| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 11 .11.2014 |
ATİLLA KART (Konya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben açıkçası arkadaşlarımın yaptığı değerlendirmeler gibi çok da teknik değerlendirme yapmaya gerek görmüyorum. Arkadaşlarımın bu yaklaşımını son derece iyi niyetli bir yaklaşım olarak görüyorum ama yaşadığımız süreç içinde bunun Türkiye gerçekleriyle ve siyasi iktidar uygulamalarıyla uyuşmadığını on iki yılın acı tecrübeleriyle bilen bir kişi olarak doğrudan konuya girmek istiyorum.
Getirilen bu tasarı her ne kadar şeklen yasa teklifi olarak getirilmiş ise de özü itibarıyla tasarıdır bu, çok açık bir şekilde. O sebeple hep tasarı diye ifade etmek, vurgu yapmak gerekiyor. Getirilen bu tasarıyla bir ülkenin mevzuatı nasıl talan edilir, neden talan edilir, anayasal kurumları nasıl askıya alınır, neden askıya alınır; bunun yeni bir uygulamasını görüyoruz, yaşıyoruz. Bunları cesaretle ve sorumluluk duygusuyla sorgulamamız gerekiyor. Biraz evvel, aradan evvelki değerlendirmelerde yine sizin bir konuşmanıza atfen, işte efendim, o "parmak demokrasisi" kavramına yönelik olarak Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarımızın o canhıraş tepkilerini görünce açıkçası bir taraftan memnun oluyorum ama bir taraftan da bunu ciddiye almıyorum, bu tavrı ve tepkiyi ciddiye almıyorum. Şimdi, böylesine duyarlı iseniz buyurun gelin, biraz müzakere edelim ama bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır ki bakıyorsunuz, biati aşan, âdeta reflekse bağlı olan bir yasama faaliyetiyle -tırnak içinde- karşı karşıyayız. Bunun adı yasama faaliyeti falan değil, bunun adı müzakere değil. Biz burada şeklî olarak bize verilen, bize dayatılan, daha doğrusu iktidara dayatılan bir tiyatroyu sergiliyoruz. Yani, bunu artık görelim. Sizin bu noktadaki tavrınız, bu noktadaki kendinize göre sonuçlarınız, insani ilişkilerinizin güçlü olmasına dayanarak ortamı yumuşatma noktasındaki girişimleriniz; bunları insani boyutuyla anlayışla karşılarız ama maalesef işin esasını bu ortadan kaldırmıyor.
BAŞKAN - Hararetin size faydası yok Atilla Bey.
ATİLLA KART (Konya) - Bakın, son derece soğukkanlı bir şekilde ama gerçeği konuşmamız gerekiyor. Burada bizden tiyatro yapmamızı beklemeyin. Siz tiyatro yapabilirsiniz, buyurun, devam edin ama biz gerçekleri anlatacağız, gerçekleri konuşacağız.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Ama bize hakaret ediyor ya Başkanım.
BAŞKAN - Atilla Bey, bak, üzücü üslubu... Yani, ne siz tiyatro oynuyorsunuz ne biz. Bütün arkadaşlar demokratik çoğulculuk içerisinde görüşlerini ortaya koyuyorlar.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Çoğunlukçuluk oluyor ama Sayın Başkan.
ATİLLA KART (Konya) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan; bir ülkenin mevzuatı nasıl talan edilir, biraz anlatayım mı? Dinleme cesaretini, özgüvenini gösterebilir misiniz, anlatayım mı Sayın Başkan?
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Hakaret içermezse.
ATİLLA KART (Konya) - Şu söylediklerimin hangisinde hakaret var arkadaşlar? Ben bir eleştiri yapıyorum.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - "Tiyatro oyuncusu" diyorsunuz.
RECEP ÖZEL (Isparta) - "Tiyatrocu" diyor.
ATİLLA KART (Konya) - Bu eleştiri size sert gelebilir ama kusura bakmayın, bunu anlatmamız gerekiyor.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Eleştiri değil ki hakaret bu ya.
ATİLLA KART (Konya) - Siz üzüleceksiniz diye sert eleştiri yapmayacak mıyız?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Eleştiri yap da, hakaret yapıyorsun sen.
ATİLLA KART (Konya) - Siz üzüleceksiniz diye gerçekleri anlatmayacak mıyız? Türkiye fotoğrafını...
RECEP ÖZEL (Isparta) - Eleştiri yap da hakaret yapma.
ATİLLA KART (Konya) - Şu anlattıklarımda bir hakaret var mı Sevgili Recep?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Biraz önce "tiyatrocu" demekle hakaret ettiniz.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - O sizin üslubunuzun göstergesidir Sayın Kart, bizim değerimizden bir şey alçaltmaz.
ATİLLA KART (Konya) - Şimdi, değerli arkadaşlar; ne diyorsunuz? Ne güzel, 19/12/2005 tarih, 2005/9986 sayılı Bakanlar Kurulu kararı. O kararda neyi hazırlıyorsunuz? Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği getiriyorsunuz. On iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında hazırlanan en mükemmel düzenlemelerden birisidir bu, yirmi beş sayfalık bir düzenlemedir. Bir kanun tasarısı ve teklifi nasıl hazırlanır, o kanun tasarısı ve teklifi hazırlanırken toplumun hangi birimleriyle ilişki kurulur çoğulculuk anlamında, hangi uzman kuruluşlarla, hangi meslek kuruluşlarıyla görüşülür; mükemmel bir düzenleme. Ne diyor orada? Bakıyorsunuz, o yönetmeliğin 4'üncü maddesi, 6'ncı maddesi, 11'inci maddesi; 11'inci madde "Torba yasa düzenlemeyeceğiz. Torba tasarı, temel kanun adı altında düzenlemeler yapmayacağız, yapmamalıyız." diyor. Devam ediyor: "ÇED düzenlemesi mutlaka yapılmalı" diyor. Devam ediyor, işte efendim, 17'nci maddeye göre temel yasa düzenlemelerine ilişkin hükümleri getiriyor. E, bunlar ne kadar güzel düzenlemeler. Bakıyorsunuz, 21'inci Dönemde temel yasa adıyla sadece 7 yasal düzenleme yapılmış olmasına rağmen, 22'nci Dönemde 29, 23'üncü Dönemde 51, 24'üncü Dönemde 65'e ulaşmışız. Siz bu uygulamayla Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini iğfal ediyorsunuz, komisyonları devre dışı bırakıyorsunuz, uzmanları dinlemiyorsunuz, kendi çıkardığınız yönetmeliğin gereğini yapmıyorsunuz. Devam ediyoruz, bakıyoruz değerli arkadaşlar, değerli milletvekili arkadaşlarım, bu düzenlemeyi getirmişiz, gelmişiz 5 Aralık 2009 tarihli Resmî Gazete'de bir genelge yayımlıyoruz. Ne güzel, demişiz ki: "Türkiye'de saydamlığın artırılması ve kamuda etkin yönetimin geliştirilmesi komisyonu kuralım." Beş yıl geçmiş aradan, 1 Mart 2014'te Resmî Gazete'de bir Bakanlar Kurulu kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlallerinin önlenmesine ilişkin eylem planı... Ne kadar iddialı söylemler, çok güzel. Bir taraftan o kendi getirdiğimiz yönetmeliği, yasaları ayaklar altına alıyoruz ama bir taraftan da dönem dönem Avrupa Birliği süreçlerinde dışarıya mesajlar veriyoruz görünürde. Gelmişiz ondan sonra, 25 Eylül 2014'te -bu hakikaten bir tiyatro Sayın Başkan- bu kez 2014/16 sayılı Genelge'yle diyor ki Başbakanlık, Avrupa Birliği müktesebatı kapsamında o 2005 tarihli yönetmeliğe atıfta bulunuyoruz. Bakın, bir kronolojiden söz ediyorum Sayın Başkan.
Geliyoruz ondan sonra Sayın Davutoğlu'nun kurmuş olduğu 63'üncü Hükûmete. 16 Eylülde Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç çıkıyor diyor ki: "Efendim, bu torba yasa uygulamalarını artık bırakalım." Zannedersin ki o torba yasa uygulamalarını yapan Patagonya hükûmeti. Ya, işte, on iki yıldır o torba yasa uygulamalarını yapan sensin. Hadi, peki, güzel, bir itirafta bulunuyorsun, o kaos ortamını itiraf ediyorsun, aslında yaptığın bu. E, daha o sözün mürekkebi kurumadan bu tasarıyı getiriyorsun. Getirdigin bu tasarıyı da, işte, ilk alt komisyon raporu gelen bu tasarıyla benim tespitime göre on beş on altı yasada değişiklik yapıyorsun.
RECEP ÖZEL (Isparta) - On iki yasa...
ATİLLA KART (Konya) - Devam ediyorsun, alt komisyon raporu geliyor, yetmiyor, işte efendim, o Danıştay, Yargıtay Kanunu'yla ilgili düzenlemeyi getiriyoruz ve biz bunun adına yasama faaliyeti diyeceğiz, öyle mi? Siz buyurun, demeye devam edin, biz buna mevzuatın talan edilmesi diyoruz.
BAŞKAN - Adlandırmada özgürsün Atillacığım.
ATİLLA KART (Konya) - Buna mevzuatın talan edilmesi diyoruz ama onun devamında tabii, ne yapmak gerekiyor? Bir ülkenin mevzuatı neden talan edilir, bir iktidar buna neden ihtiyaç duyar, bunu analiz etmek gerekiyor, bunu sorgulamak gerekiyor. Onu da biraz sorgulayalım izninizle, onu da biraz analiz edelim Sayın Başkan.
Bakın değerli arkadaşlarım, bunları biraz evvel, tabii, Sayın Aldan da ifade etti, diğer konuşmacı arkadaşlarımız da hep ifade edecekler ama bunların, bütün bu söylediklerimizin pratik anlamda bir kıymetiharbiyesinin olmadığını çok iyi biliyorum. Adalet ve Kalkınma Partisinin yönetim anlayışını, kadrolarının sakat demokrasi anlayışlarını çok iyi bildiğim için buradan bir sonuç çıkmayacağını çok iyi biliyorum ama bunların mutlaka kayıtlara geçmesi gerekiyor. O sebepledir ki şunu görmemiz gerekiyor: Bakın, Şubat 2014 tarihinde "Özel yetkili mahkemeleri kaldırıyoruz." söylemiyle ne dedik? "Efendim, ileri demokratik düzenlemeler yapıyoruz." Gerekçeler buydu, Sayın Bakanın gerekçeleri buydu, "İleri demokratik düzenlemeler yapıyoruz." Bu kez ne yapıyoruz? Daha, işte, yedi sekiz ay geçmiş aradan, tamamen o düzenlemelerle aksi yönde düzenlemeler yapıyoruz.
Şimdi, olay şu tabii, işin esası şu: Şubat 2014 tarihinde 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunun delillerini etkisiz kılmak ihtiyacı vardı, o zaman konjonktür onu gerektiriyordu. Demokrasi söylemleri yoluyla yapılan örtülü düzenlemelerle Türkiye Büyük Millet Meclisi 2014 yılı Ocak ayından bu yana, 17 ve 25 Aralığın o suç delillerini nasıl yok ederiz, nasıl etkisiz hâle getiririz, bununla meşgul. Bütün faaliyeti buna hasretmiş durumda. Bakıyoruz, yedi sekiz ayın sonunda kabul etmek gerekir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi bu anlamda, Hükûmetin de üstün gayretiyle -tırnak içinde- başarılı oldu. 17 ve 25 Aralığın delilleri büyük ölçüde yok edildi. Şimdi neye geldi? Artık yeni döneme geldi, toplumun tümüyle kuşatılması, tümüyle sindirilmesine sıra geldi. Bu zaten yedi sekiz yıldan bu yana devam ediyor ama bir türlü bu toplumu tümüyle teslim alamıyoruz, tümüyle kuşatamıyoruz, buna devam etmemiz gerekiyor.
Şunu görmeniz gerekiyor değerli arkadaşlarım, sevgili meslektaşlarım, şunu görmeniz gerekiyor: Bakın, aynı gemideyiz, hepimiz birlikte batıyoruz. O süreç geldiği zaman sen-ben ayrımı yok. Bunu neden görmüyoruz, akıllar nasıl bu kadar tutulabiliyor? Gerçekten, yaşadığımız çağda bunun izahını yapmak mümkün değil. Bakın, bu süreç, dirayetsiz ve öngörüsüz politikalarla tırmandırılan bu süreç kaçınılmaz olarak toplumsal barışımızı sabote ediyor. Temel hak ve özgürlüklerimiz bütünüyle tehdit altına alınmış durumda. Türkiye bu süreci yaşıyor. Böyle bir süreçte toplumsal barışınızı da koruyamazsınız, böyle bir süreçte maalesef ülkenin bütünlüğünü de koruyamazsınız. Böylesine bir tabloyu yaşıyoruz.
Bakın, bu değerlendirmelerden sonra, madde madde değerlendirme yapmayacağım, bir fotoğrafı ortaya koyacağım. Alın, bu alt komisyon raporunun 6'ncı maddesi. Ne yapıyoruz? MİT artık ne yapacak? Meslek kuruluşlarının evraklarına ulaşıyor, tüm anayasal kurumların önüne geçiyor. Yetmiyor, MİT ayrıca noterlik mevzuatına da ulaşacak, özel hukuk ilişkilerine de müdahil olacak.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Öyle bir şey yok ya, hiç alakasız yani.
ATİLLA KART (Konya) - İlgili maddeyi okuyun.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Oku, oku. Noterler Birliği Başkanımız da burada, cevap versin.
ATİLLA KART (Konya) - Noterler Birliği Başkanının ne dediği benim umurumda değil, kimin ne dediği umurumda değil. Ben yaşadığım, gözlemlediğim, tanığı olduğum süreci anlatıyorum.
Bakın, orada ne yapıyorsunuz? Çok açık bir şekilde, özel hukuk ilişkilerine yönelik olarak orada istenildiği takdirde o bilgilerin verilebileceğini getiriyorsunuz.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Kim isteyecek? Mahkeme istiyor ya.
ATİLLA KART (Konya) - Ya, adı üstünde. Kim isteyecek?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Mahkeme isteyecek.
ATİLLA KART (Konya) - MİT isteyecek kardeşim.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hayır, bunda öyle bir şey yok.
ATİLLA KART (Konya) - MİT isteyecek.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hani, nerede var bu?
ATİLLA KART (Konya) - MİT'in istemeyeceğinin teminatı nedir? Biz öyle bir düzenleme yaptık ki Anayasa'nın 121'inci maddesini ortadan kaldırdık MİT uğruna. Neyi getirdik? Kanunsuz emir ve talimatın MİT mensupları için söz konusu olamayacağı esasını getirdik.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Doğru bir şeydi.
ATİLLA KART (Konya) - Doğru bir şey mi bu?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Evet.
ATİLLA KART (Konya) - Anayasa'nın 121'inci maddesini ne yapacağız?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Tabii ki onların yaptıkları görev itibarıyla...
ATİLLA KART (Konya) - Anayasa'nın 121'inci maddesini ne yapacağız? Cezaların şahsiliğini ne yapacağız?
BAŞKAN - Arkadaşlar, Atilla Bey'i dinleyelim.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Soru soruyor, cevap veriyorum.
ATİLLA KART (Konya) - Bunları ne yapacağız değerli arkadaşlarım, değerli meslektaşlarım, bunları ne yapacağız? Ceza usulünde, ceza muhakemesinde toptan ve götürü soruşturma var mıdır, toptan ve götürü yargılama var mıdır? Hukuk devletlerinde kanunsuz emir ve talimatlara dayalı olarak soruşturma yapmak var mıdır?
Şimdi, bakın, 7'nci madde, hukukçu olmayan hâkim ve savcıların yani idari yargıdaki yargıçların sınavsız olarak fakülteye girmesi, bir; efendim, o tetkik hâkimi görevlendirmeleri, avukatlıktan yargıçlığa geçiş; bakın, bunların hepsi, çok açık ve net ifadeyle söylüyorum ki bu artık partizan yargıç yapılanmasının ayaklarıdır, birbirini tamamlayan düzenlemeler bunlar. Artık nedir? Parti memuruna dayalı yargıç, cemaat memuruna dayalı yargıç yapılanması, bunun sonuçları, bunun kavgası; bunları aşmak uğruna ne yapıyoruz? Partizan yargıç yapılanmasını ama bunu kurumsal hâle getiriyoruz, özü budur.
Disiplin ve sicil affına yönelik olarak arkadaşlarım o konuya temas edeceklerdir, zamanı kullanmak adına girmiyorum. Orada da yine Silivri sürecini esas alan, yine belli yargıçları hedef alan özel düzenlemelerin olduğunu yeri gelmişken ifade etmek istiyorum. Tabii, öylesine hukuka aykırı, öylesine temel hak ve özgürlükleri tehdit eden, yok eden bir dönem yaşandı ki bunun en çok mağduriyetini de gerçekten hukuki sorumluluk içinde, mesleki sorumluluk içinde görevlerini yapan yargıç ve savcılar yaşadı Silivri süreçlerinde. Aslında bu yönüyle ne yaptık? Yargıyı tahrip ettik, orada ister istemez görevini bihakkın yapan yargıç ve savcılar açısından bir sicil affı beklentisi doğdu. Yani, bakıyoruz, bir taraftan o tahribatımızı yapıyoruz, toplumda affa yönelik... Bu tabii, toplumun geneli için de söz konusudur, toplumun tüm kesimleri o haksız uygulamadan dolayı mağdur hâline geliyor. Toplumda genel anlamda bir genel af beklentisi psikolojisi, beklentisi yaratılıyor ve Türkiye adım adım o noktaya gidiyor, toplumun her kesimi böyle bir beklentiye giriyor ama tabii, düşündürücü olan şudur: Maalesef o genel af da bu sorunların çözümü için çözüm olamayacaktır, böylesine bir kilitlenmeye gidiyor Türkiye.
Bakın, bunların devamında 23'üncü maddeyi ben... Tabii, çok teorik anlamda düşündüğünüz zaman işte, efendim, makul şüphe, kuvvetli ve somut belirti, evet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5'inci maddesindeki makul şüphe kavramı vesair... Alman mevzuatından esinleniyoruz ya, peki, Alman mevzuatında kamu görevlisinin, o 20-22 yaşındaki gencecik polis memurlarının toplantı ve gösteri hakkını kullanan vatandaşlarını öteki olarak görmesi, düşman olarak görmesi, böyle bir anlayış var mı? Gelin, bunları bir bütün olarak değerlendirin.
Şimdi, bakın, o sebeple buradaki makul şüphe kavramı, bu yaratılan, anayasal kurumların askıya alınması, işte, mevzuatımızın talan edilmesi, giderek partizan yargıç yapılanmasının hâkim hâle gelmesi sonucunda tasarının, alt komisyon raporunun 24, 25, 26, 27'nci maddesindeki düzenlemelerle birlikte göz önüne alındığı zaman şu yaşanacaktır, Türkiye şöyle bir tabloyla kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelecektir: Bakın, 24, 25, 26 ve 27'nci maddelerdeki bu düzenlemelerle ne yapıyoruz, Türk Ceza Kanunu'nun 302 ile 308'inci maddelerinde düzenlenen devletin güvenliğine karşı suçlar ile, 309 ile 316'ncı maddelerinde düzenlenen anayasal düzene karşı suçlar yönünden, taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma, iletişimin tespiti, teknik araçlarla izlemenin yolunu açıyoruz. Yani, o katalog suçlara ilişkin ceza muhakemesi uygulamasının alanını genişletiyoruz. Bu suretle aslında şunu yapıyoruz değerli arkadaşlarım, değerli meslektaşlarım, hukukçu arkadaşlarım: Temel haklarını, gösteri ve protesto haklarını kullanmak isteyen, basın özgürlüğünü kullanmak isteyen, dernek kurma hakkını kullanmak isteyen, örgütlenme hakkını kullanan sivil platformların, toplumun dinlenmesinin, takibinin, onların taşınmazlarına, hak ve alacaklarına el konulmasının ve bağlı olarak da tutuklanma süreçlerinin, dava devam etmeden, dava başlamadan tutuklanma süreçlerinin önünü açıyoruz. Aslında şunu yapıyoruz: Yeni bir McCarthy dönemini başlatıyoruz, yeni bir Silivri dönemini başlatıyoruz, yeni bir götürü toptan soruşturma dönemini başlatıyoruz, yeni bir toptan tutuklama ve toptan yargılama dönemini başlatıyoruz.
Bakın, Türkiye 1960'lı yıllarda, 1970'li yıllarda, 1980'li yılların önemli bir sürecinde derin devletin refleksi olarak yaşanılan 141, 142, 163'üncü maddeler uygulamasıyla karşı karşıya geldi. Bu uygulamayla, bu düzenlemelerle, çok samimi gözlemimdir bu ve kaygımdır elbette, Türkiye'de 141, 142, 163 uygulamaları artık kurumsal hâle gelecek değerli arkadaşlarım, böyle bir dönem Türkiye'yi bekliyor bu anlattığımız büyük fotoğrafla beraber. Bu fotoğrafla bağlantılı olarak şunu ifade etmek isterim: Ülkemizde artık kamu yönetimi MİT üzerinden, Millî İstihbarat Teşkilatı üzerinden, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı üzerinden ve İçişleri Bakanlığı üzerinden kuşatılmış durumdadır. Şu anlattığınız fotoğrafla, değerli arkadaşlarım, hazırlık soruşturması aşamasında, ki şu fotoğrafa göre, şu tabloya göre ortaya çıkan hazırlık soruşturması hukuka uygun bir soruşturma olamaz, sakat bir hazırlık soruşturması olacaktır ama Türkiye pratiğinde nedir? Bunu, işte, burada Yargıtay üyeleri var, burada uygulamanın içinde olan insanlar var; biliyoruz ki Türkiye uygulamasında ceza yargılaması hazırlık soruşturması esas alınarak yapılır. O hazırlık soruşturmasındaki delilleri yargıç ayrıca araştırmaz, onun üzerinden tutuklamasını yapar, onun üzerinden diğer tedbirleri uygular. Böyle bir Türkiye pratiği vardır. Bu mekanizmayla, bu aygıtla Türkiye'de tüm temel hak ve özgürlükler tehdit altına alınmış olacaktır. Keyfî el koymalar, keyfî iletişimin dinlenmesi kararlarıyla, teknik takip ve gizli soruşturmacılar yoluyla, anayasal düzen ve devlet güvenliğine karşı suç işlendiği gerekçesiyle toplum baskı altına alınacak, kıpırdayamaz hâle gelecek. Türkiye iğfal edilmiş hazırlık soruşturması süreçleri ve sonuçları üzerinden, şeklî yargılamaların yapıldığı bir ülke hâline gelecektir. Yargılama süreçleri şeklî nitelikten öte bir anlam taşımayacaktır. Bunun anlamı, siyaseten de anlamı şudur, siyaset bilimi anlamında da karşılığı şudur: Faşizan sürecin kurumları adım adım inşa edilmektedir. Anayasal sistem ve yargı -biraz evvel ifade ettiğim- üç kurum tarafından yönetilir, yönlendirilir hâle gelmiştir, gelecektir ama şunu unutmamak gerekiyor değerli arkadaşlarım -bitiriyorum, iki cümleyle bitiriyorum- bunu yapabilirsiniz, bunu yapmaya şeklen muktedirsiniz, sayısal olarak muktedirsiniz.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Esas olarak da muktediriz.
ATİLLA KART (Konya) - Şöyle Sevgili Recep, değerli kardeşim: Parmak sayısıyla da muktedirsiniz ama bu meşru olduğunuz anlamına gelmiyor, meşruiyet anlamına gelmiyor.
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Allah Allah!
ATİLLA KART (Konya) - Elbette, elbette. Biraz müdrik olmanız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Bu müdrik olmak, işte, sorumluluk dediğimiz kavramla bağlantılı. Bu nedir? Siyaseten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduysanız, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduysanız, siz artık Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olduysanız, sadece size oy verenlerin değil Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tümünün iktidarısınız. Ama bunu uygulamanızla göstermeniz gerekiyor. Ayrımcılık yapmamanız gerekiyor, nefret söylemini dile getirmemeniz gerekiyor, bunu anayasal kurumlara taşımamanız gerekiyor. Bunu yapıyorsunuz, maalesef bunu yapıyorsunuz.
Tabii, bütün kaygımız şu, sorumluluk duygumuz şu: Türkiye'nin -bakın, tekrar ifade ediyorum- bütünlük anlamında, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğü anlamında, Türkiye'nin toplumsal barışı anlamında bir bedel ödememesini istiyoruz. Bunun kaygısını taşıyoruz. Bu kaygımızı dönüp dönüp anlatıyoruz, dönüp dönüp ifade ediyoruz. Bu kaygıyla şunu ifade ediyoruz değerli arkadaşlarım: Cumhurbaşkanı ve sınırlı bir yönetim kadrosunun kişisel ve siyasi çıkarları ve istikballeri Türkiye'nin kaderi olamaz, olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin müktesebatı ve yurttaşlarımızın sağduyusu, inanıyorum ki bu kritik süreci engelleyecektir. Biz bunu demokrasi içinde halkımıza anlatarak ve yine bütün içtenliğimle ifade ediyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekili arkadaşlarımıza anlatarak: Ben, sonuçta, -bakın, bunu bütün içtenliğimle ifade ediyorum -Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarımın da sağduyusuna, vicdanlarına inanıyorum, inanmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Sayın Başkan, söyleyeceklerim bunlar.