KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanın sunumunu dinledik. Herhangi bir bakanlığın sunumu yapıldıktan sonra konuya doğrudan doğruya girmek, en azından bütçe tekniği açısından eleştirilecek olan konuları sıralamak, daha sonra da önerileri yapmak gayet kolay bir olaydı. Şimdi, Sayın Bakanın sunumunu dinledikten sonra "Nereden tutup da nereden başlansa acaba?" diye ciddi anlamda tereddüt geçiriliyor.

Sayın Bakan ve Bakanlığı, yaptıkları insan odaklı hizmetlerin ne kadar önemli olduğunu sunumlarıyla anlatmaya çalıştılar. Biz de gördük aslında, gördük; bu tür hizmetler ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, ne kadar kapsamlı yapılırsa yapılsın asla tam olarak yaptık veya yapılıyor demesi mümkün olmayan hizmetlerdir. Her zaman bir eksiğiniz vardır, her zaman bir boşluğunuz vardır. Önemli olan onların belirlenmesi, onların zamanında görülmesidir, zamanında hissedilmesidir. Nitekim, burada da, insan odaklı verilen bu hizmetlerin odağındaki insana da bir bakmak gerekiyor. Bu insan, özellikle son zamanlarda "Allah ülkemize bugünleri bir daha yaşatmasın." dediğimiz günlerden geçen bir insan. Ciddi anlamda stres altında kaldı. Kendilerine "imam" diyen FETÖ mensubu hainlerin gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Bu terör örgütünün devlet içerisinde nasıl örgütlendiğini, ne kadar geniş bir alana yayıldığını, açık söylemek gerekirse, daha tam olarak kavrayamadık bile. Olay büyük. Dolayısıyla, insanlar, her an neyle karşılaşacağının tedirginliği içerisinde yaşamaya devam ediyor. Tüm devlet kurumlarına yuvalanmış fesat üreticilerinin ellerine fırsat geçtiğinde ne kadar acımasız olduğunu gördük. Biz, ordumuzun halka karşı asla zor kullanmadığını, her zaman merhametli olduğunu bilen insanlarız. Birdenbire kendisine "ordu mensubu" diyen insanlarda da bu merhameti göremedik, yoktu öyle bir olay, ama gerçek anlamıyla orada kandırılan insanların halkına karşı silah kullanmadığının da tanığı olduk.

Değerli arkadaşlar, toplum, hâlâ demokrasisinin karşılaştığı bu risk nedeniyle ciddi anlamda stres yaşamaya devam ediyor. Onun yanında, PKK terör örgütü dur durak bilmeden eylemlerine devam ediyor Sayın Bakanın söylediği gibi. Yine aynı şekilde IŞİD belası, yurt içinden, yurt dışından her fırsatta saldırılarını sürdürüyor ve devlet, kendisine göre aldığı önlemlerle tüm bu saldırılara karşı halkını, yurdunu korumaya çalışıyor. Gerçekten kolay bir olay değil. Bu durum karşısında böyle gelişmeler olduğu zaman bela tek taraftan falan gelmiyor. Bunların tetiklediği olaylar da dâhil olmak üzere, devletin veya kamunun, toplumun, değişik yerlerinde değişik sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor, bir de bakıyorsunuz ki ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yani Plan ve Bütçe Komisyonunun da zaten temel görevlerinden biri olan bu sorunlara karşı bu tür kurumların hangi önlemler alınması gerektiğini söylemek. Maalesef, son zamanlarda, toplumu ciddi anlamda tedirgin eden ekonomik göstergelere tanık olmaya başladık. Bir kısmının gerçek anlamıyla ekonomik olmadığı gerçeğinin altını burada çizmek istiyorum. Bu gerçeği hep beraber burada dile getirdik daha önceki zamanlarda da. Şu anda ortaya çıkan ekonomik sorunların büyük bir kısmı ekonomikse de çok önemli ve toplumun tamamını etkileyecek bir sürü unsur ekonomiden kaynaklanmıyor, farklı faktörlerden kaynaklanıyor. Hatta, uluslararası etkilerden kaynaklanıyor, dış dinamiklerden kaynaklandığını çok net olarak bazı olaylarda görebiliyorsunuz ama bütün bunlara karşın toplum özellikle kendi özel durumuna bakıyor.

Ülkemizdeki borçluluk 2,5 katrilyona ulaşmış vaziyette. Bunun 738 milyar lirası devletin borçluluğu, 1 trilyon 981 milyar lirası da yani 2 trilyona yakın bir kısmı da özel ve tüm halkın borçluluğu. Tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarının sayısı 26 milyon kişiye ulaştı değerli arkadaşalar. KOBİ'lerin neredeyse hepsi, esnafın da büyük bir çoğunluğu borçlu. Sıcak para ve dolarizasyonun artması sonucu reel sektörün döviz açığı 210 milyar dolar. Dolardaki her kuruş artış, herkes ekrana dikti gözlerini bakıyor, inanılmaz derecede stres yaratıyor, işsizlik de artıyor bütün bunların sonucunda, insanlar yatırım yapmaktan korkuyor. Dolayısıyla, Aziz Nesin'in "5 kuruşa adam öldürmek." psikolojisine yavaş yavaş gelmeye başlıyor toplum. Buna karşı mücadele edildiğini görüyorsunuz, buna karşı ciddi anlamda mücadele verildiğini görüyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bizim burada dikkate getirmeye çalıştığımız konu, bu kadar büyük bir sorumluluğun sadece ve sadece kendisine belirli görevler tanımlanmış olan kurumlar tarafından yerine getirilmesinin yeterli olmayacağıdır. Şu anda devletimizin karşı karşıya kalmış olduğu bütün bu sorunların hepsi, Bakanlıkların veya kamu kurumlarının tanımlanmış görevleri içerisinde sonuçlandırılacak, bitirilecek bir iş değil. Burada devletin, ulusumuzun bütün varlıklarıyla ve birlikte, dayanışma içerisinde çözeceği sorunların olduğunu görüyoruz. Önemli olan bu sorunların çözümünde bu birlikteliği sağlayacak adımları atabilmektir. Üstelik, bu adımları kendi kendine atmaya çalışan insanların kendi içerisindeki hainleri temizleme konusunda ciddi anlamda sorunları var, hâlâ onların hepsini bitirememişler. Sadece dün, sabahleyin 10.282, akşam da 291 kişi, sabah akşam görevden alınan İçişleri Bakanlığından yönetici konumunda veya görevli insanlar var. 18 Temmuzdan beri aşağı yukarı yani 15 Temmuzu izleyen günlerde 38.900 kişiye yakın insan görevden alınmış. 2015 yılında görevden uzaklaştırılanlarla beraber 40 bin kişi yani neredeyse yüzde 12'si, her çalışan 12 kişiden 1 kişi; 10 kişiden 1 kişi ya da. Dolayısıyla, verilecek mücadele, gerçekten topyekûn verilmesi gereken mücadele. Şimdi, burada topyekûn verilmesi gereken bir mücadele deyince, özellikle de bu olağanüstü hâl kapsamında kanun hükmündeki kararnamelerle yapılan düzenlemelere gelmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, kanun hükmünde kararnamelerle bu sorunların çözülmesi veya çözülüyor gibi gözükmesi kesin olarak mümkün değil. Elbette ki Anayasa'ya uygun olarak olağanüstü hâlin gerektirmiş olduğu ivedi kararların alınıp insanlara dönük işlemlerin kanun hükmündeki kararnameyle yapılması çok doğal ve gerekli. Ben şahsen bu gerekliliği dile getirmiş bir insanım. Ancak, toplumda bütün bu belaların def edilmesini sağlayacak olan genel bir yapısal değişikliğe gidiliyor ise, kurumların bundan sonraki çalışmalarını belirleyecek ilkelere dönük olarak yasal düzenlemeler yapılıyor ise, bu takdirde, bunlar kanun hükmündeki kararnamelerle yapılamıyor, Anayasa buna elvermiyor. Anayasa Mahkemesinin "Nasıl olsa bunlar gelip Meclisten geçiyor, o nedenle şimdilik yetkisizim." demesinin bir anlamı falan yok çünkü oraya gelen kanun tasarılarının komisyonlarda yeteri kadar görüşülmeden, değerlendirilmeden gelip de hem de torba yasa mantığıyla görüşülmesi, bu görüşmeleri de engelliyor. Kısacası, bu endişeyi duyan insanlar, bu düzenlemelerin yapılmasına katılamıyor. Yanlışlarını da istediği kadar haykırsınlar, duyulmuyor. Buradan çıkan sorunların gide gide daha da büyüyeceğini çok net olarak görüyorsunuz.

Burada iki tane olay hakkında hemen özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine bir açıklamada, uyarıda bulunmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, biz 2016 yılı bütçesini yaparken Kalkınma Bakanlığı bütçesi sırasında özellikle Cazibe Merkezleri Programı kapsamında yapılacak olan harcamalara ilişkin düzenlemeler yaptık. Bu, bütçe kanununda var. Bütçe kanununda geri kalmış illeri cazibe merkezi hâline getirmek için yapılacak olan yatırımlara vesaireye dönük olarak da Kalkınma Bankasına verilen görev vardı bütçe kanunuyla. O zaman denildi ki: Bu görev Kalkınma Bankasının yasasında görev olarak verilmiyor. Dolayısıyla, görev olarak tanımlanmamış ve verilmemiş bir iş için siz Kalkınma Bakanlığına böyle bir ödenek veremezsiniz. Bunun bile verilmesi mümkün değilken, daha sonradan ve bu hüküm geçerliyken şu anda kanun yürürlükte, bütçe kanununun ilgili hükümlerini yürürlükten kaldırmadan dün çıkartılan kanun hükmündeki kararname cazibe merkezleriyle ilgili uygulamaların tamamını Kalkınma Bankası Anonim Şirketine verdi. Peki, Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin böyle bir sorumluluğu var mı? Yok. Peki, parayı ve kaynağı nereden alacaklar? Hazine aktaracak. Hazinenin sorumluluğu parayı aktardığı andan itibaren bitiyor. Hazine parayı aktardı, Kalkınma Bankasına verdi, sonra Kalkınma Bankası bu parayı harcayacak. Kim denetleyecek? Denetim de yok. Dolayısıyla, buradan ortaya çıkacak olan sorunları tahmin edebiliyor musunuz? Devlet bütçesinden verilen bir kaynağın devlet tarafından denetlenmemesinin daha önceden mümkün olmadığını, Anayasa Mahkemesinin defalarca karar verdiğini hep beraber biliyoruz burada. 2016 bütçesiyle ilgili olarak bütün bu gerekçelerin hepsini sıralayarak itiraz dilekçesinin 19 sayfalık bir kısmıyla Anayasa Mahkemesine başvurduk. Anayasa Mahkemesinde bu konu görüşülüyor şu anda, yüzde 90 ihtimalle de Anayasa Mahkemesinde bu maddenin iptal edileceğine ilişkin görüş ortaya çıktı. Kanun hükmündeki kararnamede apar topar bu boşluk ortaya çıkarsa diye boşluk dolduruyor. Olmaz Sayın Bakan, bu olay böyle olmaz. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği düzenlemeden farklı bir düzenleme yapmıyorsunuz ki bunun içerisinde. Devletten milyarlarca lira alıp, arkasından bir anonim şirkete aktarıp, sonra da herhangi bir denetim menetim öngörmeden, verilecek hizmetlerin ne olduğunu söylemeden, bunu yapamazsınız, bunu yapmanız mümkün değil. Kaldı ki biz burada görüştüğümüz bütçede, yine Kalkınma Bakanlığının bütçesine, 2017 bütçesinde de oturduk ödenek koyduk bunlarla ilgili olarak, ödeneklerini verdiniz. Bunlar bu şekilde olmaz derken, ısrarla ve ısrarla kanun hükmündeki kararnamelerle düzenlenmesi, ister istemez olağanüstü hâl nedeniyle uygulanan ve verilen yetkinin kullanımı konusunda toplumda ciddi olarak soru işaretleri uyandırmaya başlıyor. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, ihtisas komisyonlarında, çok ayrıntılı olarak konuşulacak, ilgili bakanlıkların bütün teknik kadrolarının katıldığı bir çalışmayla ancak sonuçlandırılabilecek bir olaydır. Yeni bir kurum oluşturuyorsunuz, ne sorumlusu belli ne nasıl uygulanacağı belli ne kimin ne yapacağı belli ve hangi projenin ne şekilde değerlendirileceği bile belli değil. Bunlar, bu şekilde bir tünelden geçmekte olan bir ülkenin, ciddi anlamda sıkıntılarla karşılaşacak bir ülkenin ve özellikle de uluslararası yatırımlara şiddetle ihtiyacı olduğu bir dönemde yapılacak işler değil. Aynı şekilde, kurumların burada uzun uzun sayılıyor, belediyeler, KİT'ler, vesaireler veya özelleştirilen bankalar da dâhil olmak üzere, borçlarına karşılık olarak gayrimenkullerinin alınmasıyla ilgili bir düzenleme daha yapıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bu, Allah aşkına olağanüstü hâlin istediği bir olay mıdır, olağanüstü hâlle bunun ne ilgisi vardır? Bunu yıllardan beri zaten uyguluyoruz, yapıyoruz. Ama, bunu basitleştiriyoruz, defterdarlıktan tayin edilen 2 kişinin biçeceği değer üzerinden bu yapılacak; olmaz, yapamazsınız bunu. 2 kişi hangi değeri biçecek ve neye göre biçecek? 6183 sayılı Kanun'un da İhale Kanunu'nun da Kamulaştırma Kanunu'nun da her birisinde bu tür şeylerin nasıl değerlendirileceği var, bu devletin geleneğinde var bütün bunların hepsi. Bizim şu anda zaten terörle yeteri kadar başımız dertte, hiç değilse sağlam kurumlarımızla biz arka tarafta dik duralım. Orada onlarla boğuşurken bu taraflarda neler olduğunu falan izleyemezseniz, devletin geleneksel kurumları bunlara karşı herhangi bir şey yapmazsa bu olayın altından kalkmak mümkün değil. Yine, aynı kararnameyle tutuldu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tek kayyum ilan edildi, çıktı, tek kayyum oldu. Yani kayyumluk başkanlığı gibi bir şey kurdunuz. Tasarruf Mevzuatı Sigorta Fonu, bankaların yurttaşların tasarruflarını korumak amacıyla kurduğu bir sistem. Bunun kayyumluğa devredilmiş olan bütün kuruluşların hepsini yönetmesini bekleyemezsiniz. Siz böyle bir sistem kurarken, böyle bir sistemi gerçekleştirirken, kurumlarınız yeteri kadar güçlü, deneyimli ve bu görevi yerine getirecek kapasitede kurulmaz ise, bunu yapmayacağını baştan kabullenmiş olursunuz. Bunlar bunu yapamaz, yapamayacağını ben biliyorum. Bir zamanlar o kuruma başkanlık etmiş insanım. Uzmanlıkları da ayrıdır, her şeyleri ayrıdır onların. Ama, kayyumlukla ilgili yeni bir düzenleme yapılması gerekir mi bütün bu olaylardan sonra? Evet, gerekir. Türkiye'nin bir kayyumluk kanunu da vardır değerli arkadaşlar. Bu kanuna göre de her ilin en büyük mal memuru, o ilin kayyumudur, kayyumluğa intikal edecek olanlar odur. Ama, günümüzün bu olaylarında o kayyumluk kanunu da yetmez. O zaman oturup sürekli kayyuma devretmek veya şu kayyumdur, bu kayyumdur demek yerine, bu müesseseyi yeniden canlandırmak gerekiyor, yeniden kurmak gerekiyor. Kurmadığınızda, denetlemediğinizde, sonuçlarını almadığınızda bu olayın sorumluluklarını belirlemediğinizde, bu olay kayyumluk olmaz, toplumun haklarını koruyacak bir hâle kesin olarak gelmez değerli arkadaşlar. Bu kadar büyük sorumluluğu olan kurumların, bu kadar belayla boğuşan kurumların şu anda uygulama içerisindeki yaptıkları işlere de bakıyoruz, KÖYDES'lerimiz vesairelerimiz. Elbette ki çok sevimli şeyler, bu tür belaların olmadığı bir zamanda, eskiden köy hizmetleri ne kadar itibarlıysa bugün KÖYDES de o kadar itibarlı.

Sonuç olarak, bütün bunların hepsini yapmak, etmek gayet iyi olaylardır. Ancak, eğer belirli bir yerden geçiyorsanız, bu, ülkenin geleceği açısından da çok önemli bir süreç ise, o zaman İçişleri Bakanlığının zaten gırtlağa kadar batmış olduğu bu sorunların içerisinde diğer hizmetleri daha önceden kurumlaşmış olan hizmetlere ama onun isteği ve talepleri doğrultusunda yönlendirmeniz gerekir. Her olayı, birbirinin içerisine geçmiş bir sürü görevi değişik bakanlıklara dağıtarak arkasından birilerini sorumlu tuttuğunuzda sonuç alamıyorsunuz. Bırakın o sorumluluğa birileri başka yerlerden katılsınlar. Okullardaki uyuşturucu belası, biraz önce söylediniz. Her okula 10 tane polis koysanız yine engelleyemezsiniz. İki şekilde yürütülmesi gereken bir olaydır, bir taraftan okulların içerisinde bu işin eğitimini almış ve çocukların hepsine eğitim veren hocaları -hoca diye geçecek onun içerisinde- bir taraftan da okulun gerçek anlamıyla etrafındaki sosyal kımıldanmaları izleyecek ve sürekli Emniyetle iş birliği hâlinde olacak insanlar, bütün kurumlar açısından öyle. Kurumlar kendi kendini korumak zorundadır, kendi kendini koruyacak olan bir özyapıya kavuşturmadığınız zaman dışarıdan yapılan korumalarla bu işin sonucu alınmıyor değerli arkadaşlar.

Şimdi, bu kadar önemli şeyi konuşmuşken, son bir şey söylemeden de geçemeyeceğim Sayın Bakanım.

Şimdi, devlet yürüyor, devlet açısından herhangi bir sorunumuz yok, inşallah da olmayacak. Sorunlarımız büyük, bir sürü alandan şeylerle geliyor. Bu durum karşısında devletimizin dışarıya karşı itibarının korunması da inanılmaz derecede önemli. Böyle belalarla biz karşılaşırız ama gerek demokratik geleneklerimiz gerekse devletimizin güçlü örgütlenmesi sayesinde biz bunların altından kalkarız dememiz gerekiyor. Şimdi, bu durumda uluslararası toplantılara katılan insanların veya çağrılan insanların veya bu tür davetleri alan insanların önceden de oralara gittikleri zaman nasıl bir soruyla karşılaştıklarında nasıl yanıtlar vereceği konusunda eğitilmeleri de çok önemlidir, eğitilmeleri başlı başına önemlidir. O şekilde davranacağından emin olmadığınız insanları bu tür şeylere göndermeyebilirsiniz, engelleyebilirsiniz ama gidip de ülkesini yüceltecek olan bazı faaliyetlere davet edilmiş olan insanların da şu sırada özel durumumuz var diye yurt dışına gönderilmemesini müthiş şekilde sakıncalı buluyorum, örneği de Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı. Belediye Başkanımız, yani övünülecek bir durum olarak görüyorum ben en azından, UNESCO'nun "Öğrenen Şehirler" unvanını almış UNESCO'dan. Çin'de bu ödül verilecek. Davet etmişler, her türlü gideri, masrafı UNESCO'ya ait olmak üzere, tek bir şeyi yok. İzin vermemişiz son güne kadar, dün değil evvelsi gün mü neyse, geçen haftalarda süresi bitmiş. Yani, artık istesek de gönderecek hâlimiz yok. Ben bunu anlamakta zorlanıyorum. Yani, Profesör Doktor Yılmaz Büyükerşen UNESCO'dan bir ödül almış, daha doğrusu Eskişehir almış, buraya gidecek, başvurusunu da yapıyor, her şeyini yapıyor, devletten bir gideri yok, göndermiyoruz değerli arkadaşlar, göndermedik. Bu, Yılmaz Büyükerşen'i küçültmez, Eskişehir'i de küçültmez. Ama, Yılmaz Büyükerşen oraya gidip de kendi ülkesiyle ilgili gurur verilecek bu olayı, en azından ödülünü almamasının bize zararı vardır. Bu tür olaylarla sürekli olarak karşılaşacak hâle geliyoruz, bunların yeniden şurada sağlanan, şu Plan ve Bütçe Komisyonunda sağlanan iş birliğini de göz önünde bulundurarak, buralarda yeniden görüşüle görüşüle çözülmesi gerekliliğinin altını özellikle çizmek istiyorum, çok önemsiyoruz bu konuyu değerli arkadaşlar.

Ben, silah taşımayan güvenlik görevlilerinin olduğu ülkeleri de gördüm, hepiniz gördünüz büyük bir ihtimalle. Temennim ve bütün umudum, bir gün bizim güvenlik görevlilerimizin de silah taşımadığı ve öyle güvenli bir ülkede ben değilse bile inşallah torunlarım yaşayacaklar umuduyla bütçenizin başarılı olmasını diliyorum.