diye öyle heyecanla anlatıyor ki. Bu heyecanı ancak ülkesini seven bir insandan duyabilirsiniz, okurken de bu heyecanı duyarsınız.
Sonuç olarak, Atatürk bir akşam davet ediyor bunu. "Şu teorinizi anlatın bakayım, bütün arkadaşların huzurunda." diyor. Anlatıyor, ayrıntısıyla anlatıyor. Sonra "Teşekkür ederiz." diyorlar. Çıktıktan sonra etrafındaki insanlara soruyor Atatürk: "Ne diyor, nasıl buldunuz? Bana çok mantıklı gibi geldi." diyor. "Aman efendim, olur mu öyle şey. Siz Fransız İhtilali'ni çok iyi bilen insansınız. Fransız İhtilali niye battı? Enflasyon yüzünden battı. Buğday karşılığı para mı olurmuş? Yarın enflasyon menflasyon alır başını gider. Yeniden bizim genç cumhuriyetimiz, kanla kurduğumuz cumhuriyet enflasyonla yıkılıverir." diyorlar. Şimdi, Ahmet Hamdi Başar'ın oradaki anlatımlarının içerisinde şöyle bir cümle var: "Ben bir vagon mesafesindeki Türkiye'nin kaderini elinden tutan kişiye ulaşacağım, teorimi anlatacağım 'Evet.' diyecek ve bu dönüşüm olacak."
Bunu niye anlattım değerli arkadaşlar? Akşam düşündüm. Ya, bu Plan ve Bütçe Komisyonunda... Ben ilk defa 1979 yılında gelmişim bu Komisyona milletvekili olarak değil, genç bir bürokrat olarak, daire başkanı olarak gelmişim. Üzerinden neredeyse yarım asır geçmiş ve sürekli dinlemişim buradan olup bitenleri. Şuraya gelip oturduğum zaman içimde gerçekten bu duygu vardı, iktidarda da veya muhalefette de, ikisinde de üstelik yıllarca bulunduk, gelirken derdim ki: Örneğin, Türkiye'nin orman ve su işlerini elinde tutan Sayın Bakana 4 metre mesafede olacaksın. Türkiye'yle ilgili kendi ürettiğiniz çözümleri ya da bölgenizden gelen sorunların nasıl çözüleceğiyle ilgili projeleri anlatacaksınız. "Tamam, bu mantıklı geliyor, hadi bunu çözelim." diyecek ve ondan sonra oradaki insanların nelere kavuşacağını hayal edersiniz. Aradan geçen zaman içerisinde bu hayallerin hepsi yıkılıyor değerli arkadaşlar. İster iktidarda olun, ister muhalefette.
Bir süre sonra buraya gelirken "Ya, hay Allah ne konuşsak acaba" diye resmen... Şunları anlatsak zaten hazır cevaplarımızın hepsi var. Arkadaşlar burada "kes" "yapıştır" cevaplar diye bir de deyim çıkardılar. Arkadaşların hepsi hazırdır büyük bir ihtimalle, sorulan her soruya hemen şıkırt diye bir tane yanıt gelecektir. İşin garip kısmı bir süre sonra, bakanlar açısından da durum aynı olmaya başlıyor. Bıkıyorlar, aynı şeyleri dinle dinle dinle, dinle cevap ver, dinle cevap ver. Herhangi bir gelişme melişme olmuyor. Biz Plan ve Bütçe Komisyonunda gerçekten de bu ortamı yani 5 metre mesafede bulunan yürütme ile hemen bu tarafta bulunan yasamanın bu konudaki iş birliğini biz bir türlü sağlayamadık. İnsanların fikirleri farklı bile olmuş olsa "Ya, bu galiba değerli bir olay, şunu bir değerlendireyim." diye burada söylenmiş olsa bile, kapıdan çıkıldığı andan itibaren unutuluyor. Burada dostça bakan veya merakla bakan yüzler kapıdan çıktıktan sonra umursamaz ve tanımaz bakışlara dönüşüyor.
O nedenle niye yalan söyleyeyim, Orman ve Su İşleri Bakanlığı bütçesini düşünürken yani "Neleri değerlendirebiliriz acaba?" derken dedim, önce ben bu olayı anlatayım. Ondan sonra da döneyim Sayın Bakana diyeyim ki: Sayın Bakan, şurada gösterdiğiniz slaytlar ve anlattığınız şeylerden ötürü ben devletimizin şahsında sizi kutluyorum. Yapılan şeylerin hiçbir tanesi -son teknolojik gelişmeler hariç- bir günün, iki günün eseri falan değil. Düşünenlerden, yürürlüğe koyanlardan, gerçekleştirenlerden Allah razı olsun diyerek başlamak gerekiyor. Bitti mi? Hayır, hiçbir zaman bitmedi. Bitmesi de mümkün değil zaten çünkü dünyanın sorunları artıyor, Türkiye'nin sorunları artıyor. İşin ilginç yanı belki de bugün çözüm olarak büyük bir gururla yaptığımız projelerin büyük bir kısmının gelecekte "Biz bunları nasıl ortadan kaldırıp da şu belayı veya şu katastrofu nasıl telafi ederiz?" diyeceğimiz günler de gelecek. Ancak doğayla ilgiliyseniz, yaşamla ilgiliyseniz, bu konudaki görüş alışverişinin, bütün sivil toplum örgütleriyle beraber çalışmanın değerini kesinlikle ve kesinlikle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Şimdi, bugünlerde bu heyecanla geldiğiniz olaylar belirli bir süre sonra kısır çekişmeler başlıyor. Sen yaptın, ben yapmadım; sen şunu kuruttun, ben bunu yaktım vesairelere dönüşüyor. Şu zamana kadar yapılmadı, bu zamandan sonra yapılmadı, hemen gelip onun içerisine dönüyor.
Değerli arkadaşlar, ne olursa olsun, doğayla ilgili, tarımla ilgili, ormanla ilgili, suyla ilgili yatırımların hepsi bir kaynak sorunudur, geçmişte zaman sorunu. Yani sonuç olarak Ferhat'ın Amasya'nın kayalıklarını delmesinin üzerinden geçen zamanı, kaç yılda deldiğini bir düşünün, şimdi de kaç saatte delineceğini bir düşünün, bu olayların içerisinde bu kadar fark olmaya başladı.
Dolayısıyla, bu durumlarda daha önceden parlak olarak gözüken olayların gelecekte "Ya, bu da amma sıkıcı şeyler söylenmeye başladı." diyen bir iktidar baskısıyla susturulmaya başladığını da görürsünüz ve "Bu kaynakları acaba doğru yerde mi kullandık, bundan daha acil kullanacağımız herhangi bir yer var mıydı?" diye sormaya başlarsınız. Bunu sormak zorundasınız zaten.
Bana göre orman ve suyun önüne geçecek hiçbir yatırım yoktur. Orman ve su birincil yatırımdır. Kaynaklardan olabildiği kadar insanların yaşamına ve eğitimine dönük kaynakları çıkardıktan sonra geri kalanını bu alanlara aktarırsanız zaten olay büyük ölçüde çözülmüş olur. Ancak bu kaynakların kullanılması sırasında eğer gelecek nesilleri de ipotek altına alacak birtakım yükümlülükle bu işi yapıyorsanız işte, orada birazcık durup düşünmek gerekir. Övünmek, tamam övünelim. Dünyanın en yüksek barajlarını yapıyoruz, gerçekten övünülecek bir olay.
Lisansüstü eğitimim için Fransa'ya gittiğimde bir grup İranlı Azeri ziyarete gelmişlerdi. Konuşurken konuşurken konu döndü dolaştı, Türkiye'nin üzerinden uçakla geçerken sürekli olarak aşağıyı seyrettiklerini, anavatanımız diye baktıklarını söylediler. Ondan sonra da dediler ki: "Ağabey orada su akıyor, siz bakıyorsunuz." "'Su akar, Türk bakar.' diyor İranlılar." dediler. Niye bunlara bakıyorsunuz? Ben de dedim ki: "Yakında o sular akamayacak." Bak, GAP kesiyor bütün bunların hepsinin önünü. Atatürk Barajı yükseliyor, bütün bunların hepsi oluyor, oldu. Peki, Atatürk Barajı'nın daha doğrusu GAP'ın gerçek anlamıyla üretime dönüşmesi için daha önümüzde dört yıl var, o dört yılda eğer tam anlamıyla başarırsak. Hatta bunlar bir şekilde başarılırken, tam, yüzde 100 kapasiteye ulaşılırken diğer taraflarda özellikle teknoloji ve bilgi eksikliği nedeniyle o sulamalardan kaynaklanan toprak kayıplarıyla karşı karşıya kalmaya başlıyorsunuz. Demek ki, birtakım şeylerin beraberce götürülmesi zorunluluğu var. Toprakta tuzlanma yaratıyorsanız, o sulamanın herhangi bir yararı falan olmaz ki o topraklara. Keşke o zaman "Su aksa da Türk baksa." dersiniz.
Onun için değerli arkadaşlar burada yaptığınız çalışma Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütün yaptıklarını, yapılanları ve bitenleri takdirle karşılamakla beraber bu soru işaretinin herkesin aklında ve kafasında olması gerektiğini düşünüyoruz. Kaynak bolken, bol miktarda borç alınırken ya da kamu ortaklığı işletmesi şeklinde, özel sektör işletmesi şeklinde yapılan projelere hazine garantisi verirken, bu insanlara enerji garantileri, alım garantileri verilirken bu projelerin yapılması kolaydır, çok rahat yaparsanız ama önümüzdeki yıllarda bir de bunların dönüşü olacak. Biz bu dönüşleri ekonomik bir değere dönüştürememiş, hele dövizle aldığınız borçları ödemek için döviz kazandırıcı herhangi bir işlem yapmamışsanız işte bunu düşünmemiz gerekiyor bu olaylarda. Acaba? Acaba sorusu işte burada geliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Övünmek tamam ama acaba sorusuna yanıt vermek çok daha farklı bir olay. O nedenle ağaç, orman ve su tartışmasına şu aşamada hiç girmek istemiyorum. Sayın Bakanlığın sunmuş olduğu sunumla övünerek bu olayı noktalamak istiyorum.
Ancak bu arada şimdiye kadar bütçelerde hiç konuşmadığımız bir kuruma değinmek istiyorum. Türkiye Su Enstitüsü. Başkanının kendisini takdim ettiğini göremedim ben, belki televizyonlar nedeniyle. Burada mı?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Koordinatör burada.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Koordinatörü burada.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin bir Su Enstitüsü kurması olayı bizleri heyecanlandırmıştı, çok önemli bir olaydı. İşte, biraz önce söylediğim bütün bu değerlendirmeleri falan yapacak olan enstitü, o enstitüydü. Ta, iki yüz yıl önce Sakarya Irmağı'nın Konya Ovası'na akıtılması, Kızılırmak'ın Konya'ya akıtılması...
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Helal Sayın Bakanım.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Ben daha önceden de Sayın Bakana söyledim. Konya Ovası Projesi'ne hayran bir insanım ve özellikle de Mavi Tünel'in proje bedelini ilk bütçeye koyan insan olarak kendimle de övünüyorum, o da ayrı bir olay.
Bütün bunların hepsinin değerlendirileceği, geleceğe dönük olarak projelerin yapılacağı bir enstitü olarak gördüm. Ama siz şimdiye kadar hiçbir faaliyetini duymadınız bu enstitünün, ne yaptı bu? Az buz değil 5 milyar lira da bütçesi var. Ciddi de bir personel gideri var, onun neredeyse 5'te 2'sini personel ödemesi olarak yapıyor. Uluslararası konferanslar monferanslar falan filan yapılıyor. Bu enstitünün bu şekilde kurulup bu şekilde bırakılmasını biraz önceki söylediklerimin haklılığı olarak görüyorum. Büyük bir ihtimalle bilirsiniz, Mustafa Bey kesin olarak bilir bir Konyalı olarak. "Dağ sarnıcı" diye bir şey duydunuz mu değerli arkadaşlar? Konya'da bunun şenliklerini yaparlar. Akörenliler dağlara çıkarlar, dağ sarnıcı şenlikleri yaparlar, müthiş eğlenirler üstelik de. Bu nedir, dağ sarnıcı nedir? Biraz önce Sayın Bakanım, özellikle Karadeniz'deki bu heyelanları önlemek için, heyelanları ortadan kaldırmak için suyun yukarıda tutulması gereğinden bahsedildi. Dağ sarnıcının temel mantığı budur. Onun ötesinde asıl bu küçük küçük derelerin yağmurlarla beraber akan sularının aşağıda sel hâline dönüşmesini engellemek için yukarılarda sarnıçlar yapılır. Yaylaya çıkan insanlar o sarnıçların suyuyla idare ederler bütün bir yaz boyunca veya bahar boyunca. Şimdi, bu, Türk toplumunun, göçerlerimizin yıllardan beri bildiği bir olaydır, Kafkasyalılar da bilir bunları ama Türkiye bu olayları falan unuttu. Biz hep büyük derdindeyiz. Dünyanın en büyük barajı, dünyanın en derin tüneli, dünyanın en, dünyanın "en"indeyiz. Değerli arkadaşlar, küçük de güzeldir. Hele bu küçükler çok sayıda olursa öyle güzeldir ki üstelik birinden birine koşmak istersiniz bu güzellik içerisinde. İşte, bu Su Enstitüsünün en azından bu dağ sarnıçlarıyla ilgili Türkiye'nin geleceğine dönük olarak bir proje geliştirmesini umarsınız. Setleme yaparak yapılmış ağaçları gördük.
Daha önceki dönemlerde ağaç dikmek kadar zor bir olay yoktu. Ağaç dikeceğiz diye ikide bir kazmaları omuzumuza vururlardı okulda, haydi ağaç dikmeye giderdik. Kazmaları indirdiğiniz ilk yerde ya sıçrayan taşlardan gözünüze bacağınıza bir şey olur ya da ağlaya zırlaya geri dönerdik. Şimdi, öyle makineler çıktı ki yükselerek, alçalarak, böyle, neredeyse 60 derecelik yerlerde düz hâle gelerek su kaybettirmeyecek, toprak akıtmayacak şekilde setlemelerini yapıyorlar, arkadan gelen birisi de dele dele dele gidiyor.
Orman Bakanlığının değerli eski bürokratları var aramızda. Bu konudaki teknolojide, şimdi bırakın böyle yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl gibi zamanları son beş yıl içerisinde bile inanılmaz değişiklikler oldu. Bu koşullar altında Türkiye'nin yeni orman alanları yaratması inanılmaz derecede değerli ve olanaklı bir hâle geldi.
Değerli arkadaşlar, bir tartışma burada sürüp gidecek büyük bir olasılıkla. Orman farklı bir kavramdır, ağaç farklı bir kavramdır. Zaten o nedenle atasözleri "Ağaçtan ormanı görememek." diye. Sadece ağaç kavramının etrafında ormanı düşünürseniz bu olayın hiçbir anlamı falan yoktur zaten. Orman bir yaşamdır ve üstelik onun nüfusu, bitki örtüsünü, orada yaşayan böcekleri, hayvanları vesairelerin hepsini birbirinin içerisine ekleyin. Hepsi gerçek anlamıyla bir yaşamdır. Siz bu yaşamı kuruyorsunuz orman yaparken. Ağaç dikerken bunu kuramıyorsunuz aslında. Ağaç yaparken park yapıyorsunuz. Ne kadar süs yaparsanız o kadar yeşillik, hepsi bu kadar. Dolayısıyla, park yapmak ile orman yapmayı birbirinden ayırmak gerekiyor. Türkiye ağaçlandırma yapıyor ama ağaçlandırma yaptığı kadar orman yapamıyor. O bölgelerde daha önceden o ormanlar yok olmadan önce, orman ve orman altı ürünlerinin değerini Türkiye yeniden üretemiyor. Dünyadaki değişim bu.
Sayın Bakan, tıbbi ve aromatik bitki varlığı ve özellikle de ağaç altı bitki örtüsüyle ilgili olarak yeni çalışmalarından bahsetti. Gurur duyduk. Adı bile geçmezdi. Sadece o civardaki köylülerin aile içi kullanımı için gidip toplayıp şişelere koyup astığı, kuruttuğu vesaire bitkilerden ibaretti, defne ve birkaç ürünümüz hariç. Şimdi, olay çok değişti çünkü dünya değişti.
Geçen bütçede söylediğimiz için söylemeyecektim ama bu arada yeniden söyleyeyim. Sayın Bakanım, eğer sizin orman altı ürünleriniz bir sınai girdisi olarak değerlendirilmezse hiçbir anlam ifade etmez. Şu anda yaptığınız zaten bütün... Tarım Bakanlığının yaptığı olay da o. Limon veya herhangi bir ağaç, limonlarını kesene veya fındıklarını sökene prim, onun yerine ağaç dikene yine prim. Sonra örneğin nar olayında böyle oldu, Türkiye çok önemli bir şeklide dünyanın 3'üncü büyük nar üreticisi hâline geldi. Şimdi, narları geri köklüyor, hepsini geri köklemeye başladı. Orman, zaten bu nedenle korunamıyor. Eğer ormanın -yaptığınız olay çok doğru- getirisinden kesin olarak insanın nemalanması gerekmeli ki o insanlar ona sahip çıkmalı. Aksi takdirde onu düşman olarak görüyor. Hayvanını otlatacağı yerde bir tane orada kazık duruyor gibi görüyor onu. Ama bütün bunların hepsinin sınai girdisi olarak kullanılması için de ölçek ekonomisine uygun olarak bir üretim yapılması gerekiyor. Türkiye kendi iç tüketimiyle hiçbir yere varamıyor zaten. Herkes kendi ihtiyacını aşağı yukarı yetiştiriyor. O nedenle de orman altı ürün olarak yetiştirileceklerde gerçek bir üretim planlamasının yapılmadığını görüyoruz. Tamam bunu değerlendirin, herkes seviniyor, atlıyor olayın üzerine ama bu çok küçük ölçekte kalıyor, slayta döktüğünüz zaman çok süslü bir slayt oluyor ama elde edilen herhangi bir olay yok.
Süremi aştım ama Sayın Başkan şunları söylemeden bırakmayacağım bugün, istediğiniz kadar sözümü kesin.
Değerli arkadaşlar, bir zamanlar Türkiye'nin "SEKA" diye bir kuruluşu vardı, SEKA. Dev gibi büyüdü ve Türkiye'nin kâğıt sanayisine ilişkin ve kâğıt gereksinimine ilişkin neredeyse ihtiyacı karşılayacak bir hâle geldi. Özelleştirdik. Özelleştirince ne oldu? "SEKA" diye bir şey var mı şu anda? Bitti, SEKA kapandı. Peki, Türkiye kâğıt gereksinimini nereden karşılıyor? Bizim ağaçlandırma politikamız Orman Bakanlığımız ya da Tarım Bakanlığımız burada bir kavram kargaşası var zaten hepsinde. Ya bu kâğıt gereksinimini siz nereden karşılıyorsunuz? Türkiye ciddi kâğıt kullanıyor. Şu anda dünyanın en fazla kâğıt kullanan 9'uncu ülkesiyiz biz. Nasıl sağlıyoruz biz bu kâğıdı? Kâğıt hamurunu ve kâğıt ham maddelerini ithal ediyoruz değerli arkadaşlar. Madem bu kadar büyük alanımız var, madem bu kadar su kaynaklarımız var, madem bu kadar ağaç yetiştirme olanağımız var, biz nasıl oturup da kâğıt ham maddelerini dışarıdan ithal ederiz. İthalat rakamımız 3 milyar dolar. Yani 9 milyar lira, 10 milyar lira nereden bakarsanız bakın. Ha, onların bir kısmını üretip dışarıya yeniden ihraç ediyoruz, ayrı bir olay.
Peki, kâğıt ham maddesi olarak kullanılacaklar sadece orman ürünlerinden mi ibaret? İşte, burada şu noktaya geliyoruz: Orman emvali tanımı yüz yıl önce yapıldığı gibi değildir. Orman emvali tanımı sürekli gelişen ve değişen bir olaydır. Ben şunu da bundan sonra orman ürünü yaptım diyebilmeli. Maliye Bakanlığında ağaçlandırma koşuluyla kırk dokuz yıllığına kadar kamu arazilerinin, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin verileceğine ilişkin bir düzenleme yapmıştık. Kapariyi de ağaç olarak tanımladık, kapari ağaçtır, dedik. Kapariyi de ağaç olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Kapari dikenlere de kesin olarak oraları kırk dokuz yıllığına veriyoruz, dedik. Balıkesir ve civarı bunu inanılmaz benimsedi çünkü o Manyas vesaire civarlarında çok ciddi bir üretim olur. Şimdi, bu ağaç tanımını, orman tanımını veyahut da ağaç ürünleri tanımını birazcık genişletmemiz gerekiyor. Kavak, yirmi yıl bekleyeceksiniz vesaire, olmuyor, yetişmiyor. Okaliptüs çok daha hızlı gidiyor ama çok fazla su emiyor. O zaman farklı bir şeyler bulmak gerekiyor. Kapariyi de ağaç olarak...
Bizim bu anlamda yetiştirdiğimiz bitkilerin büyük bir kısmı geçmiş dönemlerde değişik nedenlerle yasaklanmış. Keneviri yasaklamışız biz. Şimdi, 19 ilde izin veriyoruz ama ne yapacağımızı henüz bilmiyoruz. Onu Tarım Bakanlığının bütçesinde çok ayrıntılı değerlendirmek üzere bu tarafa alıyorum. Ancak kenevirin dört ayda büyüdüğünü, 7 metreye kadar boy attığını, üzerindeki lif tabakası alındıktan sonra içerisinde kalan selüloz kısmının kavaktan 4 kat daha fazla selüloz içerdiğini ve Türkiye'nin kâğıt sanayisinin bütün ham maddesinin inanılmaz bir hızla özellikle sulak alanlarımızın bu alanlar için, bu üretimler için açılması hâlinde kesinlikle karşılayacağımızı iddia ediyorum, karşılarız. Orman Bakanlığının projesi bu, hele Orman ve Su İşleriyse... Tamam, denizlere dökülen sularımızı yeniden topraklarımıza çevirerek müthiş bir mucize gerçekleştiriyoruz, çok da başarılı oluyor ama hâlâ denizlere dökülen dünya kadar deltamız var. O deltalar bu tür projeler bekliyorlar. Bunları yapmak zorundayız. Değerli Bakanım, bunları yapmak zorundayız.
Tabiat ve Turizm Eylem Planı'nızı yine takdirle karşıladım, doğru. Yaşamadığınız doğa sizin değil. Gitmediğiniz, görmediğiniz bir yerle ilgili olarak herhangi bir fikir veya içinizde bir koruma duygusu uyanmıyor. Bir dağcı olarak işte, gitmediğiniz dağda bir şey olduğu zaman pek fazla tüyünüz kıpırdamıyor ama gittiğiniz, gördüğünüz, örneğin Aladağlarla ilgili herhangi bir şey olduğunda, Kaçkarlarla ilgili bir şey olduğunda benim içim çok daha fazla buruluyor. O zaman insanları oralara götürmek gerekiyor, bu doğru. Ancak değerli arkadaşlar, bu işin yapılmasıyla ilgili Türkiye'de kaç tane kurum var? Turizm Bakanlığı mı yapacak bunu, Gençlik ve Spor Bakanlığı mı yapacak, yoksa Orman Bakanlığı mı yapacak, yoksa bunlar koordineli bir şekilde mi bunları yapacaklar? Şu anda kullanılan tek hat Likya Yolu'dur. Eskiden kullanıldığı için, hatta şeyleri filan da var. Bu yolların, bu yürüyüş yollarının ne şekilde yapılacağı ve burada yürüyen insanların gereksinimlerinin ne şekilde karşılanacağı artık bütün dünyada bir bilim şeklinde sunuluyor: Şunu yapacaksınız, şu kadar kilometrede şunu yapacaksınız. Buralarla ilgili haritalar yapacaksınız, içme suyu alanlarını belirleyeceksiniz. Hangi durumda buralarda hangi tehlikenin, hangi vadiden geçerken yağmur başladığı zaman nereye kaçacağını da belirleyeceksiniz diye inanılmaz çalışmalar yapılıyor buralarda ama bu, sadece Orman Bakanlığının işi olamaz. Bu, Gençlik ve Spor Bakanlığının tanımı içerisinde, Dağcılık Federasyonu -veya trekking her neyse- onlarla falan gidiyor. Bu olmadan kesinlikle ve kesinlikle böyle bir olaya kalkmak bazı felaketlere bile neden olabiliyor.
Son olarak şu konuyu gündeme getirip bitirmek istiyorum: Sınai girdisi olacak orman altı ve orman ürünlerinin başında bizim sığla ormanlarımız geliyor değerli arkadaşlarımız. Sığla ormanlarının lafını etmiyoruz. Sığla ormanlarımız yok ediliyor, turizm tesislerine heba edildi, kurban edildi. Oraları, sığla ormanlarını destekleyen ve bataklık oluşturan derelerin hepsi yukarıdan kesildi, su gelmiyor artık, gelmeyince gidiyor. Sığla ormanlarını bir defa daha yetiştiremezsiniz çünkü dünyada yetişmiyor, iki yerde yetiştiğini söyledim. Sığla ormanlarını o nedenle inanılmaz derece önemsememiz gerekiyor, sığladan vazgeçmememiz gerekiyor, gelecekte müthiş şekilde derece değerli olacak, şuradaki projelerin hiçbirinin parasal değeri bununla kıyaslanmayacak.
Son olarak cümlem, dere ıslahı. Dere ıslahlarını yanlış yapıyorsunuz Sayın Bakanım. Betonla dere ıslahı yapılmaz. Bir beton kanal içerisine alıyorsunuz suyu, akıtıyorsunuz gidiyor. Hâlbuki o dere etrafındaki bir sürü ağacı sulayarak gidiyor, bitkiyi sulayarak gidiyor, oradan emilen sular oradaki ağaçların ayakta kalmasını sağlıyor. Benim bulunduğum köyde "Dere ıslahı yapıyoruz." diye dereyi aldılar, etrafındaki çınarları kestiler, çamları kestiler. Kesme nedenleri de dozer giremiyormuş. Sizi temin ederim bunun için yaptılar. "Niye kesiyorsun kardeşim bunu? Senin dere ıslahınla bunun ne ilgilisi var?" dedim, "Ağabey, dozer girmiyor." dedi. Böyle doğal proje olmaz. Dere ıslahı konusunu mutlaka gözden geçirin. Toprağı sulamayan, toprağa su bırakmayan dere, dere değildir zaten. O kanalizasyon hâlinde kanala alındığı için o nedenle deniyor zaten, o hâle gelmiştir.
Teşekkür ederim. Sabrınız için de sağ olun Sayın Başkanım.