KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, Bakanlığımızın çok değerli yöneticileri, bürokratları, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2017 bütçesinin Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bugün cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 78'inci yılındayız. Kendisini ve silah arkadaşlarını bir kez daha saygıyla ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Bugün Ekonomi Bakanlığımızın bütçesini görüşüyoruz. Tabii ki Türkiye hem içeride hem dış ilişkilerinde tarihinin en derin siyasi krizini yaşıyor. Bu siyasi krizin tetiklediği ekonomik kriz de giderek derinleşmekte. Demokrasiye, hukuka, insan haklarına, düşünce ve basın özgürlüğüne, bağımsız yargıya ülkeyi yönetenler tarafından vurulan her balyoz ister istemez ekonominin temellerini de derinden sarsmaktadır.

Türkiye dış dengede diğer ülkelerdeki ekonomik gelişmelerle de ilişkili olarak zorlu bir döneme giriyor. Ama Türkiye'yi "sorumlu" veyahut da "sorumsuz" sıfatıyla yönetenler de ülkenin ekonomik ve siyasi çıkarlarını gözetmeden, önlerine gelen tüm ülkelerle kavga ediyor. Türkiye'yi dünyadan koparıp kendi karanlıklarına hapsetme hevesinin ülkeye olan faturası her geçen gün biraz daha kabarmaktadır. Türkiye'nin en fazla ticaret yaptığı Avrupa Birliği, Rusya, Irak gibi ülkelerle yaratılan krizler ülkenin geleceğini de tehdit etmektedir.

Millî gelirin yüzde 5'ine yakın cari işlemler açığı veriyoruz ama büyüme oranımız yüzde 3'ün üzerine çıkmıyor. Artık dışarıya daha az mal satıyoruz, dışarıdan daha az doğrudan yabancı sermaye geliyor, daha az turist ve dolayısıyla daha az turizm geliri elde ediyoruz.

Ödemeler dengesindeki tanımıyla 2015 yılında yüzde 3 oranında azalan ihracat bu yıl da yüzde 14'e yakın oranda azalmaya devam ediyor. İhracatta iki yıllık toplam azalma yüzde 20'ye yaklaşıyor. Turizm gelirleri 2015 yılında yüzde 10 oranında azalmış, bu yılki azalma yüzde 30'un üzerinde seyrediyor. Son iki yılda turizm geliri neredeyse yarı yarıya azalmış durumda. Taşımacılık geliri 2015 yılında yüzde 9 azalmış, bu yılki azalma yüzde 12'nin üzerinde seyrediyor. Son iki yılda taşımacılık gelirinde yaşanan azalma yüzde 20'nin üzerine çıkıyor.

Bu rakamlar, Türkiye'nin dünyayla olan ekonomik ilişkilerinin azaldığına, dolayısıyla dünya ekonomisi içerisindeki payının küçülmekte olduğuna ciddi anlamda işaret etmektedir.

Rusya'yla son bir yılda yaşadıklarımız buna verebileceğimiz en güzel örnektir. Bundan yaklaşık bir yıl önce, 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye bir Rus uçağını düşürdü. Cumhurbaşkanı, Rusları, Bayır Bucak Türkmenlerini bombalamakla suçladı ve "Türkiye'nin kendi sınırlarını koruma hakkına herkes saygı göstermelidir." diyerek uçağın düşürülmesini savundu. Sonraki günlerde "Özür dilemesi gereken bir taraf varsa, bu biz değiliz. Hava sahamızı ihlal edenler özür dilemeli." dedi. Dönemin Başbakanı Davutoğlu, "Hiçbir ülke, sorumluluğunu yerine getirdiği için özür dilemez. Ordumuz sorumluluğunu yerine getirdi. Hiçbir ülke, işimizi yaptığımız için özür beklememeli." dedi. Ruslar, "Kaçak petrol aldığı için terör örgütü IŞİD'i korumak amacıyla uçağı düşürdüğünü" ileri sürerek Türkiye'ye ağır suçlamalar yöneltti.

Rusya, Türkiye'ye çeşitli yaptırımlar uygulamaya koydu. Bize turist göndermedi. Mal almadı. Başta turizm ve tarım olmak üzere birçok sektör bu politikadan büyük zararlar gördü, görmeye de devam ediyor. Bu yıl turizm gelirlerindeki azalmanın yüzde 30'u bulması bu krizden kaynaklandı. Türkiye'nin Rusya'ya yaptığı ihracat bu yıl yüzde 60 oranında azaldı.

Cumhurbaşkanı ve Hükûmet söylediklerinden çark etti. Özür dilendi. Başbakan, "Gerekirse tazminat öderiz." dedi. Buna rağmen ekonomik ilişkilerde hâlâ en küçük bir düzelme gözlemlenmiyor.

Mesela bizim Hükûmetimiz Irak'la sürekli kavga ediyor. Türkiye, en fazla ihracat yaptığı üç beş ülkeden biri olan Irak'a 2013 yılında 12 milyar dolar ihracat yapmış, bu rakam geçen yıl 8,5 milyar dolara geriledi. Bu yıl da yüzde 20'ye yakın azalıyor, yani bu yıl Irak'a 7-7,5 milyar dolarlık ihracatı güçlükle yapabiliriz.

Şimdi de Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz kopma noktasına getiriliyor. Cumhuriyet gazetesine yapılan haksız ve hukuksuz operasyondan sonra Hükûmet, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizi çıkmaza sokmak için elinden gelen her çabayı gösteriyor. Oysa Avrupa Birliği Türkiye'nin dış ticaretinin yarısından fazlasını gerçekleştirdiği, Türkiye'ye en fazla yabancı sermaye yatırımı yapan bir ekonomik büyüklük. Türkiye Avrupa Birliğini gözden çıkarabilir mi? Böyle bir riski göze alabilir mi? Türkiye ekonomisi AKP'nin siyasi fantezilerine ne yazık ki feda edilmektedir.

Türkiye'nin dış ticarette bir noktaya geldikten sonra orada kalması, hatta geriye doğru gitmesinin önemli bir nedeni de ülkede üretim ve yatırım ikliminin hızla yok olmasıdır. İhracat yapabilmek için önce üretim yapmak, üretim yapabilmek için de yatırım yapmak gerekiyor. Oysa Türkiye'de özel sektör yatırımları yıllardır yerinde sayıyor, kamu yatırımları ise Türkiye'nin plan-program hedeflerine, acil altyapı ihtiyaçları yerine iktidara yakın sermaye gruplarına rant sağlamaya dönük alanlara yönlendiriliyor.

İstanbul'a üçüncü köprü yapıldı. Köprüyü yapan şirket para kazansın diye örneğin kamyon trafiği, diğer köprülere göre kat kat daha fazla geçiş ücretleri alınan bu köprüye zorunlu olarak yönlendirildi. Taşımacılar, bu köprüden geçmenin kendilerine geçiş ücreti ve fazladan harcanan mazot olarak 500 liralık ek maliyet getirdiğini söylüyorlar. Bu maliyetin yansıtılması yüzünden İstanbul'un Avrupa yakasında meyve sebze fiyatları artıyor. Bu maliyet dönüp dolaşıp halkın üzerinde kalıyor. Adana'dan Avrupa'ya portakal taşıyan bir tırın maliyetini, AKP'ye yandaş bir şirket para kazansın diye durduk yere 500 lira artırırsanız bu Türkiye'nin ihracatını olumsuz etkilemeyecektir.

Özel sektörün makine teçhizat yatırımları 2011 yılından sonra yüzde 10'a yakın oranda azalmış durumda. Yapılan yatırım harcamalarının da büyük ihtimalle önemli bir kısmı yenileme yatırımıdır. Yani ülkeye yeni yatırım yapılmıyor.

Türkiye'de yatırım teşviklerinin yetersiz olduğu söylenemez. Kurumlar vergisi istisnası, gelir vergisi stopajı teşviki, gümrük vergisi muafiyeti, arsa tahsisi, sigorta prim desteği, enerji desteği, yatırım kredisi faiz desteği, nitelikli personel için ücret desteği, yatırıma ortaklık, alım garantisi gibi işlemlerle birçok teşvik unsuru bulunuyor. Buna rağmen Türkiye'ye yeterli yatırım yapılmıyor. Örneğin, bu yıl yatırım teşvik belgesine bağlanan yatırımların tutarı geçen yıla göre yüzde 3,5 oranında azalıyor.

Yatırımcının ayağına turkuaz halı sermek yetmiyor. Yatırım için istikrar gerekiyor. Hukukun hiçe sayıldığı, Anayasa'nın tanınmadığı, hiç kimsenin hukuki emniyetinin olmadığı, kayırmacılığın, iltimasın alıp başını gittiği ve yakalananların da cezasız kaldığı, ihalelerin kapalı kapılar ardında kotarıldığı bir ülkeye kimse yatırım yapmak istemez.

Türkiye'nin ihracatının yerinde saymasının bir başka önemli nedeni ileri teknoloji ürünü üretiminin imalat sanayisi üretimi içerisindeki payının azalmasıdır. AR-GE harcamalarının millî gelire oranını artırdık diye övünüyorsunuz ama imalat sanayisi üretimi içerisindeki ileri teknoloji ürününün payı azalıyor. 2003 yılında Türkiye'nin imalat sanayisi üretiminin yüzde 5,7'si ileri teknoloji ürünüydü. 2015 yılında bu oran yüzde 4,2'ye geriledi. 2003 yılında Türkiye'nin imalat sanayisi ihracatının yüzde 6,5'u ileri teknoloji ürünüydü. 2015 yılında bu oran yüzde 3,9'a geriledi, hatta bu pay bu yıl Ocak-Eylül döneminde yüzde 3,4'e indi.

Son iki yılda dolar kuru yüzde 45'e yakın arttı, yani Türk lirası yüzde 30'dan fazla değer kaybetti. Bu değer kaybının ihracatı artırması beklenir. Buna rağmen son iki yıldır ihracat artmıyor aksine azalıyor. Demek ki paramız değer kaybetmeseymiş ihracatımız yerlerde sürünecek noktada olacakmış.

Ham madde ve enerji fiyatları genellikle döviz kuruna göre belirlendiği için Türk parasının değer kaybetmesi üretilen malın maliyetindeki emeğin ucuzlatılması demektir. Ortanın altı ya da düşük teknolojili ürünler ihraç etmek bir anlamda dışarıya ucuz emek satmak, yani kendi halkının emeğini başkalarına sömürtmek demektir.

Türkiye'de AR-GE'ye daha fazla kaynak harcayıp daha az ileri teknoloji ürünü üretip, daha az ileri teknoloji ürünü ihraç ediyorsak burada bir gariplik olmalı. Bu garipliği de eğitim sisteminde aramalıyız. AKP iktidarının dayattığı bu çağ dışı eğitim anlayışı Türkiye'yi gelişmiş ülkelerin ucuz emek cenneti hâline getirmektedir.

Türkiye'nin dış ticaret açığının çok büyük bir bölümü ileri teknoloji dış ticaretinden kaynaklanıyor. Örneğin 2015 yılında Türkiye 4,9 milyar dolarlık ileri teknoloji ürünü ihraç etti. İthal ettiği ileri teknoloji ürününün tutarı ise 26,2 milyar doları buldu. Yani ileri teknoloji ticaretinde 21 milyar dolar açık verdi. Bu açık Türkiye'nin aynı yıl verdiği toplam dış ticaret açığının yüzde 34'ünü oluşturuyor. Türkiye'nin yüksek dış ticaret açığı, dolayısıyla cari işlemler açığı sorununu çözebilmesi katma değeri yüksek ileri teknoloji üreten yatırımlara ağırlık vermesiyle mümkün olacaktır. Ancak, bu çağ dışı eğitim anlayışıyla Türkiye yatırımlarını dolayısıyla da üretimini katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünü üreten alanlara asla yönlendiremez, ancak niteliksiz, ucuz iş gücü yetiştirmekten başka da bir işe yaramaz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan, 21 Ekimde İzmir'de İzmir Ticaret Odasının düzenlemiş olduğu D8 toplantısına katıldım. D8, 54'üncü Hükûmet yani 15 Haziran 1997 yılında Refahyol Hükûmeti döneminde Sayın Necmettin Erbakan'ın kurmuş olduğu bir topluluk. İlk kez böyle bir toplantıya iştirak ettim. Toplantıya Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ülkelerinin ticaret odaları katılmışlardı. Yapılan bu toplantıda şöyle bir değerlendirme var: Bangladeş'ten...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, ek süre veriyorum, lütfen toparlayın Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

2015 yılı itibarıyla bu ülkelerle dış ticaret hacmimiz şu: 2015 yılı itibariyle toplam dış ticaret hacmimiz Bangladeş'le 1 milyar 196 milyon dolar, Endonezya'yla 1 milyar 845 milyon dolar, İran'la 9 milyar 760 milyon dolar, Malezya'yla 1 milyar 696 milyon dolar, Mısır'la 4 milyar 341 milyon dolar, Nijerya'yla 504 milyon dolar, Pakistan'la 600 milyon dolar. Oysa haritaya bakın, Orta Doğu'da başlayıp Uzak Doğu'ya kadar devam eden bu coğrafyada 8 ülkenin toplam nüfusu dünya nüfusunun yedide 1'i. Bu 8 ülkenin toplam dış ticareti 1.5 trilyon dolar. Yani dünya dış ticaretinin yüzde 9'u gibi. Bu ekonomik büyüklükteki entegrasyonun 8 ülkesinin kendisi aralarındaki ticareti sadece 120 milyar dolar arkadaşlar. Baktım, Bangladeş'in yapmış olduğu dış ticarette ilk beş arasında, Tayland, Hindistan, Çin, Endonezya var ama Türkiye yok. Endonezya'da ilk beşin içerisinde yine biz yokuz. Malezya'nın ilk beşinde yine biz yokuz. Mısır'ın ilk beşinde yine biz yokuz. Nijerya'nın ilk beşinde yine biz yokuz. Pakistan'ın ilk beşinde yine biz yokuz. Sadece İran'ın ilk beşinde biz varız, o da büyük bir ihtimal altın ticareti, Rıza Sarraf'ın yapmış olduğu işlemlerin ötesinde başka bir şey yok. Şimdi, bir taraftan "Biz İslam ülkelerinin en iyisiyiz, en büyüğüz. Onlara önderlik yapacağız." Ama İslam ülkeleriyle yaptığımız, bu 8 ülkeyle yaptığımız toplam ticaret hacmi 19 milyar 942 milyon arkadaşlar. Şimdi, bizim bir taraftan İslam ülkeleriyle olan... Yani Avrupa'ya kapımızı kapatıyoruz, orayla problemlerimiz var, burayla problemlerimiz var ama hiç olmazsa bu ülkelerle olan ilişkilerimizin daha da gelişmesi ve bu ülkelerle olan ticaret hacmimizi biraz daha genişletmemiz gerekirken ne yazık ki bu ülkelerle olan ilişkilerimiz de oldukça sıkıntılı ve problemli. Dolayısıyla, bugünkü bu uygulanan politikalarla Türkiye ekonomisinin ciddi sıkıntılar yaşayacağını önümüzdeki dönemde de görüyoruz.

2017 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.