| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 11 .11.2014 |
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, bugün 11 Kasım, dün Ata'mızın ölüm yıl dönümünün törenlerini yaptık. Aslında burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Gerçekten büyük Atatürk bu cumhuriyetin, devrimlerin temellerini attığında herhâlde bugünleri görse ya da yukarıdan bizi görüyorsa çok büyük üzüntü duyuyordur hepimize de, "Yani böylesi bir cumhuriyeti ne hâle getirdiniz, benim kurduğum cumhuriyetimi?" diye soruyordur. Benim ilimde Uşak Üniversitesinde 10 Kasım anma törenleri yapılmadı Sayın Başkanım, dokuzda sınav konuldu çocuklara yani sınava girmek durumunda kaldılar, hatta bir kısmı orada anma törenlerini yapmak istediler ama sınav olduğu için, bu sınavlar nedeniyle de yapamadılar. Aynı zamanda bütün televizyon kanallarında, daha çok AKP'ye yakın olan televizyon kanallarında, Kanal A'da, Habertürk'te Atatürk'e hakaret dolu sözler söyleniyor, örneğin Yeni Akit gazetesinde çok çirkin küfürler ediliyor, ben bunlardan çok büyük üzüntü duyuyorum. Ama bu nereden kaynaklanıyor? En başta iktidarın başından kaynaklanıyor. Şimdi, Sayın Tayyip Erdoğan "Mustafa Kemal" deyip "Atatürk" demiyorsa "2 ayyaş" diye bir gönderme yapıyorsa ya da o dönemi küçümseyici tavırlar içine giriyorsa, aynı zamanda Davutoğlu "Dersim bir Kerbela'dır." diyorsa bu, aslında tamamıyla cumhuriyet dönemini, Atatürk dönemini yok saymaya, o dönemi karalamaya dönük bir yaklaşım biçimidir ve bu o zaman alt tarafta daha da ifrata kaçan bir vaziyette yer alıyor, artık üniversitelerde bile ne yazık ki bu Atatürk'ü anma törenleri düzenlenmiyor. Diğer yandan ise Atatürk büstleri ve bayraklarımız parçalanıyor. Güneydoğu'da, Doğu'da ya da buralardaki üniversitelerde yani daha çok PKK etkinliğinde olan gençler böylesi bir tavır içerisine giriyorlar, ben de bundan çok büyük bir üzüntü duyuyorum. 10 Kasım nedeniyle bunları yeniden söyleme gereğini hissettim. Bu konuda en büyük sorumluluk iktidardadır. İktidar görevini yapmıyor. Eğer o günkü mücadele olmasaydı bizler, hiçbirimiz burada bağımsız bir ülkenin temsilcileri olarak duramayacaktık. En azından ona saygı nedeniyle, bu türden yanlış yaklaşımların ortadan kaldırılması için, Atatürk büstlerine ya da Atatürk'e hakaretleri ortadan kaldırmak için iktidarın gereken özeni göstermesini ben burada hem Bakandan hem sizlerden özellikle rica ediyorum.
Sayın Bakan, Sayın Başkanım, bir de şu tasarıya geldiğimizde ben şunu görüyorum: Artık AKP iktidarındaki arkadaşlarımız ya da Hükûmet bir iktidar sarhoşluğu içinde. Sürekli, bizim önerilerimizi, uyarılarımızı da dikkate almadan üç ayda bir, dört ayda bir aynı yasalar, aynı maddeler ne yazık ki değiştiriliyor. Sonuç olarak bizim yasama tekniğimiz -biraz önce Atilla Bey'in söylediğine çok katılıyorum- gerçekten mevzuatımız talan ediliyor yani ülkemizin değerleri talan edildiği gibi mevzuatımızın da talan edildiğini görüyoruz.
Şimdi, bir de İç Tüzük değişikliğinin olacağını duydum. Şimdi, bu yasalarla birlikte bunu düşündüğümüzde aslında artık Mecliste de sesimizin kısılmak istendiğini görüyorum. Biraz önce arkadaşlarımız biraz farklı şeyler söyleyince hemen itiraz ediyorlar, sözler kesiliyor, işte, "Konuya dönün, konu dışı konuşmayın." deniyor. İç Tüzük değişikliği olacak diye basından duyduk. Efendim, işte, naklen yayınlar yapılmayacakmış -zaten bu yayınlar sınırlandırıldı da- banttan önemli yayınlar yapılacakmış, eğer konu dışına çıkılırsa mikrofonumuz otomatik olarak kesilecekmiş. Yani o zaman bu Meclisi kapatalım, eğer öyle bir düşünce varsa Sayın Bakan, umarım aslında bu bir dedikodudur, inşallah yani eğer öyle bir düşünce varsa bu Meclisi kapatalım, seçim falan yapmayalım yani konuşma hakkımız da ortadan kaldırılacaksa çünkü bu yasalarla birlikte düşündüğümüzde tam bir diktatörlük süreci yaşayacağımızı görüyoruz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Bu dediklerinizi biz yapmış olsak en azından benim haberim olması lazım. Emin olun siz söylüyorsunuz yani benim, bizim haberimiz yok ama basın yapıyor, ona da bir şey diyecek hâlimiz yok.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Bu sözünüzü ben bir senet olarak kabul ediyorum Sayın Bakanım, inşallah önümüze böylesi bir şey, İç Tüzük değişikliği gelmez.
Şimdi, tasarıyla ilgili düşüncelerime gelince şunları söylemek istiyorum: Şimdi, 21 Şubatta -bütün arkadaşlarımızın söylediği gibi- işte, demokratikleşme gerekçesiyle el koyma, dinleme, teknik araçla izleme, gizli soruşturmacı gibi konularda bunları zorlaştırmak amacıyla oy birliği konusu getirildi, hatta biz dedik ki: Oy birliği olmaz, en azından ağır ceza mahkemelerinde olsun ama -Sayın Başkanım, dinlemiyorsunuz bizi- oy çokluğu olsun yani bu konularda uyarılarımızı yaptık.
BAŞKAN - Benim görüşüm de öyle.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Oy birliği getirildi yani sonuç olarak bu tedbir kararlarını güçleştirici şeylerdi, insan haklarına daha doğru ve demokratik bir yaklaşım biçimi olarak görülebilirdi, bunlar da zaten o gerekçelerle getirildi. Ardından, yine bu 153'üncü maddedeki avukatların belgelere ulaşmasının önündeki engeller de kaldırıldı ama şimdi, sekiz ay sonra şunu görüyoruz ki bunlar yeniden geriye döndürülmeye çalışılıyor. O zaman nedir bunun gerekçesi diye baktığımızda çok açık seçik bir şekilde yargının dizayn edildiği varsayımıyla aslında yeniden geçmişteki o daha yeni düzeydeki olan düzenlemelere dönülmeye çalışılıyor. O demokratik ve özgürlük meselesinin aslında sadece bir söz olduğunu ve o dönemde yürütülen rüşvet ve yolsuzluk davalarında dinlemeleri engellemek, el koymaları engellemek -mal varlığına çünkü el konulmuştu- teknik takipleri engellemek için -çünkü o konularda görüntülerin olduğu söyleniyordu savcılık belgelerinin arasında- bunların , , o nedenle getirildiğini hepimiz biliyoruz ama artık AKP iktidarı, Hükûmet kendisini garantide hissedince bunları teker teker eski hâline getirmeye çalışıyor. Yani bu bu kadar konjonktürel bir şekilde düzenlemeler yapılamaz, herkes saf değil, bunu görüyorlar zaten, sizler de biliyorsunuz, bunun böyle olduğunu biliyorsunuz. Sadece o dönemde Hükûmeti, bakanları, AKP'nin daha yakınında olan iş adamlarını, vesaireyi korumak amacıyla bunlar konulmuştu. Şimdi, artık yargının dizayn edildiği düşünüldüğü için de bunlar yeniden eski hâline dönüştürülmeye çalışılıyor.
Şimdi, bir de şunu söyleyeceğim: Bu HSYK seçimlerinde "Yargıda Birlik Platformu" diye bir platformu oluşturuldu, gazetelerde de çıktı zaten. İşte, ülkücüler, sosyal demokratlar ve AKP'ye yakın olan yargıçların bir arada olması, Bakanlığın da buna bir şekilde yardımcı olması nedeniyle böylesi bir ittifak oluşturulduğundan bahsediliyor ama şimdi gelen maddeleri gördüğümüzde, baktığımızda aslında artık bundan sonra böyle bir ittifaka ihtiyacın olmayacağı görülüyor. Nasıl oluyor? Şimdi, avukatlıktan yargıçlığa geçiş. Beş yılken fiilî avukatlık süresi iki yıla indiriliyor. Nedir bunun amacı? Kendine yakın olan insanları alacaksın.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Ya, olur mu, ne ilgisi var ya?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Arkadaşlar, bir dakika ya, ben düşüncelerimi söyleyeceğim, gördüğümü söyleyeceğim.
Diğer taraftan, yeni yargıç ve savcı alımlarında da benzer şekilde mülakatın kullanıldığını görüyoruz. Mülakat yapacak sınav komisyonunun öncelikle gerçekten objektif olabilmesi lazım ama şimdiye kadar biz gördük ki objektiflik yok. Yani şimdiye kadar, işte, diyelim 17-25 Aralık operasyonları öncesinde cemaate yakın olan...
BAŞKAN - Mülakat görüntülü mü?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Hâkim ve savcılık sınavı mı?
BAŞKAN - Evet.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Hayır, değil.
BAŞKAN - Anladım.
Dilek Hanım, buyurun, devam edin.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkanım, avukatlıktan geçişte mülakat var, yeni yargıç ve savcı alımlarında mülakat var. Mülakatı Bakanlık bürokratları yapıyor. Daha öncesinde cemaate yakın olan kişiler alırlarken bunu şimdi Bakanlık bürokratları ki dizayn edilmiş durumda, şimdi AKP'ye yakın olanlar alınacak ve 8 bin civarında yargıç ve savcının alınacağı söyleniyor. İşte, biraz sonra söyleyeceğimiz gibi Danıştay ve Yargıtaydaki bu sayılar artırıldığı gibi orada da sayılar artırılıyor ve yani bir yıllık yargıç bile olsa HSYK seçimlerinde oy kullanabileceğinden dolayı da önümüzdeki dönemdeki HSYK seçimlerinde kesinlikle bu ittifaklara gerek duyulmayacağı gibi bir izlenim ediniyoruz. O zaman da ne oluyor? Yani artık hâkim ve savcılar gerçekten hukuk formasyonlarıyla, bilgileri ve birikimleriyle değerlendirilmeyip sadece siyasi yaklaşımlarıyla değerlendirildikleri için demek ki bundan sonra... Cemaatin imamları Fethullah Gülen'e soruyorlar ya "Bu davada ne yapalım?" diye, Sayın Mehmet Ali Şahin bunu böyle duyduğunu söylemişti, o zaman demek ki şimdi alınacak yeni yargıç ve savcılar AKP il başkanına soracak "Bu davayı nasıl çözümleyelim? Bu davada sizin söyleyeceğiniz bir şey var mı?" diye.
BAŞKAN - Yok, CHP il başkanına soracak!
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Ben bunu biraz karikatürize ediyorum ama bakın, Sayın Başkanım, buraya kadar gelebilir bu yani bu çok tehlikeli bir şey. Biraz önce Ömer Bey de söyledi, yargının bu kadar siyasallaştırılması çok tehlikeli bir olay. Bunun ortadan kaldırılabilmesi için öncelikle mülakat komisyonunun daha objektif kriterlerle değerlendirebilecek bir yapı olması lazım. Ne olması lazım örneğin? Barolar Birliğinden, Noterler Birliğinden orada, komisyonda mutlaka üyelerinin olması lazım ve aynı zamanda görüntülü olması lazım ki insanlar itiraz edebilsinler. Genç arkadaşlarımız, biz biliyoruz ki 99 alıyor, 100 alıyor ama mülakattan geçemiyor. Ya, o kadar mı yeteneksiz bu insan, o kadar mı bu işi beceremiyor 100 alan insan? Neden geçemiyor mülakattan? Bunun cevabını hepimiz biliyoruz. Yani geçmiş dönemlerde de bu türden yanlışlar yapılmış olabilir, bakın, geçmiş dönemlerde de diyorum, sadece sizin döneminizde değil, bunun ortadan kaldırılabilmesi için bu mülakat komisyonunun öncelikle değişmesi lazım.
Şimdi, dendi ki işte: "Son dönemde alınan 6 bin yargıcın 4.500'ü, vesairesi cemaate mensupmuş, biz bunun farkına varamamışız, kandırılmışız." Peki, şimdi de bir başka cemaate mensup olursa, bir başka yapılanmaya mensup olursa... Örneğin Millî Eğitimle ilgili müdür ve müdür yardımcıları alınırken benim ilimde ne oldu biliyor musunuz? Cemaatçiler tasfiye edildi. EĞİTİM-SEN, EĞİTİM-İŞ, TÜRK EĞİTİM-SEN tasfiye edildi ama Menzil tarikatı geldi, yarın da bir başka tarikat gelir arkadaşlar. Yani bu şekilde sadece kendi politik yapınıza göre, politik tercihlerinize göre bu mülakat komisyonlarının şekillenmemesi, yeni alınacak hâkim ve savcıların buna göre şekillenmemesi gerekiyor. Biz bu uyarılarımızı yapıyoruz, belki biraz da tarihe not düşmek amacıyla bunları yapıyoruz, bu konunun dikkate alınması gerektiğini buradan söylüyoruz. Yarın yine bumerang gibi bir şekilde sizlere de dönebilir. Yani o nedenle bu uyarılarımızı yapmak durumunda kalıyoruz ve ben bir de genç meslektaşlarıma aslında bunun bir borç olduğunu düşünüyorum, yargıç ve savcı arkadaşlarımıza borç olduğunu düşünüyorum. Çocukların hakkaniyet duygularının ortadan kalkmaması gerektiğini düşünüyorum. Onun için, bu mülakat komisyonunun öncelikle değiştirilmesi lazım. Burada değiştirmemiz gereken en önemli şey mülakat komisyonunun yapısı Sayın Başkanım.
Onun dışında, şimdi, Danıştayda ve Yargıtaydaki daire sayıları artırılıyor. Şöyle baktığımızda Danıştaydaki daire sayısı artırılıyor, yeni yargıçlar alınacak. Yine, oluşturulan HSYK'ya güvenilerek bu şeyin yapıldığı söyleniyor ama diğer taraftan özellikle Danıştaydaki üyelerde hukuk fakültesi ve hukuk ağırlığı olan okullardan mezuniyet aranmayacak. Ben bunu anlamıyorum yani Danıştaydaki üyelerde bu konu da yürürlükten kaldırılıyor. Kaçıncı madde? Son olarak arkadaşlarımızın verdiği 4'üncü maddenin (3)'üncü fıkrası yürürlükten kaldırılıyor. Yani Danıştayda hukuk fakültesinden mezun ya da hukuk ağırlıklı fakültelerden mezun olanlar olmayacak da kim olacak yani nasıl bir yapılanma düşünülüyor burada? Ben onu anlayabilmiş değilim gerçekten. Biz şuna itiraz ederken... Bu çalışmalar olurken hepinize gelmiştir herhâlde, Ankara Hukuk Fakültesinden genç arkadaşlarımız hepimize yazılar gönderdiler, dediler ki: "İdari yargıçlığa hukuk fakültesi dışından, başka fakültelerden insanların alınması doğru bir şey değildir.", hatta o kadar ifrata kaçılıyor ki açık öğretimden diyelim ki iktisadı bitirmiş, maliyeyi bitirmiş arkadaşlarımız bile idari yargıç olarak alınıyor, bizim hakkımız yeniliyor. Biz yıllarca okuyoruz, bu okullara girmek için olağanüstü çaba sarf ediyoruz ama biz giremiyoruz, açık öğretim fakültesinden bitirenler, iktidarla işini sağlamlaştıranlar mülakatla alınıyor ve bu şekilde bizim hakkımız yeniyor."
RECEP ÖZEL (Isparta) - Yazılı sınavı niye söylemiyorsun?
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Yazılı sınavla giriyorlar.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Arkadaşlar, Ankara Hukuk Fakültesindeki öğrencilerden gelmedi mi size yazı?
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ama yazılı sınav var Dilek Hanım.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Bakın, yazılı sınav oluyor. Yazılı sınavdan sonra da ne oluyor? Diğer mülakat oluyor. Ama şimdi, hukuk fakültesi öğrencilerinin bunu demesinden daha doğal ne olabilir ya? Adı yargıç arkadaşlar, yargıç, adı yargıç ise hukukçu olacak yani maliyeci, iktisatçı, vesaireci, bunlar olamaz yani üstelik Danıştay üyelerinde de bunu kaldırıyorsunuz, olmaz böyle bir şey. Yani bunun düzeltilmesi lazım Sayın Başkanım.
Şimdi, özellikle Yargıtaydaki daire sayılarının artırımı ve hâkimlerin de artırımıyla ilgili ben politik şeylerden bahsetmeyeceğim arkadaşlar, bakın, bir de teknik konularını şey yapalım hep beraber. Şimdi, teknik olarak biz avukatlık yaptığımız zaman nelerle karşılaşıyorduk? Bir: İş yükünün artmasından bahsediliyor. Şimdi, Ceza Yasası'na baktım ben, 2005'ten sonra 11 civarında değişiklik olmuş. 2005 değişikliğinde de ondan sonraki değişikliklerde de ne oluyor? Mahkemeler ya da Yargıtay önce diyor ki: "Yeni duruma göre bunu düzelt, uyarla, ondan sonra bana geri gönder." Yani o tam Yargıtaydayken yeniden değişiklik yapıyor, yeniden gönderiyorsun, yeniden geliyor, özellikle ceza dairelerindeki iş yükünün bu kadar artmasının nedeni işte bu Ceza Yasası'nda yapılan değişiklik. Bu kadar çok değişiklik yapılırsa, 2005-2014... Temel kanundur bu ya. Yani böylesine istediğimiz gibi at oynatamayız. Yani işte 300 bin tane dosya var deniyor, olur tabii 300 bin tane dosya, belki daha da fazla dosya olur. Yani bu kadar yoğun bir şekilde bunu değiştirirsek bu sonuçlar karşımıza çıkıyor.
Onun dışında, özellikle avukat arkadaşlarımızın çok yakındıkları bir şey var. Şimdi, çok sayıda daire var, bu dairelerin hâkimleri de değişti, deneyimleri de değişti, Yargıtayın temel içtihatlarından haberdar değiller. Tetkik hâkimler haberdar değil, üyeler haberdar değil, geçmişteki o az sayıdaki yargıç ve oturmuş müzakere yapısıyla... Biz örneğin bir iş davasında ibranameyle ilgili ne kadar verileceğini az çok bilirdik. Nasıl bir şey düşünüyor Yargıtay, ona göre bakardık, müvekkilimize söylerdik ama şimdi söyleyemiyoruz Sayın Başkanım yani o kadar değişmiş ki yani sizin kesin kazanırız dediğiniz, yasa maddesine göre kazanırız dediğiniz davalar kaybediliyor Sayın Başkanım. Niye? Çünkü deneyimsiz tetkik hâkimleri var, Yargıtayın yerleşik içtihatlarının farkında olmayan hâkimler var, üyeler var. Böyle olunca da işte o zaman iş yükü de artar, yeniden Yargıtaya gelir, Yargıtay bakar, hâkim direnir, eğer yürekli bir hâkimse direnir, iş yükü artar ama bakın, bu kadar bu işlerle oynadığımız zaman, bu kadar deneyimsiz insanlar buraya geldiği zaman biz bu türden çelişkili kararlarla da bu türden iş yükünün artmasıyla da karşı karşıya kalabiliyoruz.
Şimdi, sicil affıyla ilgili de bir şey söylemek istiyorum. Sicil affıyla ilgili, hâkimler ve savcılarla ilgili 14/2/2005-1/9/2013 tarihleri arasında sicil affı yapılıyor. Bu tarihlerin anlamı nedir? Anlamı nedir yani bunu birisi anlatsın bize. Şimdi, bunun anlamını ben şöyle yorumluyorum, şunu görüyoruz biz: 14/2/2005 ve 2013 tarihine kadar olan süreçte bir sürü özel yetkili mahkemelerin yargılamaları oldu ve bu nedenle bizim milletvekilimiz Mehmet Haberal da dâhil olmak üzere pek çok şikâyetler oldu. Bu şikâyetler olduğu zaman, hatta para cezalarına çarptırıldı, tazminatlara çarptırıldı bu yargıçlar ama HSYK tarafından hiçbir zaman bunlarla ilgili olumsuz bir karar verilmedi. Ne oluyor o zaman? Demek ki o olağanüstü yargılamalar, özel yetkili mahkemelerde cemaatin ayarlanmış yargıçları tarafından yapılan bu yargılamalarla ilgili şikâyetler şu anki HSYK'ya bile yapılamayacak. Yani cemaatin size dokunmayan, AKP iktidarına dokunmayan yargıçlarına herhangi bir soruşturma açılamayacak, affa uğruyorlar. 1/9/2013'ten sonra ne var? 17 ve 25 Aralık operasyonları var. İşte, o operasyonları yapan yargıç ve savcılara dokunulacak ama ne yazık ki insanların hayatına neden olan ve yıllarca yatmalarına neden olan, bu Silivri yargılamalarındaki yanlış işler yapan ayarlanmış hukuk katliamı yapan bu yargıçlar cemaat yargıçları, neredeyse katliam yapan bu yargıçlar soruşturulamayacak AKP'ye dokunmadığı sürece. Yani, bu tarih olmaz arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. Onun yerine, İlhan Cihaner, sevgili arkadaşımız belki gelecek...
BAŞKAN - Gelemedi.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - ...yarın o görüşlerini söyler, konuştuk biz bunu. "Ne yapılabilir? Yani, bu konuda haksızlığa uğradığını iddia eden insanlar HSYK'ya yeniden itirazda bulunabilir ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bunu gözden geçirebilir. Makul olanlardan bir tanesi budur." dedi mesela. Yarın, İlhan Bey'in önerileri de olacak bu konuda ama bu konuda siz kendinizi korurken diğer tarafta yıllarını almış insanların ve hukukçu olmayan, aslında hukukçu bile diyemeyeceğimiz bu adamların soruşturmalarının önüne lütfen engel koymayın.
BAŞKAN - Dilek Hanım, bir nokta koyar mısın oraya?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Evet.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, bu af hukukunda, ben Hikmet Sami Türk Hoca'nın yönetimindeki bu genel af da, aşağı yukarı 5 defa gitti geldi, her 5 defasında parti sözcüsüydüm. Orada şöyle bir imkânımız var, benim geliştirdiğim formülü sonra yasama organı kabul etti: Bu af kapsamına girenlere ret hakkı verebilirsiniz, ret hakkına dayalı olarak inceleme yetkisi verebilirsiniz, Dilek Hanım'ın işaret ettiği nokta da, "Ben af istemiyorum, Kurul beni şey yapsın..." Diyelim ki, gene kayda bağlı olarak başvurunun aleyhe sonuçlanması hâlinde kademeli af olabilir. Sadece ihtirazikayıt olarak Genel Müdürüme iletiyorum, sadece bir seçenek olarak arz ediyorum.
Buyurun Dilek Hanım, özür diliyorum.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Yok Sayın Başkanım, yani desteğiniz için teşekkür ederim çünkü aklın yolu birdir, bu teknik bir konu.
BAŞKAN - Ama böyle bir öneri getirmediniz siz, sadece eleştirdiniz.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Hayır Sayın Başkanım...
BAŞKAN - Doğru, doğru, yaptığınız doğru.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Yani "HSYK'ya yeniden itiraz hakkı tanınabilir bu sicil affı yerine." dedik, gerekçelerini de söyledik Sayın Başkanım, önerimizi getirdik.
BAŞKAN - Tamam, tamam.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Yarın arkadaşlarımızın daha farklı önerileri de olacak, onlar kendileri getirsinler.
Bunun dışında, avukatların dosyaya erişimine getirilen engellemeyi ben tanımıyorum arkadaşlar. Şimdi, ne deniyor? Efendim, avukatlara yeterince güvenilmediği çıkıyor buradan. Hâkime güveniyoruz, savcıya güveniyoruz, o güvenilen hâkim ve savcılar pek çok insanın kellesini kopardı neredeyse ya da servis yaptılar basına, servis edildi pek çok şey, insanlar yargısız olarak infaz edildi, o insanlar suçlandı, bunların hepsine güveniyoruz ama avukatlara güvenmiyoruz. Yani, şimdi, burada 157'nci madde soruşturmanın gizliliğinden bahsediyor ve bunu ihlal edenlerle ilgili Türk Ceza Kanunu'nun 285'inci maddesi var, gizliliğin ihlali, bir yıldan üç yıla kadar. Eğer kamu görevlisiyse yani bir avukat olarak bunu yapıyorsak yarı oranında artırılabiliyor. Şimdi, bu maddeler var iken yani üç sacayağı diyoruz biz, özellikle savcılık, yargıçlık ve avukatlık bu bir sacayağıdır diyoruz; diğer ikisine güveniyorsunuz, koruyorsunuz, kolluyorsunuz ama avukatlara gelince güvenilmiyor. Ben bunu bir avukat olarak asla kabul etmiyorum ve bunu Genel Kuruldaki şeyde de çok net bir şekilde söyleyeceğim, o zamana kadar da bütün barolardaki arkadaşlarımızı haberdar edeceğiz, o Genel Kurul salonunda insanlar beklesinler kendi sorunları için.
BAŞKAN - Tam bir eylem...
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Şimdi, altı ay sonra seçimler olacak, her birimiz barolara gidebiliriz, geri döneceğiz mesleğimize. Orada arkadaşlarımız bize bunun hesabını soracaklar arkadaşlar. Lütfen, böylesi bir şeyi, özellikle kendi mesleğimize olan saygımızdan dolayı bunu yapmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi, bakın, bu düzenlemeler, özellikle CMK'daki düzenlemeler ve bir de iç güvenlik reformuyla ilgili düzenlemeler getirilirken; bir, cemaatle mücadele, iki, PKK'yla mücadele denerek getiriliyor. Şimdi, ben şunu soruyorum: Yani, PKK'yla ne mücadelesi? Şimdi, PKK'nın başıyla, İmralı'da Öcalan'la ve Kandil'deki Cemil Bayık'tan diğerlerine kadar bütün teröristlerle görüşülüyor. MİT görüşüyor, o görüşüyor, bu görüşüyor ama görüşülüyor, anlaşma hâlindesiniz, müzakere hâlindesiniz, PKK'yla mücadele gibi bir derdiniz yok ki, yok böyle bir derdiniz. Yani, şimdi, molotofkokteyli silah olarak görülmeliymiş, yüzü kapalı olanlara cezalar artırılmalıymış. Sayın Davutoğlu'na birileri bilgi versin, molotof silah, Türk Ceza Kanunu'nun 6'ncı maddesindeki tanımlarda zaten geçiyor. Diğer tarafta, yüzü kapalıların eylemlere girmesiyle ilgili Terörle Mücadele Yasası'nda zaten bir değişiklik yaptık, bunlarla ilgili eğer kimliğini gizlemek için yüzünü kapıyorsa zaten cezayı artırdık. Yani, şimdi, bunlar mı neden oluyor PKK'nın ayaklanma provasına ve Güneydoğu'da devletin hâkimiyetinin ortadan kaldırılmasına? Yani, açık söylemek gerekirse, bu adamlar vergi topluyorlarsa -işte biraz önce arkadaşlarımız söyledi- mahkeme kuruyorlarsa, yargısız infazlar yapıp insanları öldürüyorlarsa, yol kesiyorlarsa, adam kaçırıyorlarsa, çocukları kaçırıyorlarsa, Atatürk büstlerini yıkıyorlarsa, bayrakları yakıyorlarsa, o zaman bunların cezalandırılabilmesi için bu CMK'daki değişiklik mi gerekiyor ya da iç güvenlik reformunda değişiklik mi gerekiyor? Bunlar şu anki Türk Ceza Kanunu'na göre ve Terörle Mücadele Kanunu'na göre suç değil mi? Yani, niye cezalandırılmıyor? Ben bunu Genel Kurulda da birkaç kez sordum, batıda yasalar ayrı, doğuda ayrı mı yorumlanıyor? Yani, niye bunlar cezalandırılmıyor, gereken önlemler alınmıyor?
Elbette, ben şunu burada söylemek istiyorum: Yani, Kürt sivil toplum örgütleriyle görüşülebilir, terörü reddeden Kürt kamuoyuyla görüşülebilir, kanaat önderleriyle görüşülebilir ama bu PKK olmaz, ama bu İmralı'daki Öcalan olmaz, PKK'nın sivil temsilcileri olmaz. Yani, gerçekten terörü reddeden, silahla tehdit etmeyenlerle belli sorunlar görüşülebilir, konuşulabilir ama bu suçların işlenmesi nedeniyle bunların cezalandırılması için yeni düzenlemelere gerek yoktur. Önemli olan iktidarın bu konudaki niyetidir ama görüyoruz ki sadece halka belli şekillerde bir algı yönetimi yapılıyor ama diğer yandan bu müzakerelere devam ediliyor ve insanlarımız ölüyor. Yani, hiç fark etmez, Kürt'tü, Türk'tü, hiçbir şey fark etmez, sivil insanlarımız, askerlerimiz, polislerimiz, pek çok insanımız ölüyor. Ölmesin diye yapılıyordu ya bu müzakereler ama daha fazla ölümle karşı karşıya kalınıyor ve işin kötü tarafı da PKK ve PYD artık Avrupa tarafından ve Amerika tarafından terör örgütü olarak görülmüyor yani terör örgütü listesinden çıkartılacak. Peki -bu çözüm süreci denilen şeyin zaten çöpe gittiği anlaşılıyor- ne olacak PKK silahları doğrulttuğunda? Onlar diyecekler ki: "Efendim, savaşan güç durumdadır, biz Birleşmiş Milletler olarak geleceğiz, sizin aranızı bulacağız." Şimdi Suriye'de yapıldığı gibi. Yani, bir kere AKP yetkilileri, Hükûmet yetkililerinin bu konuda aklını başına alması lazım. Bu terörle mücadele böyle CMK'daki değişikliklerle falan yapılamaz, önemli olan niyettir diyorum Sayın Başkanım.
Bu çerçevede söyleyeceklerimi beyan ettim. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim ama teşekkürümü şunun için de etmek isterim: Özellikle bu teknik konularda yaptığımız itirazlarımızın Bakanlık tarafından da dikkate alınmasını ve Yargıtaydaki ve diğer konulardaki değişikliklerin yeniden düzenlenmesini talep ediyorum ben.
Çok teşekkür ederim.