KOMİSYON KONUŞMASI

FARUK BAL (Konya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Bir bayan çıkıyor ya Faruk Bey'in şeyinde, ona biraz şaşırdım.

FARUK BAL (Konya) - Efendim?

BAŞKAN - Sizin karşınızda tekabülde bir bayan çıkıyor.

Buyurun.

Ya, işin latifesi Farukçuğum.

FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, ben konuşmaya başlamadan önce mutlaka zihnimi dağıtacak bir şey buluyorsun, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Buradaki kusuru paylaşıyorum sizinle.

FARUK BAL (Konya) - Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar, yargı mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin parlamenter sistemde hassasiyetle korumuş olduğu değer yargının bağımsızlığı, yargının tarafsızlığı ve hâkim teminatıdır. Dolayısıyla, buna ilişkin yapılabilecek tüm düzenlemelerde Milliyetçi Hareket Partisi pozitif bir katkıda bulunmaya hazırdır ancak bu değerleri örseleyen, itibarsızlaştıran ve bu değerleri siyasi amaçlara ve siyasi konjonktüre göre ortadan kaldırabilecek bütün çalışmalara da karşı olmuştur. Şimdi meseleyi teklif sahibi olarak Ramazan Bey çok güzel açıkladı, tebrik ederim. Makul şüphe ile somut delile dayalı kuvvetli şüphe arasındaki hem uluslararası hukuktaki hem de yerel hukuktaki ve akademik dünyadaki görüşleri bize aktardı, güzel bir çalışma, tebrik ediyorum; keşke bu, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hâkim teminatı ekseninde olabilmiş olsaydı ama bu noktada olmadığımızı tarihlerle ve yaşadığımız olaylarla sizlerle paylaşarak gideceğimiz noktada Türkiye'nin nasıl bir badireye sürüklendiğini sizlerle de birlikte değerlendirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, makul şüphe 2014 yılının şubat ayına kadar Türk hukukunda olan bir kavramdır ve makul şüphe hakikaten bağımsız ve tarafsız bir yargı mantığıyla değerlendirilebildiği takdirde ihbar mektupları, isimsiz mektuplar, birtakım fakslar ile devreye giren kumpaslar ve diğer, hepimizin yargının faaliyetleri açısından şüphe doğuran ve kamu vicdanında da karşılık bulmayan kararlar olmamış olsaydı makul şüphede herhangi bir sorun yoktu. Bu sorunu yaratan nedir? Bu sorunu yaratan ciddi bir şekilde yargının adaletsizlik doğuran iş ve işlemleri olmuştur. Bu iş ve işlemler başka cenahlara yöneldiği zaman kimsenin itirazı çıkmamıştır. Örneğin, Ergenekon adı altında, Balyoz adı altında, varsa darbecileri ayıklayarak adil bir yargılama süreci yapılabilmiş olsaydı sorun olmayacaktı ama "darbeci" sıfatı yaftasıyla bu işle ilgisi olmayan, bu suçla ilgisi olmayan dönemin Genelkurmay Başkanlarından kuvvet komutanlarına kadar herkes içeri alınırken "makul şüphe" kavramında değişiklik yapmayı AKP aklına getirmemiştir. Ne zaman aklına getirmiştir? Dikkat buyurun, 17-25 Aralık operasyonları başladığında. O zaman makul şüpheden hareket ederek Hükûmetin bakanlarına, bakanların çocuklarına, danışmanlarına ve ta o dönemin Başbakanına kadar ulaşabilecek bir faaliyet ortaya çıktığında makul şüphe kavramı yeterli görülmemiş, bunun yerine yargının faaliyetlerini sınırlandırabilmek için 2014 yılının Şubat ayında yargının önüne bir ihata, bir duvar örülmüştür ve o duvarda iş ve işlemlerin bir adım öteye geçmesi engellenmiştir.

Şimdi, 17-25 Aralık operasyonundan sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin Meclisteki çoğunluğuna dayalı olarak MİT Kanunu'nda, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, Ceza İnfaz Kanunu'nda, HSYK Kanunu'nda, Danıştay Kanunu'nda, Yargıtay Kanunu'nda bir sürü değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin amacı neydi? Bağımsız ve tarafsız yargıya hizmet veya bu ideale hizmet değildi, 17-25 Aralık operasyonlarından ve 7 Şubat MİT operasyonundan kurtulma amacı taşınıyordu. Dolayısıyla, 2010 tarihindeki Anayasa değişikliği döneminde Milliyetçi Hareket Partisi ne söylüyorsa bugün aynısını söylemektedir. 2010 tarihinde siz yargıyı siyasallaştırıyorsunuz, beraber yürüdüğünüz yollarda gün gelip de yol ayrımına düştüğünüzde hâliniz nice olacaktır. Yargı içerisindeki parlamenter sistemin özünden kaynaklanan denge ve denetim araçları hak ile yeksan edildi 2010 Anayasa değişikliğiyle. Dolayısıyla, kendi içerisinde denge ve denetimi kalmamış olan yargının yaratmış olduğu, kamu vicdanında karşılık bulmayan ve milletin adalet duygusuyla örtüşmeyen kararlarından sonra sizin kapı çalındığında ya da Hükûmetin 4 bakanının kapısı çalındığında meseleye çözüm arayışı içerisine girdiniz. Orada tavır şu olsaydı hiç kimsenin itirazı olmazdı: "Evet, böyle bir yolsuzluk olmuştur. Bu yolsuzluğun delilleri vardır. Yargı bunun gereğini yerine getirsin." Ancak eğer bu bir kumpassa, eğer bu bir örgütlü hareketse, eğer bu -açık ifade edelim- cemaatin farklı alanlardan aldığı bilgilerle, farklı alanlardan elde ettiği delilerle Hükûmete karşı bir vesayet makamı oluşturmak veya Hükûmeti -hukuk yoluyla nasıl darbe olacaksa- darbeyle devirmek gibi bir durum varsa bunun da delillerini ortaya koyun. Bunu da hukuk içerisinde, delilleriyle birlikte sonuçlandırmalıydınız. Bunu yapmadınız. Bunu yapmayınca karşımıza şöyle bir sonuç çıktı: Bir yeni düşman kutup yaratıldı, buna "paralel yapı" denildi, bu paralel yapıya karşı istiklal mücadelesi başlatıldı.

Değerli arkadaşlarım, bu, istiklal mücadelesi değildir. İstiklal mücadelesini Türk milleti vermiştir, bedelini de ağır bir şekilde ödemiştir ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur, o devletin de siyasi rejimini parlamenter demokrasi olarak belirlemiştir. Onun da özünde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi vardır. Şimdi "istiklal mücadelesi" adı altında, bir gruba karşı, o grubun tamamı hedef alınarak siyasi söylemlerle yargının yeniden şekillendirilmesi, parlamenter demokrasinin kendisine yüklemiş olduğu fonksiyonu ifa edemez hâle düşürecektir yargıyı. Sorun buradan kaynaklanmaktadır.

Bu sorunla ilgili olmak üzere, izin verirseniz bir parantez açıp paralel yapıyla ilgili bir başka paralel yapıdan bahsetmek istiyorum. İki yıldan beri Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekilleri ve şahsen ben de, Türkiye'de paralel bir devlet olduğunu açık seçik ilan ettik. Sayın Bakana da, şimdi ayrılmış olan, süreçten sorumlu Sayın Başbakan Yardımcısına da ihbar ederek açıkladık. İhbar şuydu: Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içerisinde dağdan inen PKK'lı militanlar yerleştikleri köylerde, ilçelerde, illerde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından PKK'ya vergi adı altında haraç toplamaktadır. Bu suçtur. Bu suçu Türkiye Cumhuriyeti devletinin organları takip etmiyor. Siz bu organların başındasınız.

İki, PKK'ya asker adı altında militan topluyor. Bu, terör örgütüne eleman kazandırmaktır, suçtur. Bu suçu takip etmiyorsunuz.

Üç, PKK'nın asayiş birliği adı altında kimlik kontrolü yapıyor, yol kesiyor, polisinden, askerinden, hâkiminden, savcısından kimlik soruyor. Vatandaşın can ve mal güvenliği asayiş denetimi yapmak üzere devletin kontrolündedir. Devletin dışında birisi bunu yapıyorsa bu suçtur. Siz bu suçu takip etmiyorsunuz.

Dört, mahkeme kuruyor. Mahkemenin temyiz merci de Kandil. İnsanları yargılıyor, Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı bunlar. Bu, devletin tek olarak kullandığı hükümranlık hakkını, millî hâkimiyetin bir parçası olan yargı erkini kullanıyor. Bu suçtur, bu suçu takip etmiyorsunuz. "İhbar ediyorum, bunları takip edin." İki yıl önce söylendi bunlar. Şimdi Sayın Başbakan çıkmış geçen hafta "PKK mahkeme kuruyor, PKK asker topluyor, PKK vergi topluyor" diyor. Günaydın.

Değerli arkadaşlarım, işte paralel yapı buydu ve bu paralel yapıyla -siyasi sorumluluk olarak ifade ediyorum- Adalet ve Kalkınma Partisi o paralel yapının üniter devlette, millî devlette, parlamenter demokraside yarattığı tahribatın terör örgütü sorumlusu olarak siyaseten sorumlusudur çünkü "Analar ağlamasın." söylemi adı altında, milletin hissiyatına hitap ederek çözüm, süreç, vesair gibi laflar adı altına Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kurtuluş Savaşı'yla elde etmiş olduğu millî hâkimiyeti defakto devlet yetkisi kullanan bir terör örgütüyle paylaştınız. Bu anayasal bir suçtur ve bu suçun hesabı verilecektir.

Şimdi, bununla uğraşmak dururken, 17-25 Aralıkta milyon dolarlar çantalarda görüntülendi, milyon dolarlar ayakkabı kutularında görüntülendi, milyon dolarlar bakanların çocuklarının yatak odalarında yedi kasada çıktı, milyon dolarlar çikolata kutularının içerisinde çıktı, bu milyon dolarlar taksinin bagajında görüntülendi, bu milyon dolarlar havaalanında geçerken x-ray cihazından geçerken görüntülendi; "Bunları görüntüleyenler paralel yapıdır." diyerek ona karşı yargıyı şekillendirmeye çalışıyorsunuz. Bizim itirazımız bunadır. İşte, şekillendirdiğiniz yargı, milyonların binlerce defa televizyonda görmüş olduğu suç unsurlarını görmedi şekillendirilen yargı. Bizim itirazımız bunadır. Yani, 17-25 Aralık soruşturmalarında takipsizlik kararı veren yargı, bağımsız ve tarafsız bir yargı olmaktan çıkmıştır. 17-25 Aralık operasyonlarına takipsizlik kararı veren cumhuriyet savcısı veya onun altındaki adli yargı görevi yürüten insanlar hangi vicdanla, hangi akılla, hangi yasayla, hangi izanla bu takipsizlik kararını verebildi ve bu takipsizlik kararı Türk hukuk tarihinde kara bir leke olarak ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, o gruba karşı yaptığınız bu işlemler bu yasa teklifiyle Meclisin iradesinden geçirilerek bir kural hâline getirilmek isteniyor. Getirmek istediğiniz kural da makul şüphe kavramını Şubat 2014'te değiştirdiğiniz tarihte, işte, bu yolsuzluk operasyonları nedeniyle Hükûmete yakın kişilere, banka müdürlerine, Reza'ya, vesaireye ulaşamasın diye, "Elindeki deliller somut değildir, kuvvetli şüphe yoktur. Bunlara karşı arama, tutuklama, vesair gibi adli işlemler yapılamasın." diye siz bunu getirmiştiniz. Şimdi o tehlikeden sıyrıldınız. Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, İnternet kanununda, HSYK Kanunu'nda ve diğer kanunlarda yaptığınız değişikliklerle yargının üzerine bir siyasi çatıyı, bir siyasi şapkayı geçirdiniz, artık karşı taraf şüpheli konuma geldi. Karşı taraf şüpheli konumuna gelince o taraf somut delile dayalı kuvvetli şüphe korumasından yararlanamasın, bu kanun teklifinin amacı budur ya da dosyaları inceleyemesin avukatları. Avukatların, müdafinin dosya değişikliğini de siz getirmiştiniz çünkü vermiyorlardı cumhuriyet savcıları sizin şüphe altında bulunan bakanların yakınlarının avukatlarına, "Gizlidir." diyerek vermiyordu. Bu yanlış bir işti, ayrı bir konu ama o yanlış işi siz açık hâle getirdiniz. Niye? 17-25 Aralık dosyalarındaki delillere ulaşabilmek için o teklifi yapmıştınız. Şimdi devir değişti, iş tersine döndü, şüpheli konumunda karşı taraf oluştu. "Bu takdirde onlar da ulaşamasın." Bu adalet değildir, bu yargı değildir. Bu, değerli arkadaşlarım, 21'inci yüzyılda insanların vicdanıyla, izanıyla ölçülecek bir durum değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu kapsam içerisinde noterlik mesleğiyle ilgili düzenlemelere Milliyetçi Hareket Partisinin hiçbir itirazı yoktur, hâkimlerin, savcıların mali durumlarının iyileştirilmesine ilişkin Milliyetçi Hareket Partisinin hiçbir itirazı yoktur. Hâkimlerin, savcıların 2010'dan sonra özellikle disiplinle sicilleriyle oynanmıştır. Bunlara af yerine yeniden inceleme gibi bir usul getirilerek... Gerçekten mağdur edilmiş hâkim, savcı var ki ben olanları biliyorum ama gerçekten o cezayı hak etmiş olanlar da var. İkisi arasında ayrımı yapmak bu Komisyonun görevidir. Hakikaten disiplin fiilini işlemiş ve cezasını almış kişiye niye af getiriyorsunuz? Ama gerçekten öyle bir suç işlemeyip de bir grubun tarassuduna maruz kalıp haksız yere siciliyle oynanmış insanlar varsa onlara da yeniden durumlarının incelenebilmesi için bir imkân sağlayalım. Dolayısıyla, afla ilgili maddeyi bu şekilde değerlendirmek gerekmektedir diye düşünüyorum.

Madem birleştirildi, o takdirde Yargıtayla, Danıştayla ilgili düşüncelerimi de paylaşmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi "Biz istinaf mahkemelerini kuruyoruz, kanunu çıktı -doğru, çıktı- binalar yapılıyor." Evet, yapılıyor, yapıldı şimdi de. Onun için Yargıtayın üye sayısının 150'ye indirilmesi, daire sayısının da şuna indirilmesi için kanun tasarısı gönderdiniz Meclise. O zaman 250 Yargıtay üyeli bir Yargıtayı siz "Bu büyük bir rakamdır, böyle bir Yargıtay dünyada yoktur. Bunun sayısının aşağı indirilmesi gerekir." diyordunuz. Doğruydu bu düşünce ama aradan geçen süre içerisinde Yargıtaydaki üye sayısını 387'ye çıkardınız ve toplu atamalar yapıldı oraya. Toplu atamalar toplu kararlara dönüştü. Toplu kararlar Yargıtaya bambaşka bir şekil verdi, herkesin şikâyet ettiği durum ortaya çıktı. Niçin yapmıştınız bunu? Çok açık, hepimiz biliyoruz bu gerçeği ve doğruca, dürüstçe paylaşalım. 2010 Anayasa değişikliğinden sonra aynı yolda beraber yürüdüğünüz grupla birlikte Yargıtaydaki üye çoğunluğunu ele geçirmek için yaptınız, bu kadar basitti. Bu üye çoğunluğunu ele geçirdiniz ve dünyanın en obez Yargıtayını yarattınız 387 üyeyle ve bu Yargıtay, böyle yoğun üyelikli bir Yargıtay, siyaseten hormonlanmış bir Yargıtay hâline geldi. Yargıtay üyeleri bugün birbirleriyle konuşamaz hâle gelmiştir. Kanunları din, dil, ırk, mezhep, inanç, siyasi düşünce farkı gözetmeksizin uygulamakla görevli, vicdanına göre kararlar vermekle görevli olan hâkimler arasında inanç bakımından, felsefi düşünce ayrımı bakımından uçurumlar oluştu, fay hatları oluştu. Bu yüzden Yargıtay üyeleri birbirleriyle konuşamaz hâle geldi, birbirlerine küstüler. Böyle bir Yargıtaydan nasıl sonuç çıkacaktı Sayın Bakanım, nasıl adalet çıkacaktı? Şimdi, bu hâle gelmiş Yargıtayı normalleştirmek gerekirken, normalleştirileceği zemin ise hukukun üstünlüğü ilkesini uygulayacak olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı zemininde buluşmamız gerekirken tekrar çoğunlukçu bir anlayışla "Yargıtaya seçilmiş olan üyelerin de çoğunluğunun çoğunluğunu sağlayacağım." diye 120 tane üye seçmenin ne anlamı olacak? Böylece 507 üyeli bir Yargıtaya ulaşacaktır Türkiye. Bu, Cumhuriyet tarihinde yargının mıncıklanmasına en kötü örnek olacaktır, yargının eğilip bükülmesine en kötü örnek olacaktır ve başımıza bela olacaktır. "Başımıza" derken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bela olacaktır. Nerede istinaf mahkemeleri? Yok, "Şimdi kaldıracağız." diyorsunuz. E, niye on yıl bu ülkeyi istinaf mahkemeleriyle oyaladınız? Niye on yıl boyunca kaldırılacak diye bir şayia... Onun için "Yargıtay üye sayısını 120 artırıyoruz, istinaf mahkemelerinden vazgeçeceğiz." diye bir şayia dolaşıyor etrafta.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Yok öyle bir şey.

FARUK BAL (Konya) - Ya da bunun gerekçesi şayia olarak yani 120 üyeli Yargıtay, 127 yeni üyenin seçilmesine ilişkin gerekçe "İstinaf mahkemelerini kaldıracağız." şeklinde bir şayiayla oluşturuluyor.

507 üyeli ve 50 civarında daireli bir Yargıtayın dünyada örneği yoktur Sayın Bakanım ve bu, Türkiye'nin yargı alanında önümüzdeki yaşayacağımız çok vahim gelişmelerin de başlangıcı olacak. Dolayısıyla, bir an önce bu işten vazgeçmek gerekir. Yargıtayda sorun mu var? Vardır, öyle bir iddia varsa gayet kolay. Yargıtayda bu sorun suç oluyorsa Ceza Kanunu var, disiplin suçunu oluşturuyorsa disiplin hükümleri var, bunları çalıştırın. Her kim ne yaptıysa hesabını hukuk önünde versin, hukuk devleti bunu gerektirir ama hukuk devletinin gerektirdiği bu alandan çıkarak "Cemaat bu kadar çok toplu üye seçtirdi, o zaman ben çoğunluğu ele geçirmek için ben de bu kadar seçtiriyorum." E, yarın iktidar değişti, biz geldiğimizde "Biz de 1.500'e çıkaralım." mı diyeceğiz? Böyle bir şey olabilir mi? Bu yanlış bir mantıktır. Bu yanlış mantığın bu Mecliste düzeltilmesi gerekmektedir. Danıştay aynı vaziyette.

Değerli arkadaşlarım, Danıştay ve idare mahkemeleri hukuk devletinin temel unsurudur. İdarenin her türlü iş ve işlemini kontrol edecek, denetleyecek. Neye göre? Hukuka göre. Niçin? Çünkü "hukuk devleti" diyor Anayasa, çünkü "hukukun üstünlüğü" diyor Anayasa. Şimdi, Hükûmetin tandansındaki bir Danıştay ve onun altındaki idari yargı, Hükûmetin her türlü iş ve işlemini nasıl dengeleyecek, nasıl denetleyecek, nasıl hukuka uygunluğunu yargı kararı hâline dönüştürebilecek? Mümkün değil. Dolayısıyla, Türkiye buradan parlamenter demokratik sistemin işleyişi bakımından, yargı açısından dengelenemeyen, denetlenemeyen 2 tane organına sahip olacak. Bunlardan bir tanesi iktidar, Hükûmet, yürütme; diğeri de yasama organı. Bu ikisinin kontrol edilememesinin anayasa hukukundaki adı bellidir. Bu iki güç denetlenemiyorsa bunun adı diktatörlüktür.

Sayın Bakanım, bu mesele bu kadar açıktır ve bu kadar nettir. Böyle açık ve net bir meselede zatıalinizin hukukçu ve insani kimliğine -siyasi fikrinizi bir kenara bırakıyorum- hitap ediyorum ve Komisyonun değerli üyelerine hitap ediyorum. Demokrasilerde en temel kural, iktidarın el değiştirmesinin demokratik usullerle olması hâlidir ve Türkiye önümüzdeki günlerde bu değişimi sağlayacaktır, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa bir gün. Bir gün mutlaka Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı sona erecektir, bir muhalefet partisi veya muhalefet partileri iktidar olacaktır. O zaman sizin yarattığınız bu yargıyla, onlar sizin usulünüzle işi düzeltmeye kalktığı zaman bunun çaresi var mı hukukta? Bunun çaresi yok hukukta, demokraside de bunun çaresi yok. Onun için gelin, aklıselim hâkim olsun. Benim sözlerimden arkadaşlarım alınıyor, alınmasın. Sayın İyimaya'nın ifadesine göre parmaklara akıl gelsin ve bu meseleyi siyasi bir mesele olarak değil, ülke meselesi olarak görelim. Bu ülkenin geleceğini despot rejimlere, hukukla kontrol edilemeyen, hukukla ölçülemeyen değerlere terk etmeyelim. Bu ülkenin geleceğini herkesin "Yarın mahkemeye giderim, hakkımı alırım." güvencesiyle yaşayabileceği bir Türkiye hâline getirelim.

Benim şimdilik ifade etmek istediğim hususlar bunlardır. Şuay Bey yok ama bana iki noktada ismimle hitap ederek itiraz ettiği için birer cümleyle ifade edeceğim. Evet, doğrudur, çoğunlukçu sistemin dünyanın başına 3 tane diktatör yarattığını, bunların Hitler, Mussolini ve Franco olduğunu ifade ettim. Dünyanın da bu çoğunlukçu sistemden İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ders alarak çoğunluğun hukukla sınırlandırabileceği bir düzene geçtiğini yani İkinci Dünya Savaşından sonra anayasa mahkemelerinin kurulduğu, yasama organının da hukukla sınırlı hâle getirildiğini anlattım. O kendi düşüncesine göre bunu AKP'yle ilişkilendirmiş. Bana göre ilişkilendirmesine gerek yoktu ama kendi sorunu, onu bilemem.

Kaldırılan parmaklarla ilgili ifademi de milletvekilinin etkisizleştirilmesi ve itibarsızlaştırması olarak algılamış Şuay Bey. Doğru değil. Aksine, ben vicdanının sesini dinleyen milletvekilinin parmağının daha itibarlı, daha değerli olduğunu düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum.