KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Cevheri, çok teşekkür ederim, kusura bakmayın, ben de hastaneye yetişeceğim.

Sayın Bakan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Kalkınma Bakanlığımızın çok değerli çalışanları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, Ulaştırma Bakanlığından sonra Kalkınma Bakanı olmanız nedeniyle tebrik ediyorum, başarılar diliyorum. Aynı zamanda uzun yıllar görev yaptığınız bir kurumun başına gelmeniz ayrı bir şans ama o konuyla ilgili, Devlet Planlamayla ilgili eleştirilerimiz var.

AKP iktidarları Türkiye'ye birçok alanda büyük zararlar verdi. Bu zararlardan biri de Devlet Planlama Teşkilatını alıp Kalkınma Bakanlığına dönüştürmek olmuştur. Asıl görevi, bu dönüşümle birlikte, Devlet Planlama Teşkilatı, bir bakıma AKP'nin, propaganda bakanlığı hâline getirildi. Devlet Planlama Teşkilatının elli yıllık planlama birikimi bir anda yok edilerek AKP'nin propaganda makinesinin bir parçası hâline getirildi âdeta.

Bu eleştirilerimin temel dayanağını, kalkınma planları da dâhil bu Bakanlıktan son yıllarda çıkan bütün plan ve programların, AKP'nin uçuk kaçık seçim vaatleri ve plansız, programsız, makrohedeflerle uyuşmayan oy devşirmeye yönelik söylemlerinden yola çıkılarak hazırlanmış olmasıdır. Bu Bakanlık AKP'nin 2011 seçimlerinde kullandığı 2023 hedeflerini 2013 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen, sizin de Komisyon Başkanı olduğunuz Onuncu Kalkınma Planı'nın temel amaç ve ilkeleri arasına dâhil etti. Planda 2023 yılında millî gelirin 2 trilyon dolara, kişi başı gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi, ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması, işsizlik oranının da yüzde 5'e düşürülmesi temel amaç olarak gösterilmişti. 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'nda planın son yılı olan 2018 yılında ise millî gelirin 1,3 trilyon dolar, kişi başına gelirin 16 bin dolar, ihracatın 277 milyar dolar, işsizliğin ise 7,2'ye indirilmesi hedef konulmuştu. Türkiye ekonomisinin plan döneminde yıllık ortalama yüzde 5,5 oranında büyümesi öngörülmüştü. Bir ay önce açıklanan Orta Vadeli Plan 2017-2019; 2018 yılı için tahmin edilen millî gelir 815 milyar dolar, kişi başına düşen gelir 10.164 dolar, ihracat 170 milyar dolar, işsizlik oranı ise 10,1 olarak tahmin edilmiştir. Millî gelir için üç yıl önce belirlenen hedef ile bugün yapılan tahmin arasında tam 500 milyar dolarlık yani yüzde 60'lık bir sapma söz konusu. Kişi başına düşen gelirde yaklaşık 6 bin dolarlık bir sapma var. İhracat hedefinde 107 milyar dolarlık bir yanılgı söz konusu. Kaldı ki, orta vadeli planda 2018 yılı için yapılan tahminlerin de gerçekleşme olasılığı oldukça düşük. Bırakın 2014-2018 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 5,5 bir büyüme oranı gerçekleştirmeyi, yüzde 4'ün bile üzerine çıkılamadı. 2003 yılında yüzde 3, 2015 yılında yüzde 4, eğer olursa 2016 yılında da yüzde 3,2 büyüme olacak. Yani üç yılın ortalaması yüzde 3,5 bile değil. Orta vadeli planda 2017, 2018 ve 2019 yılı için yapılan tahminler, sadece 2018 hedeflerini değil, 2023 hedeflerinin de nasıl hayal olduğunu açıkça ortaya koymaktadır, açık bir itiraftır.

Hiç kimse dünya ekonomisi krize girdi o yüzden böyle oldu demeye kalkışmasın. Dünya ekonomisi 2008 yılından itibaren krize girdi, kriz 2009 yılında derinleşti, hem 2023 hedefleri hem de Oncu Kalkınma Planı hazırlandığında dünya çoktan krize girmişti. Eğer bir planlama kuruluşu içinden geçilen krizin etkilerini hesap edememişse zaten bu işi yapmaması gerekir. Planlama için harcadığımız paralara yazık, zira Türkiye plansız, programsız da bu noktaya gelebilirdi.

Bu büyük sapmalara şaşırmamak gerekiyor. Zira hepimiz biliyoruz ki artık ne kalkınma planları ne orta vadeli planlar ne de yıllık programlar insani kalkınmayı sağlayarak Türk halkının refah ve mutluluğunu artıracak amaç ve ilkeleri belirlemek yerine, AKP'nin propaganda makinesine malzeme sağlayacak metinler olarak gündeme gelmektedir.

Devlet Planlama Teşkilatının bir kanun hükmündeki kararnameyle yok edilip AKP'nin propaganda bakanlığına dönüştürülmesinin en önemli sonuçlarından biri budur. AKP, DPT gibi bir planlama kuruluşunu ülkenin kendi potansiyeli ve ihtiyaçlarını dikkate alarak plan ve programlar yapmak yerine üç beş oy fazla alıp iktidarda kalmak için hazırladığı propagandaya uygun bir senaryo yazan bir kuruluş hâline getirdi. Türkiye ekonomisi artık büyümeyi unutmuş ve yıllardır potansiyelinin altında bir büyüme oranlarına mahkûm olmuşsa bu plan ve programsızlık içerisinde debeleniyor olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye ekonomisinin bugünkü fotoğrafına baktığımızda şunları görüyoruz: Büyüme oranı düşüyor, enflasyon yükseliyor ve işsizlik artıyor, dış dengeden kaynaklanan riskler ve kırılganlıklar artarak devam ediyor. Hem politik hem de jeopolitik riskler her geçen gün Türkiye'yi daha fazla tehdit ediyor. İçeride otoriter bir rejime geçiş hevesi arttıkça hem dışarıdaki hem de içerideki yatırımcıların Türkiye'ye yatırım hevesi azalıyor. Başkanlık isterisiyle birlikte Türkiye ekonomisi hızla bir ekonomik krize doğru sürükleniyor. Basın ve ifade özgürlüğüne, muhalefet partilerine dönük haksız ve hukuksuz icraatlar sadece demokrasiyi yok etmiyor, ekonomimize yönelik riskleri de daha da büyütüyor.

Türkiye hızla batıdan koparılarak bir Orta Doğu ülkesi hâline getiriliyor. Türk lirası ABD doları karşısında hızla değer kaybediyor ve nereye gideceği de meçhul. Böyle bir olumsuz görünüme rağmen iktidardakiler bu kötüye gidişi önlemeye yönelik tek bir icraat ortaya koyamıyor. Aksine, Türkiye'yi uçuruma doğru götürmekte kararlı gözüküyorlar. Paranın değeri bir ülkenin gücünü gösterir. Eğer ekonominiz, demokrasiniz, hukukunuz güçlüyse, iş gücünüz, üretiminiz kaliteliyse paranız da güç kazanır, tersi olursa da kaybeder.

Ülke güç kaybettikçe Türk lirası hızla değer kaybediyor. Başbakan, "Bize ne dolardan? Dolar olsa ne olur dolmasa ne olur?" diyerek âdeta "Alice Harikalar Diyarında" havasında geziyor. Onun tuzu kuru tabii, gemiler taşıma işini dolarla yapıyor. Köprüleri, otoyolları yaptırdığı yandaş müteahhitlere geçiş garantilerini dolarla, euroyla verdi, geçmeyen arabanın parasını da onlar dolar kuru üzerinden devletten yani vatandaştan alacak. Hazinenin riskinin artıyor olması Başbakanı yakından ve uzaktan ilgilendirmiyor. Dolar arttıkça vatandaşın cüzdanı boşalıp yandaşın kasası doluyor, bu başarı da bu Hükûmete yetiyor. Paramızın değeri düşüyor, saray danışmanları "Bu, Türkiye ekonomisinin sağlıklı olduğunu gösterir." diyerek vatandaşın aklıyla dalga geçiyor. Daha birkaç yıl önce Gezi direnişinde dolar kuru 1,82 liradan 1,90 liraya çıkınca Hükûmetiniz "faiz lobisi, döviz lobisi bunlar" diyerek Berkin Elvan'ın, Ali İsmail Korkmaz'ın, Ahmet Atakan'ın, Ethem Sarısülük'ün, Mehmet Ayvalıtaş'ın katledilmesini meşru göstermeye çalışanlar şimdi "Bize ne dolardan." türküsünü çığırıyorlar. Ne olacak bu doların hâli Sayın Bakan, bunları sizden duymak isteriz.

Türk lirasının bu kadar kısa sürede bu kadar büyük oranda değer kaybetmesi ekonomiyi daraltırken hem özel sektörün hem de kamu sektörünün birikmiş dış borç ödeme faturasını altından kalkılamayacak bir ölçüde ağırlaştırıyor. Ekonomideki daralma yüzünden istihdam azalıyor, işsizlik, yoksulluk, açlık ve gelir dağılımındaki adaletsizliği artırıyor. Enflasyona yol açarak sabit ve dar gelirlilerin kazancını bir anda eritiyor, vatandaşın cebi boşalırken yandaş müteahhitin kasası doluyor.

2016 yılındaki büyümenin OVP ile revize edildiği gibi yüzde 3,2'ye bile ulaşamayacağı anlaşılıyor. Öncü göstergeler bu yılın son iki çeyreğinde bırakın büyümeyi ekonominin küçülmüş olabileceğine ilişkin işaretler veriyor. İşsizlik oranı Ağustos ayında yüzde 11,3'le son beş yılın ağustos aylarının en yüksek oranına ulaştı. Resmî işsiz sayısı 3 milyon 493 bin kişiyle yine ağustos aylarının rekorunu kırdı. İş aramayan işsizleri kattığımızda gerçek işsiz sayısı 6 milyonu aştı. Eksik istihdamdakileri yani haftada zar zor birkaç saat çalışabilenleri de dikkate alırsak 7 milyonluk bir atıl iş gücüne ulaşıldı. Bu yılın üçüncü çeyreğinde yani Temmuz-Eylül döneminde Türkiye'nin sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,2 azaldı. Aynı dönemde üretimdeki azalış imalat sanayisinde yüzde 4,5'i buldu. Yine aynı çeyrekte Türkiye'nin ihracatı yüzde 3 oranında azaldı. Temmuz-Eylül 2016 döneminde üretim, ihracat azalırken cari işlemler açığı yüzde 110'dan fazla arttı. 2015 yılının Temmuz-Eylül döneminde 2,6 milyar dolar olan cari işlemler açığı bu yıl aynı dönemde 5,7 milyar dolar oldu. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi düşük büyüme dönemlerinde aradığı yeni bir küçülme dönemine girmiş bulunuyor. İçinde bulunduğumuz dördüncü çeyrekteki durumun da önceki çeyrekten daha iyi olmadığını hatta daha kötüye gittiğimizi izliyoruz. Bu düşük büyüme eğiliminin önümüzdeki yıl da sürme olasılığı oldukça yüksektir. İktidardakilerin ülkenin geleceğini hiçe sayarak Türkiye'nin risklerini artırmalarının ekonomik büyümenin de rüzgârını keseceği aşikârdır.

Bütün bu olumsuzlukların kısa vadeli gelişmelerden kaynaklanmadığını görüyoruz. Türkiye özellikle 2012 yılından bu yana âdeta yerlerde sürünmektedir. Türkiye'yi ayağa kaldıracak tek bir adım atılmamaktadır. Kalkınma Bakanlığının hazırladığı hatta bu Meclisten de geçen kalkınma planlarıyla birlikte yıllık programlar ve orta vadeli programlar kâğıt üzerinde kalmakta ve âdeta yasak savılmaktadır. Ne planlarda ne de programlarda yer verilen hiçbir

makroekonomik hedef yakalanamamaktadır. Türkiye böylesine bir yoksullaşma ve üçüncü dünya ülkesi olma yolunda ilerlerken ülkenin enerjisi ve kaynakları ülkeyi bölünmeye götürecek otoriter bir rejim arayışına doğru kanalize edilmektedir.

2017-2019 dönemine ait açıklanan Orta Vadeli Program'ın hedefleri bile oldukça iyimser kalmaktadır. Hedefler ile gerçeklik arasında büyük uçurumlar bulunmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - Toparlayın.

MUSA ÇAM (İzmir) - Ekonomideki olumsuzlukları aşmanın yolu sadece ekonomik önlemlerden değil, ülkedeki politik ve jeopolitik riskleri azaltmaktan, bu da gerilimlere yol açan antidemokratik iklimden uzaklaşmaktan geçmektedir. Dolayısıyla, herkesin ekonomik ve politik iklimi normalleştirme, demokratikleştirme gayreti içinde olmaları zorunludur.

Türkiye, Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişmişlik Raporu'nda 188 ülke arasında 72'nci sırada duruyor. Kafamızı kuma gömmeyelim, Türkiye'den daha yüksek insani gelişmeye sahip ülkeler arasında İran, Lübnan, Küba, Malezya, Bulgaristan, Kazakistan, Romanya, Rusya gibi ülkelerin bulunduğunu görelim. Demokrasi, hukuk, insan hakları olmaz ise, Türkiye planlı ve programlı büyümez ise insani kalkınmayı da sağlayamayız.

Kalkınma Bakanlığı aracılığıyla bazı bölgesel kalkınma programları yürütülüyor. Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Doğu Karadeniz Projesi, Konya Ovası Projesi gibi projelerin ne işe yaradığını, bu bölgelerin kalkınmasına katkı sağlayıp sağlamadığını, bu bölgeler ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının hangi yönde değiştiğini hatta değişip değişmediğini bilmiyoruz. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu her ne hikmetse bölgeler arasındaki ekonomik farklılıkları ortaya koyacak güncel istatistikler ne yazık ki üretmiyor. Bu istatistikler üretilip kamuoyunun, araştırmacıların dikkatine sunulmaz ise buralara aktarılan kaynakların amaca hizmet edip etmediğini nereden bileceğiz. Yasal zorunluluk olmasına rağmen Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi kendi stratejik planını yapamıyor. Stratejik plan olmadığı için Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisine performans raporu sunamıyor. Böyle bir idarenin kendisine verilen kamu kaynaklarını yerinde ve doğru kullanıp kullanamadığını bilmiyoruz.

Sayın Bakan, sunumunuzda konuyla ilgili söylemiş olduğunuz özellikle Sayıştayın Karayolları Genel Müdürlüğüyle ilgili raporundan anladığımız kadarıyla proje maliyeti 6,3 milyar dolar olan Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu için 13,7 milyar dolar yani maliyetinin 2 katından çok, proje maliyeti 3,5 milyar dolar olan üçüncü köprü ve otoyollar için 5,7 milyar dolarlık talep garantisi verilmiş durumda. Devletin bu kadar cömert talep garantisi vermesine, "Yani sen iş yapamazsan bile paranı ben misliyle öderim." demesine rağmen nedense bu projeleri yapan şirketler

uluslararası finans kuruluşlarından kredi bulmakta zorlanmaktadırlar.

BAŞKAN - Sayın Çam, bir konuşmacımız daha var.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

Bu kadar talep garantisine rağmen bir de bu kuruluşların aldıkları borçlar için Hazinemiz, "Onlar ödeyemezse ben ödeyeceğim." anlamına gelen borç üstlenim garantileri vermektedir. Toplam yatırım bedeli 10,2 milyar euro olan 20 şehir hastanesi için Sağlık Bakanlığının yani devletin yılda 2,3 milyar euro kira ödeyeceği söyleniyor. Devlet bu hastanelere -on yılda 23 milyar euro, yirmi beş yılda 57 milyar euro ödeyecek olması- on yılda kira olarak ödeyeceği parayla 40 tane şehir hastanesi kurabilir. Dolayısıyla bunun bu kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha söylemek istiyorum ve Portekiz'le ilgili bir örnek verip bitiriyorum. Portekiz'in yol projelerinde yaşadığı acı deneyimi hatırlatmak istiyorum. 1997 yılında Portekiz Hükûmeti kara yolu sektöründe şehir hastanelerine benzer bir model geliştirdi. "SCUT" olarak isimlendirilen bu modelde hizmet kullanım bedelini hükûmet vergi gelirlerinden ödüyordu. "SCUT" terimi Portekizce "Halk için maliyet yok." anlamına geliyor. Başlangıçta Hükûmet için düşük finansal maliyetler içerdiği düşünülen bu yollar, uygulamada büyük finansal harcama kaynağı oldu. 2007 yılına gelindiğinde, yıllık 700 milyon euro tutarındaki ödeme, kamu finansmanı açısından sürdürülemez hâle geldi. Hükûmet çaresizlikten, kullanıcılara bedava sağladığı SCUT -otoyollardan geçiş ücretlerinin bedava olması için- yollarını ücretli hâle getirdi. Bu defa da SCUT yollarında trafik yüzde 30 ile 60 arasında düştü. Anlaşıldı ki talep tahmini iyimser yapılmış ve buna bağlı olarak yol projeleri ihtiyaçtan çok daha büyük belirlenmişti. Şimdi, bu otoyollar yapılsın, hiç itirazımız yok; hastaneler yapılsın, hiçbir itirazımız yok ama ihtiyaçtan fazla yapılıyorsa yarın bunun faturasını halkımız ödeyecek diyorum.

2017 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Hoşgörünüzden dolayı da Sayın Başkan size teşekkür ediyorum.