KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmayı düşünmüyor idim. Amacım, sağlam vücutlu gençler yetiştirecek olan bu örgütün stratejilerini, planlarını, neler düşündüğünü öğrenmek, yine Komisyonun genç üyeleri tarafından da bunlarla ilgili değerlendirmeler yapılmasını buradan izlemek idi ancak bütçeyle ilgili Sayın Bakanın açıklamalarından sonra bu konuşma gereği hasıl oldu.

Değerli arkadaşlar, devletimizin en garip yapılı bakanlığının bütçesini görüşüyorsunuz. Bir bakanlık var, bir genel müdürlük var ve onun yanında bir de şans oyunları kuruluşu var, onun yanında bir de üniversite gençliğinin barınma ve beslenme gereksinimini karşılayacak olan başka bir kurumumuz daha var. Taşra teşkilatı yok. Genel müdürlüğü de özel bütçeli, çok önemli. Niye böyle bir yapı, böyle bir yapıdan ne kast ediliyor ve nereye gidiliyor, ne amaçlanıyor? Yıllardan beri bu olay tartışılır, bugünün sorunu falan da değildir bu konu ama bir türlü bu olay çözülmez. Özel bütçeli kuruluşların harcamalarıyla ilgili olarak genel bütçeli idarelerden çok daha farklı birtakım avantajlara sahip olmasının sonucudur bu. Dolayısıyla, gençlik için dev projeler yapması gereken ana bakanlık bir transfer bütçesi yönetir sadece. Ödeneğini koyar, memurlarının maaşlarını ödedikten sonra dağıtıverir. Özel bütçeli Gençlik Spor Müdürlüğü, o da genel bütçeye nazaran çok farklı avantajlar kullanarak işlevlerini yürütmeye çalışır.

Burada çok önemli bir olay var. Genellikle devletin bütün mülkleri hazineye aittir, hazine adına tescil edilir, Millî Emlak tarafından yönetilir. Bizim devletimizde 1960 yılından sonra iki farklı uygulama yapılır. Bir tanesi, 61 sayılı Kanun'dur, aklımda kaldığı kadarıyla. 1960 ihtilali sırasında askerlerin elinde bulunan veya fiilî olarak kullandıkları bütün gayrimenkuller Silahlı Kuvvetlere yazılır, onlarla ilgili olarak yapılacak işlemlerde onların izni alınır, eğer satılırsa arazinin, gayrimenkulün bedeli onlara özel ödenek kaydedilir. İkinci uygulama da buradadır işte. Spor Genel Müdürlüğünün o sırada kullandığı, değerlendirdiği bütün gayrimenkuller, hazine mülklerinin hepsi Gençlik ve Spor Bakanlığının özel mülkü gibi değerlendirilir, Kanunlarında aynen böyle yazar, "özel mülküdür." der. Peki, bunun sonucu ne? Bunun sonucu, değerli arkadaşlar, şehirlerde, kentlerde, mahallelerde gençlerinizin yaşam alanı olarak kullandıkları, spor yaptıkları veya o zamanın koşullarına göre ilkel de olsa, zavallı da olsa kurulmuş olan spor tesislerini büyük konutların yapılması için veya değişik ortaklıklar ve protokollerle birilerine verip kentin dışında da profesyonel spor kulüplerine içerisinde servislerin yapıldığı, lüks locaların olduğu dev statlar yaptırmaktır.

70 milyonluk bir ülkede spor salonu sayısı veya spor alanı sayısı bizim buradaki rakamlarımıza sığmaz. Spor, yaşamın her alanında yapılır. Bunlarla ilgili olarak somut olarak herhangi bir şey şurada göremiyorsunuz. Federasyonlardan hiç bahsedilmiyor bile. Spor, federasyonlara emanet edilmiş bir vaziyette. Ben gençliğinde Dağcılık Federasyonu İkinci Başkanı olarak, yıllarca uğraşmış bir insan olarak söylüyorum -adım yazıyordur büyük bir ihtimalle oralarda bir yerlerde- dağlara ne kadar insan çıkartırız, kaç genç çıkartabiliriz diyerek yapmadığımız proje, sabahlara kadar tartışmadığımız konu kalmaz idi. Gidin Yedigöller'e, yazın en sıcak zamanlarında kıyılarında kamp yapılan birkaç tane alan hariç -deniz kıyısı ve vesaireleri- o göllerin üstü bomboştur, bomboş, kuş bile uçmuyor neredeyse. Oralarda ne yelken yapanlar ne optimistler -yüzen bile yok, yüzen bile kalmamış- ne sörf yapanlar, hiçbir şey yok, kullanmıyorsunuz. Yani, spor için mutlaka tesis yapmanız falan gerekmiyor. Tanrı bu ülkeye öyle doğal spor tesisleri vermiş ki yatırım yapmanıza, para harcamanıza gerek yok, sadece doğayı koruyun, temiz tutun, yetiyor da artıyor bile. Hangisini kullanıyoruz?

Bu sene Yedigöller'i teker teker gezdim, bir ağustos ayında gezdim. Sizi temin ederim, Salda Gölü'nün kıyısında birkaç tane yüzen dışında başka insan görmedim ben oralarda. Yok böyle bir olay, yok. Spor tesisiniz yok. Profesyonel spor kulüplerine verilmiş olan tesisleri spor tesisi mi sayıyorsunuz? Yazık günah değil mi? Oraya harcanan paraları düşünün bir an için. Lokantalar, alışveriş merkezleri, bilmem şunlar, bunlar vesaireler. Spor tesisi denilen olay, hem açık havasında hem kapalı alanında insanların ora için tanımlanmış her şeyi yapabildikleri alandır. Şurada Anıttepe'de spor tesisleri var; bakın, bu tanıma uygundur. Orada bir de yüzme yarışları falan yaptığımız bir yüzme havuzu vardı, şimdi ne durumdadır bilmiyorum. Değerli arkadaşlar, gidin bakın o spor salonunun etrafına. Düğün salonları, lokantalar, şunlar bunlar vesairelerle, bu mu spor tesisi? Esas konuşmanız gereken, esas tartışmanız gereken konular bunlar. Siz kentin en değerli yerlerindeki, Gençlik ve Spor Müdürlüğü arazilerini birilerine verip de yaptırdığınız profesyonel kulüp stadyumlarında kazanılan paralarla yurt dışından transfer ettiğiniz futbolculara milyonlarca dolar transfer ücreti vermek için mi yapıyorsunuz bunların hepsini? Bu olmaz, bu böyle devam etmez.

Sizin Millî Eğitim Bakanlığınız var, Diyanet İşleri Başkanlığınız da var. Sizin yapmaya çalıştığınız işleri bırakın onlar yapsınlar. Ne eksikse onlar yaparlar. Siz sağlam vücutlu sporcu insanlar yetiştirmek zorundasınız. Şu insanlara bir bakın, iki merdiven çıkmaktan acizler, hepsi asansörün önünde kuyruktalar. Gençlik ve Spor Müdürlüğünün en önemli işlevi budur, bu işlevini atlayamazsınız. Tesis, tesis, sürekli tesis... Tesise ihtiyacınız yok, alan yaratın, yaşam alanı yaratın, yeşil alan yaratın ve doğanın kullanılmasını, doğayı tahrip etmeden öğrenin. Aladağları mı gezdiniz, Kaçkarları mı gezdiriyorsunuz, Erciyes'e mi tırmandırdınız, Ağrı Dağı'na mı tırmandırdınız insanları? Eskiden çok daha yoksul zamanlarında bu ülkenin oralarda bütün Avrupalıları kıskandıracak yürüyüşler yapılırdı. Onlar da geldikleri zaman "Böyle bir olanağınız var ve şurada sadece tek bir tane bile dağcı bile göremiyoruz, hayret bir şey." diye hayret ederlerdi. Yapmayın değerli arkadaşlar, spor çok farklı bir olaydır, spor yaşam biçimidir. Siz Spor Müdürlüğü olarak ya da Spor Bakanlığı olarak sadece ve sadece bir transfer bütçesini ve Türkiye'deki gayrimenkullerin değerlendirilmesini ve oralarda profesyoneller için para kazanacak tesisler yapılmasını spora hizmet olarak göremezsiniz.

Ben bir şeyler söylediğim zaman, bu gerçekten belki birilerinin kulağında kalır, bir anlam ifade eder falan diye söylerim, iş olsun falan diye hiç söylemediğimi buradaki arkadaşlarımız da bilirler ama sporla ilgili olarak böyle bir boşluk benim yüreğimi yaralar.

Bize Sivas Lisesi'nde okurken Sivas Spor Salonu'nda gece saat yarımda ancak sıra gelirdi, gecenin yarımında gidip orada güreşmeye çalışırdık. Bir tane salon, buz gibi -zaten Sivas buz gibi- oralarda spor yapmaya çalıştırırlardı ve yapılırdı da üstelik. Bütün alanların hepsi unutuldu, bir yerlerde kaldı.

Değerli arkadaşlar, etmeyin, tutmayın. Gençlik önemli, gençlik olağanüstü önemli ama sadece ve sadece gençliğin kafasına bir şeyler tıkıştıracağız diye uğraşmak gençliği yetiştirmek anlamına gelmiyor. Bu kurumlar farklı. Geçen de Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürümüz bir teklifiyle ilgili görüşürken "Biz bu eğitimleri zaten yapıyoruz, bize verilen bu görevleri." dediydi de ben şaşırmıştım, "Allah Allah!" falan diye.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Değerli arkadaşlar, yani "Başka birimler görevlerini yapamıyorlar, bu görevleri de biz üstleniyoruz." ya da "O görevler yetmiyor, bunu da üstleniyoruz, bunu da üstleniyoruz, bunu da üstleniyoruz." dediğiniz zaman bu olay olmuyor. Ellerinde telefondan başka hiçbir şeye bakmayan insanlar, sadece iki tane parmakları çalışıyor spor adına. Yok, dışarı çıkmıyorlar; ya ekranın önünde ya televizyonun önünde ya telefonunun başında. Beraberce otururken bile bunu yapıyorlar. Siz bu gençliği sağlıklı bir hâle getirmeye çalışıyorsunuz, bu projelerine ihtiyacımız var.

Şu anda herkesin özlemle baktığı sizin öyle güzel yürüyüş yollarınız var ki başka spor yapmasalar bile Likya Yolu'nu tamamlayan gençleri bir düşünün; Torosları, Aladağları düşünün, 5 bin metrenin üzerine çıkmış olan, Ağrı Dağı'na tırmanmış da Kafkasya'ya bakan insanların mutluluğunu düşünün. Bütün bunların hepsi çok büyük yatırımlar falan gerektirmiyor, sadece projelendirme gerekiyor, projeler yapmak gerekiyor.

Bu söylediğim şeylere örnek olarak, bir de rakam vererek bitirmek istiyorum konuşmamı değerli arkadaşlar. Bizim Spor Genel Müdürlüğümüz ile TOKİ arasında, Ali Sami Yen Stadı'nın yerine gayrimenkulleri, gelir paylaşımı esasına göre yaptırmış. Oradaki alan dev apartmanlar oldu, kaç kişinin kanına giren bir asansör faciası da oldu orada ve o alanın tek yeşil alanı olduğu gibi gitti, tekel mekel falan filan da gitti orada çünkü oralar da verildi olduğu gibi, herhangi bir şey falan kalmadı. Zaten Boğaz'ın çıkışı da şeylerle dolduruldu, Karayollarının yeri. İstanbullu artık oraları tanıyamıyor, oralar İstanbul falan değil. Bu şekilde gelir paylaşımlı bir iş yapmışlar. Sayıştay denetçileri diyorlar ki: "Bu iş nedeniyle 132 milyon 855 bin 148 lira muhasebeye intikal ettirilmemiş." Şimdi, gençlerle ilgili olarak bu kadar ideal bakışlardan sonra "Bu neyin nesi?" diyorsanız eğer, söylemeye çalıştığım olay şu: Şu kaynakla, büyük bir ihtimalle kullandınız -bu sadece bir muhasebe unutkanlığıdır, başka bir şey falan değildir- ama okuyan insanın da aklına ilk şu geliyor: Ya, 132 milyon lirayla ben kaç tane mahallede mahalle stadı yaparım? Elektrik direklerinin altında sabaha kadar top oynamış insan yok mu aranızda hiç? Ya, ne çabuk unutuldu bütün bunların hepsi, nereye gitti?