| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri a) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı b) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu c) Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü ç) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu d) Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 08 .11.2016 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; konuşmama Sayın Bakana dokümantasyonu ve sunumu için teşekkür ederek başlayacaktım ama iki tane farklı yerlerdeki söylemi bu kutlamamı maalesef geri çektirdi bana.
Bunlardan bir tanesi, özellikle, yenilenebilir enerji kaynakları kapsamında anlattığı güneş enerjisiyle ilgili açıklamasında "On dört yıl önce neredeyse elektrik üretiminde hiç kullanılmayan rüzgâr ve güneş, jeotermal..." diye başlayan cümlesi oldu. Sayın Bakan, arkadaşlarınız çok genç, iyi de yapmışsınız; belki hatırlamıyor olabilirler ama bundan on dört sene önce fotovoltaikle üretilen güneş enerjisinin maliyeti neredeyse 40 eurocentlere yükseliyordu. Dolayısıyla, o tür toplantılarda kazara birisi fotovoltaikten bahsetse gazcılar neredeyse onu boğmak üzere ortalığa dökülüyorlardı. Dolayısıyla, "Bu tür olaylarda teknolojiye paralel olarak bu gelişmelerden de yararlanılıyor." olgusu veya cümlesi çok daha doğru bir cümle olurdu. On dört yıl önce kullanılması mümkün olmayan bu enerji elli sene önce kimsenin aklına da gelmiyordu belki veya birileri hayal olarak düşündüğü zaman o da şiddetle eleştiriliyor idi.
İkincisi de özellikle "madencilik ve bor" diye bir başlık gördüğümde açıkça heyecanlandım. Bor için başlık ayrılmıştı -konuşmada da uzun uzun- neler yapılacağı ve gelecekle ilgili stratejiler konusunda bazı şeyler bulurum diye hızla karıştırdım fakat sadece tek bir paragraf -biraz önce okuduğunuz gibi- vardı borla ilgili olarak. Borun, bor rezervlerinin görünür hâle getirilmesinden bahsediyor, özellikle de payımızın yüzde 51 olarak gerçekleşmiş olmasını övünerek söylüyorduk. Doğru, övünülecek bir olay olabilir ama...
Değerli arkadaşlar, Türkiye dünya bor rezervinin yüzde 72,5'inin sahibi. Yüzde 72,5 rezerve sahip olduğunuz bir konuda, bir madende yüzde 36'lık payımızı yüzde 51'e yükselttik diye sevinemeyiz. Asıl önemli olan, borun değerlendirilmesi suretiyle şu anda kullanıldığı alanların dışında tarımdan, deterjandan, seramikten, camdan, vesaireden ta uzay teknolojilerine kadar çok geniş bir yelpazede kullanılan bu borun mamul maddelerinin ihraç kalemleri içerisine girmesi olgusudur. Dolayısıyla, Enerji Bakanlığının dünyanın yüzde 72,5 rezervine sahip olduğu bir maden konusundaki yaklaşımının aynen başlıkta yer verecek kadar önemsemesi gibi diğer konularda da mutlaka önemsemesi gerekiyor. Bu konudaki araştırma faaliyetlerimiz için bütçeden ayırmış olduğumuz pay bütçe rakamlarımızın sadece yüz binde 2'si.
Değerli milletvekilleri, geçen yıl Enerji Bakanlığıyla ilgili bütçe konuşmama başlarken, etrafımızdaki komşu sayısı itibarıyla dünyanın en fazla komşusuna sahip olan ülke konumunu belirtmiş, daha sonra da etrafımızdaki insanların İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en yoğun kanlı savaşları yaşayan ülkeler olduğunu belirtmiştim, aradan neredeyse bir yıl geçti. Bütçenin üzerinden bir yıl geçmedi de, geçici bütçede de bunu söylemiştik zaten.
Şimdi, etrafımızdaki bu kanlı savaşların temel nedeninin ne olduğu konusunda artık arkadaşlarımızın hiçbir kuşkusu yok sanıyorum. Bu, dünya enerji savaşları. Dünya enerji savaşlarının ötesinde sadece kaynak olayı değil, petroldeki Rus ruleti. Şu anda dünya gerçekten Rus ruleti oynuyor. 3 tane ülke ortaya çıkmışlar, Rus ruleti oynuyorlar; Amerika ve Rusya. Fakat, kendi kafalarına çekmiyorlar. Her tetiği çektiklerinde başka bir ülkeyi deviriyorlar. Bu şekilde devrilen ülkeler nedeniyle de kendi kurmuş oldukları enerji piyasaları ve enerji düzeniyle ilgili olarak sistemi korumaya çalışıyorlar. Türkiye işte böyle bir olgunun kıyısında. O nedenle, Enerji Bakanlığını çok önemsemek gerekiyor, politikalarını çok önemsemek gerekiyor. "Şu anda Türkiye'nin en önemli stratejik bakanlığı hangisidir?" diye bir soru ortaya atılsa ben tereddütsüz olarak "Enerji Bakanlığı" derim. Çünkü, net bir şekilde enerji politikamız bizim dış politikamızı belirliyor. Dış politikamızın şu anda temel belirleyicisi enerji politikaları ve etrafımızdaki enerji savaşları nedeniyle ortaya çıkan olaylar, ekonomi politikası. Enerji fiyatlarındaki artışlarla beraber veya azalışlarla beraber birdenbire cari açık, cari fazla veriyoruz. Birileri ekonomik olarak bazı ülkeleri örneğin, İran ve Rusya'yı çökertmek için petrol fiyatlarını düşürüyor Amerika, bundan doğal olarak bu 2 ülkenin zarar göreceğini düşünüyor. Biz o durumda bundan müthiş şekilde bir yarar görüyoruz, cari açığımız neredeyse 20 milyar dolara yakın azalıyor. Bu defa diğerleri petrol fiyatlarını artırıyor, artırmaya kalkıyor, işte o andan itibaren bizim kafamıza sıkılıyor. Birdenbire dış ticaretimizde ekonomik olarak yararlanabileceğimiz kaynakların birilerine aktarıldığını görüyoruz.
Şimdi, bu koşullar altında Türkiye'nin enerji politikasını birazcık daha... Yani sadece ve sadece yatırımlar itibarıyla "Şunu yatırdık, bunu yatırdık, şunu ürettik, bunu ürettik." olgusu değil. Elbette ki bütün bu kaynakların hepsinin kullanılması "yerli ve yenilenebilir enerji" kavramını takdir ediyorum, kutlarım. Yerli ve yenilenebilir, çok önemli bir olaydır. Zaten belirli bir süre sonra yerli ve yenilenebilir olmayan herhangi bir enerjinin özellikle bizim gibi ülkeler açısından kullanılabilir olabilme olasılığını çok ciddi olarak kuşkulu bir alana koymak gerekiyor. Yerli ve yenilenebilir olmayan bu enerjilerden biz nasıl yararlanırız. Amerika ile Rusya arasındaki bu Rus ruletinden yararlanan 2 tane ülke var, Çin ve Güney Kore. Birileri şiddetle bundan yararlanıyor, birileri de buna bağımlı kaldığı için her defasında kurşun kendisinin üzerine sıkılıyor.
Değerli milletvekilleri, bir Arap Baharı yaşadık biliyorsunuz. Bu Arap Baharı'nda çok önemli olaylar oldu, bu ülkelere demokrasi getirileceği konusu konuşuluyor idi. Şimdi, aradan geçen zaman içerisinde çok net olarak görüyoruz ki "Arap Baharı ve demokrasi mücadelesi" denilen olay aslında bir enerji savaşı imiş, enerjide bağımsız davranmaya çalışan ülkelerin ciddi anlamda bir ders verilerek yok edilmesi olgusu imiş. Bugün size özellikle bir konuyu net olarak anlatmak için, burada notlarımı da alıp getirdim.
Değerli milletvekilleri, Libya, Arap Baharı'yla demokrasiye kavuşmadan önce dolar dışında yani petrodolarlar dışında farklı bir para birimiyle petrolünü satmak arzusundaydı. Afrika ülkeleri arasındaki ekonomik iş birliğini geliştirmek için yeni bir para birimi arayışı vardı. Bu bağlamda, paralarını altın standartlarına bağlayan bir düzenleme için Libya Merkez Bankası "altın dinar" diye bir para birimini dolaşıma sundu ve sunmaya hazırlanıyor idi. Libya Merkez Bankasının 144 ton altın rezervi vardı, buna yakın da gümüş rezervi sahibiydi. 2004 yılında Afrika Ülkeleri Parlamentosu 2023 yılında Afrika Ekonomik Birliğinde tek altın paraya geçişi kabul etmişti. Petrol üreten Afrika ülkeleri petrol ve doğal gaz bedellerinin altınla ödenmesi için hazırlıklarına da başlamışlardı. Bu petrodolar sisteminin altına dinamit koyma anlamına geliyor idi. Bu koşullar altında Kaddafi'nin farklı politikaları daha vardı. Bu arada Kaddafi'yle bir politik yakınlaşma veya politik beraberlik anlamında algılamayın söylediklerimi, ben sadece bir olguyu anlatıyorum. Yani, birilerinin hakkını vermek ve en azından hangi olay nedeniyle, neyle karşı karşıya kaldığını anlatmaya çalışıyorum çünkü bu, şu anda ortada bulunduğumuz konum nedeniyle çok önemli.
Değerli arkadaşlar, Kaddafi sadece petrolle ilgili bu tür uğraşlarının yanında ülkesinde de, diğer üretimler açısından da çok farklı bazı stratejiler falan geliştiriyordu ve bunu da tamamen kendi öz kaynaklarıyla yapıyordu. Biliyorsunuz, dünya su rezervleri Büyük Sahra Çölü'nün altında. Dünyada hiç su kalmasa neredeyse yıllarca Büyük Sahra'nın altındaki bu su rezervleri kullanılabilir bir vaziyette. Kaddafi, Büyük Sahra'daki bu su rezervlerini birbirine bağlı nehirler vasıtasıyla Akdeniz'e doğru indirip bölgeyi sulamaya çalışıyor idi, bununla ilgili yeni kentler kuruyordu. Müteahhitlikle uğraşanlar, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerimizle ilgili orada bizim müteahhitlerin ne yaptıklarını falan da bilirler. Bu koşullar altında birdenbire Batılıların aklına Libya'ya demokrasi götürmek geldi, götürdüler. Kaddafi'yi linç ettiler, o zamandan beri de Libya iç savaş içerisinde boğuşup duruyor.
Şimdi, bu koşullar altında, değerli milletvekilleri, bizim stratejilerimizin ciddi anlamda bir ulusal birlik stratejileri çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini müthiş şekilde önemsememiz gerekiyor. Türkiye, şu anda, insanların gözünü dikip de "Hangi adımları atacak? Acaba neye karşı çıkacak? Acaba onun dışındaki kaynaklarını farklı şekillerde değerlendirecek mi?" diye baktığı bir ülke. Aynı şekilde, petrodolara karşılık olarak petrolünün rubleyle satılması yani petroruble yaratılması konusunda Sovyetler Birliği'nin çok ciddi girişimleri var. Dolayısıyla, Şanghay Beşlisi'nin hele petrol alışverişinde bu birimi kullanmaya başlamasının dünyada hangi çatışmaları meydana getirebileceğini artık görmememiz mümkün değil, tahayyül etmemek mümkün değil. Bütün bunların hepsini görebiliyoruz. Dolayısıyla, enerji politikalarında temel politikaların oluşturulması konusunda özellikle Hükûmetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tamamının ve de bu ülkenin ulusal kaynaklarına ve ulusal değerine inanan bütün insanlarının bu stratejinin gelişmesinin içerisinde yer alması gerekiyor, bunların konuşulması gerekiyor.
Elbette ki yapılan her proje insanları heyecanlandırır, "Yaptık, ettik." denildiği andan itibaren bunların hepsi olur. Özellikle de enerji politikalarımızla ilgili olarak bundan yaklaşık on-on dört yıl önce, on beş yıl önce, yirmi yıl önce yapılmış projelerin ta 1930'lara kadar uzananlarının olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Neredeyse 2020 yılana kadar doğal gaz açısından alım garantilerimizle bir sürü projeye bağlanmış vaziyetteyiz zaten. Bütün bunların hepsi ayrı, şu anda bunların tartışılma zamanı değil. Yapılan yatırımları da, bundan sonra yapılan yatırımları da, yap-işletleri de, kamu-özel iş birlikleri de bütün bunların hepsi bir finansman modelidir, uygulanır. Yani, "Şu kadar hata olmuştur, bu kadar hata olmuştur.", "Şöyle bir yük getiriyor, böyle bir yük getiriyor." ayrı bir olay. Ama, hepsinden önemlisi, Türkiye'nin yenilenebilir ve kendi öz kaynaklarıyla ilgili olarak stratejisinin çok net bir şekilde yeniden belirlenmesi gerekiyor.
Kömür konusu, elbette evet. Kömürün yerin altında durarak sadece çevre vesaire endişeleriyle değerlendirilmemesi olgusunu ben bireysel olarak asla kabul etmiyorum. Ben dünyanın en büyük kömür rezervlerinin yere tek bir damla toz düşürülmeden kilometrelerce, yüzlerce kilometre taşındığına tanık oldum Kafkas Dağları'nda. 3.800 metredeki kömür madeninden çıkartılan kömürler yıkama alanından da geçirilerek yüzlerce kilometre götürülüyordu. O hatların altında da Sovyetler Birliği'nin en lüks tatil merkezleri vardı. Dolayısıyla, çevreyle çatışmadan, çevreyle boğuşmadan, o değerlerimizi de yok etmeden kaynaklarımızın kullanılması her zaman için mümkündür.
Son olarak şunları söylemek istiyorum değerli milletvekilleri: Şu anda dünya, enerji savaşlarının eşiğinde. Bahanesi ne olursa olsun, kurt ile kuzu hikâyesi gibi. Aşağıdan su içen kuzu "Ben senin suyunu bulandırmıyorum." desin, birileri diyecekler ki: "Siz bizim suyumuzu bulandırıyorsunuz." Bunu diyecekler. Geçen seneki bütçe konuşmasını onun için söyledim. Yani, mutlaka ben bunları tahmin ediyorum değil, hepiniz tahmin ediyorsunuz nereye gittiğimizi. O nedenle, enerji politikasının, ulusal enerji politikası kongresi içerisinde büyük bir hızla belirlenip, benimsenip hep beraber arkasında durulması gereken bir politika olduğunu ve olması gerektiğini söylüyorum.